"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ: ... BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 2. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ: TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece iddianın ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, davacı vekilinin istinaf başvurusu üzerine ... Bölge Adliye Mahkemesi 2.Hukuk Dairesi tarafından 6100 sayılı HMK’nin 353/1-b-1 maddesi uyarınca istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...'un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Davacı, davalı ile aralarında sözlü adi ortaklık ilişkisi kurduklarını, buna göre 9998 parsel sayılı taşınmaz üzerinde dava dışı ... Yapı Sn.Tc.Ltd.Şti. ile 15.09.2011 tarihinde Kartal 8.Noterliğince kat karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlenerek bahse konu taşınmaz üzerine 13 adet bağımsız bölümün yapılması karşılığında anlaştıklarını, davacı şirket sermayesinin yetersiz olması nedeniyle, yine davacı şirket adına kayıtlı 10666 (eski 2373) ada 553 parsel sayılı taşınmazdaki 14 nolu bağımsız bölümün davalıya bahse konu inşaat işlemlerinin tamamlanması amacıyla kredi temini için devredildiğini, davalının bu temlik karşılığında bankadan 100.000,00-TL’lik kredi kullandığını, ilerleyen süreçte işlerin iyi gitmemesi nedeniyle aralarındaki ortaklığın bozulduğunu, kredi ödemelerinin davacı şirket yetkilisi ...ve ailesi tarafından yapıldığını ileri sürerek, davalıya kredi temini için devredilen 10666 (eski 2373) ada 553 parsel sayılı taşınmazdaki 14 nolu bağımsız bölümün tapu kaydının iptali ile davacı şirket adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Davalı, dava konusu taşınmazı bedelini ödemek suretiyle iktisap ettiğini, aralarında herhangi bir ortaklığın söz konusu olmadığını, davacı şirket yetkilisinin çekişme konusu taşınmazdan ... 19.İcra Müdürlüğünün 2015/8104 esas sayılı takip dosyası ile kira alacağının tahsili suretiyle başlatılan takip sonucunda tahliye edildiğini, iddiaların yersiz olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddianın ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, davacı vekilinin istinaf başvurusu üzerine ... Bölge Adliye Mahkemesi 2.Hukuk Dairesi tarafından 6100 sayılı HMK’nin 353/1-b-1 maddesi uyarınca istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; dava konusu 2373 ada 553 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki 14 nolu bağımsız bölüm davacı ... İnşaat ve Unlu Mamuller Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’ne ait iken, şirket yetkilisi olarak ...’in katıldığı 19.11.2018 tarihli işlem ile davalı ...’ya satış suretiyle devredildiği, tescil işlemi sağlandıktan sonra Akbank ... Şubesi lehine taşınmaz üzerinde birinci derecede 100.000,00-TL bedelli ipotek tesis edildiği anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır. Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır. Uygulamada mesele, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir. Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır. Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK'nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK'nin 19. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur. İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir. Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir. İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların yazılı delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet, yazılı delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir. Somut olaya gelince, davacı tarafından inançlı işlemin varlığıyla ilgili yazılı belge sunulmamış ise de; davalının taşınmazı temlik alırken dava dışı Akbank A.Ş.'den 100.000,00 TL bedelli kredi temin ettiği, yargılama aşamasında davacı tarafından değişik tarihlerde ve meblağlarda anılan bankaya ödemelerin yapıldığına ilişkin dekont suretlerinin sunulduğu, ibraz edilen dekontların davalının çektiği kredi borcuna ilişkin olduğunun tespit edilmesi halinde HMK'nın 202. maddesi kapsamında delil başlangıcı olarak kabul edileceğinde kuşku yoktur. Ne var ki, mahkemece ilgili bankaya yazılan müzekkere cevabının yeterli açıklama içerdiğini söyleyebilme olanağı da yoktur.Hal böyle olunca; davacı tarafından ibraz edilen dekont suretleri de eklenmek suretiyle yeniden Akbank ... Şubesine müzekkere yazılarak, ödemelerin hangi hesaptan mahsup edildiği tereddüde mahal bırakmayacak şekilde tespit edildikten sonra, çekişme konusu taşınmazın satışına ilişkin kredi ödemesine ait olduğunun tespiti halinde davacının diğer bildirdiği delillerde toplanmak suretiyle, yukarıdaki ilkeler doğrultusunda inceleme ve araştırma yapılarak bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir. Davacının temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerinde görüldüğünden, kabulüyle hükmün 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/1. maddesi uyarınca ... Bölge Adliye Mahkemesi 2.Hukuk Dairesinin kararının ORTADAN KALDIRILMASINA, İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda yazılı nedenlerden dolayı 6100 sayılı HMK’nın 371/a maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren ... 13.Asliye Hukuk Mahkemesi’ne, kararın bir örneğinin ... Bölge Adliye Mahkemesi 2.Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 17.12.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.