“…Davacı, avukat olarak davalının verdiği vekaletnameye istinaden Mersin Asliye Ticaret Mahkemesinde görülen davayı açtığını ve başarı ile sonuçlandırdığını, ancak hiçbir gerekçe göstermeksizin ahzu kabz yetkisinin kaldırıldığını ileri sürerek, 19.640 TL avukatlık ücretinin tahsilini istemiştir.
Davalı, karşı taraf ile ilişkilerinin bozulmaması için hüküm altına alınan paranın icra takibine girişmeden tahsil etmeyi düşündüklerini, vekillikten azil etmediklerini, avukatlıktan çekilmesinin haksız olduğunu savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, dava ve hükmün icrasının ayrı işler olup, müvekkilin talimatı olmadan icra aşamasına geçilemeyeceği, davalı eyleminin azil niteliğinde olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, avukatlık ücret alacağının tahsiline ilişkin olup, davacı 27.6.2003 tarihli vekaletname ile davalının vekilliğini üstlendiğini vekaletnamede dava açma ve icra takibi yapmak konusunda ayrı ayrı yetki verildiğini, açılan davanın başarı ile neticelendirildiğini, ne varki, davalının bu aşamada ahzu-kabz yetkisini kaldırarak azil ettiğini ileri sürmüş davalı ise, bu azilin söz konusu olmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davacı avukata gönderilen ihtarnamenin azil niteliğinde olmadığı, işi bitirmeyen avukatın ücrete hak kazanamayacağı gerekçesi ile dava red edilmiştir.
Hemen belirtmek gerekir ki, vekalet sözleşmeleri karşılıklı güvene dayalı bir sözleşme olup, güven sözleşmenin en önemli bir özelliğini teşkil eder. Bu nedenle taraflar sözleşmeyi her zaman feshedebilir. Ne var ki, azil haksız ise Avukatlık Kanunu'nun 174. maddesi gereğince avukat ücretin tamamına hak kazanır. Somut olayda, davalı, dava açması ve elde edilecek ilamın infazı hususunda davacıya yetki vermiş olup, dava başarı ile neticelendirilip ilam elde edilince ise, davalı ilamın icraya konulmaması hususunda ihtarname gönderilmiştir. Cevap dilekçesi ve yargılama sırasında ki beyanlarında ise, özetle, avukatın gördüğü davanın karşı tarafı ile iyi ilişkilerin bozulmadan ihtilafın halli yoluna gidileceğini, ancak bunun azil olmadığını savunmuştur. Davacı avukatın ilamın icrası ile yetkisinin elinden alınması aynı zamanda ahzu kabz yetkisinden azil niteliğindedir. Aksi düşünülse bile bu davranış davacı yönünden güven ilişkisini sarsıcı ve haklı istifa nedenidir. İlam elde edildikten sonra gerek avukatlara ücret ödememek gerekse devlete ödenmesi gerekli icra harçlarını ödememek için tarafların haricen ilamı infaz ettikleri de bilinen bir gerçektir. TMK'nun 2. maddesi gereğince de bu davranışların hukuken himaye edilmesi mümkün değildir. Bu nedenlerle davacı avukatın icra vekalet ücretine de hak kazandığının kabulü zorunlu olup, kararın bu nedenle bozulması gerekirken onandığı bu defa yapılan inceleme ile anlaşıldığından, davacının karar düzeltme itirazlarının kabulüne karar vermek gerekmiştir..."
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; avukatlık ücret alacağının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı, vekilliğini üstlendiği davalı tarafından dava açma ve icra takibi yapmak konusunda yetki verildiğini, vekil sıfatıyla açtığı davayı başarı ile neticelendirdiğini, gerekçeli kararın yazımı aşamasında davalının ahzu-kabz yetkisini kaldırdığını ileri sürerek avukatlık ücretinin tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; azilin söz konusu olmadığını, davacının vekillikten çekilmesinin haksız olduğunu bildirip davanın reddine karar verilmesi istemiştir.
Mahkemece; davacı avukata gönderilen ihtarnamenin azil niteliğinde olmadığı, işi bitirmeyen avukatın ücrete hak kazanamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacının temyizi üzerine, Özel Daire’ce yukarıda açıklanan nedenlerle karar bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; önceki karardaki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasında düzenlenen vekalet sözleşmesi uyarınca, davacı avukatın vekillikten istifa etmesinin haklı nedene dayalı olup olmadığı ve avukatlık ücretine hak kazanıp kazanmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere; mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 390. maddesine göre, vekilin sorumluluğu umumi surette işçinin sorumluluğuna ait hükümlere tabi olup; vekil, vekalet görevini iyi bir surette ifa ile yükümlüdür. Bu hükümdeki “iyi bir suretle ifa” söz dizininin, mehaz İsviçre Borçlar Kanunu’nun 398/2. maddesindeki ifadeye uygun olarak “sadakat ve özen ile ifa” şeklinde anlaşılması gerekir. Buna göre, vekil, vekalet görevini ifa ederken müvekkiline sadakat (bağlılık) göstermekle ve vekaletin konusunu oluşturan işi özenle yapmakla yükümlüdür.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 506. maddesinde ise vekilin sorumluluğunun genel olarak işçinin sorumluluğuna tabi olduğuna ilişkin düzenleme yerine, maddenin ikinci fıkrasında vekilin vekalet sözleşmesinden doğan sorumluluğuna özgü bir düzenleme yapılmış ve “vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekalet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür” hükmü getirilmiştir.
Vekalet sözleşmesinin, hizmetle ilgili diğer sözleşmelere oranla, çok daha sıkı bir şekilde karşılıklı güvene dayalı olduğu öğreti ve uygulamada ittifakla benimsenmektedir. Vekalet ilişkisinin kurulmuş olması, karşılıklı güven unsurunun vekalet sözleşmesinin kurulması aşamasında her iki taraf yönünden mevcut olmasıyla mümkündür ve bunun o aşamada varlığının göstergesidir. Ne var ki, vekalet sözleşmesinin niteliği gereğince, bu unsur, sözleşmenin devamı süresince de varlığını korumalıdır. Eğer, başlangıçta mevcut olan karşılıklı güven, sözleşme süresi içerisinde gerçekleşen olgulardan dolayı bir taraf yönünden haklı olarak zedelenir veya ortadan kalkarsa, o taraf sözleşmeyi her zaman feshedebilir. Bu ilke, Borçlar Kanunu’nun 396/1. maddesinde, “Vekaletten azil ve ondan istifa her zaman caizdir” şeklinde ifade edilmiştir. Aynı ilke 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 512. maddesinde de belirtilmiştir.
‘Karşılıklı güven’ kavramının, her iki tarafın vekalet sözleşmesi çerçevesinde gerçekleşen ilişkilerinde ‘karşılıklı saygı’ unsurunun varlığını evleviyetle içereceği ve gerektireceği açıktır.
Öte yandan 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 174. maddesi, davaya vekalette azil veya istifaya, bunların haklı nedenlere dayalı olup olmamasına göre değişen, farklı sonuçlar bağlamaktadır. Anılan madde uyarınca üzerine aldığı işi haklı bir sebep olmaksızın takipten vazgeçen avukat hiçbir ücret isteyemez ve peşin aldığı ücreti geri vermek zorundadır. Avukatın haksız azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez.
1136 Sayılı Kanunun 174. maddesine göre avukat haklı bir nedenle azledildiği takdirde ücrete hak kazanamaz ise de haksız azil halinde, anılan madde uyarınca avukatlık ücretinin tamamının ödenmesi gerekir. Haksız azledilen vekilin avukatlık ücreti, ücret sözleşmesinde kararlaştırılan ücretin tamamıdır.
Bunun yanında, 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 164. maddesinin son fıkrasında yer alan "Avukatla iş sahibi arasında aksi yazılı sözleşme bulunmadıkça tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek avukatlık ücreti avukata aittir." hükmü 4667 sayılı Kanunla değiştirilerek "Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücreti avukata aittir." hükmü getirilmiştir. Avukatlık Kanunu’nun 164 üncü maddesinin son fıkrasında yapılan değişiklik ile daha önce avukatla iş sahibi (müvekkil) arasında aksi yazılı sözleşme hükmü bulunması halini içeren istisnai durum ortadan kaldırılarak her halükarda mahkemenin tarife kararına istinaden haksız çıkan tarafa yükletilecek vekalet ücretinin diğer taraf avukatına ait olduğu hükme bağlanmıştır.
Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında somut olay değerlendirildiğinde; taraflar arasında düzenlenen ücret sözleşmesinde kararlaştırılan ücretin, sadece "Akgün Yazılım Paz. Ve Tic. Ltd. Şti" aleyhine açılacak akdin ifası davası işi için olduğu, bu işle ilgili olsa dahi bundan doğacak herhangi bir başka işi kapsamına almayacağı, bu işle ilgili uyuşmazlıklar ve kovuşturma işlemi çıkması halinde avukata ayrıca ücret ödenmesi gerekeceği kararlaştırılmıştır. Bu durumda avukata verilen işin sadece mezkur açılacak davaya ait olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Buna göre verilen iş, icra safhasını kapsamadığını kabul etmek gerekir. Ayrıca davalı taraf davacı avukatı azletmemiş gönderdiği ihbarname ile sadece açılan dava dolayısıyla icra takibi yapmamasını istemiştir. Davacıya gönderilen ihtar azil mahiyetinde değildir. Davacı avukatın davalı namına takip ettiği davada tüm yasa yolları tüketilip henüz karar kesinleşmeden vekillikten istifası haksız bir istifadır. Avukatlık Kanunu’nun 174. maddesine göre de "üzerine aldığı işi haklı bir sebep olmaksızın takipten vazgeçen avukat hiçbir ücret isteyemez. Bu nedenlerle, mahkemece davanın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya uygun olduğu Hukuk Genel Kurulu'nun çoğunluğunca benimsenmiştir.
O halde, Hukuk Genel Kurulu'nun çoğunluğunca usul ve yasaya uygun olduğu benimsenen direnme kararının onanması gerekmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, bir kısım üyelerce; Özel Daire bozma gerekçelerinin yerinde olduğu, davacı avukatın ilamın icrasına ilişkin yetkisinin elinden alınmasının aynı zamanda ahzu kabz yetkisinden azil niteliğinde bulunduğu, aksi düşünülse bile bu davranışın davacı yönünden güven ilişkisini sarsıcı nitelikte ve haklı istifa nedeni olduğu, yerel mahkemenin direnme kararının bu nedenle usul ve yasaya uygun olmadığı ileri sürülmüş ise de Hukuk Genel Kurulu'nun çoğunluğunca bu görüş benimsenmemiştir.
SONUÇ : Davacının temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 18.09.2013 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
MUHALEFET ŞERHİ
Davacı avukat, davalı şirket ile aralarında dava açma ve icra takibi yapmak üzere vekalet sözleşmesi düzenlendiğini ve noterden de vekaletname verildiğini, akabinde dava dışı şirket aleyhine akdin aynen ifasını temin amacıyla Mersin 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2003/568 esas sayılı dosyasında dava açtığını, davada zararın 207.000 TL olarak belirlenmesine rağmen ıslah ile 107.000 TL.nin tahsili için ıslah dilekçesi verdiğini ve mahkemece bu miktara hükmedildiğini, ilamın yazılması aşamasında davalının ilamın icraya konulmaması açısından talepte bulunduğunu, bu durumda kendisinin de güven sarsıcı bu davranış nedeniyle 12.11.2009 tarihinde istifa ettiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır
Davalı ise, sözleşmenin sadece akdin ifası davası açılması için yapıldığını ve vekaletin bu amaçla verildiğini, icra takibi yapmak üzere yetki vermediğini, davacıya gönderilen ihtarnamede de alınan ilamın icra takibine konu edilmemesinin istendiğini, azilden sözedilmediğini, davacının açmış olduğu dava ile ilgili ücreti aldığını, karşı taraf ile aynı sektörde iş yaptıkları için iyi niyetli olarak alacaklarını haricen almak istediklerini, kalan 5.000 TL.nin ödenmeyeceğine ilişkin bir düşünceleri olmadığını, vekilin haksız istifa ettiğini, bizzat hazırlamış olduğu sözleşmede kendi isteğine göre iş konusunun belirlendiğini, dava sırasında karşı tarafın itirazı sonucu dava değerini 107.000 TL olarak ıslah ettiğini savunmuştur.
Mahkemece, davanın reddine dair verilen hüküm dairemizce onanmış, karar düzeltme aşamasında ise oy çokluğuyla bozulmuştur.
Uyuşmazlık, davacı avukatın istifasının haklı olup olmadığı ve bu durumda icra takibi ile alacağı ücretini hak edip etmediği konusunda toplanmaktadır.
Öncelikle, imzalanan sözleşmeden sözetmek ve vekalet ilişkisinin niteliğinden bahsetmek gerekmektedir.
Davacı, ile davalı arasında düzenlenen vekalet sözleşmesi 19.12.2002 tarihini taşımakta olup, sözleşmenin konusu “dava dışı” Akgün Yazılım Paz. Ve Tic. Ltd. Şti aleyhine açılacak akdin ifası davasıdır. Sözleşmenin 1. maddesi uyarınca ücret kararlaştırılmış, 2. maddesinde ise kararlaştırılan ücretin sadece bu iş için olduğu, başkaca uyuşmazlıklar ve kovuşturma işleri çıkması halinde ayrı ücret ödeneceği vurgulanmıştır. Noterde düzenlenen vekaletnamede ise icra takibi yapmaya yetki verildiği de anlaşılmaktadır.
1136 sayılı Avukatlık Yasasının 174. maddesi uyarınca avukatın haklı olarak azledilmesi ya da haksız olarak istifası halinde ücret isteyemeyeceği anlaşılmakla birlikte azil ya da istifa tarihine kadar bitmiş iş var ise bunlardan ücret alacağı kabul edilmektedir. Dairemiz uzun süredir bu yönde uygulama yapmaktadır. Şayet avukatın azli haksız ya da istifa haklı ise avukat ücretin tamamına hak kazanmaktadır. Öyleyse, öncelikle somut olayda istifanın haklı olup olmadığı üzerinde durulmalı ve haklı istifa ettiği anlaşılırsa ücretin tamamına hükmedilmelidir. Ücretin kapsamının belirlenmesinde ise hem taraflar arasında imzalanan sözleşmeye bakılmalı, hem de yasa hükümleri göz ardı edilmemelidir.
Davacı avukat, icra takibi yapılmaması konusunda talimat verildiğini ancak bu durumda güven ilişkisinin sarsıldığını ve hapis hakkını kullanmasına engel olduğunu bildirmiştir.
Vekalet sözleşmesinin niteliği ve hapis hakkı üzerinde durularak avukatın istifasının haklı olup olmadığı tartışılmalıdır.
Vekalet sözleşmesi gerek 818 Sayılı Borçlar Kanununda gerekse 6098 sayılı Türk Borçlar kanununda düzenlenmiş ve temel kanun içerisinde yer almıştır. Ancak, Hukuki yardım amacıyla vekil ile müvekkil arasındaki ilişki 1136 Sayılı Avukatlık Yasası ile düzenlenmiştir. Gerek Borçlar kanunu gerek Türk Borçlar Kanunu gerekse Avukatlık Yasası birbirine paralel hükümler içermektedir.6098 Sayılı Türk Borçlar kanunu ile getirilen en önemli değişiklik BK.nun 321. maddesine yapılan atıfın kaldırılmış olması ve objektif bir kıstas getirilerek özen borcunun belirlenmesinde benzer alanlardaki iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin davranışı kabul edilmiştir. 1136 Sayılı Avukatlık Kanunun 34. maddesinde ise, avukatların, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanını gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğinin getirdiği meslek kurallarına uymak zorunda olduğu belirtilmiştir. Vekalet sözleşmesi tüm iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme türüdür. Ne var ki, iş görme ediminin karşılığını, müvekkilin vekile ücret ödeme borcu oluşturur ve her iki edimde asli edim niteliğini taşır. Bu sözleşmenin önemli bir özelliği de (sürekli borç doğuran) bir sözleşme olmasıdır. Doktrinde bu husus tartışmalı olmakla birlikte genellikle sürekli bir ilişki söz konusudur. Kaldı ki, olayımızda mahkemeden alınan ilamın infazının icra kararıyla yapılacağı muhtemeldir. Haricen ilamın infazı uygulamada pek rastlanılmayan ve genellikle devlete ödenmesi harç, vergi vs. giderlerin azaltılması amaçlanmaktadır. Bazen de vekalet ücreti ödenmemesi için haricen tahsilat yapılmaktadır. Bu husus tespit edilirse A.K.nun 165. maddesi uyarınca hem müvekkil hemde hasım müteselsil sorumludur. Nitekim davalı şirket alacağını haricen tahsil etme yönünde girişimleri olduğunu bildirmiştir. Bu durumda Avukatın ücretinin tamamının ödenmesi gerekir. İlamın infazı aşamasında Avukat Kanunu 166/1. maddesi “Avukat, müvekkili tarafından verilen veya onun namına aldığı malları parayı ve diğer her türlü kıymetleri, avukatlık ücreti ve giderin ödenmesine kadar, kendi alacağı nisbetinde elinde tutabilir.” Hükmü uyarınca ücret alacağı için hapis hakkını kullanabilecektir. Aksi halde ücretini alabilmek için takip ve dava süreci başlatmak zorundadır. İlamın icrası için yetki vermediğini, davalı taraf savunmuşsa da, verilen vekaletnamede icra takibi yetkisi de bulunmaktadır. Takip yapılmaması yönünde davacı avukatın bir çekincesi olamaz. Zira süresinde takip yapmadığı için hakkında dava açılabileceği ve tazminata mahkum edileceği de unutulmamalıdır. Bir an için davalı şirketin talimatıyla zaten takip yapması gerekmez ise de, hapis hakkının engellenmesi niteliği taşıyan bu talimat avukatın haklı olarak istifa etmesine neden olmuştur. Vekalet sözleşmesinin diğer bir özelliği de, güven unsurudur. Bu konuda pek çok makale olmakla birlikte (Vekalet Sözleşmesinde Ücret-Yrd. Doç. Dr. Türker Yalçınduran, 2.baskı Yetkin Yayınları eserinin 246.sayfasında vurgulandığı üzere) “vekalet sözleşmesi karşılıklı güvene dayalı bir sözleşme olup, güven sözleşmenin önemli bir özelliğini taşır. Bu nedenle taraflardan her biri sözleşmeyi her zaman feshedebilir” denilmekte ve bu hususta vurgu yapılmaktadır. Güven var ise, sözleşme devam eder, güven ilişkisi sarsılmış ise artık istifanın haklı olduğu kabul görmelidir. Bu olayda da, vekil eden şirket ilamın icraya konulmaması için talimat verdiğine göre artık güven ilişkisinin sarsıldığı düşünmelidir. Nasıl ki, ahzu kabza yetkisi alınan avukatın istifası haklı kabul ediliyor ise (Dairemizin uygulamaları bu yöndedir.) icra, talimatla engellenmesi de güven ilişkisini zedeler. Müvekkilin burada ücreti ödeyeceğini garanti etmesi ya da depo etmesi gereklidir. Bu nedenle istifa haklıdır ve davacı ücrete hak kazanmıştır.
Diğer bir konuda, bu hususta sözleşmede bu konuda bir düzenleme bulunmadığı iddiasıdır. Sözleşmede icra takibi yapılacağı yönünde bir düzenleme yok ise de, takip yapılmayacağı yönünde de bu kararlaştırma bulunmamaktadır. Vekilin görevini sonuna kadar sürdürme borcu mevcuttur Vekil aldığı işi sonuna kadar takip mecburiyetindedir. Kaldı ki, açılan akdin aynen ifası davası ıslahla tazminat alacağına dönüşmüş ve 107.000 TL.ye hükmedilmiştir. Kararın daha sonra bozulmasının bir önemi yoktur. Zira para alacaklarında ilamın kesinleşmesi gerekmez. Sözleşmede kalan 5.000 TL’nin ödenmesi kesinleşmesi şartına da bağlanmamıştır. Davanın kazanılması yeterlidir. Davalı taraf, bu davada akdin aynen ifası davasının alacak davasına dönüşmesine ses çıkarmamış ve hatta alacağını haricen tahsil etme girişiminden söz etmiştir. Öyle olunca, ilamın infazı için ayrı ücret alacağı doğmuştur. Sözleşme olmasa bile yani sadece vekaletname ile dava takip edilseydi dahi icra aşaması için ayrı ücret alacağı doğacaktı. Sözleşmenin 2. maddesinin avukatın aleyhine yorumlanması da bu açıdan doğru değildir. Bütün bunlardan ayrı olarak ilamda hasma tahmil olunan ücret yönünden avukatın hakketti ücretin tahsili de zorlaşmıştır. Bu nedenle sayın çoğunluğun onama yönündeki kararına katılamıyoruz.
kaynak: (www.corpus.com.tr)
KARARI YAZDIR