ArabicAzerbaijaniEnglishFrenchGermanRussianSpanishTurkish

Mahkeme Tarafından Kanun Yolu Süresinin Hatalı Belirtilmesi Sonucunda Bu Süre İçerisinde Yapılan Temyiz Başvurusu Süresinde Kabul Edilmelidir

24-04-2021 - 697

Mahkeme Tarafından Kanun Yolu Süresinin Hatalı Belirtilmesi Sonucunda Bu Süre İçerisinde Yapılan Temyiz Başvurusu Süresinde Kabul Edilmelidir


Bu kararı Favorilerinize Eklemek veya Kopyalayabilmek için giriş yapın veya üye olun
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
2019/235
2020/646
2020-09-22





MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “tadilat projesine onay ve izin verilmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 9. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 18. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

Davacılar vekili 23.05.2012 tarihli dava dilekçesinde; Ankara ili Çankaya ilçesi Hilal Mah. 28156 ada 1 parselde inşa edilen Havuzlubağ Sitesinin bazı ortak alan ve peyzaj düzenlemelerinde mevcut mimari projeye aykırı inşaatlar yapılması nedeniyle iskân ruhsatı alınamadığını, proje tadilatı için 169 kat malikinden 168’inden muvafakat alındığını ancak davalının kötü niyetli olarak muvafakat vermeyerek mağduriyet yaşanmasına sebep olduğunu ileri sürerek, proje tadilatına muvafakat vermeyen E blok 9 numaralı bağımsız bölüm maliki olan davalının muvafakatı aranmaksızın proje tadilatının Çankaya Belediyesi Başkanlığınca onaylanmasına izin verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

Davalı 22.06.2012 havale tarihli cevap dilekçesinde; hâlen kooperatif yönetimi devam ettiğinden davacıların dava açma ehliyetlerinin bulunmadığını, yüklenici firma tarafından yerine getirilmeyen eksikliklere davacılar tarafından göz yumulduğunu, kendisinin ise bu eksikliklere ilişkin firma aleyhine Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/428 E. sayılı dosyası ile dava açtığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme Kararı:

Ankara 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin 05.03.2013 tarihli ve 2012/643 E., 2013/272 K. sayılı kararı ile; 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK)’nun 33. maddesi uyarınca sulh hâkiminin müdahalesini talep edebilmek için öncelikle uyuşmazlıkta kat mülkiyeti hükümlerinin uygulanabilmesinin gerektiği, celp edilen tapu kayıtlarına göre kat mülkiyeti veya kat irtifakının kurulu olmadığı, hâlen paylı mülkiyet kurulu olduğu anlaşıldığından uyuşmazlığın Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 2. maddesi uyarınca genel hükümlere göre asliye hukuk mahkemesince çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle HMK’nın 114/1-c maddesi uyarınca mahkemenin görevsizliği nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiş ve karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.04.2013 tarihli ve 2013/54 E., 2013/281 K. sayılı kararı ile, dosyada bulunan tapu kayıtlarında her bir kat malikinin bağımsız bölümünün belirlenmiş olduğu, yönetim planının olduğu, davalının da ferdi tapusunun bulunduğu anlaşıldığından davanın 634 sayılı KMK’nın 33. maddesi gereğince çözümlenmesi gerektiği, 634 sayılı KMK'nın ek 1. maddesi gereğince de, bu kanundan kaynaklanan davalara bakmak görev ve yetkisinin sulh hukuk mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik nedeniyle dava dilekçesinin reddine, Ankara 9. Sulh Hukuk Mahkemesince de görevsizlik kararı verildiğinden, olumsuz görev uyuşmazlığı nedeniyle, görevli mahkemenin tayin edilmesi için dosyanın Yargıtay 17. Hukuk Dairesi Başkanlığına gönderilmesine karar verilmiş, karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 03.04.2014 tarihli ve 2014/1669 E., 2014/5128 K. sayılı kararı ile; dava konusu taşınmaz üzerinde kat irtifakı kurulmuş olduğuna göre 634 sayılı KMK'dan kaynaklandığı anlaşılan uyuşmazlığın sulh hukuk mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerektiğinden HMK’nın 21, 22 ve 23. maddeleri gereğince Ankara 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin yargı yeri olarak belirlenmesine karar verilmiştir.

Ankara 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin 09.12.2014 tarihli ve 2014/898 E., 2014/1610 K. sayılı kararı ile; iskan ruhsatı alınabilmesi için gereken proje tadilatının yapılması ve bu konuda site temsilciler kuruluna yetki verilmesi hususunda blok yöneticilerinin yetkilendirilmesine ilişkin karara A blok 33 bağımsız bölüm maliklerinin tümünce, B blok 48 bağımsız bölüm maliklerinden 28 kat malikince, C blok 24 bağımsız bölüm malikinin tümünce, D blok 32 bağımsız bölüm malikinin tümünce ve E blok 32 bağımsız bölüm malikinin 31 kat malikince muvafakat verilmiş olduğu ve sitede bulunan 169 kat malikinden 148 kat malikinin proje tadilatına onayının bulunduğu, KMK’nın 14.11.2007 tarihli ve 5711 sayılı Kanun’un 8. maddesi ile değişik 19. madde hükmüne göre, onaylı projesine aykırı bu tadilat ve değişikliğin tüm kat malikinin 4/5 yazılı rızası ile yapılmasının mümkün olduğu, hâli hazırda proje tadilatına gidilmek istenen değişikliklerin tarafların beyan ve kabullerine göre binanın inşaası sırasında yüklenici tarafından yapılmış olduğu, dava konusu taşınmazın A, B, C, D ve E blokta bulunan 169 bağımsız bölüm malikinden 148 kat malikinin muvafakatinin bulunmasına göre 4/5’ten daha fazla kat malikinin muvafakat vermiş olduğu ve yapının mevcut durumuna göre çatı ve diğer ortak yerlerdeki projeye aykırı tadilatlar için proje değişikliğine gidilerek tescilin talep edilebileceği gerekçesiyle davanın kabulüne, dava konusu Ankara ili Çankaya ilçesi Hilal Mahallesi 28156 ada 1 parselde kain Havuzlubağ Sitesinde yüklenici tarafından mimari projeye aykırı olarak yapılan işlerin davalının muvafakati aranmaksızın bina iskan-tadilat projesine bağlanması ve onaylanması hususunda izin verilmesine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

Ankara 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

Yargıtay (Kapatılan) 18. Hukuk Dairesince 07.04.2016 tarihli ve 2015/8942 E., 2016/5843 K. sayılı kararı ile; “…kat irtifakı veya kat mülkiyeti tesisine esas mimari projede sonradan bir değişiklik yapılıp bu konuda bir tadilat projesi hazırlanabilmesi için tadilat projesinin belediyece onaylanması ve projenin onaylandığı tarihte bütün bağımsız bölüm maliklerinin yazılı izni gerekir.

Dosya içindeki bilgi ve belgelere göre; 15.01.2012 tarihinde yapılan kat malikleri kurulu toplantısında tadilat projesi yapılması ve yönetim kuruluna bu konuda yetki verilmesi konusunda karar alındığı, davalının muhalefet şerhi yazmak suretiyle imzaladığı, kat malikleri kurulunca oybirliği ile alınmış bir karar bulunmadığına ve davalının da tadilat projesi konusunda muvafakat vermediğine göre, davanın reddine karar verilmesi yerine hakimin bağımsız bölüm maliki olan davalının iradesi yerine geçerek yazılı olduğu şekilde davanın kabulü doğru görülmemiştir.” gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.

Direnme Kararı:

Ankara 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin 28.09.2016 tarihli ve 2016/1127 E., 2016/1595 K. sayılı kararı ile; fiili durumun projeyle uyuşmadığı, tadilat projesi ile ana taşınmazın fiili durumunun uygun hâle getirileceği, bu suretle kamu düzeninden sayılan projeye aykırılığın düzeltilerek eski hâline iadesinin sağlanacağı, davalının meskende mülkiyet hakkının ortak yerlerden baskın ve tam koruma altında olması gerektiği, ortak yerlerden yararlanmada ölçünün ise tüm kat maliklerinin karşılıklı birbirlerinin hak ve yükümlülüklerinin çerçevesiyle sınırlı olduğu, dolayısıyla davalının oturduğu E blok çatısının inşa edildiği tarihteki durumuna uyarlanmasına ilişkin tadilata onay vermemesinin haksızlığa yol açtığı ve çoğunluk iradesine üstün tutulamayacağı, çatının şeklinin kağıt üzerinde değiştirilmesinin davalıyı zarara uğratmayacağı, aksine asıl projedeki çatı imalinin kat maliklerinin daha fazla harcama yapmasına ve ek aidat alınmasına yol açacağı, nitekim 634 sayılı KMK’nın 19. maddesinde 2007 yılında yapılan değişiklik öncesinde tüm kat maliklerinin muvafakati aranırken, tüm kararların oy birliği ile alınması mecburiyetinin zorluğu ve birkaç kat malikinin iradesini neredeyse binanın tamamında kat maliki olanların iradesine üstün tutmanın hukuken savunulabilir olmaktan çıkması nedeniyle Kanun'un ruhuna, güncel duruma ve zamanın icabına göre dava açılmadan önce değişen ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan 5711 sayılı Kanun'un 8. maddesi ile değişik 634 sayılı KMK’nın 19. maddesine uygun olarak karar verildiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kat irtifakına konu ana taşınmazda davacıların talebine konu tadilat projesinin belediyece onaylanması için bütün bağımsız bölüm maliklerinin yazılı izninin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUN

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)'nun (26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklik öncesi) 437. maddesi gereğince sulh hukuk mahkemesince verilen kararların yasal temyiz süresinin 8 gün olmasına rağmen yerel mahkemece kısa karar ve gerekçeli kararda temyiz süresinin “Hukuk Muhakameleri Kanunu’nun (HMK) 361/1-1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 1 ay” olarak belirtilmesi ve gerekçeli kararın davalı vekiline 04.07.2017 tarihinde tebliğ edildikten sonra davalı vekili tarafından 18.07.2017 harç tarihli dilekçe ile temyiz isteminde bulunulması nazara alındığında, davalı vekilinin kararın tebliğinden 14 gün sonra verdiği temyiz dilekçesinin süresinde olup olmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.

IV. GEREKÇE

Ön Sorun Yönünden:

Öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemelerin irdelenmesinde fayda bulunmaktadır.

Bilindiği üzere 6100 sayılı HMK'nın geçici 3. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında;

"1- Bölge adliye mahkemelerinin, 26.09.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.

Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur." düzenlemelerine yer verilmiştir.

1086 sayılı HUMK'nın (26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklik öncesi) 437. maddesi;

"Sulh mahkemesi kararlarına karşı temyiz süresi sekiz gündür. Bu süre ilamın usulen taraflardan her birine tebliği ile işlemeye başlar.

433 üncü madde, sulh mahkemesi kararlarının temyizi halinde de uygulanır." şeklindedir.

6100 sayılı HMK’nın “Hükmün kapsamı” başlıklı 297. maddesinin ilgili kısımları ise;

“1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:…

ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.

.......

2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” düzenlemesini içermektedir.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa)’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin 1. fıkrası ;

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” şeklinde olup,

“Temel hak ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesinde;

“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.

Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.

Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin 1. fıkrası ise;

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” şeklindedir.

Anayasa'nın 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur.

Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye mahkemeye erişim imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle mahkeme erişim hakkı sağlanmazsa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz.

03/10/2001 tarihinde kabul edilen değişiklikle Anayasa’nın 40. maddesine “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmü ilave edilmiştir. Hükmün gerekçesinde; bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkan sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, merci ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk haline geldiği belirtilmiştir.

Anayasa Mahkemesi de 20.01.2016 tarihli ve B. No: 2013/7114 sayılı kararında; "Anayasa’nın 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (AYM, E. 2013/64, K. 2013/142, 28/11/2013). Bu bağlamda Anayasa’nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/03/2013, § 22).

Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34)

...

Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasında devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu ifade edilmiştir. Kanun koyucu, devlet organlarının tesis ettiği işlemlere karşı kanun yolları ve hangi mercilere başvuracağı ve başvuru süresi bakımından tarafların doğru bilgi sahibi olmalarını sağlayarak dağınık mevzuat karşısında hangi yola müracaat edeceğini bilmeyen yahut tereddüt eden bireylerin hak arama özgürlüğünü etkin ve sağlıklı bir şekilde kullanmaları amaçlanmıştır" ifadelerine yer vermiştir (Kommersan Kombassan Mermer Maden İşletmeleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. ve diğerleri, B. No: 2013/7114, 20/1/2016, § 35-36-50).

"Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir" (Alper Aldemir, B. No: 2014/4987, 09.06.2016, § 32).

Yine Anayasa Mahkemesinin 28.11.2013 tarihli 2013/64 E., 2013/142 K. sayılı kararında Anayasa'nın 2. maddesinde ifade edilen hukuk devleti "eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir" şeklinde tanımladıktan sonra hukuki güvenlik ile belirlilik ilkelerinin hukuk devletinin ön koşullarından olduğundan bahsedilmiştir. Anılan kararda, kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olması, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesi, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınması, belirlilik ilkesi ise; yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi olarak tanımlanmıştır.

"Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler, dava açma ya da kanun yollarına başvurma hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40)" (Alper Aldemir, B. No: 2014/4987, 09.06.2016, § 37).

6100 sayılı HMK’nın 297. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde varsa kanun yolları ve süresinin hüküm içeriğinde yer alması gerektiği belirtilmiştir. Bu gereklilik tarafların davada uygulanan yargılama usulü ile verilen karara karşı kanun yolları bakımından doğru bilgi sahibi olmalarına ve tarafların kararları temyiz haklarını zamanında ve usulüne uygun olarak kullanabilmelerine olanak tanımaktadır (Aktif Elektrik Müh. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2012/855, 26.06.2014, § 41).

Yapılan açıklamalar ışığı altında somut olayın incelenmesine gelince; mahkemece 28.09.2016 tarihli duruşmada “İstinaf Mahkemeleri yürürlüğe girmekle birlikte daha önce mahkememiz kararı Yargıtay tarafından bozulduğundan kanunda belirtilmiş süreleri itibariyle HMK 361/1-1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 1 ay içerisinde Yargıtay nezdinde temyizi kabil olmak üzere…” şeklindeki ibarelere yer verilerek kısa karar tesis edildikten sonra aynı ibareleri içeren gerekçeli kararın 04.07.2017 tarihinde davalı vekiline tebliğ edildiği ve davalı vekili tarafından 18.07.2017 tarihinde (tebliğden itibaren on dördüncü gün) kararın temyiz edildiği anlaşılmıştır. Mahkemece kanun yolu başvuru süresi, 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinin 2. fıkrası atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı HUMK’nın 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 437. maddesi gereğince tebliğden itibaren sekiz gün olarak belirtilmesi gerekirken kararın tebliğinden itibaren bir ay olarak belirtilmiştir.

Yukarıda ifade edilen Anayasa’nın 36, 40/2 ve 6100 sayılı HMK’nın 297. maddelerinde yer alan düzenlemeler dikkate alındığında, mahkemelerin kararlarında ilgililere başvurulabilecek kanun yollarını, başvuru merciilerini ve başvuru sürelerini sadece göstermeleri yeterli olmayıp aynı zamanda doğru olarak göstermeleri de anayasal gerekliliktir. Bu sayede bireylerin Anayasa ile güvence altına alınan hak arama özgürlüğü ve bu çerçevede adil yargılanma hakkı tesis edilmiş olacaktır.

Mahkemenin kanun yolu ve süresini hatalı belirtmesi hâlinde, usul kurallarının mahkemeye erişim hakkını kısıtlayacak şekilde katı uygulanmaması, mahkemenin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü de gözönüne alındığında kararda belirtilen süreye uyularak yapılan kanun yolu başvurusunun, adil yargılanma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirilerek süresinde yapıldığının kabul edilmesi ve temyiz incelemesinin yapılması gerektiği açıktır.

Nitekim Anayasa Mahkemesi de yukarıda yer verilen ve diğer birçok kararında bu gibi hâllerde, temyiz istemini süre yönünden reddeden uygulamanın öngörülebilirlik sınırları içinde olduğunun kabul edilemeyeceğini, mahkeme kararında gösterilen süre içinde temyiz yoluna başvurulduğu dikkate alınmadan temyiz talebini süre yönünden reddeden kararın mahkemeye erişim hakkının özünü zedelediği ve Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Muammer Tatar, B. No: 2014/819, 09.06.2016, § 51, Kommersan Kombassan Mermer Maden İşletmeleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. ve diğerleri, B. No: 2013/7114, 20.1.2016, § 56, Alper Aldemir, § 48, Aktif Elektrik Müh. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti., § 49).

Hemen belirtilmelidir ki, hâkimin uyuşmazlıkta uygulanacak kanun hükmünü tespit ederek resen uygulama ve bu çerçevede kanun yolunu ve süresini de taraflara doğru gösterme yükümlülüğü kamu düzenine ilişkin olup, mahkemece kanun yolunun yanlış gösterilmesi nedeniyle kanunda belirtilen süre içerisinde kanun yollarına başvurma hakkının kullanılamaması lehine olan taraf için usuli kazanılmış hak oluşturmaz. Zirâ kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez.

Açıklanan nedenlerle, davalı vekili tarafından yerel mahkeme kararında belirtilen süreye uyularak yapılan kanun yolu başvurusunun, adil yargılanma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı kapsamında süresinde olduğu, bu nedenle ön sorun bulunmadığı ikinci görüşmede oy çokluğuyla kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

Esas Yönünden:

Davacılar, kat irtifakına konu taşınmaz üzerinde bulunan ana yapının yapımı sırasında bazı ortak alan ve peyzaj düzenlemelerinde mevcut mimari projeye aykırı inşaatlar yapıldığını, fiili durumun projeye uygunluğunu sağlamak ve iskan ruhsatı alabilmek amacıyla yapılması istenilen proje tadilatına davalı tarafından muvafakat verilmediğini ileri sürerek davalının muvafakatının aranmaksızın proje tadilatının Çankaya Belediyesi Başkanlığınca onaylanmasına izin verilmesini talep etmişlerdir.

Dosya kapsamındaki bilgi ve belgeler ile 01.12.2014 havale tarihli hukukçu, inşaat ve mimar bilirkişi kurulu tarafından düzenlenen bilirkişi raporu içeriğinden; dava konusu Çankaya Hilal (Yıldızevler) Mah. 28156 ada 1 parselde kain Havuzlubağ Sitesi isimli ana gayrimenkulün A, B, C, D ve E bloklardan oluştuğu, A blokta 33, B blokta (B, B2) 48, C blokta 24, D blokta 32, E blokta 32 olmak üzere toplam 169 konutun bulunduğu, dava konusu olan A blok projesinin 26.10.2004, D ve E blok projelerinin 25.02.2005 tarihinde onaylandığı, onaylı projelerde A, D ve E bloklarının çatılarının %35 eğimli ahşap çatı olarak planlandığı, mahallinde yapılan keşif neticesinde A, D ve E blokların çatılarının "ezilmeyen çatı" olarak tabir edilen ve üzerinde çakıl serili olan "teras çatı" olarak inşa edildiğinin ve çatı şekli yönünden projeye aykırılık olduğunun, yine çevre düzenlemesinde bazı yolların vaziyet planına göre arazi kotu nedeniyle farklılık gösterdiğinin tespit edildiği, 02.11.2010 tarihli ve 249 sayılı Kooperatif Yönetim Kurulu kararı ile, Havuzlubağ Sitesindeki tüm sorumlulukların blok yöneticilerinden oluşan site yönetimine devir edilmesi, site yönetim ve denetimin oluşturulması ve site yönetiminin yasal işlerini yürütmeye site yönetiminin yetkili kılınmasına karar verildiği, site blok yöneticiliklerinin farklı tarihlerde yaptıkları toplantılarda, iskan ruhsatı alınabilmesi için gereken proje tadilatının yapılmasına ve bu konuda site temsilciler kuruluna yetki verilmesi hususunda blok yöneticilerinin yetkilendirilmesine ilişkin alınan kararlara A blok 33 bağımsız bölüm maliklerinin tümünce, B blok 48 bağımsız bölüm maliklerinden 28 kat malikince, C blok 24 bağımsız bölüm malikinin tümünce, D blok 32 bağımsız bölüm malikinin tümünce ve E blok 32 bağımsız bölüm maliklerinden 31 kat malikince muvafakat verilmiş olduğu ve sitede bulunan 169 kat malikinden 148 kat malikinin proje tadilatına onayının bulunduğu anlaşılmıştır.

634 sayılı KMK’nın “Kat irtifakı sahibinin hakları” başlıklı 17. maddesi kat irtifakı sahiplerinin haklarını düzenlemekle birlikte son fıkrasında “(Değişik: 13/4/1983 -2814/7 md.) Kat irtifakı sahipleri yapının tamamlanması için kendi aralarından veya dışarıdan bir veya birkaç kişiyi yönetici olarak tayin edebilirler. Kat mülkiyeti yöneticisinin görev, yetki ve sorumluluklarına dair hükümler, bu yönetici hakkında da uygulanır” hükmüne de yer verilmiştir. Anılan fıkra gereğince, kat irtifakı kurulmuş taşınmazda yapı fiilen tamamlanmış ve bağımsız bölümlerin üçte ikisi fiilen kullanılmaya başlanılmış ise, kat mülkiyetine geçilmemiş olsa bile ana taşınmazın yönetiminde kat mülkiyeti hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür. Nitekim, somut olayda da yapı tamamlanmış, kat irtifakı sahipleri eylemli olarak kullanmaya başlamış olmasına karşın, yapının mimari projesine uygun biçimde yapılmamış olması nedeniyle belediye tarafından yapının plâna (mimari projesine) uygunluğunu onaylayan belgenin verilmemesi nedeniyle kat mülkiyetine geçilememiştir. Bu durumda kat mülkiyeti hükümlerinin uygulanması gerektiği kuşkusuzdur.

634 sayılı KMK’nın “Anayrimenkulün bakımı, korunması ve zarardan sorumluluk” başlıklı 19. maddesi; “Kat malikleri, anagayrimenkulün bakımına ve mimarı durumu ile güzelliğini ve sağlamlığını titizlikle korumaya mecburdurlar.

(Değişik ikinci fıkra: 14/11/2007-5711/8 md.) Kat maliklerinden biri, bütün kat maliklerinin beşte dördünün yazılı rızası olmadıkça anagayrimenkulün ortak yerlerinde inşaat, onarım ve tesisler, değişik renkte dış badana veya boya yaptıramaz. Ancak, ortak yer ve tesislerdeki bir bozukluğun anayapıya veya bağımsız bir bölüme veya bölümlere zarar verdiğinin ve acilen onarılması gerektiğinin veya anayapının güçlendirilmesinin zorunlu olduğunun mahkemece tespit edilmiş olması halinde, bu onarım ve güçlendirmenin projesine ve tekniğine uygun biçimde yapılması konusunda kat maliklerinin rızası aranmaz. Kat maliki kendi bağımsız bölümünde anayapıya zarar verecek nitelikte onarım, tesis ve değişiklik yapamaz. Tavan, taban veya duvar ile birbirine bağlantılı bulunan bağımsız bölümlerin bağlantılı yerlerinde, bu bölüm maliklerinin ortak rızası ile anayapıya zarar vermeyecek onarım, tesis ve değişiklik yapılabilir.

Her kat maliki ana gayrimenkule ve diğer bağımsız bölümlere, kusuru ile verdiği zarardan dolayı diğer kat maliklerine karşı sorumludur.” şeklinde düzenlenmiştir.

Maddenin 1. fıkrasında ana taşınmazın bakımı ve koruma borcu kat maliklerine yüklenmiştir. Buna göre her kat maliki ana yapının mimari durumunu bozacak, güzelliğini etkileyecek ve sağlamlığını tehlikeye sokacak eylemlerden kaçınmalı ve ana taşınmazın bakımına özen göstermelidir. Maddede yer alan koruma borcu ana taşınmazın “mimari durumunu”, “güzelliğini” ve “sağlamlığını” koruma olmak üzere üç noktada toplanmıştır.

Bilindiği üzere, yapının mimari durumu, imar mevzuatına göre yetkili mercilerce onanmış plan ve projede gösterilmiş olup, yapının mimari durumu gerek plan gerekse proje kapsamında korunacaktır. 634 sayılı KMK’nın 19. maddesinin birinci fıkrasındaki “mimari durumu koruma” yükümlülüğü, onaylı proje dışına çıkılarak imar mevzuatına aykırı biçimde ana taşınmazda yapım, onarım, tesis ve değişiklikler yapılamayacağına ilişkindir. Birinci fıkrada belirtilen bu husus genel kural olmakla birlikte, maddenin 14.11.2007 tarihli ve 5711 sayılı Kanun ile değişik 2. fıkrası gereğince, tüm kat maliklerinin en az beşte dördünün yazılı rızasını almak ve onaylı mimari proje ile imar mevzuatına aykırı olmamak koşuluyla ana taşınmazın ortak yerlerinde yapım, onarım, tesisler ve değişikler yapılabilecektir (Germeç, M. E., Kat Mülkiyeti Hukuku, Ankara 2017, s. 293-297).

Anayapı onaylı mimari projeye uygun olmakla birlikte zamanla ana taşınmazın ortak yerlerinde proje değişikliğini gerektiren bazı ilave ve yeniliklerin yapılmasına gereksinim duyulabilir. Böyle bir değişikliğin yapılabilmesi ve bunun hukuken geçerli olabilmesi için öncelikle ana taşınmazdaki tüm kat maliklerinin muvafakatini taşıyan ve imar mevzuatına uygunluğu belediyece onaylanan bir “değişiklik projesi” nin bulunması gereklidir. Kat maliklerinin tümünün muvafakatını taşımayan değişiklik projesinin geçerliliği ve bağlayıcılığı bulunmayacaktır (Hukuk Genel Kurulunun 06.11.1985 tarihli ve 1984/5-349 E., 1985/878 K. sayılı kararı). Bu değişikliğe rıza gösterip göstermemek tamamıyla kat malikinin takdirinde ve yasa ile kendisine tanınmış bir hak olup, yapılacak iş tüm kat maliklerinin yararına da olsa muvafakat vermeyen kat maliki bunun için zorlanamayacağı gibi bu şekilde özgür iradesi ile ortaya koyduğu tavır, hakkın kötüye kullanılması olarak da nitelendirilemez. Bu bakımdan, hâkimin davalı kat malikinin iradesinin yerine geçip, yapılacak değişikliğe muvafakat vermiş sayılmasına karar vermesine yasal olanak yoktur.

Yapılan açıklamalar ışığı altında somut olaya gelince; davacıların talebine konu taşınmazın ortak yerlerinde yüklenici firma tarafından ana yapının inşaası sırasında onaylı mimari projeye aykırı olarak yapılan yapıların hukuken geçerli hâle getirilmesi için yapılması istenilen tadilat projesinin tüm kat maliklerinin muvafakatı ile yapılması gerektiği açıktır.

O hâlde, kat malikleri kurulunca oy birliği ile alınmış bir karar bulunmadığına ve tüm kat maliklerinin tadilat projesi konusunda muvafakat vermedikleri saptandığına göre, mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; mahkemece verilen direnme kararının yerinde olduğu, davaya konu 169 kat malikine sahip sitede, binanın inşaası sırasında yapılan hukuka aykırı yapıların hukuka uygun hâle getirilmesi amacıyla yapılması istenilen tadilat projesine 169 kat malikinden sadece davalının muvafakat vermemesinin dürüstlük kurallarına aykırı ve hakkın kötüye kullanılması niteliğinde bulunduğu, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.

Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle, direnme kararı bozulmalıdır.

V. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 22.09.2020 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARARI YAZDIR


Bu kararı Favorilerinize Eklemek için giriş yapın veya üye olun

Bu kategorideki diğer İçtihatlardan bazıları