"…Davacı vekili, davalı ile vekil edenin 2000 yılında evlendiklerini, evlilik birliği içerisinde edinilen 2759 ada 7 parsel üzerindeki 2 nolu bağımsız bölümün tamamının vekil edenin gelir ve birikimleriyle satın alındığını, bankada parasal işlemler yapılırken nüfus cüzdanını orada unuttuğundan taşınmazın tapuda eşi adına tescil edildiğini açıklayarak öncelikle tapu kaydının iptali ile adına tesciline, bunun mümkün bulunmaması halinde fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak üzere belirlenecek alacağının dava tarihinden geçerli yasal faiziyle birlikte davalılardan alınmasına karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili, dava konusu evin vekil edenine ait yüklü miktardaki ziynetlerin satılması ve annesinin maddi yardımı ile alındığını, davacının katkısı bulunmadığını açıklayarak davanın reddine savunmuştur.
Mahkemece, dava konusu taşınmazın tüm bedelinin davacı eş tarafından verildiğinden duygusal saikle davalı eş adına tescil edilmesinin bağış niteliğinde olduğu, gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Taraflar, 06.08.2000 tarihinde evlenmişler, 04.05.2009 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 13.02.2012 tarihinde kesinleşmesiyle, mal rejimi sona ermiştir (TMK.nun 225/2.m.). Sözleşmeyle başka mal rejimi seçilmediğinden, eşler arasında 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı (TKM.nin 170.m.), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği boşanma davasının açıldığı tarihe kadar ise, yasal edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (TMK.nun 202, 4722 s.Y.nın 10.m.).
Dava konusu 2759 ada 7 parselde kayıtlı 2 nolu bağımsız bölüm satış suretiyle 20.2.2007 tarihinde edinilerek davalı eş adına tapuya tescil edilmiştir.
Davacı, evlilik birliği içerisinde edinilen taşınmaza katkısını ileri sürerek katkısı oranında öncelikle dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tesciline istemiştir. Dava konusu taşınmaz evlilik birliği içerisinde yasal edinilmiş mallara katılma rejimi döneminde edinilmiş olup TMK.nun 706 (MK. 634 md) maddesi gereğince düzenlenmiş mülkiyetin aktarımı ile ilgili resmi bir sözleşme bulunmamaktadır. Bu durumda; 7.10.1953 tarih 8/7 sayılı İBK uyarınca taşınmazın alımına katkıda bulunduğunu iddia eden davacı, bu katkısına dayanarak ayın(mülkiyet) talep edemez. Mahkemece tapu iptali ile tescil isteğine ilişkin bir karar verilmemiş ise de, hüküm redde ilişkin olup bu istek bakımından sonucu itibariyle doğru görülmüştür.
Davacı vekili, taşınmazın müvekkilinin gelir ve birikimleriyle satın alındığını, ayrıca babasından miras kalan 9388 ada 37 parselde kayıtlı 24 nolu bağımsız bölümün satışından elde edilen paranın, sonraki yıllarda uygun fiyatlı taşınmazlar alıp satmak suretiyle değerlendirilerek bu biçimde elde edilen paranın da dava konusu taşınmazın alımında kullanıldığını, taşınmazın tapuda devir işlemlerinin yapıldığı sırada kimlik belgesinin bankada unutulması sebebiyle, tüm bedelini müvekkilinin karşıladığı bu taşınmazın davalı eş adına tescilinin sağlandığını açıklamıştır. Gerek dava dilekçesinde gerekse yargılama sırasında davacı tarafından sunulan dilekçelerde bağışı çağrıştıracak başka bir kavram, kelime veya söze rastlanılmamıştır. Evlilik birliğinin taraflara yüklediği karşılıklı güven ve sadakat, gerek örf ve adet, aile bütünlüğü kavramı ve gerekse olağan yaşam koşulları gereği eşin birinin diğerine para intikal ettirmek suretiyle mal edinilmeleri mümkündür. Bunda bağış iradesi ve kastının olduğu sonucuna varmak oldukça güçtür. Dava dilekçesindeki açıklamalara göre, Dairemiz ve Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamasına göre tek başına davacının gizli bağış iradesinin ortaya konduğunu göstermez.
Dava dilekçesinde iddianın ileri sürülüş biçimi, taşınmazın edinildiği tarih, dosya kapsamı ...m.33 (HUMK.nun 76). maddesi karşısında davacının, taraflar arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde alınan taşınmazla ilgili değer artış payı ve katılma alacağı isteğinde bulunduğu anlaşılmaktadır (TMK. m 227, 231).
Dava konusu taşınmazın edinilmesine davacının evlenmeden evvel sahip olduğu kişisel malı niteliğindeki (TMK.nun 220.md) 9388 ada 37 parselde kayıtlı 24 nolu taşınmazın 7.5.2002 tarihinde satışından elde edilen paranın değerlendirilmesi amacıyla, sonraki tarihlerde başkaca taşınmazlar alınıp satıldığı, en son 14.3.2006 tarihinde satın alınan 6135 ada 8 parselde kayıtlı 1 nolu bağımsız bölümün 20.2.2007 tarihinde satıldığı, satış bedelinin yine aynı tarihte (20.2.2007 ) edinilen dava konusu taşınmazın edinilmesinde kullanıldığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Şu halde davacının kişisel mal grubundan davalının edinilmiş mal grubuna katkı yapılmış olduğundan, bu katkının yöntemine uygun bir biçimde belirlenmesi gerekmektedir. Davacının kişisel malı olan 37 parselde kayıtlı 24 numaralı taşınmazının satıldığı tarihte, taraflar arasında yasal edinilmiş mallara katılma rejimi geçerli bulunmaktadır. Diğer bir anlatımla taşınmazın satım bedeli edinilmiş mallara katılma rejimine davacı kocanın kişisel malı olarak girmiştir (TMK.nun 220/2) Edinilmiş mal değildir. Bu bedel kullanılarak ve ayrıca bedel eklenerek 2002'den sonra alınıp satılan taşınmazlar edinilmiş mal niteliğinde iseler de bu taşınmazlara sözü edilen miktarda kişisel mal ile katkı sağlanmış olmaktadır. Buna göre, davacı adına kişisel mal grubundan davalının edinilmiş mal grubuna katkı yapılmış olduğundan, satılarak bedeli katkı olarak verilen taşınmazın (kişisel mal olan taşınmazın satıldığı 7.5.2002 tarihindeki) uzman bilirkişiler aracılığıyla sürüm değerinin (TMK.nun 232) saptanması, davacının katkı yaptığı bu tarihteki, belirlenecek dava konusu taşınmazın değerine oranının bulunması ve bu oranın dava konusu taşınmazın tasfiye tarihindeki (karar tarihine yakın bir tarihteki değer TMK.nun 235/1) sürüm değeri ile çarpılarak çıkacak miktarın değer artış payı olarak karar altına alınması gerektiği (TMK.nun 227), davacının katılma alacağı isteği (TMK.nun 236 ve 239. Mad.) bakımından ise; az yukarıda açıklanan esaslar çerçevesinde belirlenecek değer artış payı alacağı miktarının, dava konusu taşınmazın tasfiye tarihindeki sürüm değerinden düşülmesi sonucu kalan artık değerin (TMK.231 md) yarısı oranındaki miktara katılma alacağı olarak hükmedilmesi gerekir…"
gerekçesiyle ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, değer artış payı ve katılma alacağı istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkili ile davalının 2000 yılında evlendiklerini, tarafların bir süre sonra anlaşamadıklarından dolayı Ankara 10. Aile Mahkemesine boşanma davası açıldığını, evlilik birliği içerisinde edinilen 2759 ada 7 parsel üzerindeki 2 nolu bağımsız bölümün tamamının müvekkilinin gelir ve birikimleriyle satın alındığını, müvekkilinin babasından kendisine miras kalan taşınmazını sattığı ve zaman içerisinde daireleri uygun fiyatla satın alıp, değerinde satarak her seferinde ailesini daha iyi bir evde oturtmaya çalıştığını, en son davaya konu 2759 ada 7 parselde kayıtlı 2 nolu bağımsız bölümde kayıtlı taşınmazı satın aldığını, ancak bankada parasal işlemler yapılırken nüfus cüzdanını bankada unuttuğundan taşınmazın tapuda eşi adına tescil edildiğini açıklayarak öncelikle tapu kaydının katkı payı oranında iptali ile adına tesciline, bunun mümkün bulunmaması hâlinde fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak üzere belirlenecek alacağının dava tarihinden geçerli yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili boşanma kararının henüz kesinleşmediğini, mal paylaşımı davalarının boşanma kararının kesinleşmesinden sonra görülmesi gerektiğini, dava konusu evin müvekkiline ait yüklü miktardaki ziynetlerin satılması ve annesinin maddi yardımı ile alındığını, davacının katkısı bulunmadığını ileri sürerek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Yerel Mahkemece davacının taşınmazın bedelinin tamamını kendisinin verdiğini iddia etmiş olması nedeniyle taşınmazın herhangi bir duygusal saikle davalı eş adına tescil edilmesinin bağış niteliğinde olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece davalı adına tescil edilen taşınmazın bedelinin tamamının davacının kişisel mallarıyla karşılandığı ve davaya konu taşınmazın davalıya bağışlandığının kabul edildiği, zira davaya konu taşınmazın edinilmesinde davalının herhangi bir katkısının bulunmadığı, davaya konu taşınmazın edinilmesinde davacının kişisel mallarından yaptığı katkının tahsilinin kabul edilmesi hâlinde taşınmazın tümüyle davacıya ait olduğunun kabulünde zorunluluk olduğu, o zaman zaten bir inançlı işlem tartışmasına girmek gerektiği, davacının beyanlarının bir inançlı işlemin yapıldığını izaha yetmeyen iddialar olduğu, davalı adına tescil edilen taşınmazın davacı tarafından bedeli ödenerek davalıya bağışlandığı kabul edildiği için katkı payının hesaplanmasına da gerek bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; evlilik birliği içerisinde bedeli davacı (erkek) tarafından ödenerek alındığı iddia edilen taşınmazın davalı (kadın) adına tescil edilmesinin, davacı (erkek) tarafından davalıya (kadın) yapılmış bir bağış olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için “bağış” kavramı üzerinde durulması gerekmektedir:
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda; bağışlama sözleşmesi, “bağışlayanın sağlararası sonuç doğurmak üzere, mal varlığından bağışlanana karşılıksız olarak bir kazandırma yapmayı üstlendiği sözleşme” olarak tanımlanmıştır (m.285/1). Öğretide de; “Bağışlama bağışlayanın bir karşılık (ivaz) almaksızın, bağışlananın malvarlığında bir artış sağlamak amacıyla mal varlığından belirli değerleri ona vermeyi üstlenmesi ya da vermesi yoluyla bu iki kişi arasında yapılan sözleşme” olarak tanımlanmaktadır (Aydoğdu, M./Kahveci, N.: Türk Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, İzmir 2013, s.344).
Bağışlamanın unsurları öğretide çeşitli şekillerde ortaya konulsa da, somut uyuşmazlık açısından “causa donandi” unsuru önemlidir. Causa donandi ilkesi yani kazandırmanın bağışlama sebebiyle yapılmış olması; bağışlayanın bağışlanana kazandırmayı bir ivaz (karşılık) almaksızın, onu zenginleştirme amacıyla yapmasını ifade eder (Yavuz, C.: Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, İstanbul 2002, s.222). Bu nedenledir ki, bir kısım kazandırmalar, bağışa benzese de salt kazandırmanın bağışlama amacıyla yapılmaması nedeniyle bağışlama olarak nitelendirilemez. Esasen bu nitelikteki kimi kazandırmalar Türk Borçlar Kanunu’nda örnekleme yoluyla sayılmıştır. Buna göre; “Henüz edinilmemiş olan bir haktan feragat etmek veya bir mirası reddetmek, bağışlama değildir. Ahlâki bir ödevin yerine getirilmesi de bağışlama sayılmaz” (Türk Borçlar Kanunu m.285/2-3). Bu gibi kazandırmalarda amaç bağışlama değildir. Sözgelimi “ahlaki bir görevin yerine getirilmesi”, “eksik bir borcun ödenmesi”nde bağışlama (causa donadi) değil, ifa (causa solvendi) amacı güdülmektedir (Yavuz, s. 222-223).
Bağışlamanın açıklanan bu öğesi nazara alındığında öğretide, bir eşin diğer eşe ait bir mal varlığına yaptığı katkının açıklanan kapsamda bağışlama olmayacağı kabul edilmektedir (Gümüş, M.A: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na göre Borçlar Hukuku Özel Hükümler, C. I, İstanbul 2013, s.205; Zeytin, Z.: Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi ve Tasfiyesi, Ankara 2008, s.144).
Gerçekten evlilik birliğinin ömür boyu süreceği inancının hakim olduğu düşüncesiyle ortak yaşamı ve ailenin geleceğini güvence altına almak, daha rahat yaşam sağlamak amacıyla beraberlikten doğan dayanışma ile karşılıklı güvene dayanarak, örf ve adete uygun olarak eşlerin birlikte yatırım yapmaları bağış olarak değerlendirilemez.
O hâlde davacının değer artış payı ve katılma alacağına yönelik istekleri bakımından bozma kararında belirtilen şekilde araştırma yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekir.
Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3’üncü maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440’ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 23.10.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.