ArabicAzerbaijaniEnglishFrenchGermanRussianSpanishTurkish

Banka veya Kredi Kartlarının Kötüye Kullanılması

22-07-2021 - 394

Banka veya Kredi Kartlarının Kötüye Kullanılması


Bu kararı Favorilerinize Eklemek veya Kopyalayabilmek için giriş yapın veya üye olun
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
2017/172
2019/361
2019-04-30





Sanık ...'ün banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması suçundan TCK’nın 245/1, 62, 52 ve 53. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis ve 80 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin İstanbul Anadolu 36. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 21.10.2014 tarihli ve 272-429 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 21.09.2016 tarih ve 5728-8962 sayı ile; "Şikâyetçinin soruşturma aşamasında usulüne uygun canlı teşhis yapmış olması bakımından atılı suçun sübuta erdiğini ve eylemin TCK'nın 245/1. maddesi kapsamında olduğunu değerlendiren mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmediğinden tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak edilmemiş; hükümden sonra, Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarih ve 2014/140 esas, 2015/85 sayılı kararı ile bir kısım ibareleri iptal edilerek, 24.11.2015 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanıp yürürlüğe giren, 5237 sayılı TCK'nın 53. maddesinin infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmüştür." açıklamasıyla onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 13.10.2016 tarih ve 393224 sayı ile;

“...somut olay değerlendirildiğinde, sanığın bir takım kurmaca bilgilerle müştekinin aklını karıştırdığı ve bu sayede ona ait banka kartını ele geçirdiği noktasında kuşku yoktur. Ancak müştekinin tüm senaryoya rağmen aldanmayıp sanığın yanından ayrılmadan, onunla birlikte ATM'ye gitmesi ve hatta bizzat kendi rızasıyla kartı teslim edip, şifreyi de söyleyerek televizyon bedeli kadar miktarı çekmesine açık bir şekilde izin vermesinden sonra sanığın müştekinin yaşlılığından yararlanarak, parayı çekip kartı dahi almadan ATM'den koşarak kaçması şeklinde gerçekleşen eylemde; paranın çekilmesine rıza gösterilip, zilyetliğinin devrine izin verilmemesi nedeniyle hırsızlık suçunun oluşacağını kabul etmek gerekmektedir. Kaldı ki, yaklaşık 90 yaşında olan müşteki de hazırlık beyanında sanığın parayı yanında / kontrolünde (hâkimiyet alanı içinde) çekmesinden sonra alıp kaçtığını, yaşlılığı nedeniyle arkasından kovalayamadığını belirtmesi de bu hususu doğrulamaktadır.

Bu kapsamda; müştekinin sanığın basit yalandan ibaret sözlerine tümden kapılmaması nedeniyle onun yanından ayrılmadan ATM'ye gidip ve yine kendi kontrolü altında istediği miktarda parayı çekmesini bizzat istemesi karşısında dolandırıcılık suçunun denetim olanağını ortadan kaldıracak şekilde hile unsuru ile banka veya kredi kartının kötüye kullanılması suçu yönünden ise kartın rızaen teslim olgusunun ötesinde paranın da rızaya aykırı olarak çekilmesi unsurunun gerçekleşmemesi nedeniyle eylemin hırsızlık suçuna uyduğu," görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

5271 sayılı CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 18.01.2017 tarih ve 10618-444 sayı ile itiraz nedenleri yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması suçunu mu yoksa hırsızlık suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Dosya kapsamında bulunan kamera görüntülerini içeren CD’nin yapılan incelemesinde; sanığın 07.04.2013 tarihinde saat 08.49.19’da tek başına ATM’ye geldiği, kartı takıp şifreyi girdikten sonra saat 08.50.15’te kartı ve parayı alarak görüntüden çıkmayacak şekilde ATM’den birkaç metre uzaklaşıp bir süre beklediği, akabinde de saat 08.51.13’te tek başına yürüyerek görüntüden çıktığı,

İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından düzenlenen 03.09.2013 tarihli raporda; şüpheli şahsın tanımlanabilir eşkal bilgilerinin net görünmemesi nedeniyle kimlik tespit işlemi yapılamadığının belirtildiği,

05.2014 tarihli yakalama tutanağına göre; Gürbüz Dönmez isimli şahsın devriye görevi yapan kolluk personeline kendisini bir ay önce dolandırdığını belirttiği şahsı gösterebileceğini beyan etmesi üzerine İstanbul ili, Kadıköy ilçesi, Göztepe Mahallesi İstasyon Caddesi girişindeki petrol istasyonunun önünde bulunan ATM’lerin olduğu yerde sanık ...’ün yakalandığı,

Canlı teşhis tutanağına göre; şikâyetçi ...’ün inceleme konusu olayın faili olarak sanık ...’ü teşhis ettiği,

Usulüne uygun davete rağmen duruşmaya gelmeyen 01.07.1924 doğumlu şikâyetçi ...’ün hükümden sonra 04.10.2015 tarihinde vefat ettiği,

Anlaşılmaktadır.

Şikâyetçi ... 07.04.2013 tarihli kolluk ifadesinde; olay tarihinde saat 08.40 sıralarında Kuyubaşı otobüs durakları arkasında bulunan marketten alışveriş yapmak isterken 1.70 boylarında, kot pantolonlu, kır saçlı, ortalama 60-65 yaşlarında tekrar görse tanıyabileceği bir erkek şahsın yanına gelerek “Benim kızım Teknosa’da genel müdür şu an kampanya var sana LCD tv alayım mı?” dediğini, bir anlık dalgınlıkla bu şahsa kredi kartını ve şifresini verdiğini, failin Kuyubaşı otobüs durakları arkasında bulunan İş Bankası ATM’sinden saat 08.40 ile 08.55 arasında yaklaşık 1.900 TL para çekerek hızlıca oradan uzaklaştığını, yaşlı olduğu için şahsı kovalayamadığını, şahsın ara sokaklara girerek kaybolduğunu, tekrar görse tanıyabileceği şahıstan şikâyetçi olduğunu, 04.05.2014 tarihli kolluk ifadesinde ise; emniyette kendisine gösterilen ve adını olay sebebiyle öğrendiği sanık ...’ün kendisini dolandıran kişi olduğunu beyan etmiştir.

Sanık kollukta ve savcılıkta; iddia edilen olayı hatırlamadığını, suçlamayı kabul etmemekle birlikte zararı karşılayacağını, mahkemede ise; söz konusu eylemi gerçekleştirmediği için zararı karşılamayacağını savunmuştur.

Uyuşmazlık konusunun çözümüne yönelik olarak dolandırıcılık, hırsızlık ve banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması suçlarının kanuni unsurlarının incelenmesinde yarar bulunmaktadır.

5237 sayılı TCK'nın “Dolandırıcılık” başlıklı 157. maddesinde; “Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir.” şeklinde dolandırıcılık suçunun temel şekli düzenlenmiş olup 158. maddesinin birinci fıkrasında ise oniki bent halinde dolandırıcılık suçunun nitelikli hâlleri sayılmıştır.

Dolandırıcılık suçunun maddi unsurunun hareket kısmı, 765 sayılı TCK’nın 503. maddesinde bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hile ve desiseler yapmak olduğu hâlde, 5237 sayılı TCK’nın 157. maddesinde hileli davranışlarla bir kimseyi aldatmak şeklinde ifade edilmiş olup 765 sayılı TCK'da yer alan desise kavramına 5237 sayılı TCK'da yer verilmemiş ve hileye desiseyi de kapsayacak şekilde geniş bir anlam yüklenmiştir.

Malvarlığının yanında irade özgürlüğünün de korunduğu dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için;

1) Failin bir takım hileli davranışlarda bulunması,

2) Hileli davranışların mağduru aldatabilecek nitelikte olması,

3) Failin hileli davranışlar sonucunda mağdurun veya başkasının aleyhine, kendisi veya başkası lehine haksız bir yarar sağlaması,

Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

Fail kendisi veya başkasına yarar sağlamak amacıyla bilerek ve isteyerek hileli davranışlar yapmalı, bu davranışlarla bir başkasına zarar vermeli, verilen zarar ile eylem arasında uygun nedensellik bağı bulunmalı ve zarar da, nesnel ölçüler göz önünde bulundurularak belirlenecek ekonomik bir zarar olmalıdır.

Görüldüğü gibi, dolandırıcılık suçunu diğer malvarlığına karşı işlenen suç tiplerinden farklı kılan husus, aldatma temeline dayanan bir suç olmasıdır. Birden çok hukuki konusu olan bu suç işlenirken, sadece malvarlığı zarar görmemekte, mağdurun veya suçtan zarar görenin iradesi de hileli davranışlarla yanıltılmaktadır. Madde gerekçesinde de, aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güvenin bozulduğu, bu suretle kişinin irade serbestisinin etkilendiği ve irade özgürlüğünün ihlâl edildiği vurgulanmıştır.

5237 sayılı TCK’nın 157. maddesinde yalnızca hileli davranıştan söz edilmiş olmasına göre, her türlü hileli davranışın dolandırıcılık suçunu oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesi gerekmektedir.

Kanun koyucu anılan maddede hilenin tanımını yapmamış, suçun maddi konusunun hareket kısmını oluşturan hileli davranışların nelerden ibaret olduğunu belirtmemiş, bilinçli olarak bu hususu öğreti ve uygulamaya bırakmıştır.

Hile, Türk Dili Kurumu sözlüğünde; “birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika” (Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s. 891.) şeklinde,

Uygulamadaki yerleşmiş kabule göre ise; “Hile nitelikli yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırmalıdır. Kullanılan hile ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve yanıltma sonucu kandırıcı davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır... hileli davranışın aldatacak nitelikte olması gerekir. Basit bir yalan hileli hareket olarak kabul edilemez.” biçiminde tanımlanmıştır.

Öğretide de hile ile ilgili olarak; “Olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarf edilen sözlerin doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması ve bu bakımdan gerektiğinde bir takım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan hâlden ve koşullardan yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir.” (Sulhi Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler 2004, s. 453.), “Hile, oyun, aldatma, düzen demektir. Objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki doğurucu her davranış hiledir.” (Nur Centel/Hamide Zafer/Özlem Çakmut, Kişilere Karşı Suçlar, İstanbul 2011, Beta Yayınevi, 2. Baskı, Cilt I, s. 456.) biçiminde tanımlara yer verilmiştir.

Yerleşmiş uygulamalar ve öğretideki baskın görüşlere göre ortaya konulan ilkeler gözönünde bulundurulduğunda; hile, maddi olmayan yollarla karşısındakini aldatan, yanılgıya düşüren, düzen, dolap, oyun, entrika ve bunun gibi her türlü eylem olarak kabul edilebilir. Bu eylemler bir gösteriş biçiminde olabileceği gibi, gizli davranışlar olarak da ortaya çıkabilir. Gösterişte, fail sahip bulunmadığı imkanlara ve sıfata sahip olduğunu bildirmekte, gizli davranışta ise kendi durum veya sıfatını gizlemektedir. Ancak sadece yalan söylemek, dolandırıcılık suçunun hile unsurunun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Kanun koyucu yalanı belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hâllerde cezalandırmaktadır. Böyle olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekildeki aldatma, dolandırıcılık suçunun oluşumuna yetmeyecektir. Yapılan yalan açıklamaların dolandırıcılık suçunun hileli davranış unsurunu oluşturabilmesi için, bu açıklamaların doğruluğunu kabul ettirebilecek, böylece muhatabın inceleme eğilimini etkisiz bırakabilecek yoğunluk ve güçte olması ve gerektiğinde yalana bir takım dış hareketlerin eklenmiş bulunması gerekir.

Esasen, hangi davranışların hileli olup olmadığı ve bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği yolunda genel bir kural koymak oldukça zor olmakla birlikte, olaysal olarak değerlendirme yapılmalı, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmak suretiyle sonuca ulaşılmalıdır.

Failin davranışlarının hileli olup olmadığının belirlenmesi noktasında öğretide şu görüşlere de yer verilmiştir: “Hangi hareketin aldatmaya elverişli olduğu somut olaya göre ve mağdurun içinde bulunduğu duruma göre belirlenmelidir. Bu konuda önceden bir kriter oluşturmak olanaklı değildir.” (Veli Özer Özbek/Koray Doğan/Pınar Bacaksız/İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 12. Baskı, Ankara, 2017, s. 699.), “Hileli davranışın anlamı birtakım sahte, suni hareketler ile gerçeğin çarpıtılması, gizlenmesi ve saklanmasıdır.” (Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, 6. Baskı, s. 343.), “Hilenin, mağduru hataya sürükleyecek nitelikte olması yeterlidir; ortalama bir insanı hataya sürükleyecek nitelikte olması aranmaz. Bu nedenle, davranışın hile teşkil edip etmediği muhataba ve olaya göre değerlendirilmelidir.”(Nur Centel/Hamide Zafer/Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, İstanbul 2011, Beta Yayınevi, 2. Baskı, Cilt I, s. 462.)

Hırsızlık suçu ise 765 sayılı TCK’nın 491/ilk maddesinde; “Diğerinin taşınabilir malını rızası olmaksızın faydalanmak için bulunduğu yerden alma.”,

5237 sayılı TCK’nın 141/1. maddesinde; “Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alma.”

Olarak tanımlanmıştır.

Görüldüğü gibi her iki kanunda da benzer şekilde tanımlanan hırsızlık suçu; başkasına ait taşınabilir bir malı sahibinin (zilyed) rızası olmaksızın faydalanmak kastı ile bulunduğu yerden almaktır.

Dolandırıcılık ve hırsızlık suçlarının farklarına gelince:

Gerek öğretide gerekse yargı kararlarında bu suçlar arasındaki farklar ortaya konulmaya çalışılmıştır. Dolandırıcılık ve hırsızlık suçları arasında şu farkların bulunduğu söylenebilir:

a) Hırsızlık suçunda eşya, sahibinin (zilyedinin) rızası olmaksızın alınmasına karşın dolandırıcılık suçunda mal, sahibinin (zilyedin) rızasıyla teslim edilmektedir. Ancak bu rıza failin hileli davranışları ile elde edilmiş olup geçerli bir rıza değildir.

b) Hırsızlık suçunun konusunu sadece taşınır mallar oluşturmasına karşın dolandırıcılığın konusunu taşınmaz mallar da oluşturabilir.

c) Hırsızlık suçunda yarar sağlama amacıyla hareket edilmesi başka bir anlatımla genel kastın yanında bu saikin de gerçekleşmesi gerekirken, dolandırıcılık suçunda böyle bir amaçla hareket edilmesine gerek bulunmamaktadır, zira kanun metninde failin suç işleme amacının ne olması gerektiği yazılmadığına göre failin fiilini bilerek ve isteyerek gerçekleştirmesi yeterlidir.

Öte yandan banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması suçuna ilişkin mevzuat hükümleri irdelendiğinde; 01.03.2006 tarihli ve 26095 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nun 3. maddesinde, banka kartının; "mevduat hesabı veya özel cari hesapların kullanımı dahil bankacılık hizmetlerinden yararlanmayı sağlayan kartı”, kredi kartının; "nakit kullanımı gerekmeksizin mal ve hizmet alımı veya nakit çekme olanağı sağlayan basılı kartı veya fizikî varlığı bulunmayan kart numarasını", kart hamilinin; "banka kartı veya kredi kartı hizmetlerinden yararlanan gerçek veya tüzel kişiyi" ifade ettiği belirtilmiştir. Banka kartının mülkiyet hakkı bankaya, kullanım hakkı ise kart hamiline aittir. Banka kartına sahip olabilmek için, kart hamilinin öncelikle bankada bir mevduat hesabının veya özel cari hesabının bulunması gerekli olup bu kart, kart hamilinin ATM cihazları üzerinden kendi hesabına ulaşmasını, hesabından para çekmesini, havale ve diğer bankacılık işlemlerini yapmasını sağlamaktadır. Kredi kartı ise, bankalar ve kart çıkarmaya yetkili kuruluşların müşterilerine belirli limitler dahilinde açtıkları krediler ile nakit kullanmaksızın mal veya hizmet alımı veya nakit kredi çekme olanağı sağlamak için verdikleri ödeme aracıdır.

765 sayılı TCK’da karşılığı bulunmayan “Banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması” suçu 5237 sayılı TCK’nın "Topluma Karşı Suçlar" başlıklı üçüncü kısmının, bilişim alanında suçlara ayrılan onuncu bölümünde 245. maddede düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında; “Başkasına ait bir banka veya kredi kartını, her ne suretle olursa olsun ele geçiren veya elinde bulunduran kimse, kart sahibinin veya kartın kendisine verilmesi gereken kişinin rızası olmaksızın bunu kullanarak veya kullandırtarak kendisine veya başkasına yarar sağlarsa, üç yıldan altı yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.” denilmektedir.

Maddenin gerekçesinde de; “Madde, banka veya kredi kartlarının hukuka aykırı olarak kullanılması suretiyle bankaların veya kredi sahiplerinin zarara sokulmasını, bu yolla çıkar sağlanmasını önlemek ve failleri cezalandırmak amacıyla kaleme alınmıştır.” denilmek suretiyle bu suçun kanuna konulmasının amacı (ratio legis) açıklanmıştır.

Kanun maddesindeki düzenleme karşısında;

a- Başkasına ait banka veya kredi kartının her ne suretle olursa olsun ele geçirilmesi veya elde bulundurulması,

b- Kart sahibinin veya kartın kendisine verilmesi gereken kişinin rızası olmaksızın kartın kullanılması veya kullandırılması,

c- Kişinin kendisine veya başkasına yarar sağlaması,

Şartlarının birlikte gerçekleşmesi hâlinde TCK’nın 245/1. maddesinde yazılı olan suç oluşabilecektir.

TCK’nın 245/1. maddesinde yer alan “her ne suretle olursa olsun” ifadesi ile banka veya kredi kartının kanunlarda suç oluşturmayan eylemlerle ele geçirilmesi kastedilmektedir. Bu düzenleme ile kanun koyucu, banka ya da kredi kartının failin eline hukuka uygun yollardan geçmesi hâlinde doğabilecek tereddütleri gidermek istemiş ve bu ele geçirme hukuka uygun olsa bile banka ve kredi kartlarının kötüye kullanılmasını yaptırıma bağlamıştır. (Fahri Gökçen Taner, “Banka veya Kredi Kartlarının Kötüye Kullanılması Suçu Bir Bileşik Suç mudur?”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2007, Cilt 56, Sayı 2, s. 80.)

Bununla birlikte, söz konusu suçun maddi unsurunun gerçekleşmesi bakımından banka veya kredi kartının ele geçirilmesinin veya elde bulundurulmasının hukuka uygun olup olmadığı veya suç teşkil edip etmediği önemli değildir. Kart, sahibinin rızası dışında ve/veya suç teşkil eden yöntemlerle elde edilmiş olabileceği gibi, sahibinin rızası ile ele geçirilmiş de olabilir. Her iki hâlde de diğer şartları varsa banka veya kredi kartının kötüye kullanılması suçu oluşacaktır. Önemli olan, kartı kullanan kimsenin hukuka aykırı yarar elde etmiş olmasıdır.

Ayrıntılarına Ceza Genel Kurulunun 30.03.2010 tarihli ve 17-65 sayılı kararında da yer verildiği gibi; 5237 sayılı TCK'nın 245/1. maddesinde düzenlenen banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması suçunun kanundaki düzenleniş şekli göz önüne alındığında bileşik suç olarak düzenlenmediği görülmektedir. Banka veya kredi kartının kötüye kullanılması suçu ile birlikte oluşabilecek diğer suçlara kanunda öngörülen ceza miktarları da, bu suçun bileşik suç olarak düzenlenmediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu nedenle, banka veya kredi kartının hukuka aykırı olarak ele geçirilmesi durumunda oluşabilecek hırsızlık, yağma, dolandırıcılık gibi suçlar ile banka veya kredi kartlarını kötüye kullanma suçu arasında gerçek içtima kuralı uygulanarak fail her bir suçtan ayrı ayrı cezalandırılmalıdır. Banka veya kredi kartının kanunlarda suç olarak düzenlenen eylemlerle ele geçirilmesi ve şartların varlığı hâlinde, TCK'nın 245. maddesinin birinci fıkrasındaki suçun yanında ayrıca hırsızlık, dolandırıcılık ya da yağma gibi suç oluşabileceği kabul edilmelidir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Şikâyetçinin İstanbul ili, Kadıköy ilçesi, Eğitim Mahallesi, Fahrettin Kerim Gökay Caddesi, Kuyubaşı otobüs durakları arkasında bulunan marketten alışveriş yaptığı sırada yanına gelen sanığın, kızının Teknosa isimli elektronik mağazasında genel müdür olduğunu, kampanya nedeniyle kendisine LCD televizyon alabileceğini beyan etmesi üzerine şikâyetçinin kredi kartı ve şifresini sanığa verdiği, akabinde şikâyetçinin yanından ayrılan sanığın aynı cadde üzerinde bulunan İş Bankası ATM’sine tek başına giderek şikâyetçinin kredi kartından yaklaşık 1.900 TL çektiği olayda; her ne kadar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazında, şikâyetçinin sanığın hileli davranışlarına aldanmayıp onunla birlikte ATM'ye gittiği, hatta bizzat kendi rızasıyla kartı teslim edip şifreyi de söyleyerek televizyon bedeli kadar miktarı çekmesine açık bir şekilde izin verdiği, daha sonra sanığın şikâyetçinin yaşlılığından yararlanarak parayı çekip kartı dahi almadan ATM'den koşarak kaçtığı belirtilmişse de para çekme anına ilişkin kamera görüntüleri izlendiğinde; şikâyetçinin sanık ile birlikte para çekmek amacıyla ATM’ye gitmediği, sanığın parayı çekip kartı da aldıktan sonra hızlıca olay yerinden uzaklaşmak yerine sakin bir şekilde bir süre daha ATM’nin yakınında tek başına beklediğinin görüldüğü, yine şikâyetçinin ifadelerinde sanık tarafından çekilen yaklaşık 1.900 TL’nin televizyon bedeli olduğuna ve bu miktarın çekilmesine rızası bulunduğuna ilişkin bir beyanın yer almadığı, bu anlamda itirazda ileri sürülen hususların varit olmadığı, ayrıca sanığın ekonomik değere sahip olduğuna kuşku bulunmayan kredi kartını ele geçirme eyleminin dolandırıcılık suçunu oluşturabileceği değerlendirilse de bu eylemle ilgili dava açılmadığının anlaşılması karşısında, sanığın suça konu kredi kartını ele geçirdikten sonra şikâyetçinin yanından ayrılarak hâkimiyet alanına giren bu kredi kartı ile şikâyetçinin rızasına aykırı olarak para çekmesi eyleminin TCK’nın 245. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması suçunu oluşturduğunun kabulü gerekmektedir.

Bu itibarla, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,

Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 30.04.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.

KARARI YAZDIR


Bu kararı Favorilerinize Eklemek için giriş yapın veya üye olun

Bu kategorideki diğer İçtihatlardan bazıları