ArabicAzerbaijaniEnglishFrenchGermanRussianSpanishTurkish

Gözlatında Darp - Kötü Muamele Yasağı - Makul Sürede Yargılama - Adil Yargılanma Hakkı

08-02-2021 - 934

Gözlatında Darp - Kötü Muamele Yasağı - Makul Sürede Yargılama - Adil Yargılanma Hakkı


Bu kararı Favorilerinize Eklemek veya Kopyalayabilmek için giriş yapın veya üye olun
Anayasa Mahkemesi
2016/7749
2016/7749
2020-11-05





YILMAZ YAKUT BAŞVURUSU

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; gözaltına alınma ve gözaltında tutma sırasında darp edilme nedeniyle kötü muamele yasağının, maddi ve manevi zararın giderilmesi amacıyla açılan tam yargı davasının hukuka aykırı olarak reddedilmesi ve makul olmayan bir sürede sonuçlandırılması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 13/4/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

7. İkinci Bölüm tarafından 10/6/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. PKK terör örgütüne mensup kişilerin cenazelerinin 28/3/2006 tarihinde Diyarbakır’da defnedilmesi sonrasında başlayan ve üç gün süren gösterilere yüzlerce kişi katılmış, bu kapsamda polis tarafından yüzlerce gözaltı işlemi yapılmıştır.

10. Başvurucu 31/3/2006 tarihinde yasa dışı gösteriye katıldığı gerekçesiyle gözaltına alınmış ve 2/4/2006 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığında (Başsavcılık) ifade vermesinden sonra serbest bırakılmıştır.

11. Başsavcılıktan Anayasa Mahkemesine gelen 1/11/2019 tarihli cevap yazısında, söz konusu olay kapsamında başvurucu hakkında (kapatılan) Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açıldığı bildirilmiştir. E.2011/52 sayılı söz konusu davada başvurucu, terör örgütüne mensup kişilerin Diyarbakır’da defnedilmesi sonrasında 28-31/3/2006 tarihleri arasında çıkan gösterilere katıldığı ve diğer göstericilerle birlikte PKK terör örgütü lehine slogan attığı gerekçesiyle terör örgütü propagandası yapma suçundan mahkûm edilmiştir. 24/3/2011 tarihli kararla başvurucu 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmış ve söz konusu hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. Karara itiraz edilmediğinden karar 1/4/2011 tarihinde kesinleşmiştir.

12. Başvurucu serbest bırakıldıktan sonra Diyarbakır Barosundan üç avukatın huzurunda, gözaltına alınmasıyla başlayan sürece ilişkin olarak anlatımda bulunmuş; başvurucunun beyanı avukatların ve kendisinin imzasıyla tutanak altına alınmıştır. Ayrıca başvurucunun vücudundaki yaralanmaların türü, boyutları ve yerleri avukatlar tarafından saptanmıştır.

A. Başvurucunun Şikâyetiyle İlgili Olarak Yapılan Soruşturma

13. Başvurucu 14/4/2006 tarihinde Başsavcılığa başvurarak gözaltına alınmasıyla başlayıp salıverilmesine kadar devam eden süre içinde kolluk görevlileri tarafından darbedildiğini iddia etmiş; Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğünde görev yapan Terörle Mücadele ve Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğündeki polislerden işkence, görevi kötüye kullanma, kasten yaralama suçlarını işledikleri gerekçesiyle şikâyetçi olmuştur.

14. Başvurucu; şikâyet dilekçesinde özetle kendisinin Özgür Gündem isimli gazetenin dağıtıcısı olması sebebiyle Diyarbakır’daki Terörle Mücadele Biriminde görev yapan polisler tarafından bilindiğini, Bağlar ilçesindeki Sento Caddesi üzerinde tek başına yürüdüğü esnada elli kadar sivil giyimli polis memuru tarafından elindeki gazetelerin alındığını, özel hazırlanmış kalaslarla öldüresiye dövüldüğünü belirtmiştir. Başvurucu; kıpırdayamayacak hâle geldiğinde minibüse konulduğunu, burada da boynuna silah dayandığını, ölümle tehdit edildiğini, gözaltında tutulduğu spor salonunda 300-400 kişiyle birlikte kaldığını, gözaltının ikinci günü getirildiği Terörle Mücadele Biriminde polisin sıra dayağına herkesle birlikte maruz kaldığını, sopalarla ve tekmelerle dövüldüğünü, bu sırada sağ kulağından kan geldiğini, yine sağ dizinin alt kısmından kan gelecek şekilde yaralandığını ileri sürmüştür. Dilekçesinin devamında başvurucu; spor salonunda kendisini muayene eden doktorun beyanı üzerine devlet hastanesi acil servisine gönderildiğini, sağlık durumu iyi olmamasına ve hastanede kalması gerektiği müşahede edilmesine rağmen polisler tarafından hastaneye yatışının engellendiğini belirtmiştir. Gözaltında kaldığı süre içinde okumasına izin verilmeden kendisine birtakım belgelerin imzalatıldığını söyleyen başvurucu, maruz kaldığı eylemlerden dolayı sorumluların cezalandırılmasını talep etmiştir.

15. Başvurucunun şikâyetiyle ilgili yürütülen soruşturmada -isimleri ve kimlikleri belirlenemeyen şüpheli emniyet görevlileri hakkında- 7/6/2007 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Verilen kararda 28-31/3/2007 tarihleri arasında meydana gelen olaylar ile ilgili yapılan soruşturmalardan bahsedilmiş; ayrıca başvurucunun beyanları ile hakkında alınan sağlık raporlan üzerinden bir değerlendirme yapılarak meydana gelen yaralanmaların kolluğun zor kullanma yetkisini kullanırken oluştuğu, bunun ötesinde delil bulunmadığı ve başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada sağlık muayenelerinin yapıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Kararın içeriği şu şekildedir:

”24.03.2006 tarihinde Güvenlik güçleri ile yasadışı terör örgütü mensupları arasında Bingöl ili Solhan ilçesi kırsalında çıkan silahlı çatışma sonucunda 14 teröristin ölü olarak ele geçirilmesinin ardından, bu teröristlerden bir kısmının cenazeleri ilimiz Bağlar - Medine bulvarı üzerinde bulunan Şerif Efendi camiine getirilmiş olup burada 1500-2000 kişilik bir gurup bir araya gelmiş ve terör örgütünün sözde elebaşısının poster ve pankartları açılmış ve cenaze törenine katılan kişiler tarafından yasadışı terör örgütüne destek olur mahiyette bazı sloganlar atılmıştır. Aynı tarihte yaklaşık 1000 kişilik bir gurup cenazeler defnedildikten sonra 10 Nisan Polis Amirliğine ve panzerlere yönelik saldırıda bulunmuşlar ve toplumsal olay bu şekilde başlamış 29-30 ve 31 Mart günlerinde de eylemler devam etmiştir. Bu dört günlük eylem sürecinde Emniyet Müdürlüğü ekiplerine ve halkın yoğun bulunduğu yerlerdeki iş yerlerine yönelik taşlı sopalı saldırılar olmuş bir çok resmi kurum ve özel şahsın iş yeri tahrip edilmiş ayrıca olaylara müdahale etmek isteyen güvenlik kuvvetlerine karşı çok sayıda şüpheli tarafından taşlı, sopalı, silahlı yada silahsız olarak mukavemet edilmiştir. Olaylar sırasında kanunsuz gösteri düzenlemek üzere toplanarak cadde ve karayollarını ulaşıma kapatılmış, güvenlik güçlerinin usulüne uygun ikazlarına rağmen dağılmayan topluluk engel olmak isteyen güvenlik güçlerine taş, sopa vs. ile saldırmış olup bu olaylar sırasında, göstericilerin bu saldırısı sonucu bir çok polis memuru ve vatandaş muhtelif derecelerde yaralanmıştır.

TEM Şube Müdürlüğünce bu toplumsal olaylar nedeniyle 28-31 Mart 2006 tarihleri arasında toplam 357 kişi gözaltına alınmış ve CMK 250 ile yetkili Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan işlemler sonucunda 284 şahıs tutuklanmış 73 şahıs ise serbest bırakılmıştır. Yine bu olaylar nedeniyle yaşları 18 den küçük olan 191 kişi gözaltına alınmış 91 şahıs tutuklanarak 100 şahıs serbest bırakılmıştır, tüm tutuklu ve serbest bırakılan şahısların toplamı isi 548 bu şahıslardan 173 serbest bırakılarak 375 şahıs tutuklanarak cezaevine teslim edilmiştir.

Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğü tarafından 2911 sayılı Kanununa muhalefetten dolayı evrak tanzim edilip Savcılığımızca soruşturma kapsamında 28-29-30-31 Mart tarihli olaylarla ilgili olarak gözaltına alınan tüm şahıslarla ilgili belgeler soruşturma numaraları tespit edilmiş bu soruşturma numaralarından hazırlanan muktezalar dosyaya celp edilmiştir. Bu muktezalardan bir kısmı özel yetkili Ağır Ceza Mahkemelerine (4. Ağır Ceza 5. Ağır Ceza 6 Ağır Ceza Mahkemelerine) yazılmış olup 18 yaşından küçük çocuklar için ise Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine hitaben yazılmış olup dosyamızın müştekisi olan Yılmaz Yakut hakkında da aynı şekilde (yukarıda izah edilen eylemlere iştirak iddiası ile) Özel yetkili Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açıldığı anlaşılmıştır.

Aynı olaylarla ilgili gözaltına alınan şahısların gözaltına alındıklarında polis tarafından fena muameleye tabi tutuldukları iddialarıyla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığımızca 2006/7626 hz.sayılı dosya üzerinden, göstericilerin gözaltına alındıklarında düzenlenen geçici raporlar ile gözaltında bulundukları süre içerisinde alınan ve gözaltına çıkarıldıklarında alınan raporlar Diyarbakır Adli Tıp Kurumu Şube Müdürlüğüne gönderilmiş olay tutanağı da rapora eklenmek suretiyle olay tutanağın da bildirilen olaylar nedeniyle güvenlik kuvvetlerinin orantılı güç kullanımı ile bu yaraların oluşup oluşmayacağı ve gözaltında geçtiği süre içerisinde başkaca bir fena muamele izi olup olmadığı sorulmuş alınan raporda herhangi bir orantılı güç dışında yaralamanın olmadığı gözaltında da fena muamele yapıldığına dair belirti olmadığı şeklinde rapor düzenlenmiştir. Yine müştekinin müracaatı üzerine DDH’den tedavi evrakı celbedilmiş olup,müştekinin olaydan 3-4 gün sonra DDH’ye giderek tedavi oldum şeklindeki beyanlarının aksine 01.04.2006 günü DDH’ye müracaat ettiği ve müştekinin olay sebebiyle hayati tehlike geçirmeksizin BTM ile giderilebilecek şekilde yaralanmış olduğu tespit edilmiştir. Yine müşteki kendisine kötü muamelede bulunan şahısları teşhis edemeyeceğini, şahısların ve aracın sivil bir araç olduğunu beyan etmiştir. Müştekinin 31.03.2006 tarihinde Bağlar Sento caddesinde tek başına yürüdüğü sırada kendisinin kimliği meçhul şüphelilerce yakalanılarak kötü muamelede bulunulduğunu ifade etmiş ise de hakkında düzenlenen tahkikat evrakından da anlaşılacağı üzere şüphelinin yukarıda ayrıntılı olarak izah edilen eylemlere iştirak ettiği (yada en azından olay mahallinde ve göstericiler arasında olması sebebiyle iştirak şüphesinin yoğunluğu sebebiyle göz altına alındığı ve hakkında bu iddiayla yasal işlem uygulanarak gerekli adli tahkikatın yapıldığı) sonucuna ulaşılmıştır.

Yukarıda ayrıntılı olarak izah edilen tüm bu olaylar sırasında olaya müdahale eden ve fakat kimlikleri tespit edilemeyen (bir kısım sivil-resmi giyimli olarak tarif edilen) iddiaya göre emniyet kuvvetlerince kendilerine şiddet uygulandığı ve kötü muamelede bulunulduğu iddiası ile yukarıda açık kimliği yazılı bulunan müştekinin müracaatı üzerin yapılan incelemede, olaya müdahale eden emniyet görevlilerinin 2559 S.Kn. ilgili maddelerinde bahsi geçen (ve genel güvenliğin sağlanması ,suçların önlenmesi görevini ifa sırasında yeterli oranda olan) zor kullanma yetkilerini kullandıkları sırada yaralanma olayının meydana geldiği, ancak tüm bu olayların 2559 S.Kn. kapsamında yasal görevin ifası ve yasaların kendilerine verdiği zor kullanma yetkisinin sınırları dahilinde kaldığı bunun haricindeki isnatların ise soyut mahiyette olduğu gibi (müştekice resmi- sivil kıyafette olduğu iddia edilen ve kimliği tespit edilemeyen) ilgili emniyet kuvvetleri hakkında kasten (müştekiye kötü muamele kastıyla) müdahalede bulunduklarına veya olaylarda (müştekiye karşı) yasa gereği müdahale kastı dışında bir amaçla hareket ettiklerine yada müdahalede orantı sınırını aştıklarına dair yeterli delilin (olayımızda) elde edilemediği, olay tarihinde çok sayıda gösterici hakkında bahse konu eylemleri sebebiyle işlem yapılması ve gösterilerin tahkikat anında da devam etmesi sebebiyle içerisinde müştekini de bulunduğu göstericilerin muayenelerinin CMK 250. md. ile yetkili bulunan Cumhuriyet Başsavcılığının 2006/2988 sayı ve 29.03.2006 tarihli talimatı ve talebiyle TEM Şb. Müdürlüğünde bulunan şüphelilere (toplumsal olayların bu talep tarihi itibariyle halen yoğun olarak devam etmesi karşısında güvenlik gerekçeleri ve zorunluluk gerekçeleriyle DDH tarafından muayene ve tedavi içirt) doktor görevlendirmesi yapılmış olup bu görevli doktorlarca göstericilerin (ve müştekinin) muayeneleri yapılmış olduğu, iddiaların bu yönü açısından da herhangi bir suç unsurunun olayımızda mevcut olmadığı kanaatine ulaşılmıştır.

Açıklanan sebeplerle...KAMU ADINA KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA... [karar verildi.]"

16. Başvurucunun verilen karara itirazı Siverek Ağır Ceza Mahkemesinin 9/10/2007 tarihli kararıyla reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir.

B. Kamu Görevlilerinin Eylemleri Sonucunda Uğranıldığı İddia Edilen Zararların Tazminine Yönelik İdari Dava Sureci

17. Başvurucu 27/3/2007 tarihinde İçişleri Bakanlığına başvurarak 28/3/2006 ile 31/3/2006 tarihleri arasında gözaltında tutulduğunu, bu süre içinde kolluk güçlerinin yoğun işkencesine maruz kaldığını belirterek 40.000 TL maddi ve 60.000 TL manevi tazminat talep etmiştir.

18. İçişleri Bakanlığının 30/3/2007 tarihli yazısıyla herhangi bir yargı kararı bulunmaması nedeniyle başvurucunun tazminat talebi reddedilmiştir.

19. Başvurucu bunun üzerine 25/6/2007 tarihinde tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde özetle Diyarbakır'da örgüt üyelerinin cenazelerinin defnedilmesi sonrasında birtakım olaylar çıktığını fakat kendisinin bu olaylara karışmadığını, gazete dağıtımı yaparken polisler tarafından yakalandığını, hem yakalama anında hem de gözaltında tutulduğu Diyarbakır Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde kolluğun yoğun işkencesine maruz kaldığını belirtmiştir. Kulağında ve dizinin alt tarafında kanamalı yaralanmalar meydana geldiğini, vücudunun çeşitli yerlerinde morluklar oluştuğunu, sara nöbeti geçirmesine rağmen hastaneye sevk edilmediğini, yaralanmalarının gözaltından çıkarıldığı gün hastane raporları ve çekilen fotoğraflarla ortaya konulduğunu, yaşadıkları nedeniyle haftalarca çalışamadığını, ruhsal bir çöküntü içine girdiğini ileri süren başvurucu; idarenin çalışanı olan polislerin kusurundan kaynaklanan sebeplerden dolayı uğradığı maddi ve manevi zararların giderilmesini istemiştir. Başvurucu bu kapsamda 20.000 TL maddi ve 70.000 TL manevi tazminat talep etmiştir.

20. Davacının tam yargı davası Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin (Mahkeme) 10/12/2009 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Mahkeme kararında; başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak Başsavcılıkça yürütülen soruşturma ve dosyadaki diğer bilgi ve belgeler itibarıyla yaralanmanın güvenlik güçlerinin işkence veya kötü muamelesinden değil yakalama sırasında kolluğun orantılı güç kullanımından kaynaklandığı, dolayısıyla idarenin tazmin sorumluluğunu gerektiren bir durumun bulunmadığı belirtilmiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Davacı tarafından dava konusu olay nedeniyle sorumlular hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunulması üzerine açılan soruşturma sonucu ... gerekçesiyle kamu adına kovuşturma yapılmasına gerek olmadığı kararı verildiği ve bu karar karşı yapılan itirazın Siverek Ağır Ceza Mahkemesi'nce 09.10.2007 tarih ve Değişik İş No:2007/852, Değişik İş Karar No:2007/826 sayılı kararla reddedildiği görülmektedir.

Ayrıca olaylarda yaralanan polis memurlarından ikisi tarafından imzalanan ifade-teşhis tutanaklarında, davacının güvenlik güçlerine karşı taşlı, sapanlı ve moloflu saldırıda bulunan kişilerden olduğunun teşhis edildiği anlaşılmaktadır.

Öte yandan, davacının gözaltında bulunduğu 01.04.2006 tarihinde avukatı ile görüştüğü ve fena muamaleye maruz kaldığına ilişkin herhangi bir durumun belirtilmediği görülmektedir.

Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler ile Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 07.06.2007 tarih ve Soruşturma No:2006/9202, Karar No:2007/7452 sayılı dosyasının birlikte incelenerek değerlendirilmesinden; Bingöl İli'nde güvenlik güçleri ile çatışmaya giren 14 PKK terör örgütü mensubunun 4'ünün cenazelerinin Diyarbakır İli'nde gömülmesi sonrasında başlayan ve 28.03.2006 ve 01.04.2006 tarihleri arasında devam eden olaylar sonucunda yakalanarak gözaltına alınan davacının yaralanmasının, güvenlik güçlerince yapılan işkence ve fena muamaleden değil, güvenlik güçlerince yakalanarak gözaltına alınması sırasında yapılan orantılı güç kullanımından kaynakladığı ve yaralanmanın basit bir tıbbi müdehale ile giderilebilecek nitelikte olduğu sonuç ve kanaatine varıldığından davacıya tazminat ödenmesine hukuken olanak bulunmamaktadır.

Bu itibarla, idarenin tazmin sorumluluğunu gerektiren bir durum saptanamadığından açılan davanın reddi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, davanın reddine... [karar verildi.]"

21. Başvurucu verilen kararı temyiz etmiş; temyiz dilekçesinde özetle Mahkemenin ceza hâkimi gibi karar verdiğini, kamu görevlileri tarafından işkence yapılıp yapılmadığını, yapılmış ise idarenin bundaki sorumluluk payının ne olduğunu ortaya koymak yerine olaylara karıştığı kabul edilerek kolluğun eylemlerini meşrulaştırdığını, verilen kararın hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

22. Başvurucunun temyiz talebi Danıştay Onuncu Dairesi (Daire) tarafından 28/1/2015 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, dava ve temyiz dilekçelerinde belirttiği hususları tekrarlayarak karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Dairenin 26/1/2016 tarihli ret kararıyla verilen karar kesinleşmiştir. Karar 15/3/2016 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.

23. Başvurucu, kararın kesinleşmesi üzerine 13/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

24. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."

25. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Zor ve silah kullanma

Madde 16 - Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

…”

B. Uluslararası Hukuk

1. Sözleşme Hükümleri

26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz."

27. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir..."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İçtihadı

28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de devlet görevlilerinin kastına dayanan kötü muamele yasağı ve yaşam hakkı kapsamındaki şikâyetlere ilişkin başvurularda sadece tazminat verilmesinin mağdur statüsünü ortadan kaldırmaya yetmeyeceğini, Sözleşmeci devletlerin sorumluların belirlenmesi ve cezalandırılması için etkili bir soruşturma yapmakla yükümlü olduklarını, bu kapsamda yeterli telafiyi sağlayacak etkili iç hukuk yolunun ceza soruşturması olduğunu vurgulamaktadır (Alkın/Türkiye, B. No: 75588/01, 13/10/2009 § 33; Mehmet Erkan ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 41792/10, 28/1/2014, §§ 64, 65; Zekine Tercan ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 64964/09, 19/9/2017, §§ 14,15; Gafgen/Almanya [BD],B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90).

29. AİHM, iç hukukun yorumlanmasında öncelikli görevin ulusal otoritelere ait olduğunu vurgulamaktadır. AİHM’in görevi ulusal hukuk mercilerinin yorumlarının etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını tespit etmekle sınırlıdır (Waite ve Kennedy/Almanya, B. No: 26083/94, 18/2/1999, § 54). AİHM kural olarak kendisinin ulusal mahkemelerin yerine geçerek değerlendirme yapma görevinin bulunmadığını, ulusal hukukun yorumlanmasına ilişkin sorunları çözmenin öncelikli olarak ulusal otoritelerin -özellikle ulusal mahkemelerin- yetkisinde olduğunu vurgulamaktadır. AİHM bu sebeple ulusal mahkemelerin iç hukukun yorumuna ilişkin tartışmalarına karışmayacağını belirtmektedir. Ancak AİHM keyfîliğin bulunduğu, diğer bir ifadeyle ulusal mahkemelerin iç hukuku açıkça hatalı veya keyfî ya da hakkın tesliminden kaçınacak şekilde uyguladıklarını gözlemlediği hâllerde bunu sorgulayabileceğini ifade etmektedir (Andelkovıc/Sırbistan, B. No: 1401/08, 9/4/2013, § 24).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

30. Mahkemenin 5/11/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

31. Başvurucu, Başsavcılığa sunduğu dilekçesindekine benzer mahiyette şikâyetler ileri sürmüştür. Bunun dışında gözaltında bulunduğu esnada hakkında düzenlenen adli muayene raporlarının usule aykırı şekilde, toplu muayene edilmek suretiyle hazırlandığını, gözaltından çıkarıldıktan sonra vücudundaki yaralanmaların Diyarbakır Barosuna bağlı üç avukat tarafından tutanak altına alındığını ve fotoğraflandığını, aynı zamanda devlet hastanesinde sağlık raporu düzenlendiğini, bunlara rağmen açtığı tam yargı davasında olaylara karıştığından söz edilerek idarenin kusurunun olmadığının beyan edilmesinin kabul edilemez olduğunu ifade etmiştir.

32. Başvurucu, gözaltında tutulduğu sırada kolluk görevlilerinin sarf ettiği sözlerin içeriğinden de anlaşılacağı üzere kendisinin Kürt olması ve Özgür Gündem isimli gazeteyi dağıtması sebebiyle darbedildiğini belirterek ayrımcılığa uğradığını iddia etmiştir. Başvurucu, kolluk tarafından maruz bırakıldığı eylemler nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

33. Anayasa’nın 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes... maddî ve manevî varlığını koruma ... hakkına sahiptir.

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

…”

34. Anayasa’nın 5. maddesi şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

35. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası, mağdurların eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa olsun kötü muamele yasağının ihlal edilmemesi gerektiğini vurgular. Saikin önemi ne kadar yüksek olursa olsun en zor koşullarda bile işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yapılamaz. Anayasa’nın 15. maddesinin ikinci fıkrası gereğince savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde bile bu yasağın askıya alınmasına izin verilmemiştir. Anılan maddelerdeki hakkın mutlaklık niteliğini güçlendiren felsefi temel, söz konusu kişinin eylemi ve suçun niteliği ne olursa olsun herhangi bir istisnaya, haklılaştırıcı faktöre veya menfaatlerin tartılmasına izin vermemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 104).

36. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin -pozitif bir yükümlülük olarak- yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet; bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §51).

37. Anılan koruma yükümlülüğü devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevi yüklemektedir. Anılan yükümlülük, işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu, devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82).

38. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki bu pozitif yükümlülüğünün usul boyutu da bulunmaktadır. Usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldın olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırılan önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

39. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekir. Bu şekilde gündeme gelen yaşam hakkı ya da kötü muamele iddialarına konu davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespit ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte ceza soruşturması yapma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

40. Nitekim Anayasa Mahkemesi, kolluk görevlilerince darbedildiğini iddia eden kişi tarafından açılan tam yargı davasının incelendiği bir başvuruyu kötü muamele yasağı kapsamında ele almış ve yaptığı değerlendirmede tam yargı davasının tazminat imkânı sunmakla birlikte kötü muamele vakasının aydınlatılmasına, sorumluların tespitine ve cezalandırılmasına yönelik bir sonuç elde edilmesi için yetersiz ve etkisiz kalacağını, bu konudaki etkili yolun ceza soruşturması olduğunu belirterek -başvurucunun adli makamları harekete geçirmek için bir başvurusunun da bulunmadığı dikkate alınarak- başvuru yollarının tüketilmediği neticesine ulaşmıştır (Zeki Güngör, B. No: 2013/8491, 31/3/2016, §§ 39-45).

41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurular incelenebilir (Zafer Öztürk, B.No: 2012/51,25/12/2012, § 17).

42. Somut olayda başvurucu, gözaltına alınmasıyla başlayıp salıverilmesine kadar geçen süre içinde maruz kaldığı eylemlerin kötü muamele niteliğinde olduğunu iddia etmektedir. Diğer bir ifadeyle başvurucu, kamu makamlarının kötü muamele yasağının devlete yüklediği negatif ödevi ihlal ettiğini öne sürmektedir. Negatif yükümlülüğün ihlal edildiği iddiası bakımından etkili yol ceza soruşturmasıdır (bkz. §§ 39, 40). Tam yargı davasında mahkemenin araştırma ve yargılama yetkisi bakımından olayın gerçekleşme koşullarını, yargılamanın tüm imkân ve araçlarını ceza mahkemesi gibi geniş bir yelpazede kullanarak inceleme ve sorumluları tespit etme imkânına sahip olmadığı açıktır.

43. Başvurucunun kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin şikâyetleri konusundaki ceza soruşturması, Başsavcılığın 7/6/2007 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararıyla sonuçlanmıştır. Başvurucunun itirazı Siverek Ağır Ceza Mahkemesinin 9/10/2007 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu durumda ceza soruşturmasının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiği anlaşılmaktadır. Öte yandan kötü muamele yasağının devlete yüklediği negatif yükümlülüğün ihlal edildiğiyle ilgili şikâyetlerde etkili yol olan ceza soruşturmasının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinden önce kesinleştiği hâllerde söz konusu şikâyetin tam yargı davası üzerinden incelenmesi de mümkün değildir.

44. Sonuç itibarıyla somut olayda etkili yolun ceza soruşturması olduğu ve bu yolun da 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiği gerçeğinden hareketle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetki alanı dışında kaldığı, tazminat yargılamasının bu sürenin uzamasına etki etmediği kabul edilmelidir.

45. Başvurucunun ayrımcılık yasağına ilişkin iddiasının da ele alınması gerekir. Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve Sözleşme'nin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine yönelik iddiaların soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurlum Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33). Başvurucu; Özgür Gündem isimli gazetenin dağıtıcısı ve Kürt olması sebebiyle kötü muameleye maruz kaldığını ileri sürmüş ise de anılan yasak bağlamında bir inceleme yapılamaması, bu iddianın da değerlendirilememesi sonucunu doğurmuştur.

46. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

1. Şikâyetin Nitelendirilmesi

47. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

”Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

48. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu taralından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Kamu görevlileri tarafından gerçekleştirilen kötü muamele niteliğindeki eylemlere ilişkin olarak hak ihlali iddiasında bulunan tarafça açılan tam yargı davasının mağduriyetin giderilmesi adına önemli bir işleve sahip olduğu kabul edilmelidir. Bununla birlikte kötü muamele yasağının kamu görevlilerinin kasti fiilleriyle ihlal edildiği şikâyeti yönünden etkili yol ceza soruşturması olduğundan tam yargı davası üzerine bu şikâyetin incelenmesi mümkün değildir (bkz. § 42). Ancak Danıştay içtihadıyla Anayasa’nın 125. maddesine dayanılarak çerçevesi çizilen tazminat imkânının medeni bir hak niteliğinde olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Bu nedenle Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının kamu görevlilerinin kötü muamelede bulundukları iddiasıyla açılan tam yargı davalarında uygulanabilir olduğu açıktır.

2. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. Başvurucunun İddiaları

49. Başvurucu, tazminat davasının ortaya konulan deliller görmezden gelinerek olumsuz sonuçlanması sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

b. Değerlendirme

50. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).

51. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).

52. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa’daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa'da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 53).

53. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve Özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikâyeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılama hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai hâllerde, aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B., §83).

54. Somut olayda Mahkeme ret ile sonuçlandırdığı kararını Başsavcılık soruşturmasının içeriğine, başvurucunun kolluğa fiziki saldırıda bulunduğuna ilişkin Teşhis Tutanağı'nın varlığına ve başvurucunun aşamalarda istikrarlı bir şekilde şikâyetini dile getirmemesine dayandırmış ve yukarıda belirtilen (bkz. § 20) gerekçe ile hüküm kurmuştur. Mahkemenin başvurucunun gözaltına alınma ve gözaltında tutulma sırasında kötü muameleye maruz kaldığı yönündeki iddialarını karşıladığı ve nihayetinde yaralanmanın kamu görevlilerinin orantılı güç kullanımından kaynaklandığını dile getirdiği görülmektedir.

55. Dosya kapsamındaki delillere göre gözaltı işlemiyle başlayan süreçte başvurucunun kamu görevlilerinin kötü muamele niteliğindeki eylemleri nedeniyle yaralandığının açık olduğunu söyleyebilmek mümkün görünmediğinden İdare Mahkemesince ulaşılan sonucun adil yargılanma hakkındaki güvenceleri etkisiz hâle getiren bir keyfîlik içerdiğinden bahsedilemez.

56. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Makul Surede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

57. Başvurucu, yargılamanın makul süre içinde tamamlanmadığını ileri sürmüştür.

58. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

59. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Bakanlık İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

60. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır.

61. Bahsi geçen kararda özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35,36).

62. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

63. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. 

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,

5/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

KARARI YAZDIR


Aşağıdaki arama terimleri ile ilgili kararlara etiketlere tıklayarak ulaşabilirsiniz :
bireysel başvuru anayasa gözaltı kötü muamele yetkisizlik tazminat adil yargılanma makul süre
Bu kararı Favorilerinize Eklemek için giriş yapın veya üye olun

Bu kategorideki diğer İçtihatlardan bazıları