Taraflar arasında görülen davada Yozgat 2. Asliye Hukuk Mahkemesince bozmaya uyularak verilen 25.11.2021 tarih ve 2020/109 E. - 2021/603 K. sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalılar vekili tarafından duruşmalı, davacı vekilince duruşmasız olarak istenmiş ve temyiz dilekçelerinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, duruşma için belirlenen 27.12.2022 günü başkaca gelen olmadığı yoklama ile anlaşılıp hazır bulunan davalılar vekili Av. Derya Rezü dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi *** tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçeler, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, yüksek oranda faiz getirisi verileceği ve istendiği her an geri verileceği garantisi ile davalı BBBBB A.Ş. Hisse Senedi Devir ve Kabul Sözleşmesi adında bir adet belge ile müvekkilinden 6.673,00 Euro tahsil edildiğini, ancak bu güne kadar müvekkiline herhangi bir faiz ve para ödemesi yapılmadığını ileri sürerek, 6.673,00 Euro’nun davalılardan faiziyle tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili, zamanaşımı def’inde bulunmuş, davanın esasına ilişkin olarak da davanın reddini istemişlerdir.
Mahkemece bozma ilamına uyularak davanın kabulüne, taraflar arasında bir ortaklık ilişkisinin kurulmadığının tespitine, yapılan yatırım ilişkisinin hükümsüzlüğüne, 6.673,00 Euro karşılığı taleple bağlı kalınarak, 17.447,89 TL nin dava tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.
(1) Dava, geçerli şekilde ortaklık ilişkisi kurulmadığının tespiti, hukuka aykırı şekilde kurulan yatırım ilişkisinin hükümsüzlüğü ve davalılar tarafından tahsil edilen paranın istirdatı istemine ilişkindir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 22.04.2022 tarihli ve 2021/7 Esas, 2022/2 Karar sayılı kararı ile neticeten mudilerin off shore alacaklarının tahsiline yönelik açtıkları davalarda zamanaşımının başlangıcının tespitinde off-shore hesabına aktarma tarihinin esas alınması gerektiğine karar verilmiştir. İçtihadı Birleştirme Kararları konularıyla sınırlı, gerekçeleri ile açıklayıcı, aydınlatıcı, yol gösterici, sonuçlarıyla bağlayıcı soyut kararlardır. Bu itibarla, off shore alacakların tahsiline ilişkin davalar bakımından verilen işbu içtihadı birleştirme kararının gerekçesi, somut uyuşmazlık bakımından da açıklayıcı ve yol gösterici mahiyette olup, zamanaşımı hususunun bu bakış açısı ile değerlendirilmesi elzemdir.
Bir hakkın belli bir süre içinde ileri sürülememesi sebebiyle dava yoluyla elde edilebilme imkanının kalmaması veya Kanun’da öngörülen sürenin geçmesi sonucu bir hakkın kullanılmasının mümkün olmaması zamanaşımı kurumunu ifade etmektedir (Türk Hukuk Kurumu: Türk Hukuk Lügatı C. I, Ankara 2021, s. 1244). Zamanaşımı, borçluya borcunu ödememe imkanını veren, ayrıca alacaklıyı alacağını zamanında istemeye teşvik eden bir kurumdur. Başka bir deyişle zamanaşımı kurumu, hukuki güvenlik ilkesinin bir sonucu olarak alacaklıyı, alacağını zamanında ileri sürmeye zorlamaktadır. Zira alacaklının alacağını Kanun’da öngörülen süre içerisinde ileri sürmeyip hareketsiz kalması, alacağın tahsili için ciddi bir iradeye sahip olunmadığı hususunda borçluda bir güven uyandırır.
Zamanaşımı bir maddi hukuk kurumu olmadığından borcu sona erdiren değil; var olan bir hakkın talep edilmesini engelleyen bir savunma aracıdır. Bu niteliği itibari ile de zamanaşımı alacağın varlığını değil, talep edilebilirliğini ortadan kaldırır. Başka bir deyişle Kanun’un öngördüğü zamanaşımı süresinin dolması, hakkın varlığını sona erdirmemekte fakat dava yoluyla hakkın ileri sürülmesi durumunda borçlunun bir karşı hakka (defi hakkına) dayanarak ileri sürülen hakkı sürekli olarak engellemesi söz konusu olmaktadır. Borçlu, zamanaşımı defini ileri sürerek alacak hakkının zamanaşımına uğradığı için edimi ifa etme zorunda olmadığım ifade etmektedir. Bununla birlikte eğer davalı zamanaşımı defini ileri sürmezse; hakim bu durumu re’sen nazara alamayacak ve şartlar mevcutsa alacağa hükmedebilecektir. Ancak zamanaşımı defini ileri süren tarafın bu hakkını dürüstlük kuralına aykırı olacak şekilde kullanmaması gerekir. Aksi halde hakkın kötüye kullanılması sözkonusu olur. Başka bir deyişle borçlunun zamanaşımı defini ileri sürmesi dürüstlük kuralına aykırı olmadığı sürece hakkın kötüye kullanılması yasağı gündeme gelmez (Akyol, Şener: Dürüstlük Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı, İstanbul 2006, s. 65).
Zamanaşımı süreleri genel olarak yalnızca alacak hakları için öngörülmüş olup bu haklarının zamanaşımı sürelerine tabi tutulmasının çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Özellikle uzun yıllar boyunca talep edilmemiş olan alacak hakkının ya elde edilmiş ya da ifa dışındaki bir nedenle sona ermiş olması; uzun yıllar boyu ifanın kanıtı olan belgeleri saklamasının borçludan beklenemeyecek olması; ifa talebiyle karşılaşan borçlunun borcunu ifa etmiş olsa bile ifayı ispat etmesinin neredeyse olanaksız olması ve bu durumda borçlunun hukuken korunmasının gerekmesi; hukuk düzeninin istikrar kazanmış durum ve ilişkilere dokunmak istememesi; hukuki güvenlik ilkesi ve geçmişte kalan olaylardan dolayı uyuşmazlığın sürdürülmesinde kamu yararı bulunmaması bu nedenler arasında yer almaktadır (Erdem, Mehmet: Özel Hukukta Zamanaşımı, İstanbul 2010. s. 16.)
818 sayılı BK, l l.01.2011 tarihinde kabul edilen 6098 sayılı TBK’nın 647. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış; 6098 sayılı TBK ise 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 6101 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 5/1.maddesi; “Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri, eski kanım hükümlerine tabi olmaya devam eder. Ancak, bu sürelerin henüz dolmamış kısmı, Türk Borçlar Kanunu’nda öngörülen süreden uzun ise, yürürlüğünden haşlayarak Türk Borçlar Kanunu’nda öngörülen sürenin geçmesiyle, hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi dolmuş olur” hükmünü haizdir.
Buna göre, 818 sayılı BK hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Haksız fiilden doğan tazminat davasının tabi olduğu zamanaşımı süreleri ve başlangıçları 818 sayılı BK’nın 60. maddesinde genel zamanaşımı hükümlerinden ayrı olarak düzenlenmiştir. Zamanaşımı sürelerinin ve başlangıçlarının düzenlendiği 818 sayılı BK’nın 60. maddesinin ilk iki fıkrası;
“Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazam olan tarafın zarara ve failine ıttıla tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz. Şu kadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik olunur.” şeklinde düzenleme içermektedir.
Görüldüğü üzere 818 sayılı BK’nın 60. maddesinde haksız fiillerle ilgili olarak üç farklı zamanaşımı süresi öngörülmüştür. Bunlardan ilki zarar görenin zararı ve faili (sorumlu kişiyi) öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlayan bir yıllık zamanaşımı süresidir. Bir yıllık sürenin işlemeye başlaması açısından “öğrenme” ölçütü esas alınmış; bu ölçüt hem zarar hem de fail açısından aranmıştır. Bu nedenle bir yıllık zamanaşımı süresi, bu iki husustan hangisi daha sonra öğrenilmişse o hususun öğrenilme tarihinden itibaren işlemeye başlar. Başka bir deyişle bu iki hususun birlikte gerçekleşmesi gerekmekte olup sadece birinin öğrenilmesi zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması için yeterli olmamaktadır. Bir yıllık zamanaşımı sürenin başlangıcı öğrenme gibi sübjektif bir ölçüte bağlı olduğundan, bu süre öğreti ve uygulamada “nispi zamanaşımı süresi” olarak adlandırılmaktadır.
Öte yandan bir yıllık sürenin başlaması bakımından zararın öğrenilmiş sayılması için zararın varlığını, niteliğini ve temel unsurlarını belirleyecek bilgilerin dava açacak derecede öğrenilmiş olması yeterlidir.
818 sayılı BK’nın 60. maddesi ile öngörülen zamanaşımı sürelerinden ikincisi ise bir yıllık nispi zamanaşımı süresini, herhalde zarar verici fiilin gerçekleştiği (vuku bulduğu) tarihten itibaren on yıl ile sınırlandıran on yıllık zamanaşımı süresidir. On yıllık zamanaşımı süresinin başlangıcı objektif nitelikte olan zarar verici fiilin gerçekleştiği tarihtir. Bununla birlikte eğer zarar verici fiil süregelen bir nitelik taşıyorsa on yıllık zamanaşımı süresinin de fiilin tamamlandığı tarihten itibaren işlemeye başlaması gerekir. On yıllık zamanaşımı sürenin başlangıcı haksız fiilin gerçekleştiği (veya tamamlandığı) tarih gibi objektif bir ölçüte bağlı olduğundan, bu süre öğreti ve uygulamada “mutlak zamanaşımı süresi” olarak adlandırılmaktadır. On yıl içinde zarar ve sorumlu kişi öğrenilemediği için bir yıllık zamanaşımı süresi işlemeye başlamamış olsa dahi, haksız fiilin gerçekleştiği tarihten itibaren on yıl geçmişse tazminat davası açma hakkı zamanaşımına uğrar. Buna karşılık on yıllık süre içinde zararın ve failin öğrenilmesinden itibaren bir yıllık süre dolmuşsa artık azami nitelikteki on yıllık mutlak zamanaşımı süresinin bir önemi kalmaz, bir yıllık süre dolduğunda zamanaşımı gerçekleşmiş olur. (Havutçu, Ayşe: Haksız Fiil Sorumluluğunda Zamanaşımı Sürelerinin Başlangıcı, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2012, C.12, s.58.)
Görüldüğü üzere bir yıllık zamanaşımı süresi ile on yıllık zamanaşımı süresi arasındaki en önemli fark; sürelerin başlama anlarıdır. Bir yıllık zamanaşımı süresi zararın ve failin öğrenildiği tarihten itibaren işlemeye başlarken, on yıllık zamanaşımı süresi zararın ve failin öğrenilip öğrenilmediğine bakılmaksızın haksız fiilin gerçekleştiği tarihten itibaren işlemeye başlamaktadır. Zararın sonradan meydana gelmesi de sürenin işlemeye başladığı anı değiştirmemektedir.
818 sayılı BK’nın 60. maddesi ile öngörülen zamanaşımı sürelerinden bir diğeri ise ceza davası zamanaşımı süresidir. Buna göre, cezayı gerektiren haksız fiiller bakımından, ceza kanunlarında daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörülmüşse, tazminat talepleri için de bu zamanaşımının uygulanması gerekmektedir. Ancak haksız fiillere ceza kanunlarındaki zamanaşımının uygulanabilmesi için haksız fiilin cezalandırılabilir olması ve bu fiil için ceza kanunlarında öngörülen zamanaşımının haksız fiillere uygulanan nispi veya mutlak zamanaşımından uzun olması gerekmektedir. Buradaki ceza kanunlarındaki zamanaşımı ifadesinden anlaşılması gereken ise ceza kanunlarındaki dava zamanaşımıdır. Zira 818 sayılı BK’nın 60/2. maddesinin düzenlenme amacı, ceza yargılaması yapılabildiği sürece, aynı fiilden kaynaklanan zararların tazmininin istenebilmesidir. Bir fiilin ceza yargılamasına konu olup olmamasında belirleyici olan süre ise dava zamanaşımı süresidir.
Haksız fiil olarak nitelendirilen davranışlar içerdikleri hukuka aykırılık ve kusur unsurlarına bağlı olarak ceza kanunlarına göre de suç teşkil edebilirler. Dolayısıyla, aynı davranış hem ceza yargılamasının hem de tazminat davasının konusunu oluşturabilir. 818 sayılı BK’nın 60/2. maddesindeki düzenlenme ile fail, hukuka aykırı bir fiilinden dolayı ceza kanunlarına göre cezalandırılabildiği sürece bu fiil nedeniyle uğranılan zararın telafisi de failden istenebilir. Gerçekten de fail için daha ağır sonuçlar doğuran ceza yargılamasına izin verilirken, aynı fiil nedeniyle faile karşı tazminat davası açılamaması yerinde olmayacaktır.
Ceza davası zamanaşımının uygulanabilmesi için tazminat sorumluluğuna neden olan fiilin ceza kanunlarına göre suç oluşturması ve cezayı gerektirmesi yeterli olup ayrıca haksız fiilin faili hakkında ceza davası açılmış olması veya mahkumiyet karan verilmiş olması, hatta soruşturma yapılması gerekli değildir. Bu nedenle tazminat davasına bakan hakim zamanaşımı defi ile karşılaştığında, davanın esasına girmeden önce, fiilin cezayı gerektirir bir fiil olup olmadığını ceza hukuku ilkelerine göre kendisi değerlendirecek, fiilin suç niteliğinde olduğu kanaatine ulaşırsa ceza zamanaşımını dikkate alacaktır (Tekinay, S. Sulhi Akman, Sermet Burcuoğlu, Haluk Altop, Atilla: Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s. 723.)
Hemen belirtilmelidir ki ceza davası zamanaşımı süresinin başlangıcı 818 sayılı BK hükümlerine göre değil, ceza kanunu hükümlerine göre belirlenir. Buna göre ceza davası zamanaşımının uygulandığı durumlarda, zamanaşımı süresi, zararın ve failin öğrenildiği tarihten itibaren değil, suç teşkil eden fiilin işlendiği (veya fiilin tamamlandığı) tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır. Ceza kanunu hükümleri, sadece ceza davasının zamanaşımının süresi ve başlangıç noktası bakımından uygulanacak olup, zamanaşımın durması ve kesilmesine ilişkin nedenler ve sonuçları hakkında 818 sayılı BK hükümleri uygulanacaktır (Antalya, O. Gökhan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. IJ, İstanbul 2017, s. 515).
Ceza davası zamanaşımı süresinin amacı gözetildiğinde, daha uzun olmak şartıyla bu sürenin hem bir yıllık nispi zamanaşımı süresi hem de on yıllık mutlak zamanaşımı süresi açısından uygulanması gerekir. On yıldan fazla ceza davası zamanaşımı süresinin söz konusu olduğu bir durumda, artık nispi ve mutlak zamanaşımı süresi dikkate alınmayacaktır. Bu durumda, ceza davası zamanaşımı süresi hem bir yıllık nispi zamanaşımı süresinin hem de on yıllık mutlak zamanaşımı süresinin yerini alacak, tazminat davası en geç bu sürenin sonuna kadar açılabilecektir. Öte yandan ceza davası zamanaşımı süresi, bir yıllık nispi zamanaşımı süresinden uzun ancak on yıllık mutlak zamanaşımı süresinden kısa ise, bu durumda sadece nispi zamanaşımı süresinin yerine uygulanma imkanına sahip olacaktır. (Tekinay Akman Burcuoğ/u Altop, s. 725.). Zarar gören, zarar ve faili ne zaman öğrenmiş olursa olsun on yıllık mutlak zamanaşımı süresinin geçmemiş olması şartıyla ceza davası zamanaşımı süresi içinde tazminat davası açabilecektir. Bununla birlikte ceza davası zamanaşımı süresi dolmuş olsa dahi zarar gören on yıllık mutlak zamanaşımı süresi içerisinde, zarar ve faili öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlayan bir yıllık nispi zamanaşımı süresi içinde tazminat davası açabilecektir.
Dairemizden geçen emsal dosyalardan anlaşılacağı üzere, davalı şirket hakkında düzenlenen SPK raporlarında, hisse senetlerinin izinsiz halka arz edildiği, sermaye artırım kararı verilmesine ilişkin genel kurul toplantısından önce halka arz işlemine başlandığı, *** Grubu şirketleri tarafından yasal kayıtlara aktarılması zorunlu hususların yerine getirilmediği, muhasebe kayıtlarında gerçeğe aykırı kayıtlar bulunduğu, kâr ve zarar kalemlerinin gerçeği yansıtmaktan uzak olduğu, hisse devir sözleşmelerinde bazı kişilerin ortaklık pay defterinde gözükmediği, kanun dışı yollardan para toplandığı belirtilmiş, bu kapsamda içinde davalı şirket yöneticisinin de bulunduğu sanıklar hakkında Yozgat 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2006/253 Esas sayılı davasında ihraç edilecek hisse senetlerinin SPK’ya kaydettirilmesi aşaması tamamlanmadan halka arz işlemine başlandığı, pay bedellerinin usulsüz tahsil edildiği belirlenerek mahkumiyet kararı verilmiş, Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 13.06.2007 tarihli ilamı ile onanmış, Yozgat 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2006/121 Esas sayılı dosyasında SPK’dan izin alınmadan hisse senetleriyle ilgili aracılık faaliyetinde bulunulduğu iddiasıyla dava açılmış, sanıklar hakkında verilen mahkumiyet kararları Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin ilamı ile zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmış, yine usulüne uygun olarak defterlerin tutulmaması nedeniyle davalı şirket yöneticisi hakkında mahkumiyet kararı verildiği anlaşılmıştır. Yine, davalı şirket yöneticileri hakkında Yozgat 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2009/188 Esas 2011/475 Karar sayılı dosyasında davalı şirket yöneticileri hakkında hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan İsviçre Federal Soruşturma Hakimliği’nce yapılan ihbar üzerine kamu davası açıldığı, mahkememizce yapılan yargılama sonucunda davalı şirket yöneticilerinin İsviçre’de bulunan CCCCC Şirketi’ne ait paraları davalı şirkete ve *** grubu şirketlerine aktardıklarından bahisle hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan netice itibariyle 5 yıl hapis ve 2.500,00 TL adli para cezası verildiği, kararın temyiz edildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 17.01.2012 tarihli tebliğnamesine göre hükmün onanmasının talep edildiği ancak Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 28.03.2012 tarih ve 2012/721 Esas 2012/33114 Karar sayılı bozma ilamı ile zamanaşımı nedeniyle kararın bozulduğu ve tüm sanıklar hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verildiği ve kararın bu şekilde kesinleştiği anlaşılmıştır.
Bu itibarla, davalıların eyleminin haksız fiil niteliğinde olduğu, süresi içerisinde zamanaşımı def’inde bulunulduğu, işbu davada zamanaşımı yönünden davacı lehine bir kazanılmış hak bulunmadığı, cezanın üst sınırına göre ceza zamanaşımı süresinin 765 sayılı Yasa’nın 102/4 ve 104/2. maddeleri uyarınca 5 yıl, uzamış zamanaşımı süresinin ise 7,5 yıl olduğu ve dosyaya ibraz edilen hisse devir senedindeki 16.07.2004 tarihi ile dava tarihi arasında zamanaşımı süresinin dolduğu gözetilerek, mahkemece zamanaşımı sebebiyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, hükmün bozulması gerekmiştir.
(2) Bozma sebep ve şekline göre davacı vekilinin tüm, davalılar vekilinin sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
SONUÇ:Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalılar vekilinin zamanaşımına ilişkin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalılar yararına BOZULMASINA, (2) Bozma sebep ve şeklinde göre davacı vekilinin tüm, davalılar vekilinin sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, takdir olunan 8.400,00 TL duruşma vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 27.12.2022 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Zamanaşımı, borcun nisbi bir sona erme sebebi olup, borçlu istemediği takdirde geçen zaman nedeniyle alacaklının alacağını dava yoluyla takip ve tahsil etme imkanının ortadan kalkmasıdır.
Zamanaşımı, hukuki niteliği itibariyle maddi hukuktan kaynaklanan bir def’i (6098 sayılı TBK 161 md.) olup usul hukuku bakımından ise bir savunma aracıdır.
Kural olarak zamanaşımı def’inin süresi içerisinde verilen cevap dilekçesinde ileri sürülmesi gerekir (HMK 129 md).
Süresinde ileri sürülen zamanaşımı def’i nedeniyle, mahkemece ön inceleme duruşması tamamlandıktan sonra ancak tahkikata başlamadan önce hakim zamanaşımı def’ini inceleyerek karar verecektir (HMK 142 md).
Davalının süresinde ileri sürmüş olduğu zamanaşımı def’i hakkında hiçbir karar verilmeden davanın esası hakkında karar verilmesi doğru değildir. (Yargıtay 13. H.D.
01.10.2013 gün 8995-23979, Yargıtay 4. H.D. 17.04.2018 gün 9353-3056, Yargıtay 15. H.D. 16.02.2017 gün 5442-626 vs.).
Ancak bu hususun bozma nedeni olabilmesi için, hakkındaki dava esastan red edilen ve zamanaşımı def’ini cevap dilekçesinde yasal sürede ileri süren davalının bu yönde temyize gelmesi gerekmektedir.
HMK 361/2 maddesinde de ifade edildiği üzere, davada haklı çıkmış olan tarafında (aleyhindeki dava esastan red edilen) hukuki yarar bulunmak şartıyla (zamanaşımı def’i) şartıyla temyiz yoluna başvurması mümkündür.
Davalının, davanın esastan reddine ilişkin kararı, hukuki yararına rağmen zamanaşımı yönünden temyiz etmemiş olması durumunda, artık bu yönden davacı yararına usulü müktesep hak doğmuş olur ki, davacının temyizi üzerine, Yargıtayca bu aşamadan sonra kararın zamanaşımı yönünden bozulması mümkün değildir. Oluşan usuli müktesep hakka rağmen, kararın Yargıtayca zamanaşımı yönünden bozulmasının hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Zira usuli müktesep hakkın, yeni çıkan bir kanun veya Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı dışında başkaca bir istisnası bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, zamanaşımı def’ine rağmen davanın esastan reddi kararının davalı tarafından temyiz edilmemesi, sadece davacı tarafından temyize getirilmesi ve kararı davacı temyizine göre bozulması durumunda 09.05.1960 gün 21/9 sayılı İ.B.K vurgulandığı üzere, mahkemece bozma kararına uyulmasıyla davacı yararına usulü müktesep hak doğmuştur. Usule ait müktesep hak müessesesi Usul Kanunu’nun dayandığı ana esaslardan olup kamu düzeni ile ilgilidir. Bu durumda davacının temyizine göre kararın bozulması ve mahkemece bozmaya uyulmasından sonra artık mahkemenin geri dönerek zamanaşımı nedeniyle davayı red etmesi mümkün değildir. Bu hal usuli kazanılmış hakkın açık bir ihlalidir.
Somut uyuşmazlıkta, davalının esasa cevap süresi içerisine zamanaşımı def’ini ileri sürmesine rağmen mahkemece dava esastan red edilmiş, karar davacı tarafından temyiz edilmiş, Dairece kararın davacı lehine bozulması üzerine yerel mahkemece bozma ilamına uyularak yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı esastan red kararını, zamanaşımı def’i nedeniyle temyiz etmediğinden davacı lehine usuli kazanılmış hak doğmuştur. Bu aşamadan sonra artık bozma üzerine zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesi mümkün değildir.
Diğer taraftan davacı temyizi üzerine yerel mahkeme kararı bozulduğundan, bozmaya uyan mahkemece bozma gerekleri yerine getirileceğinden, bu halde de davacı yararına usuli müktesep hak oluşacağından zamanaşımı nedeniyle davanın reddi bu nedenle de mümkün değildir.
Açıklanan nedenlerle, davalının zamanaşımına yönelik tüm temyiz itirazlarının reddi ile diğer temyiz itirazlarının incelenmesi gerekirken yazılı şekilde davacının usuli müktesep haklarını ihlal eden gerekçe ile kararın bozulmasına ilişkin sayın çoğunluk görüşüne karşıyım.