ArabicAzerbaijaniEnglishFrenchGermanRussianSpanishTurkish

Yoksulluk Nafakasının Kaldırılması

27-09-2020 - 862

Yoksulluk Nafakasının Kaldırılması


Bu kararı Favorilerinize Eklemek veya Kopyalayabilmek için giriş yapın veya üye olun
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
2017/1013
2019/1180
2019-11-14





Özet:

  • Dava; yoksulluk nafakasının kaldırılması istemine ilişkindir.
  • Uyuşmazlık; asgari ücret seviyesinde maaş alan davalının yoksulluğunun ortadan kalkıp kalkmadığı, burada varılacak sonuca göre tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumlarına göre davalı yararına hükmedilen yoksulluk nafakasının kaldırılmasına mı yoksa indirilmesine mi karar verilmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.
  • Davada tanık beyanları ve tarafların sosyal ve ekonomik durumları dikkate alındığında davalı kadının asgari ücret aldığı, bir işe girip elde ettiği gelirin kendisini yoksulluktan kurtaracak düzeyde olmamakla birlikte, davacının nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunmadığı, boşanma nedeniyle bunalıma girip çalışamamasının davacı erkeğin kusurundan kaynaklanmadığı, tanık beyanına göre davacı erkeğin geliri bulunmadığından nafakanın ailesi tarafından ödendiği anlaşılmaktadır. Bu durumda da, nafakanın kaldırılması hakkaniyete, yoksulluk nafakasının temelinde yatan sosyal ve ahlaki fikre uygun düşecektir.
  • O hâlde, dava tarihinden itibaren asgari ücret düzeyinde düzenli işi ve geliri bulunan davalıya bağlanan yoksulluk nafakasının azaltılarak dahi olsa devamına karar verilmesinin, davacıyı yoksulluğa düşürüp gerçek anlamda mağduriyetine neden olacağı gerekçesiyle yoksulluk nafakasının kaldırılmasına hükmeden yerel mahkeme direnme kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

 

Taraflar arasındaki “yoksulluk nafakasının kaldırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İzmir 13. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 01.11.2013 tarihli ve 2013/395 E., 2013/796 K. sayılı verilen karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 24.06.2014 tarihli ve 2014/3080 E., 2014/10290 K. sayılı kararı ile;

“... Davada; davalı kadın yararına bağlanan aylık 250 TL yoksulluk nafakasının davalının Anaokulunda sigortalı işe başladığından ve geçinmeye yetecek derecede gelire sahip olduğu ileri sürülerek, kaldırılması istenilmiş.

Mahkemece; davanın kabulü cihetine gidilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.

TMK.nun 176/4. maddesine göre: "Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir." Aynı şekilde 176/3. maddesi uyarınca; irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi halinde mahkeme kararıyla kaldırılır".

Davacı, yukarıdaki yasa hükümleri gereğince; davalının yoksulluğunun ortadan kalktığı iddiasıyla nafakanın kaldırılmasını istemektedir. Bu durumda, öncelikle yoksulluk kavramı üzerinde durmak gerekir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 tarih ve 2-656-688 sayılı kararında da kabul edildiği gibi yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür (eğitim) gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanları yoksul kabul etmek gerekir.

Hemen belirtmek gerekir ki; Hukuk Genel Kurulunun yerleşik kararlarında "asgari ücret seviyesinde gelire sahip olunması" yoksulluk nafakası bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu kabul edilmemiştir (HGK. 07.10.1998 gün, 1998/2-656 E.-1998/688 K. 26.12.2001 gün 2001/2-1158-1185 sayılı ve 01.05.2002 gün 2002/2-397-339 sayılı kararları).

Somut olayda; davalının ana okulunda asgari ücretle çalıştığı anlaşılmaktadır.

Yoksulluk durumu; günün ekonomik koşulları ile tarafların sosyal ve ekonomik durumları ve yaşam tarzları birlikte değerlendirilerek takdir edilmelidir. Yoksulluk nafakası, ahlaki ve sosyal düşüncelere dayanır. Onun içindir ki bilimsel öğretide: "Evlilik birliğinde eşler arasında geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün, evlilik birliğinin sona ermesinden sonra da kısmen devamı niteliğindedir" şeklinde açıklamalara yer verilmiş bulunmaktadır (Akıntürk, Turgut: Aile Hukuku, 2.cilt, İst. 2002, sh.294).

Davalının aylık gelir durumuna göre değerlendirildiğinde, davalının özellikle düzenli bir gelirinin olmaması ve çalışarak elde ettiği gelir ile aldığı nafaka miktarı toplamının, davalıyı yoksulluktan kurtaracak nitelikte bulunmadığının kabulü gerekir.

Mahkemece, dava tarihindeki şartlara göre; davalının yoksulluğunun ortadan kalkmadığı kabul edilerek, nafakada (çoğun içinde az da vardır ilkesi gereğince) uygun bir miktar indirime karar verilmesi gerekirken davanın tümden kabulü doğru görülmemiştir...”

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava; yoksulluk nafakasının kaldırılması istemine ilişkindir.

Davacı vekili; İzmir 12. Aile Mahkemesinin 2010/1.97 E., 2011/9.9 K. sayılı kararıyla müvekkili ile davalının boşanmalarına, davalı yararına dava tarihinden itibaren aylık 250,00TL tedbir nafakası öngörülmesine, hükmün kesinleşmesinden itibaren yoksulluk nafakası olarak devamına karar verildiğini, davalının lise mezunu ve usta öğretici belgesine sahip olduğunu, 2002 yılından itibaren çeşitli anaokullarında öğretmenlik görevini icra ettiğini, 2011 yılından bu yana Y.G. Anaokulunda sigortalı olarak çalışmaya devam ettiğini, nafakanın kaldırılması sebeplerinden birinin de yoksulluğun ortadan kalkması olduğunu, davalı lehine İzmir 12. Aile Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı ile yoksulluk nafakasına hükmedilmiş ise de, hükmedilen nafaka miktarı ile davalının çalışarak elde ettiği ücret miktarı toplamı davalıyı yoksulluktan kurtaracak düzeyde iken nafaka borçlusu müvekkilinin herhangi bir geliri bulunmadığını ve davalıya ödediği nafaka ile daha da mağdur edildiğini ileri sürerek ödemekte olduğu yoksulluk nafakasının kaldırılmasını talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; müvekkili ile davacının boşanmalarına dair kararın 28.11.2012 tarihinde kesinleştiğini, kararın kesinleşme tarihi dikkate alındığında eldeki davanın boşanma kararının kesinleşmesinden yalnızca altı ay sonra açıldığını, boşanma kararının kesinleşmesinden sonra değişen herhangi bir durum, maddi ve manevi koşul yok iken ve henüz kararın kesinleşmesinin üzerinden bir yıl dahi geçmemiş iken bu davanın açılmasının hakkın kötüye kullanımı olduğunu, ayrıca davacının bu konuda kötü niyetli olduğunu gösteren bir diğer durumun da İzmir 3. Aile Mahkemesinin 2012/7.3 E., 2013/2.6 K. sayılı dosyası ile görülen, dava tarihi 24.09.2012 olan ve yapılan yargılama sonucunda nafakanın kaldırılması isteminin reddine ilişkin bir dosya olduğunu, görüldüğü üzere davacının nafakanın kaldırılması için sürekli olarak dava açmayı alışkanlık hâline getirdiğini, müvekkilinin altı ay içerisinde sosyal-ekonomik durumunun birden iyileşmesinin günümüz şartları ve koşulları göz önüne alındığında olağandışı olduğunu, davacının hâlen çalıştığını, müvekkilinin asgari ücretle işe başlamasının onun ekonomik hayatında olağanüstü bir değişim oluşturmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; asgari ücret düzeyinde düzenli geliri ve sosyal güvencesi bulunan davalı yoksulluk nafakası alacaklısı kadının, davacı eski kocaya nispetle daha iyi ekonomik düzeye ve olanaklara sahip olduğunun toplanan deliller, özellikle davalı tanıklarının anlatımları ile sabit olduğu, bu durumda yoksulluk nafakasını devam ettirmek davacı-eski koca yönünden mevcut yoksulluk hâlini daha ziyade arttırmak, pekiştirmek gibi haksız ve ayrımcı sonucun doğmasına sebep olacağı, Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 176/3. maddesinde yazılı şartın gerçekleştiği, dolayısıyla yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmesinin en adil çözüm olarak değerlendirildiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı kadın vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece; dava tarihinden itibaren, asgari ücret düzeyinin üzerinde düzenli işi ve geliri bulunan davalıya bağlanan yoksulluk nafakasının, azaltılarak dahi olsa devamına karar verilmesinin, davacı kocayı yoksulluğa düşürüp, gerçek anlamda mağduriyetine neden olacağı, cezalandırma sonucunu doğuracağı konusunda tam bir vicdani kanaate varıldığı gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararı davalı kadın vekilince temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; asgari ücret seviyesinde maaş alan davalının yoksulluğunun ortan kalkıp kalmadığı, burada varılacak sonuca göre tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumlarına göre davalı yararına hükmedilen yoksulluk nafakasının kaldırılmasına mı yoksa indirilmesine mi karar verilmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramlar kısaca açıklanacak ve devamında nafaka alacaklısı davalının eldeki davada değişen mali durumu karşısında Özel Dairenin bu konudaki bozması değerlendirilecektir.

Öncelikle belirtilmelidir ki, yoksulluk nafakası, boşanma ile yoksulluğa düşecek olan eş için verilen bir nafaka türü olup, söz konusu bu nafaka boşanma davası kesinleştikten sonra işlemeye başlar.

Yoksulluk nafakası boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biri olup, 4721 sayılı TMK'nın 175. maddesinde:

“Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.

Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” şeklinde düzenlenmiştir.

Aynı Kanun'un “Tazminat ve nafakanın ödenmesi” başlıklı 176. maddesi ise;

“Maddi tazminat ve yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesine karar verilebilir. Manevi tazminatın irat biçiminde ödenmesine karar verilemez.

İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü hâlinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi hâlinde mahkeme kararıyla kaldırılır.

Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.

Hâkim, istem hâlinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.” hükmünü içermektedir.

TMK'nın 175. maddesinde geçen “yoksulluğa düşecek” kavramından ne anlaşılması gerektiği konusunda yasal bir tanımlama olmaması karşısında bu husus yargısal uygulamada kurallara bağlanmıştır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 tarihli ve 1998/2-656 E., 688 K.; 16.05.2007 tarihli ve 2007/2-275 E., 275 K.; 11.03.2009 tarihli ve 2009/2-73, 2009/118 K. sayılı kararlarında; “yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim” gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların “yoksul” kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir.

Bunun yanında, yoksulluk nafakası istenebilmesi için istemde bulunan tarafın boşanma yüzünden yoksulluğa düşme tehlikesiyle karşılaşmış bulunması şarttır. Başka bir ifadeyle, geçimini kendi mali kaynakları ve çalışma gücüyle sağlama imkânından yoksun olan taraf diğer koşulları da varsa yoksulluk nafakası talep edebilecektir.

Öte yandan, yoksulluğun ortadan kalkması hâlinde mahkemece nafakanın kaldırılmasına karar verilebileceği gibi, tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iradın artırılması veya azaltılmasına da karar verilebilir. Diğer bir anlatımla iradın arttırılması veya azaltılması için tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin bunu gerektirmesi aranmaktadır.

Yargıtayın yerleşik kararlarında “asgari ücret seviyesinde gelire sahip olunması” yoksulluk nafakasının bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu olarak kabul edilmemektedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.12.2001 tarihli ve 2001/2-1158 E., 1185 K; 01.08.2002 tarihli ve 2002/2-397 E., 339 K.; 28.02.2007 tarihli ve 2007/3-84 E., 95 K.; 16.05.2007 tarihli ve 2007/2-275E., 275 K.; 11.03.2009 tarihli ve 2009/2-73 E., 2009/118 K.; 13.05.2009 tarihli ve 2009/3-165 E., 2009/186 K.; 04.05.2011 tarihli ve 2011/2-155 E., 2011/278 K. sayılı kararları).

Hatta, asgari ücretin biraz üzerinde gelire sahip olunması dahi yoksulluk nafakasının bağlanmasını imkânsız kılmaz.

Ne var ki, asgari ücret seviyesinde veya biraz üzerinde gelir elde edilmesi yoksulluk nafakası bağlanmasına engel değilse de bu durumun nafaka miktarının tespitinde esas alınacağı da unutulmamalıdır.

Yoksulluk durumu günün ekonomik koşulları ile birlikte, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ve yaşam tarzları değerlendirilerek takdir edilmelidir.

Somut uyuşmazlığa gelince; boşanma davası sırasında yapılan tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına ilişkin belgeler incelendiğinde; davacı-karşı davalı kadının, hâlen çalışmadığı, bilinen aylık gelirinin olmadığı, oturduğu evin babasına ait olup kira ödemediği, bakmakla sorumlu olduğu kimsesinin bulunmadığı, lise mezunu olup 24 yaşında olduğu, eşinden ayrı olup çocuksuz olduğu; davalı-karşı davacı erkeğin, işsiz olduğu, herhangi bir gelirinin olmadığı, geçimini babasının sağladığı, babasına ait evde ikamet ettiği, kira ödemediği, bakmakla yükümlü olduğu herhangi bir kişi olmadığı, 34 yaşında olup lise mezunu olduğu tespit edilmiş, boşanma davasında yapılan yargılama sonucunda davalı kadın lehine 250,00TL yoksulluk nafakasına hükmedilmiştir.

Eldeki dosya yargılaması sırasında tarafların yapılan sosyal ve ekonomik durumlarına ilişkin belgeler incelendiğinde; davalı kadının anaokulunda öğretmen olduğu, bu işten aylık gelirinin 770,00TL yani asgari ücret olduğu, başkaca geliri olarak boşandığı eşinden aldığı aylık 250,00TL nafaka parası olduğu; davacı erkeğin ayakkabı imalat işleri yaptığı ve iş buldukça çalıştığı, sabit bir gelirinin olmadığı anlaşılmaktadır.

Her iki dosyada da tarafların mali ve sosyal durumlarına ilişkin araştırmalar sonucunda davacı kocanın durumunda bir değişiklik bulunmamakla birlikte nafaka alacaklısı davalı kadının boşanma davasından sonra işe girip asgari ücret düzeyinde gelire sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Davacı, eldeki davada kendisinin bir geliri olmadığını ancak davalı kadının işe girdiğini, nafakanın kaldırılması sebeplerinden birinin de yoksulluğun ortadan kalkması olduğunu, hükmedilen nafaka miktarı ile davalının çalışarak elde ettiği ücret miktarı toplamının davalıyı yoksulluktan kurtaracak düzeyde olduğunu belirterek nafakanın kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.

Gerçekten de nafaka takdirinde taraflar arasında sağlanan dengenin dava tarihi itibariyle önemli ölçüde bozulduğu görülmektedir. Özel Daire bozma kararının gerekçesi asgari ücretle çalışmanın yoksulluğu ortadan kaldırmadığı dolayısıyla davalının yoksulluğu ortadan kalkmadığından nafakada bir miktar indirime gidilmesi gerektiği yönündedir. Elbette az yukarda yer verilen Hukuk Genel Kurulu kararlarıyla da istikrarlı bir şekilde vurgulandığı gibi, günümüzün ekonomik ve sosyal koşullarında asgari ücretle bir işte çalışmanın yoksulluğu ortadan kaldıracağını söylemek mümkün olmadığından nafaka alacaklısı davalının yoksulluğunun ortadan kalkmadığının kabulü gerekecektir.

Hemen belirtilmelidir ki, irad biçiminde ödenmesine karar verilen nafakanın hangi hâllerde kaldırılacağı TMK'nın 176. maddesinin 3. fıkrasında sayılmıştır. Buna göre; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi hâllerinde nafaka, mahkeme kararıyla kaldırılabilecektir. Bu durumda, asgari ücret seviyesinde bir gelire sahip olan nafaka alacaklısı davalının yoksulluğunun ortadan kalkmadığı kabul edildiğinden TMK'nın 176/3. maddesi uyarınca nafakanın kaldırılması olanağının bulunmadığı açıktır.

Bu nedenle olayımızda nafaka yükümlüsü davacının mali gücünün önemli ölçüde eksilmiş olması hâli irdelenecek ve mevcut yasal düzenleme karşısında nafaka ödeyecek mali güce sahip olmamanın nafakanın kaldırılmasını olanaklı kılıp kılmayacağı hususu tartışılacaktır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında azınlıkta kalan Kurul üyelerince, TMK'nın 176. maddesinde maddi tazminat ve yoksulluk nafakasının ödenme biçiminin düzenlendiği, 176. maddenin 3. fıkrasında mahkeme kararıyla kaldırılacağı hükme bağlanan tazminat veya nafakanın hangi koşullarda kendiliğinden kalkacağı veya mahkeme kararıyla kaldırılacağının tahdidi olarak sayıldığı, 176. maddenin 4. fıkrasında ise mali durum değişikliğinin ancak arttırma ve indirme sebebi olarak düzenlendiği, nafakanın kaldırılması hâllerinin tahdidi olarak sayılıp, çerçevenin çizildiği bir noktada yasa koyucu gibi hareket serbestisinin söz konusu olamayacağı, dolayısıyla nafaka borçlusunun mali gücüne ilişkin değişikliklerde nafakanın kaldırılmasına yasanın imkân vermediği savunulmuştur.

O zaman burada Medeni Hukukun uygulanması, Kanunun sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanacağını düzenleyen TMK'nın 1. maddesi ele alınmalıdır.

Bilindiği üzere, kanunların uygulanması ifadesiyle kastedilen husus, genel ve soyut hukuk kurallarının, somut ve özel olaylara uygulanmasıdır. Bunun nasıl gerçekleşeceği TMK. m.1'de “Kanun sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.” ifadesiyle açıklanmıştır. Hükmün birinci fıkrası, yasallık ilkesi içinde kanunun nüfuz ettiği alanı açıklamakta iken ikinci fıkrası ise birinci fıkrayla bağlantılı olarak keyfilik yasağını düzenlemektedir. Ayrıca TMK m.1'in uygulama alanının sadece Türk Medeni Kanunu değil, tüm özel hukuk alanı olduğunu ve dahi kıyasen tüm kamu hukuku alanında da uygulama alanı bulduğunu söylemek gerekir.

Kanun hükmünün metni, sözü ve özüyle (ruhuyla) uygulanır. Kanunun özüyle uygulanması yorumlanması ile mümkündür. Kanunun sözü ile özü arasındaki ilişki birbirine zıt olmamalı birbirinden ayrılmaz bir bütünlük teşkil etmelidir. Hemen belirtilmelidir ki sözüyle ve özüyle uygulamada bir öncelik sonralık ilişkisi söz konusu değildir, hâkim her iki unsuru yani Kanunu hem özü hem de sözüyle birlikte olaya uygulayacak, sözü ile olaya uygun olan bir hükmün özüyle de olaya uygun olup olmadığını araştıracaktır. Öyleyse bir hüküm, ancak özü ile sözü uyum sağladığı durumlarda uygulanabilir niteliktedir (Antalya,G. / Topuz, M.: Medeni Hukuk, İstanbul 2018, s. 280, 281).

Kanunun sözü (lafzı), herhangi bir yoruma gidilmeksizin kanun hükmünün metninden çıkan anlamı ifade eder. Kanunun sözüyle uygulanması, dil elemanları ve araçlarından hareketle kanun metnini anlamlandırmaktan ibarettir. Kanunun sadece sözüyle uygulanması için o kanun hükmünün yoruma ihtiyaç duyulmayacak açıklıkta olması gerekir.

Diğer taraftan Kanunun sözünden çıkan anlam ile özünün uyuşmadığı durumlar olabileceği gibi kanun maddelerinin sadece sözüyle uygulanması çoğu zaman yeterli gelmeyebilir. Nitekim kanunun lâfzı her zaman somut olaya uygulanabilecek açıklıkta ve netlikte değildir. Bu tür durumlarda kanunun sözüne değil kanun koyucunun amacına aykırı hareket etmemek koşuluyla kanunun özünün ortaya çıkarılması gerekir. Kanunun özünü ortaya çıkaracak faaliyet ise onun yorumlanmasıdır, yorumlama ise objektif olmalı, kanun metninin sözünü dışlamamalı, kanun metnine bağlı olarak yapılmalıdır (Antalya/ Topuz, s. 283).

Hâkimin hem söz hem de öze göre kanunu uygulaması gerektiği 04.02.1959 tarihli ve 1957/14 E. 1959/6 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında, “...Kanun hükümlerinin, sadece kanunun lâfzına göre değil, fakat hem lâfzına hem de ruhuna göre tefsir edilmesi ve kanunun yalnız lâfzına dayanılarak hükümlerin konuluş maksatlarına aykırı neticelere varılmasına meydan bırakılmaması, bugünkü hukuk ilminin ve tatbikatının ana kaidelerindendir...” ifadeleriyle açıklanmışken, kanunun sözünden çıkan anlama göre uygulanmasının kanunun amacına aykırılık teşkil edeceği durumlarda ise ruhundan çıkan manaya göre hüküm verilmesi gerektiği ise 27.03.1957 tarihli ve 1957/1 E., 1957/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında, “... Kanun hükmünün manasını tayin etmekte ilk esas, metnin meydana geldiği sözlerden çıkan manadır ve ancak bu şekilde metne verilmesi gereken mana, hükmün kanuna konulmasıyla güdülen gayeye aykırı neticeler doğuracak olduğu takdirde, lâfızdan çıkan mana yerine, kanunun ruhundan çıkan manaya göre hüküm verilmesi gerekir ki, bu durum, Medeni Kanunun birinci maddesinde kabul edilen kanunun lâfziyle ve ruhiyle temas ettiği bütün meselelere tatbik olunacağı kaidesinin neticelerindendir...” şeklinde açıklanmıştır.

Bir hukuk kuralının hangi amaçla konulduğunu belirlemek, başka bir ifadeyle anlamını ortaya çıkarmak için yapılan düşünsel faaliyete yorum denir. Hukuk kuralı açık ve anlaşılır nitelikte değil, belirsiz ve çelişkili durumlara mahal veriyorsa kanunun özü ortaya çıkarılmalıdır. Bu da kanun hükmünün yorumlanması ile mümkündür. Bu kapsamda birçok yorum metodu bulunmaktadır ancak kanunun özünü ortaya çıkarmakla yükümlü olan hâkim tek bir yorum metoduna başvurmak yerine bütün yorum metodları ve araçlarından faydalanmalı hangi metod kanunun özünü daha iyi ortaya koyuyorsa onu tercih etmelidir. Yorum yapılırken öncelikle korunmak istenen menfaat dengesi tespit edilmeli ve kanunun tümüne hakim temel ilke ve kurallar dikkate alınmalıdır.

Hemen burada Roma Hukukundan beri kabul edilen ve kanunların amaçlarına uygun yorumlanması ilkesinden hareket eden “amaca dayalı yorum” metodundan bahsedilmelidir. Günümüzde hakim olan, Yargıtay ve İsviçre Federal Mahkemesince benimsenen bu metod ile “kanun hükmü” düzenlenen menfaatin değerlendirilmesine göre yorumlanır. Bu yorum metodunda kuralın konulduğu zamandaki amaç esas alınmaz, uygulandığı andaki ihtiyaçlara nasıl cevap vereceği araştırılır ve tespit edilir. Yorumlamada kanuna, toplumun zamanla birlikte değişen ihtiyaçlarını karşılamaya yarayacak bir anlam verilmeye çalışılır başka bir anlatımla kanunun amacı günümüzün ihtiyaçları ve somut olayın özellikleri değerlendirilerek tespit edilir, hükmün amacı ile korunması gereken menfaat birlikte değerlendirilerek yorum yapılır (Antalya/ Topuz, s. 292).

Yoksulluk nafakasının hangi koşullarda istenebileceği TMK'nın 175. maddesinde düzenlenmiştir. Bu düzenleme gereğince yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için, boşanmaya karar verilmiş olması, nafaka talep eden eşin boşanma yüzünden yoksulluğa düşmüş ya da düşecek olması ve diğer eşe nazaran daha az kusurlu veya eşit kusurlu bulunması ya da boşanmaya neden olan olaylarda tamamen kusursuz olması gerekir. Yoksulluğa düşmüş ya da düşecek olan taraf geçimi için diğer taraftan ancak “mali gücü oranında” nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün ise kusuru aranmaz.

Görüldüğü üzere, yoksulluk nafakasına hükmedilme koşullarını düzenleyen kanun koyucu diğer taraftan “mali gücü oranında” nafaka istenebileceği ifadesiyle, nafaka yükümlüsünün mali gücünün bulunmasını da bir koşul olarak öngörmüştür.

Kanun ilk olarak hükümde geçen kelimelerin sözüyle, sonra korunması gereken menfaate ilişkin değerlendirme ile ve amacına uygun olarak ruhuyla uygulanacaktır.

Kanun metnindeki “mali gücü oranında” ifadesi ile borçlunun ekonomik gücünün varlığına işaret edilmiştir. Bu durumda kanunun sözünden çıkan manadan, borçlunun mali gücünün bulunmaması durumunda nafakanın kaldırılmasına da hükmedilebilecektir. Yine buradan nafakanın kaldırılması, arttırılması ya da azaltılmasını hâllerine yer veren TMK'nın 176/3. ve 4. maddelerindeki sıralamaların, TMK'nın 175. maddesinde belirtilen ödeme gücü bulunanlar yönünden geçerli olduğu sonucuna varılmaktadır.

Diğer taraftan, yoksulluk nafakasının özünde ise, sosyal dayanışma ve ahlakî değerler yer almaktadır.

Madde metninden de anlaşıldığı üzere yoksulluk nafakası isteminde bulunan tarafın kusurunun daha ağır olmaması gerekmektedir. Ancak yoksulluk nafakası, boşanmadan sonra yoksulluğa düşecek olan tarafı koruma amacına yönelik olduğu içindir ki, boşanmış olan yoksul tarafa verilecek olan yoksulluk nafakası, hiçbir surette diğer tarafa yükletilen bir ceza veya tazminat niteliğinde olmayacaktır. Şayet böyle olsaydı, sadece boşanmada kusuru olan eşten istenebilmesi gerekirdi. Oysa ki, maddede açıkça belirtildiği gibi, kusursuz eş dahi yoksulluk nafakası ödemekle yükümlüdür. Yoksulluk nafakası, bir bakıma evlilik birliği devam ettiği sürece söz konusu olan karşılıklı bakım ve geçindirme ödevinin devam ettirilmesi anlamını taşımaktadır (Akıntürk, T./Ateş, D.: Aile Hukuku, C. 2, İstanbul 2019, s. 302).

Polatlı 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Aile Mahkemesi sıfatıyla) Anayasa Mahkemesine yaptığı iptal başvurusunda “4721 sayılı Türk Medenî Kanunu'nun 176. maddesinin üçüncü fıkrasının, nafaka alacaklısının yoksulluğunun ortadan kalkması halinde nafakanın kaldırılmasını düzenlemesine rağmen, tarafların mali durumlarının değişmesi hâlinde nafakanın artırılması ya da azaltılmasını düzenleyen aynı maddenin itiraz konusu dördüncü fıkrasının, nafaka borçlusunun ekonomik durumunun olumsuz yönde değişmesi halinde, nafakanın tamamen kaldırılmasına olanak tanımadığı gerekçesiyle Anayasa'nın 2. maddesine aykırı olduğunu” ileri sürerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 175/1 ve 176/4. maddelerinin iptalini istediği başvuru sonucunda Anayasa Mahkemesi 25.06.2009 tarihli ve 2005/ 56 E., 2009/94 K. sayılı kararı ile;

“...Evlilik birliğinde eşler arasında geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün, evlilik birliğinin sona ermesinden sonra da kısmen devamı niteliğinde olan yoksulluk nafakasının özünde, sosyal ve ahlâki düşünceler yer almaktadır. Nafaka talep edilen eşin kusursuz da olsa nafaka ödemekle yükümlü kılınması, yoksulluk nafakasının tazminat ya da cezadan farklı bir nitelik taşıdığını göstermektedir. Yoksulluk nafakasının amacı hiçbir zaman nafaka alacaklısını zenginleştirmek değildir.

Yoksulluk nafakasıyla, boşanma sonucunda yoksulluk içine düşen eşin asgari yaşam gereksinimlerinin karşılanması düşünülmüştür. Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için nafaka talep eden eşin boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek olmasının yanı sıra, nafaka talep edilen eşin de nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunması, diğer bir ifadeyle kendi kusurundan kaynaklanmamak koşuluyla yoksul olmaması gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında, yoksulluk nafakasının sosyal ve ahlâki düşüncelere dayanması özelliği, sadece nafaka talep eden tarafa nafaka verilmesinde değil, aynı zamanda nafaka talep edilen tarafın nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunması koşulunda da kendisini göstermektedir. Bu nedenle, nafaka borçlusunun kendi kusuru bulunmaksızın yoksulluğa düşmesi halinde, hâkim Yasa metninde açıkça belirtilmese dahi 4721 sayılı TMK'nın 1. maddesine göre yoksulluk nafakasının koşulları ve kabul ediliş amacını göz önünde bulundurarak, nafakanın 4721 sayılı TMK'nın 176. maddesinin dördüncü fıkrası gereğince tamamen kaldırılmasına da karar verebilecektir...” gerekçesiyle Anayasanın 2. maddesine aykırı görmediği iptal isteminin reddine karar vermiştir.

Öte yandan, Anayasa'nın 17. maddesine göre herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı vardır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesi uyarınca da özel yaşama saygı kapsamında kişinin fiziksel ve zihinsel bütünlük ve bireyin kendisini gerçekleştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkı bulunmaktadır. Bireyin ödeyeceği nafaka maddi ve manevi varlığını ortadan kaldırmamalıdır (Anayasa Mahkemesi, İbrahim Acar Başvurusu, Başvuru No: 2016/3140, Karar tarihi: 07.11.2019).

Gerçekten de TMK'nın 1. maddesi hâkime önüne gelen uyuşmazlığı adil bir şekilde çözmesi için oldukça önemli bir hareket serbestisi tanımaktadır. Hâkim önündeki sorunu kanun hükmünün sözüyle tam olarak çözemiyorsa, o zaman kanunun özüne yani konuluş amacına giderek karar verecektir. Yoksulluk nafakasını düzenleyen TMK'nın 175. maddesinin sözünde de özünde de nafaka borçlusunun mali gücünün varlığı yatmaktadır. Bu nedenle sadece tazminat ve nafakanın ödenme biçimini düzenleyen TMK'nın 176. maddesi değerlendirilerek sonuca ulaşmak kanunun sözünden ve özünden çıkan anlamla bağdaşmamaktadır.

Davacı tarafından daha önce İzmir 3. Aile Mahkemesinin 20.03.2013 tarihli ve 2012/7.3 E., 2013/2.6 K. sayılı kararı ile, davacı aleyhine İzmir 12. Aile Mahkemesinin 2010/1.97 E., 2011/9.9 K. sayılı dosyasında karar verilen yoksulluk nafakasının 28.11.2012 tarihinde kesinleştiği ve böylelikle dava tarihi itibariyle kesinleşmiş olan bir yoksulluk nafakası ve dolayısıyla davanın konusunun bulunmadığı anlaşıldığından davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verildiği ve bu kararın kesinleşmesinden kısa bir süre sonra eldeki davanın açıldığı görülmüştür.

Dinlenen davacı tanığı Kaya A. davacının boşandığından beri çalışmadığını, pepelediğini, boşanmayı sorun edip çalışamadığını, hiçbir geliri, malı ve mülkü bulunmadığını, davalı kadının ise anaokulunda öğretmen olarak çalıştığını; aynı zamanda davacı erkeğin kardeşi olan tanık Serkan Erden ise kardeşinin bunalıma girip çalışamadığını, asıl mesleği olan ayakkabı imalatı işini yapamadığını, iki yıldır işsiz olduğunu, ailenin yardımıyla geçindiğini, mahkemece bağlanan yoksulluk nafakasını bizzat kendisinin ödediğini, kardeşi davacının ödeyecek durumda olmadığını, davalı kadının ise anaokulunda öğretmen olarak çalıştığını beyan etmişlerdir.

Dinlenen davalı tanığı Gonca Ö. davacının ayakkabı imalat sanayinde işçi olarak çalıştığını bildiğini, aldığı ücreti ise bilmediğini, başkaca malı mülkü bulunmadığını, davalı kadının ise anaokulunda öğretmen olarak 1 yıldır çalıştığını, asgari ücret düzeyinde bir geliri olduğunu, bildiği kadarıyla davalı kadının geliri ve işinin davacı erkeğe göre daha düzenli, garantili ve daha fazla gelir sağlayan bir iş olduğunu, davacının düzenli çalışmaması nedeniyle nafakaları da düzenli ödemediğini davalı kadının anlatımlarından bildiğini; aynı zamanda davalı kadının kardeşi olan Dilek Ö. ise kardeşi davalı kadının anaokulunda öğretmen olarak çalıştığını, asgari ücret düzeyinde maaş aldığını, başkaca geliri olmadığını, buna karşılık davacı erkeğin düzenli çalışmadığını, ayakkabı imalat işçisi olarak çalıştığında aldığı parayı bilemediğini, kardeşi ile evliliklerinin de davacı erkeğin düzenli bir işi ve geliri olmamasından dolayı bozulduğunu beyan etmiştir.

Eldeki davada tanık beyanları ve tarafların sosyal ve ekonomik durumları dikkate alındığında davalı kadının asgari ücret aldığı, bir işe girip elde ettiği gelirin kendisini yoksulluktan kurtaracak düzeyde olmamakla birlikte, davacının nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunmadığı, boşanma nedeniyle bunalıma girip çalışamamasının davacı erkeğin kusurundan kaynaklanmadığı, tanık beyanına göre davacı erkeğin geliri bulunmadığından nafakanın ailesi tarafından ödendiği anlaşılmaktadır. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nin 31.12.1976 tarihli ve 1976/9370 E. - 13138 K. sayılı kararında da belirtildiği gibi hâkim, insana, tabiata, gerçeğe, olağana sırt çevirmeden ve katı kalıplar içinde sıkışıp kalmadan uyuşmazlığa insan kokusu taşıyan bir çözüm getirmek zorunluluğundadır. Tarafların eldeki davada tespit edilen mali durumlarından davacının çalışmadığı, geçiminin ailesi tarafından karşılandığı, davalının ise sigortalı bir işte çalıştığı ve asgari ücret seviyesinde gelirinin bulunduğu görülmektedir. Bu durumda da, nafakanın kaldırılması hakkaniyete, yoksulluk nafakasının temelinde yatan sosyal ve ahlaki fikre uygun düşecektir.

O hâlde, dava tarihinden itibaren asgari ücret düzeyinde düzenli işi ve geliri bulunan davalıya bağlanan yoksulluk nafakasının azaltılarak dahi olsa devamına karar verilmesinin, davacıyı yoksulluğa düşürüp gerçek anlamda mağduriyetine neden olacağı gerekçesiyle yoksulluk nafakasının kaldırılmasına hükmeden yerel mahkeme direnme kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, yoksulluk nafakasına hükmedilen boşanma davasında kocanın işsiz olduğu, geliri bulunmadığına dair kolluk araştırmasına göre de yoksulluk nafakasına hükmedildiği, bu davada ayakkabı imalatı işinde iş buldukça çalıştığı tespit edilen davacının yoksulluk nafakası yükümlülüğünün kaldırılmasının kesinleşmiş hükme ve hakkaniyete aykırı olacağı, ayrıca Anayasa Mahkemesi kararında kusuru olmaksızın yoksulluğa düşme hâlinden söz edildiği, boşanma davasından sonra boşanmadan etkilendiği ve pepelemeyi kendine sorun ederek çalışmadığı belirtilen davacı erkeğin kendini tedavi ettirmeyerek ihtiyariyle çalışmaması, istedikçe çalışması da kendi kusuruyla yoksulluğu doğurduğu, davacının elinde olmayan tedavisi mümkün bulunmayan nedenlerle çalışamaz olduğuna dair bir raporun da dosyaya sunulmadığı, asgari ücretin yoksulluğu ortadan kaldırmadığı ilke olarak kabul edildiğinden, davalı kadının asgari ücretle çalışsa bile yoksulluğun ortadan kalkmayacağı, sadece nafaka miktarının tayininde rol oynayacağı gözetilerek yoksulluk nafakasının kaldırılması yerine indirilmesi; davalı kadının yargılama sırasında evlendiği görülmekle yoksulluk nafakasının davalının evlenme tarihi olan 02.08.2014'e kadar indirilmesi gerektiği görüşleri ileri sürülmüş ise de, bu görüşler Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Hâl böyle olunca direnme kararının açıklanan nedenlerle onanmasına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440-NI/1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 14.11.2019 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Davacı vekili, İzmir 12. Aile Mahkemesinin 2010/1.97 E., 2011/9.9 sayılı kararı ile boşanmalarına, davalı yararına dava tarihinden itibaren aylık 250,00TL tedbir nafakasına ve kararın kesinleşmesinden itibaren de yoksulluk nafakası olarak devamına karar verildiğini, davalının 2011 yılından bu yana sigortalı olarak anaokulunda çalışmaya başladığını, davalının yoksulluğunun ortadan kalktığını, kendisinin ise hiçbir gelirinin bulunmadığını ileri sürerek, yoksulluk nafakasının kaldırılmasını talep ve dava etmiştir.

Davalı, boşanma kararının 28.11.2012 tarihinde kesinleşmesinden altı ay sonra bu davanın açıldığını, bozma kararının kesinleşmesinden sonra değişen herhangi bir durumun olmadığını, davanın kötü niyetli olduğunu bildirerek, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece TMK 176/3. maddesinde yazılı şartın gerçekleştiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hükmün davalı tarafından temyizi üzerine karar Yargıtay 3. Hukuk Dairesince 24.06.2014 gün 2014/3080 E., 2014/10290 sayılı kararı ile bozulmuş, mahkemece direnme kararı verilmiştir.

TMK 176. maddesine göre; “İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü hâlinde kendiliğinden kalkar; davalı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması yoksulluğun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi hâlinde mahkeme kararıyla kaldırılır.”.

TMK 176/4. maddesine göre; yoksulluğun ortadan kalkması hâlinde mahkemece nafakanın kaldırılabileceği gibi, tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iraden arttırılması veya azaltılmasına da karar verilebilir.

Yoksulluğun hukuksal kavramı, anılan yasa maddesinde tanımlanmamıştır. Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama, maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkına sahiptir (Anayasa 17/1,55 md.).

Şu hâlde, bu temel hakkın tabii sonucu yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanlar yoksul kabul edilmiştir (HGK 1982/2-656 E., 1988/688 K.).

Hukuk Genel Kurulunun yerleşik kararlarında “Asgari ücret seviyesinde gelire sahip olunması” yoksulluk nafakası bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu olarak kabul edilmemiştir (HGK 07.10.1988 gün 1988/2-656 E., 1998/688 K., 26.12.2001 gün 2001/2-1158 E.-1185 K. ve 01.05.2002 gün 2002/2-397 E.-339 K.).

Yoksulluk nafakasının dayandığı temel düşünce, esas itibariyle boşanan taraflardan birisinin boşanma sonucunda düşmüş olduğu yoksulluk hâlinin sosyal dayanışma, fikri ve ahlâksal değerler gereğince nispeten giderilmeye çalışılmasıdır.

Somut olayda davalı kadının çalıştığı anaokuluna pankart asması nedeniyle iş akdi feshedilmiştir. Bu nedenle kadının talebiyle boşanma kararı ile davalıya kararın kesinleşmesine kadar 250,00TL tedbir, kararın kesinleşmesinden itibaren de nafakanın yoksulluk nafakası olarak devamına karar verilmiş, karar davacı koca tarafından boşanma ve hükmedilen tazminat miktarı yönünden temyiz edilmiş, karar Yargıtay 2. Hukuk Dairesince onanarak 28.11.2012 tarihinde kesinleşmiştir.

Boşanma davası sırasındaki kolluk araştırmasına göre davacı işsiz olup, çalışmamaktadır. Bu davadaki kolluk araştırmasında ise ayakkabı imalathanesinde çalıştığı bildirilmiştir. Dinlenen tanıklarda davacının ayakkabı imalatçısı olduğunu, boşanmayı sorun edip bunalıma girip çalışmadığını açıklamışlardır.

Davalı ise mahkeme kararı ile hükmedilen yoksulluk nafakası ile geçinmesi günümüz koşullarında mümkün görülmediğinden anaokulunda asgari ücretle çalışmaya başlamıştır. Davalının nafaka dışında bir mal varlığı bulunmadığı gibi, daha sonra girdiği işte aldığı asgari ücret ise, günümüz ekonomik koşulları ve paranın alım gücü değerlendirildiğinde onu yoksulluktan kurtarmaz. Kaldı ki davalının elde ettiği iş ve gelir her an için sona erebilecek nitelikte olup, sabit ve güvenceli değildir.

Yoksulluk nafakasının kaldırılabilmesi için, nafaka alacaklısının çalışmakta olduğu işin sabit ve güvenceli olması gerekir. Her an için sona erebilecek nitelikte ise sabit ve güvenceli değildir. Her ne kadar tanıklar davacı kocanın çalışmadığını bildirmişlerse de; ayakkabı imalatçısı olması ve yaşı dikkate alındığında çalışmasına engel bir durumun kalıcı ve sürekli olduğu da kanıtlanmış değildir.

Bu nedenle toplanan delillere göre, davalının asgari ücretle iş bulduğu ve davacının da ayakkabı imalatçısı olup, çalışmasına engel bir durumun kalıcı ve sürekli olduğu da kanıtlanamadığı anlaşılmakla, yerleşmiş Yargıtay uygulamasına göre asgari ücretin yoksulluğu ortadan kaldırmadığı ilke olarak kabul edildiğinden, davalı asgari ücretle çalışsa bile yoksulluğun ortadan kalkmayacağı, sadece nafakanın miktarının tayininde rol oynayacağı gözetilerek, yoksulluk nafakasının kaldırılması yerine indirilmesi gerekir.

Yerel mahkemenin direnme kararı anılan nedenlerle bozulması uygun olduğundan sayın çoğunluğun direnme kararının onanması gerekçesine katılınmamıştır.

KARŞI OY

Dava, yoksulluk nafakasının kaldırılması talebine ilişkindir. Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık, asgari ücret seviyesinde maaş alan davalının yoksulluğunun ortadan kalkıp kalkmadığı, tarafların ekonomik ve sosyal durumuna göre, yoksulluk nafakasının kaldırılmasına mı indirilmesine mi karar verileceği noktasındadır.

Taraflar İzmir 12. Aile Mahkemesinin 2010/1.97 E. 2011/9.9 K. sayılı kararı ile eşit kusurları bulunduğu ve evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı gerekçeleriyle boşanmışlar, karar da 250TL aylık tedbir nafakasının hükmün kesinleşmesinden itibaren yoksulluk nafakası olarak devamına karar verilmiş, karar Yargıtay 2. Hukuk Dairesince onanmış ve 28.11.2012 tarihinde karar düzeltme istemlerinin reddi ile kesinleşmiştir. Henüz kesinleşmeden davacı tarafından yoksulluk nafakasının kaldırılması istemiyle 24.09.2012 de açılan davada İzmir 3. Aile Mahkemesinin 20.03.2013 tarihli 2012/7.3 E. 2013/2.6 K. sayılı kararı ile dava tarihinde yoksulluk nafakası kararı kesinleşmemiş olduğundan karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş, 23.05.2013 tarihinde kesinleşen bu karardan kısa süre sonra 28.05.2013 tarihinde eldeki dava açılmıştır. Boşanma davasında tarafların sosyal ekonomik durum araştırmasında davalı kadının çalışmadığı, geliri olmadığı, kira ödemediği davacı erkeğin işsiz olduğu, herhangi bir gelirinin olmadığı, kira ödemediği tespit edilmiş, bu dosyada davalının anaokulunda öğretmen olduğu, 770TL asgari ücret aldığı, kira ödemediği, davacının ayakkabı imalatı işi yaptığı, iş buldukça çalıştığı, sabit geliri olmadığı, kira ödemediği, davacının SGK kaydı olmadığı, davalının sigortalı çalıştığı tespit edilmiştir. Dinlenen taraf tanıklarının beyanlarından, davacının ayakkabı imalatçısı olup, boşandıktan sonra bunalıma girdiği, pepelediği, bunu sorun yapıp çalışamadığı, araştırma cevabıyla birlikte değerlendirildiğinde ara ara çalıştığı anlaşılmaktadır. TMK 176. maddesinde yoksulluk nafakasının kaldırılması ve indirilmesi nedenleri düzenlenmiştir. Maddenin 3. fıkrasında, nafaka alacaklısının yoksulluğunun ortadan kalkması da yoksulluk nafakasının kaldırılması nedeni olarak gösterilmiştir. Somut davada, davalının asgari ücretli işte sigortalı çalışıyor olması yoksulluk durumunu ortadan kaldırmamıştır. Bu şekilde çalışmanın yoksulluktan kurtarmadığı Yargıtay daire içtihatları ve HGK içtihatlarıyla benimsenmiştir. TMK 176/4. maddesinde, tarafların mali durumlarındaki değişikliğin veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerin nafakanın artırılması veya indirilmesi kararına neden olabileceği belirtilmiştir. Boşanma davasında davacı erkeğin işsiz olduğu ve geliri bulunmadığına dair kolluk araştırmasına rağmen çalışmayan ve geliri olmayan davalı kadına yoksulluk nafakasına hükmedilmiş, temyiz edilmiş, Yargıtay 2. Hukuk Dairesince karar düzeltme istemi de reddedilerek kesinleşmiş olan yoksulluk nafakasının bu davada erkeğin ayakkabı imalatında iş buldukça çalıştığı tespitine rağmen, kadını yoksulluktan kurtarmayan asgari ücretli-sigortalı çalıştığı gerekçesiyle kaldırılması yasaya uygun değildir. Anayasa Mahkemesine, TMK 176/4. maddesinin Anayasa'ya aykırılığı iddiasıyla açılan iptal davasının 25.06.2009 tarihinde reddine karar verilmiş, gerekçesinde kusuru olmaksızın yoksulluğa düşen nafaka yükümlüsünün yoksulluğa düşme hâlinin TMK 1 ve 4. maddelerince değerlendirilerek yoksulluk nafakasının kaldırılması olanaklı olduğu belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesinin kararı da somut olayda değerlendirildiğinde, yine nafakanın kaldırılması mümkün olmayacaktır. Biraz önce belirtildiği gibi, yoksulluk nafakasının hükmedildiği boşanma davasında kocanın işsiz olduğu, geliri bulunmadığına dair kolluk araştırmasına göre de yoksulluk nafakasına hükmedilmiş, bu davada ayakkabı imalatı işinde iş buldukça çalıştığı tespit edilen davacının yoksulluk nafakası yükümlülüğünün kaldırılması, kesinleşmiş hükme ve hakkaniyete aykırı olacaktır. Ayrıca, Anayasa Mahkemesi kararında kusuru olmaksızın yoksulluğa düşme hâlinden söz edilmiştir. Boşanma davasından sonra boşanmadan etkilendiği ve pepelemeyi kendine sorun ederek çalışamadığı belirtilen davacı erkeğin kendini tedavi ettirmeyerek ihtiyariyle çalışmaması, istedikçe çalışması da kendi kusuruyla yoksulluğu doğurmaktadır ki elinde olmayan tedavisi mümkün olmayan nedenlerle çalışamaz olduğuna dair bir rapor da dosyaya sunulmamıştır.

Tüm bu nedenlerle ve Özel Dairenin bozma ilamında belirtildiği gibi, yoksulluk nafakasının davalının evlenme tarihi 02.08.2014'e kadar indirilmesi görüşünde olduğumdan, kaldırılmasına ve hükmün onanmasına dair sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.

KARARI YAZDIR


Aşağıdaki arama terimleri ile ilgili kararlara etiketlere tıklayarak ulaşabilirsiniz :
yoksulluk nafaka kaldırılma tazminat ödenme biçimi asgari ücret tanık ekonomik gücü kusur
Bu kararı Favorilerinize Eklemek için giriş yapın veya üye olun

Bu kategorideki diğer İçtihatlardan bazıları