Nitelikli kasten öldürme suçundan sanık ...’ın TCK’nın 82/1-e, 31/3, 62/1 ve 63/1. maddeleri uyarınca 18 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve mahsuba ilişkin İstanbul Anadolu Çocuk Ağır Ceza Mahkemesince verilen 01.07.2014 tarihli ve 207-203 sayılı, karar tarihi itibarıyla hükmedilen ceza miktarı yönünden resen temyize tabi olan hükmün sanık ... müdafisi tarafından da temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesince 23.05.2016 tarih ve 4370-2581 sayı ile; 6284 sayılı Kanun'un 20. maddesinin 2. fıkrası gereğince kamu davasına katılma hakkı bulunan T.C. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına gerekçeli kararın tebliğ edilmesi için tevdi kararı verilmiş, yapılan tebliğ üzerine Bakanlık vekili tarafından katılma talebini de içerir temyiz dilekçesi verilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 16.01.2017 tarih ve 5591-19 sayı ile ;
"Mahkemece verilen hükmün 5271 sayılı CMK'nın 35/2, 260, 6284 sayılı Yasa'nın 2/1-d ve 20/2. maddeleri gözetilerek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına tebliği üzerine anılan kurum vekili tarafından katılma talebini de içerir temyiz dilekçesi verildiği anlaşılmakla,
Suça sürüklenen çocuk ...'ın çocuk yaştaki maktul ...'u kasten nitelikli öldürme suçundan açılan kamu davasında 6284 sayılı Yasa'nın 2/1-d ve 20/2. maddeleri uyarınca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının bu suçun zarar göreni olduğu, bu sıfatının gereği olarak CMK'nın 233 ve 234. maddeleri gereğince kovuşturma evresinde sahip olduğu davaya katılma ve öteki haklarını kullanabilmesi için duruşmadan haberdar edilmesi gerektiği hâlde, usulen dava ve duruşmalar bildirilmeden, davaya katılma ve CMK'nın mağdur ... katılanlar için öngördüğü haklardan yararlanma olanağı sağlanmadan yargılamaya devam edilerek yazılı biçimde hüküm kurulması,
Maktulün öldürülmesi olayı ile ilgili olarak sanık ... hakkında soruşturma yapıldığı ve çocuğu kasten öldürmeye yardım suçundan İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza Mahkemesine dava açıldığı anlaşılmakla; aynı olay nedeniyle yargılanan sanıkların hukuki durumlarının takdir ve tayini yönünden delillerin birlikte değerlendirilmesi amacıyla her iki dosyanın birleştirilmesi, birleştirme olanağının bulunmaması hâlinde, dosyanın Yargıtay denetimine esas olacak şekilde aslının veya onaylı suretinin dosya içine konulması gerektiği gözetilmeksizin eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması," isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
İstanbul Anadolu Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi ise 15.03.2017 tarih ve 61-110 sayı ile;
"...6284 sayılı Yasa'nın 20/2. hükmü uyarınca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına davetiye tebliğ edilmek suretiyle kamu davasından haberdar olmaları sağlanmıştır.
...
Soruşturma sırasında tedbir kararlarının alınması ve uygulanması işlemlerine katılmayan Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü vekilinin Mahkememizde açılan kamu davasına kanun metnini tekrar eden ifadelerle kamu davasına katılma talebinde bulunmasının yasanın amacına aykırı görüldüğü, esasen 5271 sayılı CMK'nın 234/2. maddesinde mağdur 18 yaşını doldurmamış, sağır veya dilsiz ya da meramını ifade edemeyecek derecede malul olur ve bir vekili de bulunmazsa istemi aranmaksızın bir vekilin görevlendirileceğinin öngörüldüğü ve bu hususun Mahkemece resen yerine getirildiği, 6284 sayılı Kanun 20.03.2012 tarihinde yürürlüğe girdiği ve 2016 tarihine kadar ceza mahkemelerinde açılan bu tür davalara Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü katılmadığı hâlde Yargıtayın bazı Dairelerince bu şekilde bir içtihat bildirilmesi karşısında çocuk mahkemeleri ve çocuk ağır ceza mahkemelerine açılan bütün ceza davalarında Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğünün sanki haberdar edilmesi gibi bir zorunluluğun ortaya çıktığı, kamu davasına ilişkin olarak hiçbir bilgisi bulunmayan Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü'nün kamu davasının hüküm aşamasında katılma talebinde bulunup cezaya hükmedilmesi hâlinde vekâlet ücreti tayin edilmesi hakkaniyete uygun düşmeyeceği kanaatine varıldığından Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü vekilinin katılma talebinin reddine karar verilmiştir.
Aynı olay nedeniyle İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/260 esas sayılı dosyasında yargılanan sanıkların hukuki durumlarının takdir ve tayini yönünden delillerin birlikte değerlendirilmesi amacıyla her iki dosyanın birleştirilmesi gereği belirtilmiş ise de; bozma öncesi Mahkememizce birleştirme önerisinde bulunulmuş, ancak 6. Ağır Ceza Mahkemesince 'hüküm verilmiş' olduğundan birleştirme gerçekleşememiş, 6. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyasındaki lüzumlu belgeler dosyamız arasına alınması ile yetinilmiştir.
Dosyamız sanığı...'ın asli fail olduğuna dair açık ikrarının bulunması karşısında, 5395 sayılı Yasa'nın 17. maddesine uygun şekilde ergin sanık hakkındaki dava ile birlikte yürütülmesinde fiili ve hukuki fayda bulunmadığı ve bu doğrultuda suç tarihinde çocuk olan sanık hakkındaki kovuşturmanın ayrı yürütülmesinin uygun olacağı; aksi düşünce hâlinde, Çocuk Koruma Kanunu'nun yürürlük amacı olan suça sürüklenen çocuğun korunması, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınması hedefinden uzaklaşılacağı değerlendirilmiştir. Eğer 6. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan ergin sanığın hukuki durumunun tayin edilecek ise, az önce belirtildiği üzere dosyamız sanığı...'ın asli fail olduğuna dair açık ikrarının bulunması nedeniyle Mahkememiz dosyasının sonucunun beklenmesi gerekecektir." gerekçesiyle bozma kararına direnerek sanığın önceki hüküm gibi cezalandırılmasına karar vermiştir.
1412 sayılı CMUK'nın, 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 305. maddesine göre resen temyize tabi olan direnme kararına konu bu hükmün de sanık müdafisi ve katılma talebi reddedilen T.C. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 02.03.2018 tarihli ve 28524 sayılı "bozma" istekli tebliğnamesiyle dosya 6763 sayılı Kanun'un 36. maddesiyle değişik CMK'nın 307. maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 05.06.2018 tarih ve 1054-2767 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanığın 05.11.2018 tarihli dilekçesinin temyizden vazgeçme niteliğinde olup olmadığının,
2- 6284 sayılı Kanun'un 20. maddesinin 2. fıkrası gereğince kamu davasına katılma hakkı bulunan ve katılma talebinde bulunup bu talebi Yerel Mahkemece reddedilen Bakanlığın, Ceza Genel Kurulunca yapılan inceleme sırasında 5271 sayılı CMK'nın 237. maddesinin 2. fıkrası uyarınca davaya katılmasına karar verilmesinin olanaklı olup olmadığının,
3- Bakanlığın sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmesine ilişkin bozma nedenine Yerel Mahkemece eylemli olarak uyulup uyulmadığının,
4- Sanık hakkında eksik araştırma ile mahkûmiyet hükmü kurulup kurulmadığının,
Belirlenmesine ilişkindir.
Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
1- Sanığın 05.11.2018 tarihli dilekçesinin temyizden vazgeçme niteliğinde olup olmadığı;
İncelenen dosya kapsamından;
Nitelikli kasten öldürme suçundan sanık ...’ın TCK’nın 82/1-e, 31/3, 62/1 ve 63/1. maddeleri uyarınca 18 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve mahsuba ilişkin İstanbul Anadolu Çocuk Ağır Ceza Mahkemesince verilen 15.03.2017 tarihli ve 1412 sayılı CMUK'nın, 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 305. maddesine göre hükmedilen ceza miktarı yönünden resen temyize tabi olan hükme yönelik olarak sanık müdafisinin 17.03.2017 tarihinde; katılma talebi reddedilen Bakanlık vekilinin ise yokluğunda verilen kararın 23.03.2017 tarihinde tebliğinden sonra yasal süresi içerisinde 28.03.2007 tarihinde temyiz talebinde bulunduğu,
10.06.1996 tarihinde doğan ve dilekçe tarihinde 18 yaşından büyük olan sanığın cezaevinden gönderdiği 05.11.2018 tarihinde havale edilen; “Dosyamın onaylanmasını istemim hakkında” başlıklı dilekçesinde “...Dosyamın onaylanmasını istiyorum, temyiz hakkımdan feragat etmek istiyorum.” şeklinde ifadelerin yer aldığı,
Anlaşılmaktadır.
Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de, 1412 sayılı CMUK'nın 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 310. maddesine göre iki şartın varlığı gereklidir.
Bunlardan ilki süre şartıdır. CMUK'nın 310. maddesinde, genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süreyi hükmün tefhiminden, tefhim edilmemişse tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlenmiştir. Temyiz süresi bahse konu maddenin 3. fıkrasındaki istisnai durum hariç olmak üzere, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar yönünden bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise gerekçeli kararın tebliği tarihinde başlar.
Temyiz davasının açılabilmesi için gerekli ikinci şart ise istek şartıdır. Yargılama hukukunun temel prensiplerinden olan "Davasız yargılama olmaz" ilkesine uygun olarak temyiz davası kendiliğinden açılmaz, bu konuda bir isteğin bulunması gereklidir. CMUK’nın 305. maddesinin 1. fıkrası ile bu kuraldan uzaklaşılmış ve bazı ağır mahkûmiyetlerde istek şartından sanık lehine vazgeçilerek, temyiz incelemesinin kendiliğinden yapılması kabul edilmiş ise de, on beş yıl ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezalara ilişkin hükümler dışında kalan kararlarda, süre ve istek şartlarına uygun temyiz davası açılmamışsa hükmün Yargıtayca incelenmesi mümkün değildir.
Diğer taraftan, 5271 sayılı CMK’nın kanun yollarına ilişkin genel hükümlerin düzenlendiği bölümde yer alan “Başvurudan vazgeçilmesi ve etkisi” başlıklı 266. maddesinde;
“(1) Kanun yoluna başvurulduktan sonra bundan vazgeçilmesi, mercii tarafından karar verilinceye kadar geçerlidir. Ancak, Cumhuriyet savcısı tarafından sanık lehine yapılan başvurudan onun rızası olmaksızın vazgeçilemez.
(2) Müdafiin veya vekilin başvurudan vazgeçebilmesi, vekâletnamede bu hususta özel yetkili kılınmış olması koşuluna bağlıdır.
(3) 150 nci maddenin ikinci fıkrası uyarınca, kendisine müdafi atanan şüpheli veya sanıklar yararına kanun yoluna başvurulduğunda veya başvurulan kanun yolundan vazgeçildiğinde şüpheli veya sanık ile müdafiin iradesi çelişirse müdafiin iradesi geçerli sayılır” şeklindeki düzenleme ile kanun yoluna başvurulduktan sonra mercisi tarafından karar verilinceye kadar başvurudan vazgeçilebileceği, diğer bir deyişle kanun yolu başvurusunun geri alınabileceği kabul edilmiştir.
CMK'da, kanun yolu başvurusunda bulunulduktan sonra bundan vazgeçme (kanun yolu başvurusunun geri alınması) düzenlenmiş fakat kanun yolundan feragat (kanun yoluna başvurma hakkı doğduktan sonra bu hakkın kullanılmayacağının açıklanması) düzenlenmemiştir. Hukukun genel ilkeleri uyarınca hak sahibi, hakkı doğduktan sonra özgür iradesiyle bu hakkını kullanmayacağını diğer bir deyişle hakkından feragat ettiğini açıklayabilir, bu durumda kanun yoluna başvurma hakkından feragate ilişkin açıklamanın ilgili makama ulaştırılmasıyla birlikte karar kesinleşir. Kanun yolundan daha doğru bir ifadeyle kanun yoluna başvurma hakkından feragatin, kararın ilgiliye bildiriminden itibaren kanun yolu için öngörülen sürenin bitimine kadar yapılması gerekmektedir. Kanun yoluna başvurulduktan sonra başvurudan vazgeçme ise mercisi tarafından talep konusunda bir karar verilinceye kadar geçerlidir (Centel-Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., 15. Baskı, İstanbul, 2018, s.844) .
Temyiz kanun yolu başvurusunda bulunulduktan sonra, ilgililerin temyiz başvurusundan "feragat" ya da "vazgeçme" vb. içerikli taleplerinin, kanun yoluna başvurma hakkından feragat kapsamında değil yapılan kanun yolu başvurusunun geri alınmasını düzenleyen CMK'nın 266. maddesi kapsamında değerlendirilmesi ve talep içeriğinin açıkça temyiz başvurusunun geri alınması diğer bir deyişle yapılan temyiz başvurusundan vazgeçme iradesini yansıtıp yansıtmadığına bakılması gerekir. İradenin açıkça yapılan temyiz başvurusundan vazgeçmeye yönelik olması hâlinde, temyiz davasının açılabilmesi için gerekli olan "istek" de ortadan kalkmış olacağından vazgeçilen bu temyiz davasından dolayı Yargıtayca temyiz incelemesi yapılamayacaktır.
Bu açıklamalar ışığında birinci uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık müdafisi tarafından direnme kararına konu hükmün süresinde temyiz edilmesinden sonra dilekçe tarihinde 18 yaşından büyük olan sanığın 05.11.2018 havale tarihli, “Dosyamın onaylanmasını istemim hakkında” başlıklı dilekçede “...Dosyamın onaylanmasını istiyorum, temyiz hakkımdan feragat etmek istiyorum.” şeklindeki beyanları bir bütün olarak değerlendirildiğinde, sanığın temyiz talebinden vazgeçtiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmüne yönelik temyiz incelemesinin, katılma talebi reddedilen Bakanlık vekilinin temyiz talebine istinaden ve 1412 sayılı CMUK'nın, 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 305. maddesine göre resen yapılması gerekmektedir.
2- 6284 sayılı Kanun'un 20. maddesinin 2. fıkrası gereğince kamu davasına katılma hakkı bulunan ve katılma talebinde bulunup bu talebi Yerel Mahkemece reddedilen Bakanlığın, Ceza Genel Kurulunca yapılan inceleme sırasında 5271 sayılı CMK'nın 237. maddesinin 2. fıkrası uyarınca davaya katılmasına karar verilmesinin olanaklı olup olmadığı;
Özel Dairece, Yerel Mahkeme hükmünün “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının bu suçun zarar göreni olduğu, bu sıfatının gereği olarak CMK'nın 233 ve 234. maddeleri gereğince kovuşturma evresinde sahip olduğu davaya katılma ve öteki haklarını kullanabilmesi için duruşmadan haberdar edilmesi gerektiği hâlde, usulen dava ve duruşmalar bildirilmeden, davaya katılma ve CMK'nın mağdur ... katılanlar için öngördüğü haklardan yararlanma olanağı sağlanmadan hüküm kurulması,” isabetsizliğinden bozulmasından sonra, 15.03.2017 tarihli oturumda; Bakanlık vekilince dosyaya sunulan 06.03.2017 tarihli ve katılma talepli dilekçenin okunduğu, talebin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Dünya genelinde güncelliğini koruyan ve mücadele edilmesi gereken aile içi, kadına ve çocuğa karşı şiddet, insanların temel hak ve özgürlüklerini ihlal etmesinin yanı sıra toplumsal yaşamı da tehdit eden sosyal bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan insan haklarına saygılı, sosyal bir hukuk Devleti olma konusundaki kararlılığını ortaya koyan ülkemizce Anayasa'mızda gerekli düzenlemeler yapılarak eşitlik ilkesi temelinde gerekli önlemler alınmıştır. Bu kapsamda;
Anayasa'nın herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğunu hüküm altına alan "Kanun önünde eşitlik" kenar başlıklı 10. maddesine 22.05.2004 tarih ve 25469 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5170 sayılı Kanun ile eklenen ikinci fıkrada; kadınlar ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu, devletin bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlü olduğu belirtilmiş, 13.05.2010 tarih ve 27580 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5982 sayılı Kanun ile ikinci fıkraya eklenen cümle ile kadın-erkek eşitliğinin sağlanması hususunda alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı yorumlanamayacağı, eklenen üçüncü fıkra ile de çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılmayacağı hüküm altına alınarak pozitif ayrımcılık ilk defa Anayasa düzeyinde benimsenmiştir.
Öte yandan ailenin, Türk toplumunun temeli olduğunu ve eşler arasındaki eşitliğe dayandığını belirten Anayasa'nın 41. maddesinin kenar başlığı "Ailenin korunması” şeklinde iken yine 5982 sayılı Kanun ile "Ailenin korunması ve çocuk hakları" hâline getirilip anılan Kanun ile maddeye eklenen üçüncü fıkrada devletin, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alacağı öngörülmüştür.
Aile içi ve kadına karşı şiddetle ilgili kavramların Türk Hukukuna girmesinde uluslararası bildirge ve sözleşmelerin önemli bir rol oynadığı ve yasal düzenlemelerde yer alan kavramların, temelini bu uluslararası sözleşmelerden aldığı görülmektedir. (Ebru Ceylan, Türk Hukukunda Aile İçi Şiddet ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesiyle İlgili Yeni Düzenlemeler, Türkiye Barolar Birliği Dergisi Kasım-Aralık Sayısı, Yıl: 2013, S.103, s. 15.). Öte yandan Anayasa'nın 90. maddesinde, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasa'ya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı ve usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası antlaşma hükümlerinin esas alınacağının hüküm altına alınması nedeniyle uyuşmazlık konusu bakımından önem arz eden uluslararası antlaşmalara değinmekte zorunluluk bulunmaktadır.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Kadınların Şiddetten Korunmasına Dair 30.04.2002 tarih ve 2002-5 sayılı Tavsiye Kararında; üye devletlerin, şiddete karşı gerekli olan her alanda ulusal politikalar başlatıp ceza hukukunda ve medeni hukukta iyileştirmeler yapmaları gerektiği vurgulanmış, üye devletlerin, kadınlara karşı cinsel şiddeti yahut savunmasız, engelli ve korunmaya muhtaç mağdurların zaafiyetlerinin istismarını cezalandırmaları ve bu mağdurlara dava açma imkânı sağlayacak, savcıların ceza kovuşturması başlatmalarına imkân tanıyacak ve yargılama sırasında çocuk haklarını koruyacak gerekli tüm tedbirleri almaları gerektiği belirtilmiştir. (Kararın İngilizce metni için bkz. https://rm.coe.int/09000016805e2612.).
Bu aşamada uyuşmazlık konusunun isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için 6284 sayılı Kanun ile bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği'nde yer alan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davaya katılma hakkına ilişkin hükümler, Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi ve “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40. maddesi ile 5271 sayılı CMK'nın “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi çerçevesinde tartışılmalıdır.
Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ... davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanun'un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında da, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” şeklinde hükümlere yer verilmiş, 40. maddenin ikinci fıkrasının gerekçesinde bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercisi ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiştir.
Genel olarak pozitif hukukça tanınmış hakların ön koşulu ve usuli güvencesi olarak anlaşılması gereken ve yargıya başvurma olanağını her olayda ve aşamada gerekli kılan hak arama özgürlüğü, Anayasa Mahkemesinin 19.09.1991 tarihli ve 2-30 sayılı kararında belirtildiği üzere sav ve savunma hakkı şeklinde birbirini tamamlayan iki unsurdan oluşmakta, hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama ve bu konuda tüm yollardan yararlanma haklarını içermektedir.(Mesut Aydın, Anayasa Mahkemesi Kararlarında Hak Arama Özgürlüğü, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Yıl:2006, S. 3, s. 4-10.). Bu bakımdan içerdiği sav unsuru nedeniyle davaya katılma hakkı, hak arama hürriyeti ile yakından ilgilidir.
Öte yandan katılma hakkına bağlı olan kanun yolu davası açma hakkı, karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıkları gidermek ve isabetli karar verilmesini sağlamak bakımından davanın tarafları yanında toplum için de önemli bir teminat oluşturduğundan temel haklar arasında sayılmaktadır.
5271 sayılı CMK’nın “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi;
“1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.
2) Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır”,
“Katılma usulü” başlıklı 238. maddesi ise;
“1) Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma tutanağına geçirilmesi suretiyle olur.
2) Duruşma sırasında şikâyeti belirten ifade üzerine, suçtan zarar görenden davaya katılmak isteyip istemediği sorulur.
3) Cumhuriyet savcısının, sanık ... varsa müdafiinin dinlenmesinden sonra davaya katılma isteminin uygun olup olmadığına karar verilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
5271 sayılı CMK'nın 237. maddesinde, mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek davaya katılabilecekleri hüküm altına alınmış, ancak kanun yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Bununla birlikte, istisnai olarak ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmesi hâlinde inceleme mercisince incelenip karara bağlanacağı kabul edilmiştir.
Bir tüzel kişinin kamu davasına katılabilmesi için ise, CMK’nın davaya katılmayı düzenleyen genel kural niteliğindeki 237. maddesinde belirtilen şartın gerçekleşmesi, başka bir deyişle suçtan doğrudan zarar görmüş olması veya herhangi bir kanunda, belirli bir tüzel kişinin bazı suçlardan açılan kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün bulunması gerekir. Örneğin 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nun davaya katılmayı düzenleyen 18. maddesi uyarınca Gümrük İdaresinin, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca Maliye Bakanlığının, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun 162. maddesi uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun usulüne uygun başvuruda bulunmaları hâlinde kamu davasına katılacakları açıkça hükme bağlanmıştır.
Uyuşmazlık konusu ile ilgili 6284 sayılı Kanun'un "İhbar" başlıklı "Şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı hâlinde herkes bu durumu resmi makam veya mercilere ihbar edebilir. İhbarı alan kamu görevlileri bu Kanun kapsamındaki görevlerini gecikmeksizin yerine getirmek ve uygulanması gereken diğer tedbirlere ilişkin olarak yetkilileri haberdar etmekle yükümlüdür." şeklinde hüküm altına alınan 7. maddesinde ise ihbar yükümlülüğü hususunda daha kapsamlı bir düzenleme yapılmıştır.
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının katılma hakkı hususunda yasal düzenlemelere gelince;
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'un “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinde;
"(1) Bu Kanunda yer alan;
a) Bakanlık: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını,
...
d) Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı,
...
ifade eder”,
“Harçlar ve masraflardan, vergilerden muafiyet ve davaya katılma” başlıklı 20. maddesinin 2. fıkrasında; “Bakanlık, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya katılabilir”, şeklinde hükümler mevcut olup Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davaya katılma hakkı açıkça düzenlenmiştir.
6284 sayılı Kanun'un ikinci maddesinde Bakanlık ibaresinden Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının anlaşılması gerektiği belirtilmiş ise de, 09.07.2018 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 703 sayılı KHK ve 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle anılan Bakanlık Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı adıyla yeniden düzenlenmiş, 04.08.2018 tarihli ve 30499 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 15 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile de adı Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olarak değiştirilmiştir.
6284 sayılı Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliğinin 46. maddesinde de; "Bakanlık, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan ve herhangi bir şekilde haberdar olduğu idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya müdahil olarak katılabilir" denilmek suretiyle katılma hususunda yürütme organı içindeki görevliler için de aynı hüküm tekrarlanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında ikinci uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'un 20. maddesinin ikinci fıkrası gereğince Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının her aşamada ilgili kamu davalarına katılma ve hükümleri temyiz etme hakkı olduğu ve 15.03.2017 tarihli oturumda; Bakanlık vekilince gönderilen 06.03.2017 tarihli dilekçe ile açıkça davaya katılma talebinde bulunulduğu ancak Yerel Mahkemece talebin reddine karar verildiği anlaşılmakla, anılan madde hükmü de gözetilerek 5271 sayılı CMK'nın 237. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca T.C. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının davaya katılmasına karar verilmelidir.
3- Bakanlığın sanık hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmesine ilişkin bozmaya Yerel Mahkemece eylemli olarak uyulup uyulmadığı;
Özel Dairece, Yerel Mahkeme hükmünün, sanık hakkında açılan kamu davasına T.C. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının katılma ve diğer haklarını kullanabilmesi için duruşmadan haberdar edilmesi gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasından sonra, Yerel Mahkemece 15.02.2017 tarihli tensiple, bozma ilamı ile iddianamenin T.C. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı vekiline tebliğ edilmesine karar verildiği, Bakanlığa duruşma tarih ve saatini bildiren davetiye çıkarıldığı, tebliğe rağmen Bakanlık vekilinin katılmadığı ancak dosyaya sunduğu katılma talepli dilekçesinin duruşmada okunduğu, Mahkemece talebin reddine karar verildiği, gerekçeli kararın başlık kısmında katılan olarak gösterilen ilgili Bakanlığa kararın tebliğ edildiği,
Anlaşılmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun süreklilik kazanmış uygulamalarına göre şeklen direnme kararı verilmiş olsa dahi;
a) Bozma kararı doğrultusunda işlem yapmak,
b) Bozma kararında tartışılması gerektiği belirtilen hususları tartışmak,
c) Bozma sonrası yapılan araştırma, inceleme ya da toplanan yeni delillere dayanmak,
d) Önceki kararda yer almayan ve daire denetiminden geçmemiş olan yeni ve değişik gerekçe ile hüküm kurmak,
Suretiyle verilen kararlar, direnme kararı niteliği taşımamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında üçüncü uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Özel Dairece, Yerel Mahkeme hükmünün, sanık hakkında açılan kamu davasına T.C. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının katılma ve diğer haklarını kullanabilmesi için duruşmadan haberdar edilmesi gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasından sonra, Yerel Mahkemece 15.02.2017 tarihli tensiple bozma ilamı ile iddianamenin Bakanlık vekiline tebliğ edilmesine karar verildiği, Bakanlığa duruşma tarih ve saatini bildiren davetiye çıkarılmak suretiyle Bakanlığın davadan haberdar edildiği, tebliğe rağmen Bakanlık vekilinin katılmadığı ancak dosyaya sunduğu katılma talepli dilekçesinin duruşmada okunduğu, Mahkemece talebin reddine karar verildiği, gerekçeli kararın başlık kısmında katılan olarak gösterilen, ilgili Bakanlığa da kararın tebliğ edildiğinin anlaşılması karşısında; Yerel Mahkemece bozma kararı doğrultusunda ilgili Bakanlığın duruşmadan haberdar edilip gerekçeli kararın da Bakanlığa tebliğ edilmesiyle Özel Dairenin 16.01.2017 tarihli ve 5591-19 sayılı bozma ilamındaki ilk bozma nedenine eylemli olarak uyulduğu, bu şekilde Ceza Genel Kurulunca incelenmesi gereken bir uyuşmazlığın bulunmadığı kabul edilmelidir.
4- Sanık hakkında eksik araştırma ile mahkûmiyet hükmü kurulup kurulmadığı;
23.03.1996 doğumlu maktul ...’un İstanbul ili, Maltepe ilçesi, Zümrütevler Mahallesindeki evinin önünde meydana gelen kavga sırasında, yetişkin sanık ...’ın maktul çocuğu yumrukladığı, 18 yaşından küçük sanık ...’ın ise maktulün başına tornavida sapladığı, maktulün başına saplanan tornavidanın yol açtığı kafatası kemik kırığı ve beyin harabiyeti sonucu ağır yaralı olarak kaldırıldığı hastanede yaşamını kaybettiğinin iddia edildiği olayda;
18 yaşından küçük sanık ... hakkındaki evrakın İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığınca, 5395 sayılı Kanun uyarınca yetişkin sanığın evrakından ayrılarak 24.06.2013 tarihli ve 28034-155 sayılı iddianame ile sanık ... hakkında İstanbul Anadolu Çocuk Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı, yapılan yargılama sonucunda sanığın nitelikli kasten öldürme suçundan TCK’nın 82/1-e, 31/3, 62/1 ve 63/1. maddeleri uyarınca 18 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve mahsuba karar verildiği,
Karar tarihi itibarıyla hükmedilen ceza miktarı yönünden resen temyize tabi olan hükmün sanık ... müdafisi ile T.C. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı vekili tarafından da temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince ;
“...Aynı olay nedeniyle yargılanan sanıkların hukuki durumlarının takdir ve tayini yönünden delillerin birlikte değerlendirilmesi amacıyla her iki dosyanın birleştirilmesi, birleştirme olanağının bulunmaması hâlinde, dosyanın Yargıtay denetimine esas olacak şekilde aslının veya onaylı suretinin dosya içine konulması gerektiği gözetilmeksizin eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması,” isabetsizliğinden de bozulmasına karar verildiği,
Yetişkin sanık ... hakkında ise İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 24.06.2013 tarihli ve 27983-1140 sayılı iddianame ile nitelikli kasten öldürme suçuna yardımdan kamu davası açıldığı,
Yargılamanın yürütüldüğü İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza Mahkemesince 12.09.2013 tarihli ve 260-297 sayılı kararla sanığın nitelikli kasten öldürme suçuna yardımdan TCK’nın 82/1-e, 39/2-c, 62, 53/1 ve 63. maddeleri uyarınca 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba oy çokluğuyla karar verildiği, Mahkeme Başkanınca sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu oluşturduğu düşüncesiyle karşı oy kullanıldığı,
Hükmün bu sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 30.03.2015 tarih ve 5842-1877 sayı ile;
“Maktul ...’un öldürülmesi olayı ile ilgili olarak yaşı küçük sanık ... hakkında soruşturma yapıldığı ve çocuğu kasten öldürme suçundan İstanbul Anadolu Çocuk Ağır Ceza Mahkemesine dava açıldıgı, dosyanın mahkemenin 2013/207 esasına kaydedildiği dosya içeriğinden anlaşılmakla; aynı olay nedeniyle yargılanan sanıkların hukuki durumlarının takdir ve tayini yönünden delillerin birlikte değerlendirilmesi amacıyla her iki dosyanın birleştirilmesi, birleştirme olanağının bulunmaması hâlinde, 2013/207 sayılı dosyanın Yargıtay denetimine esas olacak şekilde aslının veya onaylı suretinin dosya içine konulması gerektiği gözetilmeksizin eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verildiği,
Bozmadan sonra İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza Mahkemesince 20.02.2017 tarihinde, İstanbul Anadolu Çocuk Ağır Ceza Mahkemesine Yargıtay bozma ilamı ekli müzekkere yazılarak, ilam doğrultusunda dosyaların birleştirilmesi talebinde bulunulduğu, talebin kabul edilmesi hâlinde Çocuk Ağır Ceza Mahkemesinin dosyasının Mahkemelerine gönderilmesinin istenildiği,
Bu talep üzerine İstanbul Anadolu Çocuk Ağır Ceza Mahkemesince “...Bozma öncesi 6. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyasındaki lüzumlu belgeler dosyamız arasına alınması ile yetinilmiştir....Eğer 6. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan ergin sanığın hukuki durumu tayin edilecek ise, az önce belirtildiği üzere dosyamız sanığı...'ın asli fail olduğuna dair açık ikrarının bulunması nedeniyle Mahkememiz dosyasının sonucunun beklenmesi gerekecektir.” gerekçesiyle birleştirmeye onay verilmediği,
Yetişkin sanık ... hakkında İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza Mahkemesinde 2015/203 esas sayılı dosya üzerinden görülmekte olan davada, Ceza Genel Kurulunca yapılan inceleme tarihi itibarıyla hüküm kurulmadığı,
Anlaşılmaktadır.
5271 sayılı CMK'nın "Bağlantı kavramı" başlıklı 8. maddesinde;
"(1) Bir kişi, birden fazla suçtan sanık olur veya bir suçta her ne sıfatla olursa olsun birden fazla sanık bulunursa bağlantı var sayılır.
(2) Suçun işlenmesinden sonra suçluyu kayırma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme fiilleri de bağlantılı suç sayılır",
"Davaların birleştirilerek açılması" başlıklı 9. maddesinde;
"Bağlantılı suçlardan her biri değişik mahkemelerin görevine giriyorsa, bunlar hakkında birleştirilmek suretiyle yüksek görevli mahkemede dava açılabilir",
"Görülmekte olan davaların birleştirilmesi ve ayrılması" başlıklı 10. maddesinde;
"(1) Kovuşturma evresinin her aşamasında, bağlantılı ceza davalarının birleştirilmesine veya ayrılmasına yüksek görevli mahkemece karar verilebilir.
(2) Birleştirilen davalarda, bu davaları gören mahkemenin tâbi olduğu yargılama usulü uygulanır.
(3) İşin esasına girdikten sonra ayrılan davalara aynı mahkemede devam olunur",
"Geniş bağlantı sebebiyle birleştirme" başlıklı 11. maddesinde ise;
"Mahkeme, bakmakta olduğu birden çok dava arasında bağlantı görürse, bu bağlantı 8 inci maddede gösterilen türden olmasa bile, birlikte bakmak ve hükme bağlamak üzere bu davaların birleştirilmesine karar verebilir",
Şeklinde düzenlemelere yer verilmiştir.
Öte yandan;
Öte yandan 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun “İştirak hâlinde işlenen suçlar” başlıklı 17. maddesinde;
“(1) Çocukların yetişkinlerle birlikte suç işlemesi hâlinde, soruşturma ve kovuşturma ayrı yürütülür.
(2) Bu hâlde de çocuklar hakkında gerekli tedbirler uygulanmakla beraber, mahkeme lüzum gördüğü takdirde çocuk hakkındaki yargılamayı genel mahkemedeki davanın sonucuna kadar bekletebilir.
(3) Davaların birlikte yürütülmesinin zorunlu görülmesi hâlinde, genel mahkemelerde, yargılamanın her aşamasında, mahkemelerin uygun bulması şartıyla birleştirme kararı verilebilir. Bu takdirde birleştirilen davalar genel mahkemelerde görülür.” hükümleri getirilmiştir.
Ceza muhakemesinde kural, açılan her dava üzerine ayrı bir yargılama yapılmasıdır. Ancak uyuşmazlıklar arasında bağlantı bulunduğunda, somut olayın ve bağlantının özellikleri göz önüne alınarak bu kuraldan ayrılınabilmektedir. Genel prensipten uzaklaşmayı gerektiren istisnai hâllerden birisi yargılamaların birleştirilmesidir. Yargılamaların birleştirilmesi maddi gerçeğe ulaşma konusunda kolaylık düşüncesine dayanmakta olduğundan, herhangi bir fayda varsa davaların birleştirilmesi yoluna gidilmeli, yoksa birleştirilmemelidir. Kanun koyucu da birleştirmede fayda bulunup bulunmadığının her olayda araştırılmasını kural olarak hâkimin takdirine bırakmış, istisnai olarak yargılamaların birleştirilip birleştirilmeyeceğini kendisi tayin etmiştir. Bu durum karşısında öğreti ve uygulamada yargılamanın birleştirilmesi konusunda; ihtiyari birleştirme, birleştirme mecburiyeti ve birleştirme yasağı olarak üç ilke bulunduğu görülmektedir. Bu düzenleme ile aralarında şahsi ya da fiili bağ bulunan davaların hem kısa sürede sonuçlandırılması, hem de aynı sanık ya da eylemle ilgili delillerin bir arada toplanıp bütün olarak değerlendirilmesi suretiyle maddi gerçeğin en doğru şekilde ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Bu durumda, ceza muhakemesinin amacı olan somut gerçeğe doğru bir biçimde ulaşma konusunda zaman ve emek yönünden fayda umulduğu hâllerde bağlantılı davalar birleştirilmelidir.
Diğer yandan ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usule uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle ulaşılma imkânı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için, maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.
Bu açıklamalar ışığında dördüncü uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
23.03.1996 doğumlu maktul ...’un İstanbul ili, Maltepe ilçesi, Zümrütevler Mahallesindeki evinin önünde meydana gelen kavga sırasında, inceleme dışı yetişkin sanık ...’ın maktul çocuğu yumrukladığı, 18 yaşından küçük sanık ...’ın ise maktulün başına tornavida sapladığı, maktulün başına saplanan tornavidanın yol açtığı kafatası kemik kırığı ve beyin harabiyeti sonucu ağır yaralı olarak kaldırıldığı hastanede yaşamını kaybettiğinin anlaşılması üzerine başlatılan soruşturma sonucunda 18 yaşından küçük sanık ... hakkındaki evrakın İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığınca, 5395 sayılı Kanun uyarınca yetişkin sanık ...’ın evrakından ayrılarak 24.06.2013 tarihli ve 28034-155 sayılı iddianame ile İstanbul Anadolu Çocuk Ağır Ceza Mahkemesine; yetişkin sanık ... hakkında ise İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 24.06.2013 tarihli ve 27983-1140 sayılı iddianame ile nitelikli kasten öldürme suçuna yardımdan kamu davası açıldığı, Ceza Genel Kurulunca yapılan inceleme tarihi itibarıyla yetişkin sanık hakkında İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza Mahkemesinde 2015/203 esas sayılı dosya üzerinden yürütülen dava hakkında hüküm kurulmadığı anlaşılan olayda; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bağlantı kavramı" başlıklı 8. maddesindeki “...bir suçta her ne sıfatla olursa olsun birden fazla sanık bulunursa bağlantı var sayılır.” hükmü uyarınca incelemeye konu sanık ... hakkında İstanbul Anadolu Çocuk Ağır Ceza Mahkemesinde yürütülen dava ile inceleme dışı davanın yetişkin sanığı ... hakkında İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza Mahkemesinde 2015/203 esas sayılı dosya üzerinden yürütülen dava arasında bağlantı bulunduğu, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun “İştirak hâlinde işlenen suçlar” başlıklı 17. maddesindeki düzenlemeye göre birleştirmenin genel mahkemedeki dosya üzerinden yapılabileceği, maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak maksadıyla sanıkların suça iştirak derecelerinin, sorumluluklarına etki edebilecek uygulanma ihtimali olan veya tartışılması gereken kanun hükümlerinin birlikte ele alınmasında zorunluluk bulunması nedeniyle her iki davanın birleştirilmesinden sonra sanığın hukuki durumunun tayin edilmesi gerektiği gözetilmeksizin eksik araştırma ile hüküm kurulmasında isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla, Yerel Mahkemece eksik araştırmaya dayalı olarak verilen direnme kararına konu hükmün bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Temyiz isteminden vazgeçtiği anlaşılan sanık ...'ın temyiz talebinin, 1412 sayılı CMUK'nın 5320 sayılı Kanun'un 8/1. Maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 317. maddesi uyarınca REDDİNE,
2- İstanbul Anadolu Çocuk Ağır Ceza Mahkemesince Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 16.01.2017 tarihli ve 5591-19 sayılı bozma ilamındaki (1) numaralı bozma nedenine eylemli olarak uyulduğu anlaşıldığından bu bozma nedenine ilişkin olarak Ceza Genel Kurulunca incelenmesi gereken bir uyuşmazlığın BULUNMADIĞINA,
3- İstanbul Anadolu Çocuk Ağır Ceza Mahkemesinin 15.03.2017 tarihli ve 61-110 sayılı direnme kararına konu hükmünün, sanık ... ile inceleme dışı yetişkin sanık ... hakkındaki kamu davalarının birleştirilmesinden sonra sanığın hukuki durumunun tayin edilmesi gerektiği gözetilmeden eksik araştırmaya dayalı olarak hüküm kurulması isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 12.03.2020 tarihinde yapılan müzakerede tüm uyuşmazlıklar yönünden oy birliğiyle karar verildi.
KARARI YAZDIR