Davacı; davalı kurum tarafından, davacı hastane hakkında uygulanan cezai işlemin hukuki dayanağının bulunmadığını, cezai işleme konu faturaların, davalı nezdinde sigortalı hastalara verilen sağlık hizmetine istinaden hukuka uygun olarak düzenlendiğini, cezai işleme gerekçe olarak, birkaç hastanın hastane bünyesinde tedavi olmadığının tespit edildiğinin gösterildiğini; davacı şirketin 2015 yılında kurulduğunu, 2012 yılında gerçekleşmiş bir eylemden dolayı sorumluluklarına gidilemeyeceğini; bir hastanın muayene olup olmadığına, ancak o hastayı bizzat muayene eden doktorun karar verebileceğini ileri sürerek; cezai işlemin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı; davaya konu cezai işlemin hukuka uygun olduğunu, davacının yasa ve sözleşmeye aykırı davrandığını, sözleşmeyi ihlal ettiğini savunarak; davanın reddini istemiştir.
İlk derece mahkemesince; davanın kabulüne, 196.000,00 TL tutarındaki cezai işlemin iptaline karar verilmiştir.
İlk derece mahkemesinin kararına karşı davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
Bölge adliye mahkemesince; İlk derece mahkemesi kararının davalıya 28/03/2017 tarihinde tebliğ edildiği, istinaf başvurusunun iki haftalık yasal süre geçtikten sonra 12/04/2017 tarihinde yapıldığı gerekçesiyle, istinaf dilekçesinin HMK'nın 346. maddesi gereğince süre yönünden reddine karar verilmiş; hüküm, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava; kurum işleminin iptali istemine ilişkindir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 345. maddesine göre; " İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar."
Somut olayda; İlk derece mahkemesinin kısa ve gerekçeli kararında, istinaf kanun yoluna başvuru süresinin 15 gün olarak belirtildiği, gerekçeli kararın davalı vekiline 28/03/2017 tarihinde tebliğ edildiği, davalı vekilinin mahkemece belirtilen 15 günlük sürenin son gününde, ancak yasayla düzenlenen iki haftalık süre geçtikten sonra, 12/04/2017 tarihinde kararı istinaf ettiği anlaşılmaktadır.
Anayasanın, "Temel hak ve hürriyetlerin korunması" başlığı altında düzenlenen 40. maddesinin ikinci fıkrasında, devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu ifade edilmiştir. Yine 6100 sayılı HMK'nın 297. maddesinin "ç." bendi uyarınca da hükümde, kanun yolları ve süresinin gösterilmesi zorunluluktur.
Kanun yollarına ilişkin Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 345 ve 361. maddelerinde düzenlenen süreler, hakim tarafından değil, kanun tarafından tayin edilen süreler olmalarına rağmen, mahkeme kararında bu sürelerin ve başvurulacak merciin belirtilmesi gerekmektedir. Mahkemelerin bunları salt göstermesi yetmez; aynı zamanda doğru olarak da göstermeleri zorunludur. Yargı kararlarına başvurulacak kanun yolu ile süresinin hükümde açıkça ve doğru olarak gösterilmemiş olması, hak arama hürriyetinin ihlal edilmesine sebep olacaktır.
Anayasanın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş; yine taraf olduğumuz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinde de, herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını mahkeme önüne getirme hakkı güvence altına alınmıştır.
Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
Nitekim, Anayasa Mahkemesi de birçok kararında; başvurucuların gerekçeli kararda belirtilen süreye güvenerek hareket etmesinin makul görülebileceği, mahkemenin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü dikkate alındığında, temyiz süresinin mahkeme kararında farklı belirtilmiş olması karşısında, kanunda belirtilen süre olduğu kabul edilerek, dilekçenin reddine karar veren değerlendirmelerin, mevzuat hükümleri çerçevesinde ve öngörülebilirlik sınırları içinde olduğunun kabul edilemeyeceği, yapılan yorumun başvurucuların temyiz hakkını kullanmayı imkânsız kılacak ölçüde ve aşırı şekilci bir yaklaşımla elde edildiği, bu açıdan kararın, başvurucuların mahkemeye erişim hakkını zedelediği sonucuna ulaşarak, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. (Anayasa Mahkemesinin 2014/819 başvuru numaralı ve 09.06.2016 tarihli (29757 sayılı ve 29.06.2016 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan) kararı)
Hal böyle olunca, Bölge adliye mahkemesince; yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular çerçevesinde, istinaf başvurusunun süresinde olduğu kabul edilip, yerel mahkeme kararının esastan incelenmesi, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ile, davalının mahkemeye erişim hakkını zedeleyecek şekilde, istinaf dilekçesinin süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile temyiz olunan Bölge adliye mahkemesi kararının BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 10.03.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
KARARI YAZDIR