I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru trafikten men edilen araçlar yönünden yedieminlik ücretinin ödenmemesi sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 4/8/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Ulaşım Koordinasyon Merkezince (UKOME) verilen izin doğrultusunda 2004 yılından beri Samsun'da otopark işletmektedir. Samsun Emniyet Müdürlüğü trafikten men edilen veya edilmesi gereken, trafik kazalarında hareket kabiliyetlerini kaybeden ya da sürücüsüne teslim edilemeyen araçları 2005 yılından itibaren başvurucunun otoparkında muhafaza etmiştir. Bu araçların otoparka çekme hizmeti de başvurucu tarafından yapılmıştır.
9. Başvurucu otoparkta muhafaza edilen bu araçlar için İçişleri Bakanlığı aleyhine 15/11/2010 tarihinde Ankara 3. Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) alacak davası açmıştır. Davalı idare ise cevap dilekçesinde, otopark ücretinin ilgili araç sahiplerince ödenmesi gerektiğini savunmuştur.
10. Mahkemenin istinabe talebi doğrultusunda mahallinde 3/12/2011 tarihinde keşif yapılmış, yapılan keşfe katılan makine mühendisi, emlakçı ve hukukçu bilirkişilerden oluşturulan heyet bilirkişi raporu düzenlemiştir. Bilirkişi kurulunun 4/1/2012 tarihli raporunda;
i. Keşif sırasında 76 adet otomobil ve kamyonet, 6 adet kamyon ve 1 adet traktörün otoparkta bulunduğu, otopark alanına diğer kamu kuruluşları yanında davalı idare personelinin de araç bıraktığı belirtilmiştir.
ii. Taraflar arasında yazılı olmamakla birlikte vedia (saklama) sözleşmesinin kurulmuş olduğu, otopark veya garaj işletilmesi durumunda ücretin kararlaştırılmasının önemli olmadığı, bu gibi işler birer mesleki faaliyet teşkil ettiğinden aksi belirtilmedikçe garaja araç kabul edilmesinin mutad bir ücrete tabi olması gerektiği ifade edilmiştir.
iii. Davaya konu edilen araçların hangilerinin satıldığının ve başvurucuya bir ödeme yapılıp yapılmadığının araştırılmasından sonra başvurucunun yedinde bulunan araçlar için resmî tarifeye göre ücretin belirlenmesi gerektiği, başvurucunun da kendi üzerine düşen bazı yükümlülükleri yerine getirmemesi sebebiyle takdir edilen ücrette hakkaniyet indirimi yapılmasının uygun olacağı açıklanmıştır.
11. Mahkeme bu defa mali müşavir ve hukukçu öğretim üyesi iki kişiden oluşturulan bir heyete bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi kurulunun 20/12/2012 tarihli raporunda;
i. Taraflar arasındaki uyuşmazlığın bir özel hukuk sözleşmesi olan saklama (ardiye) sözleşmesinden kaynaklandığı, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 5/6/1967 tarihli ve E.1966/13, K.1967/4 sayılı kararına göre saklama sözleşmesinin kurulmasıyla ücret alacağının doğduğu, ancak saklama konusu şeyin teslim edilmesi durumunda bu alacağın muacceliyet kazandığı belirtilmiştir.
ii. Saklama sözleşmesine ilişkin Yargıtay kararlarına da değinilerek, ücretin resmî otopark tarifelerine göre belirlenemediği durumlarda özel otopark işletmeciliği yapan tacirler arasındaki teamül ve ücret ortalamalarının gözönünde bulundurulması suretiyle başvurucunun isteyebileceği ücretin belirlenebileceği ifade edilmiştir.
iii. Sonuç olarak başvurucu tarafından davaya konu araçların her birinin otoparka çekilmesi ve otoparkta saklanması hizmetlerinin verildiği, doğmuş olan ücret alacağının muaccel hâle geldiği, başvurucu tarafından 2011 yılında Samsun Emniyet Müdürlüğüne noter aracılığıyla verilen Otopark İşletme Taahhütnamesi'nin 20. maddesine göre tarifeye göre belirlenecek ücret aracın satışa esas değeri üzerinden hesaplanacağından bu araçların piyasa değerinin araç çekme, otopark ve galericilik alanında uzman kişilerce belirlenmesi gerektiği açıklanmıştır.
12. Mahkeme 28/2/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Dava, davalı yanca davacıya tevdii edildiği iddia olunan araçların muhafaza ve naklinden kaynaklanan alacağın tahsiline yöneliktir.
...
Davalı tarafından teslim edildiği iddia olunan araçlar için alacak talebinde bulunup bulunmayacağı, uyuşmazlığın temelini oluşturmakta olup, yanlar arasında araçların çekme ve saklanmasına yönelik herhangi bir sözleşme bulunmamaktadır. Bununla beraber davalının el koyduğu bazı araçlar davacıya muhafaza için tevdii edildiği ve herhangi bir ücret ödenmediği tartışma konusu olmayıp, bu hali ile yanlar arasındaki hukuki ilişki 818 sayılı BK'nun 463 ve devamı maddelerinde düzenlenen vedia akdi mahiyetindedir. Uyuşmazlıkta uygulanması gerekli 6762 sayılı TTK'nun 22. maddesi uyarınca tacir olan veya olmayan bir kimseye ticari işletmesi ile ilgili bir iş veya hizmet görmüş olan tacir uygun bir ücret isteyebilir ise de, yukarıda belirtilen vedia aktine yönelik sözleşmelerde ise saklayan kendisine emanet edilen taşınır bir malı kabul ve onu güvenilir, aynı şekilde korunur bir yerde saklamayı taahhüt eder. Ücret şart koşulmamışsa ve durumun özellikleri ücret alınmasını gerektirmiyorsa saklayan ücret isteyemez. Davacı ile davalı arasında teslim edilen araçlar ile ilgili ücret ödeneceğine yönelik herhangi bir anlaşma bulunmamaktadır.
Samsun Ticaret Mahkemesine sunulan rapor ekinde otoparkta bulunan araçlar plaka olarak listelenmiş, delil olarak sunulan 'Özel araç çekme tutanağı' başlıklı belgede ise çekilen aracı teslim alanın imzası vardır. Tutanaklarda genellikle men edilen, haczedilen, hırsızlık olan, kaza yapan araçların yakalanarak teslim edildiği yazılıdır. Dosyaya sunulan diğer deliller göz önünde bulundurulduğunda davacının davalı idarenin bu husustaki mevzuatı çerçevesinde araçların muhafazasını kabul ettiğini anlamak gerekir. Mevzuata göre ise davacı alacağı aracı gerçek sahibine iadesi esnasında veya satışı sonrasında muaccel hale gelmekte olup, çekme ücreti ile otopark ücretini araç malikinden veya hacizi aracın icrada satım yapılmışsa satım bedelinden hak edilen ücreti tahsil etmesi gerekir.
Toplanan delillere davalı tarafından otopark işletmeciliği yapan davacıya yakalamalı, hacizli, trafikten men edilmiş araçları çekme ve muhafaza işlemleri yaptırılmış ise de, bu işe yönelik taraflar arasında yazılı sözleşme yapılmadığı, herhangi bir ücret öngörülmediği, durumun özelliklerine göre de ücret alınmasının gerekmediği, yukarıda belirtilen ve 818 sayılı BK'nun 463 ve devamı maddelerinde düzenlenen vedia hükümlerine göre davacının ücret talep edemeyeceği kanaatine varılarak açılan davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur."
13. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Yargıtay 13. Hukuk Dairesince 4/6/2015 tarihinde onanmıştır.
14. Nihai karar 28/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 4/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
16. Uyuşmazlık tarihi itibarıyla yürürlükte olan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 463. maddesi şöyledir:
“İda, bir akittir ki onunla müstevdi, müdi tarafından verilen şeyi kabul ve onu emin bir mahalde hıfzetmeği deruhte eder.
Ücret şartedilmedikçe veya hal, müstevdiin ücrete intizarını icabetmedikçe müstevdi ücret istiyemez.”
17. 818 sayılı mülga Kanun'un 482. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Otelci, Hancı ve umumi ahırlar ve garajlar idaresi sahipleri nezdlerine getirilen veya ahırlarına veya garajlarına konulan eşya üzerinde otel veya hıfz masraflarından mütevellit alacaklarını temin için, hapis hakkına maliktirler."
18. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 561. maddesi şöyledir:
"Saklama sözleşmesi, saklayanın, saklatanın kendisine bıraktığı bir taşınırı güvenli bir yerde koruma altına almayı üstlendiği sözleşmedir.
Açıkça öngörüldüğü veya durum ve koşullar gerektirdiği takdirde, saklayan ücret isteyebilir."
19. 6098 sayılı Kanun'un 580. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"İşletenler, kendilerine bırakılan veya konaklama yerlerine, garaj, otopark ve benzeri yerlere konulan eşya veya hayvanlar üzerinde, ücretlerini veya saklama giderlerinden doğan alacaklarını güvenceye almak için hapis hakkına sahiptirler."
20. Uyuşmazlık tarihi itibarıyla yürürlükte olan 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu'nun 22. maddesi şöyledir:
"Tacir olan veya olmıyan bir kimseye, ticari işletmesiyle ilgili bir iş veya hizmet görmüş olan tacir, münasip bir ücret isteyebilir. Bundan başka, verdiği avanslar veya yaptığı masraflar için ödeme tarihinden itibaren faize de hak kazanır."
B. Uluslararası Hukuk
21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
22. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Nurmiyeva/Rusya (B. No: 57273/13, 27/11/2018) kararında, kamu görevlilerinin zarara yol açtığı otoparkın başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında olduğunu kabul etmiş ve tazminat ödenmesi yönündeki meşru beklentiye rağmen başvurucunun zararının giderilmemesinin mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna varmıştır (Nurmiyeva/Rusya, §§ 31-41).
23. Vira Dovzhenko/Ukrayna (B. No: 26646/07, 15/1/2019) kararında ise kamu makamlarından satın alınan bir taşınmazın üçüncü bir kişiye kiralanması üzerine başvurucu tarafından bir süre kullanılamaması nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni bir dayanağının olmadığı açıklanmıştır (Vira Dovzhenko/Ukrayna, §§ 35-43).
24. AİHM ayrıca usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meseleler yanında taraflardan birinin devlet olması durumunda da geçerli olduğunu belirtmiştir (Plechanow/Polonya, B. No: 22279/04, 7/7/2009, § 100). Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçeye sahip olması gerektiğine değinen AİHM'e göre bu zorunluluk davacının her iddiasına ayrıntılı cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerekmektedir (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34764/05..., 1/2/2011, § 54).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 8/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu on yıldan uzun bir süre boyunca elde tutulan yüzlerce araç için, üstlenilen cezai ve hukuki sorumluluğa rağmen herhangi bir bedel ödenmemesinin adil olmadığını ve aşırı bir külfete yol açtığını belirterek dava tarihinde yürürlükte olan 6762 sayılı Kanun'un 22. maddesine göre otopark ücreti alacağı yönünden meşru bir beklentiye sahip olduğu hâlde bunun gözardı edildiğinden yakınmıştır. Başvurucu ayrıca otoparkı bir mesleki faaliyetin icrası kapsamında işlettiğini ve otoparkta yıllardır satışı yapılmamış ve maliklerine de iade edilmemiş yüzlerce araç bulunduğunu ifade etmiştir. Başvurucuya göre lehe olan bilirkişi raporlarına itibar edilmemiş ve yetersiz bir gerekçe ile dava reddedilmiştir. Başvurucu yaptığı işin karşılığı olarak makul bir sürede makul bir ücretin ödenmesi gerektiğini belirterek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
27. İddianın değerlendirilmesinde esas alınacak Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de yukarıda belirtilen şikâyetinin ilgili olduğu mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkün Varlığı
30. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20).
31. Somut olayda uyuşmazlığa konu otoparkın başvurucu tarafından işletildiği tartışma konusu değildir. Ekonomik bir değerinin olduğu kuşkusuz olan bu otoparkın işletilmesinin başvurucu yönünden Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülk teşkil ettiği ortadadır.
b. Müdahalenin Varlığı ve Türü
32. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, onun üzerinde tasarruf etme ve ürünlerinden yararlanma imkânı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).
33. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).
34. Başvuru konusu olayda Samsun Emniyet Müdürlüğünce çeşitli gerekçelerle yakalanan araçlar 2005 yılından itibaren başvurucunun işlettiği otoparkta muhafaza edilmiştir. Bu araçların söz konusu otoparkta muhafaza edilmesinin başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur. Söz konusu müdahaleyle mülkten yoksun bırakılma sonucu doğmadığı gibi müdahalenin mülkiyetin kamu yararına kontrolü veya düzenlenmesi gibi bir amacı da bulunmamaktadır. Bu sebeple başvurunun mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesine ilişkin genel kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.
c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
35. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
36. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
i. Kanunilik
37. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).
38. Derece mahkemelerince müdahalenin dayanağı olarak olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan 818 sayılı mülga Kanun'un saklama sözleşmesine ilişkin 463. maddesi gerekçe gösterilmiştir. Bu maddede sözleşmede ücret öngörülmedikçe ve durumun ücret alınmasını gerektirmemesi hâlinde saklayanın ücret isteyemeyeceği düzenlenmiştir. Bununla birlikte başvurucu tacir olduğunu ve 6762 sayılı mülga Kanun'un 22. maddesine göre ücret isteyebileceğini öne sürmüştür. Derece mahkemelerinin kararlarında olaydaki durumun, ücret istenmemesini neden haklı gösterdiği ise açıklanmamıştır. Ayrıca saklama sözleşmesine ilişkin hükümler yanında otopark işletenler bakımından değerlendirilmesi gereken başka kanun hükümlerinin de mevcut olduğu görülmektedir.
39. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamında hukuk kurallarının yorumlanması ile ilgili görevi yalnızca açık keyfîlik veya bariz takdir hatası içeren kararlar ile sınırlıdır. Buna göre Anayasa Mahkemesi hukuk kurallarının nasıl yorumlandığından ziyade söz konusu yorumun mülkiyet hakkı yönünden sonuçlarını değerlendirmekle yükümlüdür. Bu sebeple somut olayda derece mahkemelerinin söz konusu kurallara ilişkin yorumlarının mülkiyet hakkına etkileri ölçülülük bağlamında değerlendirilerek sonuca varılacaktır.
ii. Meşru Amaç
40. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılmasına imkân verdiğinden, bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).
41. Haciz veya başka gerekçelerle fiilen el konulması gereken araçların muhafazasında kamu yararına dayalı meşru bir amacın bulunduğu değerlendirilmiştir.
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
42. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı değerlendirilmelidir.
43. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
44. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin orantılılığı değerlendirilirken bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemi, diğer taraftan da müdahalenin niteliği ile başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışları gözönünde bulundurularak başvurucuya yüklenen külfet dikkate alınacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60; Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, § 71).
45. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 71).
46. Anayasa'nın 11. maddesi uyarınca Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Buna göre kamu gücü kullanan makamların her türlü iş ve işlemlerinde öncelikle Anayasa hükümlerini gözetmeleri zorunludur. Bu bağlamda bireysel başvurunun ikincilliği ilkesi Anayasa Mahkemesinin ilk elden, yani doğrudan inceleme yapmamasını ifade ettiği gibi idari ve yargısal makamların da önlerindeki meseleleri ve uyuşmazlıkları öncelikle Anayasa'ya uygun biçimde sonuca bağlamaları yönünde birincil derecede sorumlu olduklarını göstermektedir.
47. Mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunması bakımından yapılan müdahalelere karşı usulî güvenceler sunan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturulması devletin yükümlülüklerinden biridir. Oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların uyuşmazlıkların çözümünde etkili ve adil bir karar verilmesini temin etme sorumlulukları bulunmaktadır. Bu doğrultuda özellikle temel kanunlarda öngörülen dürüstlük ve iyi niyet kuralları, hakkın kötüye kullanılması yasağı gibi genel ilkeler ile bazı hâllerde olayın özelliklerine ve durumun gereklerine göre hâkime takdir yetkisi tanınması, uyuşmazlıkların çözümünde Anayasa'ya uygun yorum imkânı tanıyan söz konusu etkili hukuksal korumanın bir gereği olarak görülmelidir. Dolayısıyla ister özel kişiler arası isterse de taraflardan birinin kamu gücü olduğu uyuşmazlıklar olsun her durumda hâkimin hukuk kurallarını Anayasa'ya uygun bir biçimde yorumlaması ve yargı yetkisinin kullanımı çerçevesinde özellikle Anayasa ile güvence altına alınan temel hak ve hürriyetlerin korunmasını gözetmesi beklenmektedir.
48. Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk tarafların bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
49. Somut olayda müdahalenin kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olduğu açıktır. Olayın koşulları müdahalenin gerekliliğini sorgulamayı da gerektirmemektedir. Dolayısıyla müdahalenin orantılı olup olmadığı belirlenerek sonuca varılacaktır.
50. Somut olayda tacir olan başvurucunun işlettiği otoparkta 2005 yılından itibaren idarenin gözetimi ve sorumluluğu altındaki araçları muhafaza ettiği açıkça belirlidir. Söz konusu araçları otoparka çekme ve saklama yükümlülüğünü üstlenen başvurucu bunun karşılığında ücret talep etmiştir. Ancak başvurucunun açtığı dava derece mahkemelerince, saklama sözleşmesine ilişkin 818 sayılı mülga Kanun'un 463. maddesinin ikinci fıkrasına göre davalı idareden ücret talep edemeyeceği gerekçe gösterilerek reddedilmiştir.
51. Bununla birlikte yukarıda da değinildiği üzere anılan kanun maddesinde saklama sözleşmelerinde her durumda ücret istenemeyeceği yönünde bir düzenleme mevcut olmayıp durumun gereklerine göre ücret de istenebileceği belirtilmiştir. Başvurucunun ticari faaliyeti çerçevesinde otopark işlettiği olayda durumun ne şekilde ücret istenmesini gerektirmediği derece mahkemelerinin kararlarında açıklanmamış, başvurucunun bu yöndeki yargılama sırasında dile getirdiği uyuşmazlığın sonucuna etkili iddia ve itirazları karşılanmamıştır. Bunun yanında başvurucunun 6762 sayılı mülga Kanun'un 22. maddesine göre tacirlerin ücret talep edebilecekleri yönündeki iddiası bakımından da bir değerlendirme yapılmadığı görülmüştür.
52. İdarenin talebi üzerine söz konusu araçları otoparkında muhafaza etmesinin başvurucu yönünden önemli bir külfete yol açtığı kuşkusuzdur. Başvurucu böylelikle belirli bir süre boyunca ticari faaliyeti kapsamındaki otoparkından -en azından kısmen- dilediği gibi yararlanamamıştır. Otopark işleten başvurucu, idarenin talep ettiği araçları muhafaza etmesi sebebiyle otoparkının bir kısmı bakımından başka kişilerle hukuki ilişkide bulunamamıştır. Başvurucunun üstlendiği bu külfetin karşılığında ücret ödenemeyeceğini öngörebilmesi ise bazı durumlarda ücret talep edilebileceğini belirten söz konusu kanun hükümleri dikkate alındığında mümkün görülmemiştir.
53. Diğer taraftan derece mahkemelerince başvurucunun çekme ücreti ile otopark ücretini araç malikinden veya haciz sonrası satış bedelinden tahsil edebileceği belirtilmişse de, somut olayda araçların muhafazasını talep edenin idare olduğu dikkate alınmalıdır. Diğer bir deyişle fiilen el konulan aracın malikleri ve diğer sorumluları ile idare arasında bir hukuki ilişki söz konusu olup derece mahkemelerinin kabulüne göre saklama sözleşmesi başvurucu ile idare arasındadır. Dolayısıyla başvurucunun aralarında doğrudan hukuki bir ilişki bulunmayan üçüncü kişilerle muhatap kılınması yüklenen külfeti hafifletmediği gibi derece mahkemeleri bu yöndeki değerlendirmenin herhangi bir hukuki dayanağını da göstermemişlerdir. Bu çerçevede icra süreci veya diğer ilgili idari ya da adli süreçlerin yönetimi, gözetimi ve denetimi ile sorumlu kamu makamlarının kendi sorumluluğu altındaki bir külfeti başvurucuya yükletmesi müdahaleyi orantısız kılar.
54. Sonuç olarak idare tarafından fiilen el konulan araçların başvurucunun otoparkında muhafaza edilmesine rağmen ücret ödenmesine gerek olmadığı yönündeki derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli bir gerekçe bulunmamaktadır. İlk derece mahkemesince yalnızca ilgili kanun hükmü tekrar edilerek durumun ücreti gerektirmediği belirtilmiş, ancak niçin ücret ödenmesine gerek olmadığı açıklanmamıştır. Başvurucunun konuya ilişkin iddia ve itirazları da yukarıda değinildiği üzere karşılanmamıştır. Bu hükmü onayan Yargıtay kararında da ayrı bir gerekçe gösterilmemiştir. Dolayısıyla somut olay bağlamında mülkiyet hakkının usulî güvencelerinin yerine getirilmediği ve derece mahkemelerinin yorumlarının mülkiyet hakkının korunmasının gerekliliklerine uygun düşmediği kanaatine varılmıştır. Buna göre başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile müdahalenin kamu yararı amacı arasında olması gereken adil denge başvurucu aleyhine bozulmuş olup müdahale ölçüsüzdür.
55. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
56. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
57. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 55).
58. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
59. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).
60. Buna göre; Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir, derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).
61. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
62. İncelenen başvuruda, idare tarafından fiilen el konulan araçların başvurucunun otoparkında muhafaza edilmesine rağmen ücret ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin idari bir eylemden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
63. Ancak söz konusu idari eylemin sonuçlarının giderilmesi bakımından etkili bir yargı yolu mevcut olup başvurucu da bu yolu tükettikten sonra bireysel başvuruda bulunmuştur. Dolayısıyla mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 3. Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
64. Yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi yeterli bir giderim oluşturduğundan başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
65. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.226,90 TL tutarındaki yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 3. Asliye Ticaret Mahkemesine (E.2010/700, K.2013/88) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 226,90 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.226,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
KARARI YAZDIR