I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen gösteriye kolluk güçlerinin müdahalesi neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/11/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
9. 1980 doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde İstanbul'da yaşamakta ve bir giyim firmasında güvenlik görevlisi olarak çalışmaktadır.
A. Genel Olarak
10. Başvurucu, ülke genelinde gerçekleşen ve Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen gösterilerin 11/6/2013 tarihinde yapılan Taksim Meydanı'ndaki kısmına katılmıştır. Kardeşini almak için eylemlerin yapıldığı yere gittiğini beyan eden başvurucu, Anayasa'nın 26. maddesinde düzenlenen haktan yararlanarak kendini ifade etmek için gösterilerde yer aldığını soruşturma aşamasında dile getirmiştir. Kolluk görevlilerinin başvurucunun bulunduğu yerdeki gösteriye müdahale ettikleri esnada başvurucu, gözüne isabet eden sert bir cisimle yaralanmıştır.
11. Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014 tarihinde yayımlanan Gezi Parkı olayları raporuna göre kısaca (detaylı bilgi için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §10) Gezi Parkı eylemleri/olayları;
- İstanbul Taksim Meydanı’nda bulunan Gezi Parkı’nda yapılmak istenen çevre ve imar düzenlemelerine engel olmak için 27/5/2013 tarihinde iş makinelerinin Gezi Parkı'na girmesiyle başlamış, haziran ve temmuz aylarında yoğunlaşarak Türkiye’nin birçok iline yayılmış toplantı ve gösteri yürüyüşleridir.
- İçişleri Bakanlığı verilerine göre 28/5/2013 ile 6/9/2013 tarihleri arasında 80 ilde bu kapsamda 5.532 eylem/etkinlik gerçekleştirilmiştir.
- Türk Tabipleri Birliği verilerine göre kamu hastanelerine, özel hastane ve tıp merkezlerine, olayların yaşandığı alanlarda kurulan revirlere toplam 8.163 kişi yaralı olarak başvurmuştur. Bunlardan 106'sı kafa travmasına uğramış, 63'ü ağır yaralanmış, 11'i gözünü kaybetmiştir.
12. Başvurucunun katıldığı tarihte gerçekleşen gezi eylemleriyle ilgili olarak kolluk memurları tarafından 11/6/2013 ve 12/6/2013 tarihli Olay Tutanakları düzenlenmiştir. 11/6/2013 tarihli Olay Tutanağı'nda Taksim Meydanı'nda göz yaşartıcı gaz ve tazyikli su kullanılması, 12/6/2013 tarihli Olay Tutanağı'nda ise tazyikli su kullanılması suretiyle gösterilere müdahale edildiği, bu gösteriler nedeniyle hiç kimsenin gözaltına alınmadığı belirtilmiştir.
B. Ceza Soruşturması Süreci
13. Başvurucu, kolluk memurlarınca müdahale sırasında gerekli olmadığı hâlde savunma/ZED tüfeği (gaz fişeği) veya plastik mermi kullanılması nedeniyle gözünden yaralandığını ileri sürerek yaralanmasına sebebiyet veren kolluk görevlileri hakkında 3/10/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) şikâyette bulunmuştur.
14. Başsavcılık tarafından başvurucunun şikâyeti üzerine 2013/139143 Soruşturma numarasıyla soruşturma başlatılmıştır. Anılan soruşturma 22/10/2013 tarihinde benzer yakınmaları olan yüzlerce müştekinin şikâyetiyle birlikte 2013/79334 numaralı soruşturma dosyasında birleştirilmiştir. Beş yüz soruşturma dosyasının birleştirilmesiyle oluşan bu soruşturma, İstanbul'un farklı yerlerinde ve farklı tarihlerde gerçekleşen Gezi olaylarıyla ilgili olarak yürütülen ana soruşturmalardan biridir.
15. Başsavcılıkça olay yerini gösteren MOBESE ve diğer kamera görüntülerinin toplanması, tanıkların tespit edilmesi ile şüpheli kolluk görevlilerinin belirlenmesi 30/10/2013 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünden, kamera görüntüleri mevcut ise bu görüntülerin çıkarılarak gönderilmesi 10/3/2014 tarihinde Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürlüğünden istenmiştir. Kolluk birimlerince Başsavcılık istemine cevap verilip verilmediğine, verilmişse içeriğine dair UYAP'taki soruşturma dosyalarında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
16. 12/3/2014 tarihinde başvurucunun şikâyetine yönelik olarak yürütülen soruşturmaya, ana soruşturmadan ayrılarak 2014/35756 numarasıyla devam edilmiştir.
17. Başsavcılıkça başvurucunun 18/3/2014 tarihinde sözlü ifadesi alınmıştır. Başvurucu kısaca sağ gözüne isabet eden gaz fişeği kapsülüyle veya plastik mermiyle yaralandığını, kolluğa taş atmadığını, anayasal hakkını kullandığını, kendisini yaralayan polis memurunu göremediğini, yaralandığı sırada arkadaşını cep telefonuyla aradığını, arama kayıtları çıkarılırsa yaralanma saatinin tam olarak tespit edilebileceğini, kayıtların çıkarılmasına rızasının olduğunu, ayrıca vurulduğunda yanında kardeşi ile arkadaşı Y.nin bulunduğunu, onların tanık olarak dinlenmesini istediğini ve kendisini yaralayan kolluk görevlisinden şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir.
18. Yaralanma tarihine/saatine veya yerine ilişkin kesin bilgi bulunmamakla birlikte başvurucu, Başsavcılığa verdiği ifadesinde 12/6/2013 tarihinde saat 01.00 ile 01.30 arasında yaralandığını iddia etmiş; daha sonra -12/12/2019 tarihinde verdiği dilekçeyle- yaralanma saatinin 11/6/2013 tarihinde saat 23.30 ile 12/6/2013 tarihinde saat 02.30 arasında olduğunu belirtmiştir. Yaralanma yerinin tam olarak neresi olduğunu da ifadesinde açıklayamayan başvurucu, sadece yaklaşık olarak Talimhane Caddesi'nin Taksim Meydanı'na çıkan kısmında toplanan kalabalıktan ayrılarak 10-20 metre yürüdükten sonra yaralandığını dile getirmiş; daha sonra ibraz edeceği dilekçeyle yaralanma yerini haritada işaretleyerek soruşturma makamlarına ileteceğini vurgulamıştır. Başvurucu 12/12/2019 tarihli dilekçesinde yaralanma yerinin Cumhuriyet Caddesi'nin Taksim Meydanı'na çıkılan yeri olduğunu dile getirmiştir.
19. Başvurucu, vekili aracılığıyla sunduğu 24/10/2014 tarihli dilekçesiyle ana soruşturmada (2013/79334 numaralı) toplanan deliller ile ilgili beyanda bulunmuş; MOBESE kameralarının tahrip edildiği Gezi olayları soruşturmalarına yansımasına rağmen bu tahribatın kim tarafından yapıldığının araştırılmadığını, görev yoğunluğundan dolayı listelerin düzenli tutulmadığının ve kimlerin gaz fişeği kullandığının tespit edilemediğinin kolluk birimleri tarafından bildirildiğini, listelerde belirtilen kolluk görevlilerinin en az yarısının ifadesinin alınmadığını belirterek görüntülere yansıyan kolluk memurlarının kimliklerinin tespit edilerek soruşturmaya dâhil edilmesini talep etmiştir.
1. Sağlık Raporları
20. Başvurucu; Başsavcılık ifadesinde ve sunduğu dilekçelerde, yaralandıktan sonra çevrede bulunan kişilerin yardımıyla önce Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesine, ardından Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürülerek burada ilk ameliyatını olduğunu, sonrasında Çapa Tıp Fakültesi Göz Kliniğinde iki kez ameliyat olduğunu açıklamıştır.
21. Başsavcılıkça başvurucunun tedavi evrakı ile hakkında düzenlenen sağlık raporları Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinden 11/11/2014 tarihinde, Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesinden 12/11/2014 tarihinde istenmiştir. Başvuru dosyasında veya UYAP'a kayıtlı soruşturma dosyasında hastaneler tarafından gönderilen evrakların bulunmadığı, buna karşın şikâyet dilekçesiyle birlikte ilgili evrakın bir kısmının başvurucu tarafından Başsavcılığa sunulduğu görülmüştür.
i. Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 12/6/2013 tarihli ve 04.16 saatli raporunun "Olay Öyküsü" kısmında başvurucunun polis müdahalesinde başına biber gazı kapsülü geldiğini beyan ederek başvurduğu belirtilmiştir (Sunulan rapor tek sayfa olup başkaca bilgi bulunmamaktadır.).
ii. Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz Servisi tarafından düzenlenen 12/6/2013 tarihli ve 04.30 saatli genel adli muayene raporunda, 12/6/2013 tarihinde saat 00.30 civarında, sağ gözüne biber gazı fişeği çarpan başvurucunun Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesinden sevkinin yapıldığı, sağ grob perfasyonu tanısıyla acil operasyon için hastaneye yatışının gerçekleştirildiği belirtilmiştir. Aynı Hastane tarafından düzenlenen 12/6/2013 tarihli geliş ve 13/6/2013 çıkış tarihli epikriz raporunda başvurucunun genel anesteziyle ameliyat edildiği, sağ gözün ekarte edilerek onarımının yapıldığı açıklanmıştır.
22. Hastaneler tarafından gönderilen evraklar, Başsavcılıkça İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğüne (Adli Tıp Kurumu) 20/10/2015 tarihinde iletilerek başvurucunun yaralanmasının niteliğinin belirlenmesi talep edilmiştir. Adli Tıp Kurumunca söz konusu evraklara atıf yapılarak düzenlenen 21/10/2015 tarihli rapor şöyledir:
"Şişli Etfal E.A. Hastanesinin 12.06.2013 tarih 242845 sayılı raporunda; polis müdahalesinde başına biber gazı kapsülü gelmesi ifadesiyle geldiği, her iki gözde periorbital ekimoz olduğu, kranial BT de intrakranial hadise düşünülmediği, orbita BT de glob perforasyonu düşünüldüğü, göz bakısında, sağ skleral perforasyon olup sağda ışık hissinin negatif olduğu, sağ orbita tabanında küçük fraktür hattı saptandığı, Okmeydanı E.A. Hastanesinin 12.06.2013 geliş, 13.06.2013 çıkış tarihli epikriz raporunda, genel anestezi altında ameliyat edildiği, sağ göz ekarte edilerek onarımının yapıldığı, arızasının,
Kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı,
Basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLMADIĞI,
Kırığın yaşam fonksiyonlarına etkisi ORTA(2) derece olduğu,
Duyularından birinin fonksiyonun sürekli kaybı niteliğinde olduğu"
2. Şüpheli Kolluk Görevlilerinin Belirlenmesine İlişkin İşlemler
23. Başsavcılıkça temin edilen bazı kamera görüntüleri 2/12/2014 tarihinde bilirkişiye tevdi edilmiş, görüntülerde yer alan kolluk görevlilerinin kask numaralarının tespit edilmesi istenmiştir. Görüntülerin neleri içerdiği veya ne şekilde elde edildiği UYAP'taki soruşturma dosyasından anlaşılamamaktadır. Ulusal Kriminal Büro, görüntüleri incelemek üzere Başsavcılıkça bilirkişi olarak atanmıştır. Ulusal Kriminal Büro Amirliğinin 8/1/2014 tarihli raporunun ilgili kısmı şöyledir:
"Taksim bölgesinde yüzlerce çevik ve onlarca Zetçinin o günün her saatinde muhtelif yerlerde görüldüğü, bunlardan ise olaya müdahili olduğu değerlendirilenlerin, olaydan bilgisi olanın olay yerinin müdürü sıfatıyla resmi görülen tek yıldızlı emniyet müdürü olduğunun düşünüldüğü, [T- ...] Kask numaralı 6246 grubunun birinci yaya kuvvetler ekibinden [... ] sicil numaralı [E.T.nin] da görüntüsü ve birlikte bulunması nedeniyle sanki Müdürün refakat polisi olduğu, olaydan sorumlu olan ZET'çileri mutlaka [E.T.nin] da tanıdığı, [B-...] kasklı olay yeri ve ay anı ekibinden olan sicil no [...] Robokopçu [M.K.nin] içinde olduğu 5 kişilik Zet timi olduğunun değerlendirildiği, Olay yerindeki 4-5 ZET'çinin kendi ekibinde olması nedeniyle tüm Zetçileri en iyi ve en yakın bilmesi gereken çevik kuvvet polisinin [...] sicilli Robokopçu [M.K.] olduğunun değerlendirildiği, olay noktasına başkaca görüntülerde, başkaca yapılan Zet ateşlemesine ve ateşine rastlanmadığından mağdur Erdal Sarıkaya'nın vurulma olayının 11/06/2013'ü 12/06/2013'e bağlayan gece yarısının tam ortasında oluştuğu değerlendirildiği, Erdal Sarıkaya'nın vuruluş anının ve vuranın birebir kameralarda görülmemesinin, yüzlerce polis listesinden en fazla 5 personelle, bir müdür ve iki önemli görgü tanığına indirgenebilmesinin ve bulguların değerlendirilmesi..."
24. Bilirkişi tarafından numaraları belirlenen kaskları kullanan kolluk görevlilerinin kimliklerinin tespitine yönelik olarak 10/3/2015 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünden bilgi istenmiştir. Emniyet Müdürlüğünce kask numaraları tespit edilen personelden olay günü görevli olup ZED/savunma tüfeği kullanma yetkisi veya eğitimi bulunanların isim listesi Başsavcılığa iletilmiş, bazı kask numaralarının (beş adet kask numarasının) kayıtlı olmadığı bildirilmiştir. Emniyet Müdürlüğünün cevabında tarih bulunmamakta olup cevabın UYAP'a kayıt tarihi 26/6/2015'tir.
25. Öte yandan Gezi eylemlerinde başvurucuyla aynı gün yakın bölgede yaralanan A.A.nın kolluk görevlilerine ilişkin şikâyetine dair yürütülen ceza soruşturması Gezi olaylarıyla ilgili 2013/79334 Sor. numaralı ana soruşturmadan 8/11/2013 tarihinde ayrılmış, bir süre 2014/53879 Sor. numaralı soruşturmada tek başına yürütüldükten sonra 10/3/2015 tarihinde başvurucunun şikâyetinin araştırıldığı 2014/35756 Sor. numaralı soruşturmayla birleştirilmiştir.
26. Birleşen 2014/53879 numaralı soruşturma dosyası (A.A.nın şikâyetiyle ilgili yürütülen) kapsamında Başsavcılık tarafından olay günü savunma tüfeği kullanmaya yetkili olan ve kimliği tespit edilen on altı polis memurunun soruşturmalar birleştirilmeden önce 2014 yılı Haziran-Temmuz ayları arasında -farklı tarihlerde- şüpheli olarak savunmaları alınmıştır. Şüpheli polisler genel olarak suçlamaları kabul etmemiştir. Memurların bir kısmı Gezi Parkı eylemlerinde görevli olduğunu ancak yaralama eylemlerinin gerçekleştiği yerde bulunmadığını beyan etmiş, diğer bir kısmı ise olay yerinde savunma tüfeği kullandığını ancak kimseyi yaralamadığını ifade etmiştir. Başsavcılık ayrıca aynı soruşturmada 17/4/2014 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünden toplumsal olaylara müdahale aracı (TOMA) veya kolluk araçlarında çekilen görüntülerin bulunup bulunmadığının araştırılmasını istemiştir.
27. Başsavcılık, İstanbul Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde komiser olan ve olay yerinde görev alan K.K.nın tanık olarak 10/3/2015 tarihinde ifadesini almıştır. Tanığın ifadesi şöyledir:
"11/06/2013 günü sabah 05:00 sıralarında Beşiktaş Dolmabahçe stadı civarında konuşlanmıştık. Gece 23:00 sıralarına kadar o bölgede görev yaptık. Daha sonra Taksime çıktık. Ve Divan Kavşağı yoluna da geçtiğimiz hatırlıyorum. Ancak Talimhaneye hiç geçmedik diye hatırlıyorum. Divan Kavşağına geldiğimizde göstericiler tarafından barikatlar kurulmuştu. Bizimde gruplar olarak müdahalemiz oldu. Bu sırada sorumluluğumda bulunan zet silahı kullanmakla görevli personelimde kurallara uygun şekilde gerek olduğunda zet silahını kullanmıştır. Hatırladığım kadarıyla 11 Haziran günü gruplara yönelik olarak yapılan çalışmaların yoğun olduğu bir gündü. birçok grup olay yerindeydi. Hemen hemen her yerde barikat kurulmuştu. Bu barikatları ve göstericileri bertaraf etme amacıyla çok sayıda gruplar olarak müdahalede bulunduk. [M.C.Y.] grubumun zetçilerindendir. Hiçbir zetçi polisinin kurallara aykırı olarak göstericileri doğrudan hedef alarak ateş ettiğini görmedim. Böyle bir talimatımızda söz konusu olamaz."
28. Başvurucu ve diğer şikâyetçi A.A.nın ortak vekili tarafından 5/4/2016 tarihinde Başsavcılığa sunulan dilekçeyle, Emniyet Müdürlüğünün cevap yazısına göre liste şeklinde isimleri bildirilen görevlilerin soruşturmaya dâhil edilmesi, numarası kayıtlı olmadığı bildirilen kaskların nasıl mevcut olabildiğinin araştırılması, Çevik Kuvvet ekibine bağlı olmadığı tespit edilen görevlilerin hangi birime bağlı olduğunun tespit edilmesi talep edilmiştir.
3. Soruşturma İzni İstenmesi Sürecine İlişkin İşlemler
29. Öte yandan Başsavcılık 20/10/2015 tarihinde başvurucu ve A.A.nın şikâyetiyle ilgili olarak zor kullanma yetkisinin sınırının aşılması suçunu işledikleri isnadıyla kask numaralarından kimlikleri tespit edilen on altı kolluk görevlisi ile kimliği tespit edilemeyen gaz bombası ve tüfeği kullanan görevli hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca soruşturma izni talep etmiştir.
30. İstanbul Valisi'nin 8/1/2016 tarihli oluruyla, on altı polis memuru hakkında soruşturma izni verilip verilmeyeceğinin tespiti amacıyla ön inceleme raporu hazırlaması için 2. Sınıf Emniyet Müdürü A.V. ön incelemeci olarak görevlendirilmiştir. Ön inceleme raporunun ilgili kısmı şöyledir:
"Gezi parkı eylemleri olarak bilinen Türkiye genelinde ve İstanbulun birçok semtinde aynı anda birçok protesto eyleminin yapıldığı, Taksim Meydanının ise İstanbuldaki olayların en yoğun yaşandığı yerlerden olduğu, gaz fişeği kullanan polis memurlarının 2559 sayılı PVSK'nın 16. maddesi hükmü gereğince görevlerini yerine getirdikleri, olay yerinde şartların oluşmasından dolayı görevli olan personelin kendilerine 2911 sayılı ve 2559 sayılı kanunların verdiği yetkiyi kullanarak kanunsuz eylem ve yürüyüş yapan gruba yasal sınırlar içinde müdahalede bulundukları, eylemleri önlemek amacıyla eylemcilere herhangi bir kısıt olmaksızın atılmış olan gaz fişeğinin bahse konu yerde şahıs yada şahısların yaralanmasına sebebiyet verme ihtimali olmakla birlikte şikâyetçi şahısların görevli polis memurlarının atmış olduğu gaz fişeği neticesinde yaralandığını, delillendirebilecek somut, teşhise uygun isim, şahıs, şahit veya delil ortaya koyma imkânı olmadığı, bu nedenle adı geçen görevlilerin kusurlu olduklarının tespit edilemediği anlaşıldığı"
31. İstanbul Valisi tarafından 22/2/2016 tarihli ve 2016/123 sayılı kararla ön inceleme raporundaki tespitler doğrultusunda on altı kolluk görevlisi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Kararda, şikâyetçi olan kişilerin kasıt olmaksızın atılan gaz fişeğiyle yaralanma ihtimalleri mevcut ise de kolluk görevlilerince atılmış gaz fişeğiyle yaralandıklarına ilişkin somut delillerin ortaya konma ihtimalinin bulunmaması nedeniyle on altı kolluk görevlisinin kusuru olmadığının değerlendirildiği açıklanmıştır.
32. Soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara itiraz edilmeyeceği Başsavcılık tarafından 10/5/2016 tarihinde Valiliğe bildirilmiştir. Valilikçe, süresinde itiraz edilmemesinden dolayı on altı kolluk görevlisi hakkındaki kararın 22/8/2016 tarihinde başvurucu açısından kesinleştiği 11/10/2016 tarihinde Başsavcılığa bildirilmiştir.
33. Diğer müşteki A.A. ise soruşturma izni verilmemesi kararına itiraz etmiştir. Müşteki A.A.nın yaralanması nedeniyle yürütülen soruşturma, başvurucunun yaralanmasıyla ilgili yürütülen soruşturmadan 25/10/2016 tarihinde Başsavcılık tarafından ayrılmış ve yeni bir soruşturma numarasıyla (2016/126756 numaralı) soruşturmaya ayrıca devam edilmiştir.
34. Bu arada Başsavcılıkça, sadece kimliği tespit edilen on altı kolluk görevlisi hakkında değil aynı zamanda bilirkişi raporunda kask numaraları belirtilen (beş adet kask numarası) ancak kimliği tespit edilemeyen gaz bombası ve tüfeği kullanan görevliler hakkında da soruşturma izni istendiğinin 26/8/2016 tarihinde Valiliğe hatırlatılması üzerine İstanbul Valisi'nin 27/1/2017 tarihli oluruyla bu kez kimliği tespit edilemeyen gaz bombası ve tüfeği kullanan görevliler hakkında ön inceleme raporu hazırlaması için Komiser S.E. ön incelemeci olarak görevlendirilmiştir.
35. Ön inceleme raporunda bazı kask numaralarının Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü kayıtlarında bulunmadığı, diğer bazı numaraların kayıtlarının olduğu ancak 11/6/2013 ile 12/6/2013 tarihli günlük görev listelerinde göz yaşartıcı gaz kullanan personelin girişi yapılmadığından bu kaskları kullanan personelin kimlik tespitinin yapılamadığı, bu nedenle kimliği belli olmayan kolluk görevlileri hakkında soruşturma izni verilmesine ve disiplin soruşturması açılmasına gerek olmadığı yönünde görüş bildirilmiştir.
36. Ön inceleme raporundaki tespitler doğrultusunda İstanbul Valisi tarafından 23/2/2017 tarihli -kararda sehven 23/2/2016 tarihi yazılmıştır- ve 2017/64 sayılı kararla kimliği tespit edilemeyen gaz bombası ve tüfeği kullanan görevliler hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir.
37. Başvurucu kimliği belli olmayan kolluk görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesine ilişkin bu karara itiraz etmiş; başvurucunun itirazı İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) tarafından 11/5/2017 tarihinde kabul edilmiştir. Kararda, 4483 sayılı Kanun'un 2. maddesinde efrada karşı yapılan suimuameleler (kötü muamele) ile ilgili olarak açılan soruşturmalarda anılan Kanun'un hükümlerinin uygulanmayacağının düzenlendiği ve karara konu suç isnadının bu kapsamda kaldığı dikkate alınarak soruşturmanın genel hükümlere göre yürütülmesi gerektiği gerekçesiyle itirazın kabul edildiği açıklanmıştır.
38. Kimlikleri tespit edilen şüpheli on altı polis memuru hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle Başsavcılıkça 2/5/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin ek karar verilmiştir. Kararda müşteki olarak sadece başvurucu yer almaktadır. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...şikayete konu iddianın soruşturmasının 4483 sayılı yasaya tabi olması nedeniyle Zor Kullanma Yetkisine İlişkin Sınırı Aşılması suçundan Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından şüpheliler hakkında 4483 sayılı yasa kapsamında soruşturma izni verilip verilmemesi hususunda talep edildiği, talebimiz sonucu İstanbul Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü tarafından ön inceleme başlatıldığı, yapılan ön inceleme sonucu ... şüpheliler hakkında soruşturma izni verilmemesine dair karar verildiği, ... karara karşı yasal süre içerisinde her hangi bir itiraz olmadığından kararın kesinleştiği,
...
Şüpheliler hakkındaki incelemenin sonucunda müsnet Zor Kullanma Yetkisine İlişkin Sınırı Aşılması, görevi kötüye kullanma suçundan, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanmasına Dair Kanunun 4. maddesinin son fıkrası uyarınca soruşturma yapılmasına yer olmamasına..."
39. Başsavcılıkça verilen kovuşturmama (ek) kararından haberdar olmaksızın başvurucu soruşturmanın genişletilmesi talebiyle 1/6/2017 tarihinde Başsavcılığa dilekçe ibraz etmiştir. Başvurucunun dilekçesi sehven ek karara itiraz dilekçesi olarak kabul edilerek değerlendirilmek üzere İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmiştir. Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/6/2017 tarihli kararıyla, Başsavcılık ek kararının 15/4/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmesine rağmen başvurucunun on beş günlük kanuni sürenin dolmasından sonra 1/6/2017 tarihinde karara itiraz ettiği gerekçesine istinaden itirazın süre aşımı nedeniyle reddedilmesine karar verilmiştir.
40. Başsavcılık diğer taraftan başvurucunun kimliği tespit edilemeyen gaz bombası ve tüfeği kullanan görevliler hakkında soruşturma izni verilmemesine kararına itirazının Bölge İdare Mahkemesince kabulü nedeniyle kimliği tespit edilemeyen gaz bombası ve tüfeği kullanan görevli hakkında devam eden soruşturmanın üç ayda bir bilgi verilmesi koşuluyla 11/7/2017 tarihinde daimî aramaya alınmasına karar vermiştir.
41. Başvurucu 14/7/2017 tarihinde Başsavcılığın on altı kolluk görevlisi hakkında verdiği ek karara itiraz dilekçesi sunarak 2/5/2017 tarihinde verilen Başsavcılık kararını 15/4/2017 tarihinde tebliğ almasının mümkün olmadığını belirtmiş ve kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin ek kararı 13/7/2017 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucunun bu itirazı, İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğince süresinde kabul edilmiş, buna karşın "Başsavcılık kararının usul ve yasaya uygun olduğu" gerekçesiyle 11/9/2017 tarihinde esas yönünden reddedilmiştir. İtirazın reddi kararı başvurucuya 12/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
42. Başvurucu 9/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
4. Bireysel Başvurudan Sonraki Soruşturma Süreci
43. Başvurucunun bireysel başvuruda bulunduktan sonra soruşturma süreciyle ilgili yaşanan gelişmeler kısaca şöyledir:
i. Aynı soruşturma dosyasındaki diğer şikâyetçi A.A.nın İstanbul Valisi'nin 22/2/2016 tarihli ve 2016/123 sayılı on altı kolluk görevlisi hakkında soruşturma izni verilmemesi kararına itirazı, Bölge İdare Mahkemesinin 5/7/2018 tarihli kararıyla soruşturmaya konu suç isnadının genel soruşturma hükümleri çerçevesinde soruşturulması gerektiği gerekçesiyle kabul edilmiştir. A.A.nın şikâyeti ile ilgili bu soruşturma 25/10/2016 tarihinden beri ayrı yürütüldüğünden soruşturmanın akıbeti bilinmemektedir.
ii. Emniyet Müdürlüğü tarafından 24/7/2017, 22/1/2018 ve Ağustos 2018 -müzekkerede tam tarih bulunmamaktadır- tarihlerinde başvurucunun yaralanmasından sorumlu şahısların aranması çalışmalarının devam ettiği bildirilmiştir.
iii. Başvurucu, soruşturmanın genişletilmesi talebini içeren dilekçeyi 28/3/2018 tarihinde soruşturma makamına sunmuş; dilekçede, kimliği belirlenemeyen ancak kask numaraları belirlenen görevlilerin başka illerden gelme ihtimaline binaen araştırma yapılmasını, kimliği belirlenen on altı görevlinin savunmalarının tespit edilmesini, olay günü olay yerinde görevli diğer kolluk görevlilerinin beyanlarına başvurulmasını, görev listelerinde belirtilmeyen ve savunma tüfeği kullanan görevlilerin araştırılmasını, tüfeklerin tesliminden sonra zimmet belgelerinin imha edildiği bildirildiğinden imha edenler hakkında soruşturma yapılmasını, tüm kamera görüntülerinin toplanarak incelenmesini, olay günü kullanılan TOMA'ların hard disklerinin temin edilerek incelenmesini talep etmiştir.
iv. Başsavcılık tarafından Emniyet Müdürlüğünden Gezi Parkı eylemlerine ilişkin toplu görüntüler temin edilerek 4/6/2018 tarihinde İstanbul Jandarma Kriminal Laboratuvarına gönderilmiş, başvurucunun ifade ve dilekçelerinde belirttiği yaklaşık yaralanma yeri haritada işaretlenerek 12/6/2013 tarihi saat 01.00 ile 01.30 arasındaki görüntülerin incelenerek başvurucunun yaralanma anına ilişkin görüntü mevcutsa araştırılarak gönderilmesi istenmiştir. Laboratuvarın 13/9/2018 tarihli uzmanlık raporuna göre talep edilen incelemenin teknik inceleme kapsamında sayılmadığından yapılamadığı, ayrıca gönderilen kayıtlarda incelenmesi istenen tarih aralığına da rastlanmadığından araştırmanın yapılamadığı bildirilmiştir.
v. Başsavcılık başvurucunun yaralanmasından sorumlu olanların belirlenmesi amacıyla araştırma yapılmasını 19/10/2018 tarihinde İl Emniyet Müdürlüğünden yeniden istemiştir. İl Emniyet Müdürlüğünün cevabında, başvurucu ifadesinde Talimhane Caddesi yakınlarında yaralandığını iddia ettiğinden olay günü Talimhane Caddesi ve çevresinde görevli olan kolluk personelinin kimlik bilgileri liste hâlinde bildirilmiştir.
vi. Başvurucu, İstanbul Jandarma Kriminal Laboratuvarı tarafından hazırlanan uzmanlık raporuna 5/11/2018 tarihinde itiraz etmiş; daha önce Ulusal Kriminal Bürosu tarafından hazırlanan raporda görüntülerin incelenebildiğini belirterek teknik donanıma sahip bilirkişi heyeti oluşturulmak suretiyle kayıtların yeniden incelenmesini istemiş; bu defa incelemeye esas olay saatinin 14.00-06.00 aralığı olarak belirlenmesini talep etmiştir.
vii. Başvurucu 29/11/2018 tarihli dilekçesiyle açtığı tam yargı davası için Adli Tıp Kurumu tarafından 31/10/2018 tarihinde hazırlanan ve başvurucunun sağ gözünde tam görme kaybının olduğunun tespit edildiği raporu soruşturma dosyasına sunmuştur.
viii. Başvurucu; vekili aracılığıyla sunduğu 14/3/2019 havale tarihli dilekçesiyle soruşturmada ilerleme kaydedilebilmesi için kolluk birimlerinden olay günü plastik mermi kullanan kolluk görevlilerinin kimliklerinin tespit edilmesini, bu kişilerin cep telefonu HTS kayıtlarının temin edilmesini, olay anındaki telsiz görüşme kayıtlarının istenmesini, mevcut görüntülerin bağımsız bilirkişi olarak Orta Doğu Teknik Üniversitesince incelenmesinin istenmesini talep etmiştir.
ix. Başsavcılık tarafından 3/9/2019 tarihinde soruşturmanın ikinci kez daimî aramaya alınmasına karar verilmiştir.
x. Başsavcılıkça başvurucunun yaralandığı yer ve saatte yapılan telsiz konuşma içerikleri ilgili kolluk birimlerinden 21/10/2019 tarihinde istenmiş ancak konuşma içeriklerine ulaşılamadığı kolluk tarafından bildirilmiştir.
xi. 12/12/2019 tarihinde başvurucu, kamera görüntülerinin yeniden incelenmesini talep etmiş; yaralanma anının 11/6/2013 tarihi saat 11.30 ile 12/6/2013 tarihi saat 02.30 arasında olduğunu belirtmiştir. Başvurucunun talebi doğrultusunda Başsavcılıkça dosyaya bilirkişi atanmış, İstanbul Emniyet Müdürlüğünden temin edilen Gezi Parkı eylemlerine ilişkin bir kısım kamera kaydının incelenmesi suretiyle başvurucunun bulunduğu konuma ve yaralanma anına ilişkin görüntü olup olmadığının araştırılarak yaralamaya neden olan polis memurunun kimliğinin belirlenmesi talep edilmiştir.
xii. 23/3/2020 tarihli bilirkişi raporunda, MOBESE ve olay yerinde bulunan işyeri kameralarından elde edilen altı kaydın incelenmesi neticesinde başvurucunun yaralanma anını gösteren görüntü olmadığının tespit edildiği belirtilmiştir. Raporda ayrıca kayıtların yer aldığı CD'lerin her birinin üzerinde 6/7/2013 tarihinin yazılı olduğu ifade edilmiştir. Anılan tarih olay tarihi olmamasına rağmen hangi sebeple CD'lerin üstünde bu tarihin yazılı olduğu açıklanmadığından anlaşılamamıştır.
C. Tam Yargı Davası Süreci
44. UYAP'ta yapılan araştırma neticesinde başvurucunun 18/7/2016 tarihinde İçişleri Bakanlığı aleyhine idarenin kusurlu eylemi nedeniyle yaralandığını dile getirmek suretiyle maddi ve manevi tazminat istemli tam yargı davası açtığı görülmüştür.
45. İstanbul 9. İdare Mahkemesi, anılan davanın 16/9/2019 tarihinde süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Dava istinaf incelemesi aşamasında olup karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Dosyasının incelenmesinden; davacının 11.06.2013 tarihinde Taksim Geziparkında meydana gelen toplumsal olaylar sırasında hiçbir şekilde emniyet kuvvetlerine eylemde bulunmamasına rağmen emniyet güçlerinin kullandığı gaz kapsülünün gözüne isabet etmesi nedeniyle yaralandığını belirterek idarenin hizmet kusuru nedeniyle uğradığı zararların tazmini için eldeki davayı ikame ettiği, davanın ilk önce 14.07.2014 tarihinde açıldığı ve Mahkememizin 2014/1370 Esasına kaydedildiği, yapılan yargılama neticesinde Mahkememizin 24.11.2015 tarih ve 2014/1370 E. 2015/2082 K. sayılı kararıyla dava dilekçesinin İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Valiliği'ne (her ikisine ayrı ayrı) tevdiine karar verildiği, kararın temyiz edilmediği ve karar doğrultusunda dava dilekçesinin 11.12.2015 tarihinde İçişleri Bakanlığı'na, 15.12.2015 tarihinde İstanbul Valiliği vekiline, 10.12.2015 tarihinde de İstanbul Valiliği'ne tebliğ edildiği görülmektedir.
...
Dolayısıyla, tebliğ edilen dava dilekçeleri sonrasında idarelerce 09.02.2016, 13.02.2016 ve 08.02.2016 tarihlerinde zımnı red işlemleri gerçekleşmiş, bu tarihler itibariyle 60 günlük dava açma süresi başlamış ve neticede de dava açma süreleri 11.04.2016, 15.04.2016 ve 10.04.2016 tarihlerinde sona ermiştir. En geniş yorumla davacının dava açma süresi 15.04.2016 tarihine kadar devam etmiştir.
Bu durumda, davacının mercine tevdi kararı sonrası, dava dilekçelerinin ilgili idarelere tebliğ edilmesine rağmen cevap verilmemesi nedeniyle meydana gelen zımnı red işlemlerine karşı en geç (60 gün + 60 gün) 15.04.2016 tarihine kadar dava açması gerekirken bu süre geçirildikten çok sonra, (Mahkememizce sonradan dilekçe red kararı verilen) 19.07.2016 tarihli dilekçeyle açılan davanın süresinde olmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır."
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Soruşturma İzni Sürecine İlişkin
46. 4483 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun amacı, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek usulü düzenlemektir."
47. 4483 sayılı Kanun’un "Kapsam" kenar başlıklı 2. maddesinin son fıkrası şöyledir:
"765 sayılı Türk Ceza Kanununun 243 ve 245 inci maddeleri ile 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 154 üncü maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında açılacak soruşturma ve kovuşturmalarda bu Kanun hükümleri uygulanmaz."
48. 4483 sayılı Kanun'un "Olayın yetkili mercie iletilmesi, işleme konulmayacak ihbar ve şikâyetler" kenar başlıklı 4. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Cumhuriyet başsavcıları, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikâyet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar veya şikâyette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine başvurmaksızın evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni isterler."
49. 4483 sayılı Kanun'un "İtiraz" kenar başlıklı 9. maddesi şöyledir:
"Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikâyetçiye bildirir.
Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür.
İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), (g) (Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar. İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir."
50. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 245. maddesi şöyledir:
"Kuvvei cebriye imaline memur olanlar ve bilümum zabıta ve ihzar memurları memuriyetlerini icrada ve mafevkinde bulunan amirin emrini infazda kanun ve nizamın tayin ettiği ahvalden başka surette bir kimse hakkında sui muameleye veya cismen eza verecek hale cür'et eder yahut ol kimseyi darp ve cerh eyler ise bir aydan üç seneye kadar hapis ve muvakkaten memuriyetten mahrumiyet cezalariyle cezalandırılır. Eğer işlediği cürüm bu fiillerin fevkinde ise o cürümlere terettüp eden cezaya üçte bir miktarı zammolunur."
51. 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şeklinde Hakkında Kanun'un "Yollamalar" kenar başlıklı 3. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır."
52. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:
"Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
53. 5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
...
(3) Kasten yaralama suçunun;
...
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silahla,
İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."
54. 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı 87. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
...
b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
...
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz.
..."
55. Yargıtayın zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçunun 4483 sayılı Kanun uyarınca soruşturma iznine tabi olmayacağı yönündeki kararı için bkz. Melih Dalbudak, B. No: 2016/16050, 13/2/2020, § 66.
2. Kolluk Görevlilerinin (Polisin) Güç Kullanımına İlişkin
56. İlgili ulusal mevzuat için bkz. Özlem Kır, B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-30.
B. Uluslararası Hukuk
1. Soruşturma İzni Sürecine İlişkin
57. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuruculara karşı fiziki güç kullanan kolluk görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesine ilişkin şikâyeti incelediği İşeri ve diğerleri/Türkiye (B. No: 29283/07, 9/10/2012, § 42) kararında 4483 sayılı Kanun'un 2. maddesi uyarınca soruşturma konusu fiilin soruşturma izni gereken bir suç olmadığına işaret edip daha önceki içtihatlarına da atıf yaparak idari makamlar tarafından yürütülen soruşturmanın bağımsız bir makam tarafından yürütülen bir soruşturma olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir (benzer yöndeki bir başka karar için bkz. Karahan/Türkiye, B. No: 11117/07, 25/3/2014, § 45).
2. Kolluk Görevlilerinin Güç Kullanımına İlişkin
58. AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi ile ilgili içtihatlarda kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin güvenlik güçlerini mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiğini belirtmiştir. Sözleşme'nin 15. maddesinde ifade edilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi kötü muamele yasağının hiçbir istisnasına yer verilmediğini içtihatlarında da hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).
59. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993 § 30). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir.
60. AİHM'e göre gaz fişeğinin çan şeklinde (hafif yukarıya doğru) atılması, -çarpması hâlinde kişilerin yaralanmasını veya ölümüne sebebiyet vermesini engellediği ölçüde- uygun bir atış tarzı olarak kabul edilebilecektir (Abdullah Yaşa ve diğerleri/Türkiye, B. No: 44827/08, 16/7/2013, § 48).
61. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).
62. AİHM, işkence veya kötü muameleyle suçlanılan durumlarda etkili başvurunun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının, affın veya genel affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve hüküm alması durumunda meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55; Eski/Türkiye, B. No: 8354/04, 5/6/2012, § 34; benzer yöndeki Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Komitesinin nihai ve tavsiye kararları için bkz. Türkiye, 27/5/2003, CAT/C/CR/30/5).
63. Ayrıca göz yaşartıcı gaz kullanımı ile ilgili uluslararası belgeler ve AİHM'in göz yaşartıcı gaz kullanılması konusunda dikkate aldığı ilkeler (Özlem Kır, aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararında yer almaktadır.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
64. Mahkemenin 17/3/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
65. Başvurucu; Gezi Parkı eylemleri sırasında gaz kapsülü veya plastik mermiyle yaralanması nedeniyle kolluk memurlarından şikâyetçi olduğunu, talep edilen soruşturma izninin verilmemesi nedeniyle Başsavcılıkça kovuşturma yapılmaması ek kararı verildiğini, soruşturmada kolluk birimlerinden istenmesine rağmen delillerin toplanamaması sebebiyle soruşturmanın bağımsız makamlarca yürütülmediğini, makul özenle ve hızlı bir şekilde etkili soruşturma yapılmayıp kamera görüntülerinin zamanında temin edilmediğini belirterek yaşam ve adil yargılanma ile etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
66. Bakanlık görüşünde; somut olayın kasıtlı bir eylemden kaynaklanmadığı, Gezi Parkı eylemleri sırasında başvurucunun vücut bütünlüğüne polis memurlarınca kasıtlı olarak zarar verildiğine dair Başsavcılıkça yapılan bir tespitin bulunmadığı, şiddet olaylarının bastırılması amacıyla biber gazı müdahalesi sırasında başvurucunun kafasına gaz kapsülünün kazara geldiği hususunun soruşturma dosyasından anlaşıldığı belirtilmiştir. Bu bağlamda bireysel başvurudan önce tüketilmesi gereken etkili yolun tam yargı davası olup olmadığı konusundaki takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğuna işaret edildikten sonra anılan gösterilerde belli bir konuya dikkat çekme veya mesaj verme amacının dışına çıkılarak gösterilerin şiddet olaylarına dönüştüğü vurgulanmıştır. Sonuç olarak başvurucunun da katıldığı eylemlerin yasa dışı ve barışçıl nitelikten çıkmış şiddet olayları olduğu, kolluk görevlilerinin olayın durum ve gerekleriyle orantılı olacak şekilde müdahalede bulunduğu, dolayısıyla kötü muamele yasağının ihlal edilmediği ifade edilmiştir.
67. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında; başvuru formunda dile getirdiği hususları yineledikten sonra plastik mermi veya gaz fişeğiyle yaralandığını, Başsavcılıkça bir kısım yazışma yapıldığını ancak bu yazışmaların etkili soruşturma yürütülmesi bakımından yeterli olmadığını, yazışmalardan sonuç elde edilemediğini belirtmiştir.
B. Değerlendirme
68. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
...
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
69. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devletin temel amaç ve görevleri, ... kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."
70. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Adli Tıp Kurumu raporunda başvurucunun yaralanmasının hayati tehlike yaratmadığının tespit edildiği nazara alındığında başvurucunun yaşam hakkıyla bağlantı kurarak ileri sürdüğü iddialarının Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele (eziyet) yasağı kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır. Aynı zamanda başvurucunun adil yargılanma ve etkili başvuru haklarına yönelik olarak ileri sürdüğü ihlal iddialarının eziyet yasağının usul yükümlülüğü çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
71. Başvurucu, on altı kolluk görevlisi hakkında soruşturma izini verilmemesi nedeniyle kovuşturma (soruşturma) yapılmaması ek kararına itirazının reddi üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Bir yandan başvurucunun on altı kolluk görevlisi hakkındaki soruşturma izni verilmemesi kararına itiraz etmemesi nedeniyle karar kesinleşmiş ve buna bağlı olarak başvurucu, verilen Başsavcılık kararından şikâyet etmiştir. Diğer yandan kimliği tespit edilemeyen gaz bombası ve tüfeği kullanan görevli hakkındaki ceza soruşturmasının devam ettiği anlaşılmıştır.
72. Bu durumda başvurunun kabul edilebilirlik kriterleri yönünden başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği üzerinde durulmalıdır. Başvuru yollarının tüketilmesi hususu ile başvurunun süresi birbiriyle doğrudan bağlantılı olup bir bireysel başvuruda öncelikle etkili görülen yolun tüketilip tüketilmediği değerlendirilmeli, ardından bu yolun tüketilmesinden itibaren süresinde başvuru yapılıp yapılmadığı incelenmelidir.
73. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereği ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir. Aynı Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvurunun başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.
74. Somut başvuruda başvuru yollarının tüketilmesiyle ilgili değerlendirilmesi gereken ilk mesele etkili başvuru yolunun hangi yol olduğu ve başvurucunun bu yolu tüketip tüketmediğidir.
75. Kamu görevlilerince gerçekleştirildiği iddia edilen kötü muamele şikâyetlerinde etkili yargı yolu ceza soruşturması yoludur (Zeki Güngör, B. No: 2013/8491, 31/3/2016).
76. Buna karşın söz konusu şikâyetlere yönelik bireysel başvurularda, ceza soruşturması aşamasında izin istenmesi yöntemi benimsenmiş ve izin verilmemesi nedeniyle soruşturma yapılmamış veya soruşturmaya devam edilmemişse başvuru süresinin izin verilmemesi kararını itirazen değerlendiren idari yargı makamlarının kararlarının öğrenilmesiyle başlayacağı kabul edilmektedir (Günnur Coşkun B. No: 2012/836, 20/3/2014; Ayla Akat Ata ([GK], B. No: 2014/221, 30/11/2017; Semiha Usluduran, B. No: 2014/20337, 5/4/2018; M.P.B., B. No: 2015/19357, 11/12/2018). Dolayısıyla izin prosedürünün işletildiği ceza soruşturmalarında idari yargı makamları kararları nihai karar olarak kabul edilmekte, idari yargı yolu etkili yol olarak zımnen benimsenmektedir.
77. Anayasa Mahkemesinin bir önceki paragrafta değinilen içtihadının temeli, soruşturma makamlarınca verilen kararların şikâyet veya ihbar ile başlayan sürecin bitirilmesine yönelik olduğu ve bu bağlamda belirleyici mahiyette olmadığı değerlendirmesine dayanmaktadır.
78. İçtihadın gelişimine bakılacak olursa soruşturma izni verilmemesi hâlinde savcılıkça verilecek kararın niteliğinin Anayasa Mahkemesi tarafından ilk defa irdelendiği 2014 tarihli Günnur Coşkun kararında, soruşturma makamının incelememe/işleme koymama kararının bölge idare mahkemesinin kararına "aykırılık içeremeyeceğine" değinilerek bölge idare mahkemesi kararı nihai karar olarak kabul edilmiş ve somut başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamı dışında kaldığı sonucuna ulaşılmıştır.
79. Buna karşın Anayasa Mahkemesince daha sonra kolluk görevlilerinin güç kullanımı neticesinde yaralama meydana gelmesi iddiasıyla yapılan Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş (B. No: 2013/7907, 21/4/2016) başvurusunda başvuru yollarının tüketilmesi/süre yönünden yetki konusu kısmen geniş yorumlanmıştır. Başvuru sebebini oluşturan kovuşturma yapılmaması kararının asıl gerekçesi görevliler hakkında soruşturma izni verilmemesi olmasına rağmen -bu arada ek gerekçe suç unsurunun oluşmamasıdır- bölge idare mahkemesi kararından sonra değil ceza itiraz yolu tüketildikten sonra yapılan başvurunun süresinde olduğu değerlendirilmiştir. Şüphesiz başvurucu lehine yapılan bu değerlendirmenin tek başına Anayasa Mahkemenin içtihadını değiştirdiği söylenemez.
80. Nitekim bu konunun açıkça ele alındığı 2017 tarihli Ayla Akat Ata kararında Anayasa Mahkemesince Günnur Coşkun kararındaki tespitler benimsenerek başvuru süresinin bölge idare mahkemesince verilen ret kararının başvurucu tarafından öğrenildiği tarihten itibaren başlayacağı açıklanmak suretiyle başvurunun süresinde yapılmadığı değerlendirilmiştir. Ayrıca kararda, şikâyet edilen suçun soruşturulmasının izne tabi olmadığı iddiasının bireysel başvurunun ancak süresinde yapıldığı takdirde incelenebileceği belirtilmiştir. Buna göre Anayasa Mahkemesi, soruşturulması izne bağlı olan veya olmayan suçlar bakımından ayrım yapılmaksızın izin prosedürünün işletildiği tüm hâllerde nihai kararların bölge idare mahkemeleri/Danıştay tarafından verilen kesin nitelikteki ret kararları olduğunu kabul etmiştir.
81. Anayasa Mahkemesinin Ayla Akat Ata içtihadıyla bir suçun soruşturulmasının izne bağlı olmadığının sonradan anlaşılması veya elde edilen yeni delille suçun nitelendirilmesinin değişmesi hâllerinde soruşturma makamının resen hareket etme veya buna yönelik hukuki süreci başlatma yetkisi değerlendirme dışı bırakılarak idari yargı makamı kararı/süreci bireysel başvuru için etkili ve yeterli kabul edilmiştir.
82. Oysa ki Anayasa Mahkemesi 4483 sayılı Kanun'un 9. maddesinin dördüncü fıkrasının “Verilen kararlar kesindir.” şeklindeki ikinci cümlesinin iptali istemiyle açılan davada verdiği 27/12/2006 tarihli kararında 4483 sayılı Kanun'un Danıştay ve bölge idare mahkemelerine verdiği itirazı inceleme görevinin yargılama faaliyeti kapsamında olmadığını, dolayısıyla bu incelemenin bir dava değil idari bir görev olduğunu değerlendirmiştir (AYM, E.2006/163, K.2006/121, 27/12/2006). Diğer bir ifadeyle Anayasa Mahkemesi itiraz üzerine verilen bu kararları yargı yolu kapalı idari kararlar olarak yorumlamıştır.
83. İdarenin soruşturma izni verilmesi/verilmemesi kararlarının denetimi neticesinde idari yargı makamlarınca verilen kararlar elbette ceza soruşturmasının bir parçası olmakla birlikte bu kararların soruşturmayı sonlandıran nihai karar olarak kabul edilmesi yukarıda açıklandığı üzere savcılıkların resen hareket etme yetkileri ile bağdaşmamaktadır. Dolayısıyla Ayla Akat Ata içtihadının gözden geçirilmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
84. Savcılıklarca verilen kararların Danıştay veya bölge idare mahkemelerinin kararlarına aykırılık teşkil edemeyeceğine yönelik yorumun kötü muamele şikâyetleri yönünden etkili başvuru yolunun ceza soruşturması olduğunu kabul eden Anayasa Mahkemesinin etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin genel bakış açısıyla uyuşmadığı ortadadır.
85. Diğer taraftan Danıştay veya bölge idare mahkemelerince verilen ret kararlarının başvuruculara tebliğ edildiği ve bu nedenle bireysel başvuru süresinin tebliğ tarihinden itibaren başladığı durumlarda da bir kısım belirsizlik yaşandığı başvurulara yansımıştır. Değinildiği üzere savcılıklarca genel soruşturma hükümlerine göre her zaman resen soruşturma yapılma ihtimalinin olması nedeniyle başvuruculara tebliğ yapıldığı tarihte henüz savcılıklarca verilmiş karar bulunmadığından başvurucularda sürecin devam ettiği algısının oluşabildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca mevcut içtihada göre bireysel başvuru süresi başladığı için başvuru yapan başvurucular, devam eden savcılık soruşturması/sulh ceza mahkemelerindeki itiraz sürecini takip etmemeleri nedeniyle başvuru yollarının tüketilmemesi kararlarıyla karşılaşabilmektedir.
86. Zira kolluk görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle bölge idare mahkemesi kararından itibaren süresinde kötü muamele yasağına yönelik ihlal iddiasında bulunulan Hüseyin Demir (B. No: 2014/5310, 21/2/2018) başvurusunda yapılan değerlendirme buna örnektir. Kararda, izin prosedürü başlatılmış olmasına rağmen bireysel başvuru tarihinden sonra savcılıkça genel hükümlere göre soruşturmanın tamamlanarak kovuşturma yapılmaması kararı verilmesine karşın başvurucu tarafından sulh ceza hâkimliğine itiraz yoluna gidilmediği için başvuru, başvuru yollarının tüketilmemiş olduğu gerekçesiyle kabul edilemez bulunmuştur.
87. Diğer bir ifadeyle içtihada göre tüketilmesi beklenen yolun bölge idare mahkemesine itiraz süreci olmasına rağmen daha sonra soruşturma makamınca genel hükümlere göre soruşturma yürütüldüğü hâllerde tüketilmesi beklenen yol bu kez sulh ceza hâkimliklerine itiraz yolu olarak değişmektedir. Bu durumun başvurucularda bireysel başvuru açısından tüketilmesi beklenen kanun yolunun hangisi olduğu bakımından tereddüt yarattığı anlaşılabilir bir olgudur.
88. Bu aşamada sulh ceza hâkimliklerine itiraz yolunun soruşturma izni verilmemesine dayanan kovuşturma yapılmaması kararları bakımından etkili olup olmadığı elbette gündeme gelebilir. Soruşturma makamlarınca uygulamada izin prosedürünün iki farklı yöntemle işletilmesi nedeniyle itiraz sürecinin etkisinde farklılıklar bulunmaktadır. Şöyle ki bir taraftan bazı savcılıklarca soruşturma işlemi başlatılmaksızın izin prosedürünün uygulanması nedeniyle izin verilmeme durumunda işlem/inceleme yapılmasına yer olmadığına ve benzeri nitelikteki kararlar verilirken diğer taraftan başka savcılıklarca soruşturma işleminin şeklen başlatılması -soruşturma numarası verilerek kaydedilmesi- nedeniyle izin koşulunun sağlanmaması durumunda kovuşturma yapılmasına yer olmadığı kararlarının verildiği görülmektedir. Bunun sonucu olarak savcılıklarca verilen kovuşturma yapılmaması (ek) kararları 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 172. ve 173. maddelerinde belirtilen nitelikteki kararlar olarak kabul edilerek itiraz yoluna tâbi iken işlem yapılmaması ve benzeri nitelikteki kararlar bu nitelikte görülmeyerek kesin olarak verilmektedir.
89. Kısacası karar gerekçesine bakılmaksızın savcılıkça verilen kovuşturma yapılmaması kararlarının tümü itiraz yoluna tâbidir. İtiraz kanun yolunun izin verilmemesi nedeniyle kamu görevlileri hakkında kovuşturma yapılmamasına ilişkin verilen kararları ortadan kaldırabilecek etkisi olduğundan etkili kanun yolu olduğu hususunun kabulü gerekir. Zira somut olayda da soruşturma izni verilmemesi nedeniyle Başsavcılıkça verilen karar Sulh Ceza Hâkimliğince esastan incelenerek bir sonuca ulaşılmıştır. Buna karşın nitelikleri gereği itiraz yoluna tâbi olmadığı belirtilen kararlardan sonra bireysel başvuruda bulunulması beklenmektedir. Aynı içeriğe sahip savcılık kararlarından sonra yapılan bireysel başvurularda tüketilmesi beklenen yolların uygulamadaki farklılıklar nedeniyle değişmesi başvuru sürecinin belirsizleşmesine neden olmaktadır.
90. Bu doğrultuda kamu görevlileri hakkında izin prosedürünün işletilip işletilmemesinden bağımsız olarak kötü muamele şikâyetlerinde etkili yolun ceza yolu olduğu ana kuralından ayrılmaksızın -4483 sayılı Kanun'un uygulanmasından kaynaklanan bir kısım farklılıklar ve gelişmeler de dikkate alınarak- Ayla Akat Ata içtihadıyla benimsenen görüşün değiştirilmesinin zorunlu olduğu anlaşılmıştır. Bu bağlamda soruşturma izni prosedürü işletilen soruşturmalarda da genel kuralda olduğu gibi etkili yol kabul edilen savcılıklarca veya ceza mahkemelerince verilen kararlara karşı olağan kanun yollarının tüketilmesinden itibaren bireysel başvuru süresinin başlaması gerektiği değerlendirilmiştir.
91. Ayrıca bu noktada değinilmesi gereken bir başka husus, başvurucuların soruşturma izni verilmemesi kararına itiraz hakları bulunmasının yanı sıra itiraz yolunun işletilmesinin aynı zamanda savcılıklara tanınan yetki ve sorumluluk kapsamında olduğudur. Bu itibarla soruşturma izni verilmemesi kararlarına başvurucular dışında savcılıklarca da itiraz edilmemesi nedeniyle kararların kesinleşmesi ve sonuçta kamu görevlileri hakkında soruşturma yapılamaması aslında savcılıkların özenle hareket etme yükümlülüğü içinde değerlendirilecek bir meseledir. Neticede etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında savcılıkların sorumluluğunda olan bu meselenin aynı zamanda bireysel başvurunun ön şartı olarak kabul edilmesi etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin anayasal denetimi zayıflatacak mahiyettedir.
92. Bilhassa gerekmediği hâlde soruşturma izni prosedürünün başlatıldığı durumlarda başvurucuların izin prosedürünü devam ettirme iradesini göstermemeleri makul karşılanabilir. Bir suçun nitelendirilmesi ve buna bağlı olarak soruşturulmasının izne tabi olup olmadığının belirlenmesi kural olarak soruşturma makamlarına ait olmakla birlikte bu yetkinin anayasal hakları etkisiz kılacak şekilde ve 4483 sayılı Kanun'a açıkça aykırı yorumlanarak kullanılması hâlinde Anayasa Mahkemesi etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşabilir. Bu nedenle soruşturma izni verilmemesi kararlarına başvurucular tarafından itiraz edilmemesi meselesi genellikle Anayasa Mahkemesince başvuruların esas yönünden incelenmesi aşamasında değerlendirilebilecek bir olgudur. Aynı düşünceyle somut olayda başvurucunun soruşturma izni verilmemesine itiraz etmemesi hususu esas yönünden yapılan inceleme kapsamında aşağıda değerlendirmiştir.
93. Başvuru yollarının tüketilmesi kriterinde somut başvuru açısından irdelenmesi gereken ikinci mesele; başvurucunun Başsavcılığın on altı kolluk görevlisi hakkında kovuşturma yapılmaması ek kararından sonra bireysel başvuruda bulunmasıdır. Başsavcılıkça başvurucunun yaralanmasından sorumlu olan kolluk memurunun kimliği henüz tespit edilemediği için kimliği meçhul failin daimî olarak aranmasına karar verilmiştir. İnceleme tarihi itibarıyla soruşturma devam etmektedir.
94. Bir devlet görevlisi ya da üçüncü kişi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddianın bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir (Tahir Canan, § 25). Ancak yürütülen bu soruşturma, belirli bir kişinin sorumlu olup olmadığıyla sınırlı olmamalı; olayın tüm yönlerini ortaya koyacak kapsamda ve nitelikte olmalıdır. Nitekim soruşturmanın etkili olup olmadığına ilişkin değerlendirme -somut olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak- belirli bir kişi hakkında verilen kararla sınırlı olarak değil yürütülen soruşturma bir bütün olarak incelendikten sonra yapılabilecektir (Gülcan Keleş ve diğerleri, B. No: 2014/797, 22/3/2017, § 30).
95. Bir ceza soruşturması veya yargılaması sürecinde kovuşturmasızlık, beraat, mahkûmiyet veya hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları ile farklı zamanlarda neticelenmiş aşamalar bulunması durumunda -bu aşamaların tek bir olay için farklı kişilerin sorumluluklarına yönelik olduğu gözetildiğinde- soruşturmaların bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekebileceğinden (Süleyman Deveci, B. No: 2013/3017, 16/12/2015, § 69) hareket eden Anayasa Mahkemesi, aynı olaya ilişkin sorumluluğu bulunduğu iddia edilen, birden fazla kişi hakkında yürütülen adli süreçlerin bir kısmı devam ederken bazı şüpheli/sanık bakımından sürecin sona ermesi üzerine yapılan bireysel başvurularda somut olayın ve tüm adli sürecin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle başvuru yollarının tüketilmediği sonucuna ulaşmıştır (Bülent Kurt, B. No: 2013/7408, 20/1/2016, § 40; Bilal Turan ve diğerleri (3), B. No: 2013/7418, 31/3/2016, § 72; Gülcan Keleş ve diğerleri, §§ 30, 31).
96. Başvuru yollarının tüketilmesi meselesine ilişkin anılan içtihadın ortaya çıkışında, ihlal iddiasına konu olaya dair sorumluluğu bulunduğu iddia edilen kişilerden her birine atfedilebilecek kusur durumu ile her bir kişi için adli süreçte elde edilecek delil durumunun farklı değerlendirilebileceğinin ve soruşturmanın etkililiği araştırılırken olayın tüm boyutlarıyla ele alınarak bir bütün olarak irdelenmesi gerekliliğinin gözönünde bulundurulduğu anlaşılmaktadır (Dilek Genç ve diğerleri [GK], B. No: 2014/3944, 1/2/2018, § 55).
97. Anayasa Mahkemesince birden fazla faille ilgili yürütülen soruşturmaların etkililiği yönünden yapılan incelemelerde kural olarak bütünsellik ilkesi gereği tüm aşamaların tamamlanmış olması beklenmektedir. Bir başka ifadeyle şikâyet edilen bir olayın soruşturulmasına ilişkin kısmi irdelemenin sağlıklı sonuca ulaşmaya imkân vermeyeceği değerlendirilerek bazı failler hakkındaki adli sürecin kovuşturma yapılmaması, mahkûmiyet, beraat ve benzeri kararlarla tamamlanmış olması başvuruların esas yönünden incelenmesi için yeterli görülmemektedir. Neticede bir kısım fail hakkında savcılıklarca yapılan soruşturma sonucunda kovuşturma yapılmaması kararları verilmesinden sonra yapılan bireysel başvurular başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulunmaktadır (bkz. § 95).
98. Genel kural soruşturmanın kısmi incelenmesini mümkün kılmamakla birlikte özellikle kimlik tespiti yapılan şüpheli kamu görevlileri hakkında kovuşturma yapılmaması ek kararıyla beraber başkaca şüpheli tespit edilememesi nedeniyle kimliği belirsiz faillerin daimî olarak aranmasına karar verildiği hâllerde Anayasa Mahkemesi genel kuraldan ayrılarak devam eden soruşturmaları usul yükümlülüğü kapsamında inceleyebilmektedir (Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/10/2015; Cihan Mutlu B. No: 2016/9422, 13/2/2020; Elif Güneş Yıldırım (2), B. No: 2016/15455, 1/7/2020).
99. Daimî arama kararı verilmesi veya başka nedenlerle başvurucular soruşturmanın etkili yürütülmediğini ileri sürerek kötü muamele yasağının ihlal edildiğine yönelik şikâyetlerini makul süre içinde bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine taşıyabilirse de söz konusu şikâyetlerin esasının incelenmesi ancak başvurucuların soruşturmanın tamamında ilerleme kaydedilmediğine yönelik bir iddiasının bulunması ve Anayasa Mahkemesinin anılan soruşturmanın etkililiğini kaybettiği kanaatine varmasıyla mümkün olabilmektedir.
100. Başvurucu, on altı kolluk görevlisi hakkında kovuşturma yapılmaması kararı verilmesinden sonra bireysel başvuruda bulunarak sorumlu olan bu kişilerin cezalandırılması gerektiği hâlde delillerin zamanında toplanmaması nedeniyle haklarında ceza davası açılmadığından şikâyet etmektedir. Bu durumda kısmi soruşturma işlemlerinden şikâyet eden başvurucunun soruşturmanın genel olarak etkisizliğinden şikâyet ettiği sonucunun çıkarılması ilk bakışta zor görünmektedir. Gerçekten başvurucunun bireysel başvuruda bulunduktan sonra soruşturma aşamasındaki gelişmeler, başvurucunun Başsavcılıktan talepleri ve bu talepler yönünde yapılan işlemler başvurucunun soruşturmanın etkililiğine yönelik beklentisini devam ettirdiğini düşündürmektedir.
101. Öte yandan gerekmediği hâlde 4483 sayılı Kanun kapsamında izin prosedürünün işletilmesinden sonra izin verilmediği gerekçesiyle bazı kamu görevlileri hakkında kovuşturma yapılmaması ek kararı verilmesi hâlinde, ilgili kamu görevlilerine isnat edilen suçun soruşturmasının hiç yapılmamış olmasının kötü muamele yasağının etkili soruşturma yükümlülüğü bakımından tek başına anayasal sorun yaratacağı açıktır. Bu durumda izin verilmediği gerekçesiyle hakkında soruşturma yapılamayan bu kamu görevlileriyle ilgili kötü muamele şikâyetlerini içeren başvuruların diğer kovuşturma yapılmaması ek kararlarından -suçun oluşmaması, kovuşturma için yeterli delil bulunmaması, cezasızlık nedeninin mevcut olması gibi- sonra yapılan başvurulardan farklı olarak esasının incelenmesi suretiyle bir sonuca ulaşılabileceği anlaşılmaktadır.
102. Aksi hâlde soruşturma engeli bulunmayan kamu görevlilerinin soruşturulmayarak kamu makamlarınca kötü muamele şikâyetine konu eylemlere müsamaha gösterildiği ve bu eylemlerinin cezasız bırakıldığı izlemini oluşturma tehlikesi oluşacaktır. Dolayısıyla kamu görevlileri hakkında izin verilmemesi nedeniyle kovuşturma (veya soruşturma) yapılmaması ek kararlarından sonra yapılan başvurular incelenirken soruşturma tamamlanmamış olsa dahi başvurucudan soruşturmanın tamamını tüketerek gelmesi beklenemeyeceği gibi bu durumun başvurunun esasıyla birlikte değerlendirilmesi gerektiği açıktır.
103. Sonuç olarak başvuru yollarının tüketilmesi kriteri ile ilgili yukarıda (§§74- 92 ve §§93-102) açıklanan her iki meselenin de -somut olayda uygulanan soruşturma izni prosedürünün ancak gerekli olduğu sonucuna ulaşılması durumunda bir önem kazanacağı nazara alındığında- başvurunun esasının incelenmesine engel oluşturmadığı değerlendirilmiştir.
104. Buna göre, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Eziyet Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel İlkeler
105. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 110).
106. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).
107. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).
108. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114). Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).
109. Mahkemelerin -ve diğer soruşturma makamlarının- özellikle kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmesi ve tüm araçlara başvurması gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza soruşturması söz konusu olduğunda yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; Adem Erden, B. No: 2015/4032, 23/1/2019, § 34).
110. Soruşturmaların yürütülmesinde bu açıdan önemli olan husus -sonuçta alınan kararın niteliğinin ne olduğunun önemi olmaksızın- özelde başvurucunun, genelde de toplumdaki diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi, hukuka aykırı eylemlerin hoş gösterildiği ya da bu tür eylemelere kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından yeterli hız ve özenin gösterilip gösterilmediğinin ortaya konulmasıdır (Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 86).
111. Kamu görevlilerinin görevlerini devlet adına ifa etmeleri ve görevlerinin ifası ile ortaya çıkan birtakım durumlarla bağlantılı olarak sık sık şikâyet edilme ve soruşturma tehdidi altında olma riski ile karşı karşıya olmaları nedeniyle haklarında adli soruşturma yürütülmesinin belirli bir makamın iznine bağlanması hukuk devletinde makul görülebilir. Nitekim Anayasa’nın 129. maddesinin altıncı fıkrasında, memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan dolayı ceza kovuşturması açılmasının -kanunla belirlenen istisnalar dışında- kanunun gösterdiği idari mercinin iznine bağlı olduğu hüküm altına alınmıştır (Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş, §§ 106, 107).
112. Soruşturma izni prosedürünün amacı kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri ileri sürülen suçlardan dolayı gereksiz ithamlarla karşılaşmamaları, bu şekilde her türlü endişeden uzak tutulmaları suretiyle kamu hizmetlerinin aksamaması için iddia olunan suçlar bakımından ceza soruşturmasına geçilmeden önce bir ön inceleme yapılmasıdır. Ön inceleme, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri iddia olunan bir suç konusunun soruşturulması kapsamında yetkili idari merciler tarafından gerçekleştirilen ve sonucunda idari veya adli yönden işlem yapılması için soruşturma açılmasına gerek olup olmadığı biçiminde bir karara varmak üzere yürütülen idari bir incelemedir. Bu incelemede isnat edilen suç konusu eylemin gerçekliği genel hatları ile kapsam ve niteliği, çerçevesi, delillerinin neler olduğu gibi hususlar araştırılır (Dilek Genç ve diğerleri, § 77).
113. Gerek idari nitelikteki ön incelemenin gerekse soruşturma izni verilmemesi işlemine karşı yapılan itirazları değerlendiren idari yargı organlarınca yapılacak inceleme ve değerlendirmelerin soruşturma izni prosedürünün ceza yargılamasının işleyişini geciktirecek ve soruşturmanın etkili şekilde yürütülmesine engel olacak şekilde uygulanmasına ya da kamu görevlilerinin ceza soruşturmasından muaf tutulduğu izlenimi oluşturmasına izin vermeyecek şekilde yapılmasına özen gösterilmesi gerekmektedir (Dilek Genç ve diğerleri, § 78).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
114. Başvurucu, kolluk görevlilerinin müdahale ettiği gösterinin yapıldığı yerde gözüne isabet eden bir cisimle yaralanmış ve aynı gün aldığı sağlık raporlarını daha sonra Başsavcılığa sunarak yaralanmasına sebep olan görevlilerden şikâyetçi olmuştur. Bu durumda başvurucunun kolluk görevlilerinin güç kullanımı neticesinde yaralandığı hususunda savunulabilir iddiasının bulunduğu anlaşıldığından Başsavcılığın etkili soruşturma yükümlülüğünün başladığı kabul edilmektedir.
115. Yapılan ceza soruşturması olaydan yaklaşık dört ay sonra başvurucunun şikâyetiyle başlamıştır. Olayın ardından başvurucunun yaralanmasıyla ilgili adli raporlar düzenlenmiş ise de resen ve derhâl ceza soruşturması başlatıldığına ilişkin bilgi başvuru dosyasına yansımamıştır.
116. Başvurucunun şikâyetiyle başlayan soruşturma kapsamında başvurucunun yaralanma saati ve yerinin tam olarak tespit edilmesiyle ilgili talepte bulunmasına rağmen bir kısım delilin toplanmadığı görülmüştür. Bu bağlamda yaralanma anında başvurucunun cep telefonuyla görüştüğünü ifade ederek olay anında tam olarak nerede olduğunun arama kayıtlarından tespit edilmesini, ayrıca yanında bulunan kardeşi ve arkadaşının tanık olarak dinlenilmesini talep etmesine rağmen bu yönde bir araştırma yapılmadığı anlaşılmıştır. Yaralanma saati ve yerinin zamanında tam olarak tespit edilememesi olaydan sorumlu kişilerin belirlenememesine ve sonuç olarak olayın aydınlatılması ihtimalinin zayıflamasına neden olup soruşturmayı doğrudan etkilemiştir.
117. Bununla birlikte Başsavcılık tarafından başvurucunun yaralanmasından sorumlu olan görevlilerin tespiti amacıyla geniş çaplı gerçekleşen eylemlerin görüntüleri bilirkişi vasıtasıyla incelenmiş, ardından ilgili kolluk birimleriyle yazışma yapılarak olay günü görevli ve savunma/ZED tüfeği kullanma yetkisi olan görevliler arasından kask numaraları tespit edilen on altı görevlinin kimliği belirlenmiştir. Başsavcılıkça kimlikleri belirlenen on altı kolluk görevlisi ile kimliği belirlenemeyen gaz bombası/tüfeği kullanan görevliler hakkında soruşturma izni talep edilmiştir. İl valisi tarafından görevlendirilen iki farklı kolluk amirinin ön inceleme raporundaki tespitler doğrultusunda hem on altı kolluk görevlisi hakkında hem de kimliği belirlenemeyen görevli hakkında farklı tarihlerde soruşturma izni verilmemesine yönelik iki ayrı karar verilmiştir.
118. Söz konusu kararlardan kimliği meçhul görevli hakkında verilen karar başvurucunun itirazı üzerine Bölge İdare Mahkemesince incelenmiştir. İsnat olunan suçun soruşturulmasının izne tabi olmadığı Bölge İdare Mahkemesi tarafından değerlendirilerek soruşturmanın genel hükümlere göre yürütülmesi gerektiği belirtilmiştir. İzin verilmeme kararı Bölge İdare Mahkemesi kararıyla kaldırıldığından Başsavcılıkça bu kişi/kişiler yönünden soruşturmaya devam edilmiş ancak sorumluluğu bulunan kişinin kimliği belirlenemediği için daimî olarak aranmasına karar verilmiştir. Bu aşamadan sonra başvurucunun talebi doğrultusunda bir kısım kamera görüntüsü daha incelenmişse de failin kimliğini tespit etmeye yarayan herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Gelinen aşamada fail veya failler soruşturma makamlarınca yedi yıldır belirlenememiştir. İnceleme tarihi itibarıyla soruşturmanın bu kapsamda devam etmekte olduğu tespit edilmiştir.
119. Diğer taraftan on altı kolluk görevlisi hakkında verilen karara itiraz edilmediği için soruşturma izni verilmemesi kararı kesinleşmiş, bu karar doğrultusunda Başsavcılıkça şüpheli polisler hakkında kovuşturma yapılmamasına yönelik ek karar verilmiştir. Başvurucu, Başsavcılığın ek kararına itiraz etmiş ise de itirazı reddedilerek karar kesinleşmiştir. Başvurucunun şikâyet dilekçesi soruşturmaya kaydedildiği ve buna ilişkin bir kısım soruşturma işlemi yapıldığı için soruşturmanın kapatılmasına yönelik kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin ek karar, hukuki anlamda aslında soruşturma yapılmaması kararıdır. Dolayısıyla kimliği belirlenen on altı kolluk görevlisi hakkında izin olmaması nedeniyle soruşturma yapılamamıştır.
120. Bu durumda başvurucunun gaz fişeğiyle yaralandığı kanısıyla yapılan soruşturmada savunma tüfeği kullanma yetkisi olup olay yerinde görevli olan kolluk görevlilerinden kimliği belirlenenler hakkında izin olmaması nedeniyle soruşturma yapılmamışken kimliği belirlenemeyenler hakkında isnat edilen suçun soruşturulmasının izne tabi olmaması nedeniyle resen soruşturmaya devam ediliyor oluşu zaten başlı başına izin prosedürünün hatalı işletildiğinin göstergesidir.
121. Anayasa'nın 129. maddesinde memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan dolayı ceza kovuşturması açılması izin şartına bağlanmış, izin prosedürünün işletilmemesi gereken hâllerin kanunla düzenleneceğine yer verilmiştir. Anayasa'nın 129. maddesinde işaret edildiği üzere düzenlenen 4483 sayılı Kanun'un 2. maddesinde kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçların soruşturulması için izin alınması gerektiği belirtildikten sonra bir kısım suç kapsam dışı tutulmuştur.
122. Anayasa'nın bütünlüğü ilkesi çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel ilkeleri gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan etkili soruşturma yükümlülüğünü ve kamu görevlilerinin soruşturulmasının izin şartına bağlı olmasını düzenleyen kurallar bütününün birbiriyle uyumlu bir şekilde yorumlanması gereklidir. Bununla birlikte soruşturulması izin şartına bağlı olmayan suçlarda izin mekanizmasının işletilmesi soruşturmanın etkililiği bakımından sorun oluşturabilir (Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş, § 108).
123. Belirtmek gerekir ki bir olaya karıştığı ileri sürülen kişilerin hangi suçlardan soruşturmaya ve kovuşturmaya tabi tutulacaklarını belirleyecek olanlar, elbette olayı ilk elden inceleyen soruşturma ve yargılama makamlarıdır. Bireylere ait cezai sorumlulukların kapsamının belirlenmesine yönelik hukuki sorunların incelenmesi kural olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisi kapsamında olmayıp suçluların tespiti ve cezalandırılması soruşturma makamları ile derece mahkemelerinin görev ve yetkisindedir (Sadıka Şeker, B. No: 2013/1948, 23/1/2014, § 49).
124. Ancak soruşturma iznine tabi olmayan suçlar bakımından izin yönteminin benimsenmesi nedeniyle şüpheli kamu görevlileri hakkında soruşturma yapılmaması veya soruşturmanın gereksiz uzaması faillerin eylemlerinin cezasız bırakılmasına yol açması ve sonuçta bu tür eylemlere müsamaha gösterildiği izlemini yaratması bakımından kötü muamele yasağının etkili soruşturma yükümlülüğü yönüyle ihlal edilmesi sonucunu doğurur.
125. Anayasa Mahkemesinin kolluk görevlisinin güç kullanımı neticesinde meydana gelen yaralamalarla ilgili kötü muamele -ve bazen yaşam hakkı- şikâyetlerinin incelendiği önceki kararlarında, 4483 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde ilgili görevliler hakkında yürütülen ve soruşturma izni verilmemesi ile sonuçlanan ön inceleme prosedürüne atıf yapılırken soruşturma konusu suçların resen kovuşturulması gereken suçlar olup olmadığının savcılık kararlarında tartışılmaması nedeniyle kötü muamele yasağının usul yönüyle ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır (birçok karar arasından bkz. Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş; Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015; Selçuk Yıldız. B. No: 2014/10382, 15/2/2017; Adalet Sevin, B. No: 2016/3693, 20/11/2019; Melih Dalbudak).
126. Somut olayda kolluk görevlilerinin güç kullanması neticesinde yaralandığını iddia eden başvurucunun şikâyetiyle ilgili olarak Başsavcılıkça verilen kararda isnat edilen suçun resen soruşturulması gereken suçlar kapsamında olup olmadığı tartışılmamıştır. Dahası başvurucunun yaralanma şikâyeti kolluğun güç kullanımına dayandığından Başsavcılıkça isnat edilen suçun "zor kullanma yetkisinin sınırının aşılması" olarak nitelendirilerek soruşturma izni istendiği dikkate alındığında söz konusu suçun 4483 sayılı Kanun'un 2. maddesinin son fıkrası kapsamında açıkça düzenlenmesi nedeniyle bu fıkranın eklendiği 2/1/2003 tarihinden itibaren soruşturulmasının izne tâbi olmadığı anlaşılmaktadır.
127. Bu durumda incelenen soruşturmada gerekmediği hâlde izin prosedürünün işletildiği ve sonuçta olayla ilgili kimliği belirlenmiş şüpheli polisler hakkında soruşturma yapılmadığı tespit edilmiştir. Soruşturma makamınca izne tâbi olmayan suçların soruşturulması için izin prosedürünün işletilmesi ve bu nedenle sorumluluğu bulunan kişiler hakkında soruşturma yapılmaması başlı başına kötü muamele yasağının etkili soruşturma yükümlülüğünü ihlal eder. Bu nedenle bu tür soruşturmalarda kamu makamlarınca izin prosedürü başlatılmış ise de gerekli olmayan bu yolun tamamlanmasının başvurucudan beklenmesi makul olmadığından başvurucunun soruşturma izni verilmemesi kararına itiraz etmemesinin somut başvurunun esas yönden incelenmesi bakımından engel oluşturmadığı değerlendirilmiştir.
128. Diğer taraftan gerekli olmayan iznin verilmemesi nedeniyle bir kısım kamu görevlisi hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılmamasına yönelik ek karar verilmesi durumunda bu karara karşı ihlal iddialarını sunması için yine başvurucunun soruşturmanın tamamlanmasını beklemesi anlamlı değildir. Bu hâlde verilen bu ek kararlar soruşturmanın bütününün etkililiğini zedeleyebilecek mahiyette olduğundan başvurucunun söz konusu ek kararlardan sonra başvurması somut başvuru açısından olağandır.
129. Neticede gerekli olmadığı hâlde soruşturma izni prosedürü işletilmesi nedeniyle şüpheli polisler hakkında soruşturma yapılmamasından dolayı artık başvurucunun soruşturma izni verilmemesi kararına itiraz etmemesi veya bir kısım kolluk görevlisi hakkındaki ek karardan sonra soruşturma sürecinin tamamlanmasını beklememesinin başvuru koşulları açısından sorun yaratmadığı anlaşılmıştır.
130. Öte yandan 2013 yılında meydana gelen olay hâli hazırda aydınlatılmamış, soruşturma yaklaşık sekiz yılda tamamlanamamıştır. Dolayısıyla Başsavcılıkça resen ve derhâl hareket etme yükümlülüğüne aykırı hareket edilerek maddi gerçeğin araştırılması bakımından gereken özenin gösterilmediği, kaybolması muhtemel delillerin zaman kaybedilmeksizin toplanmadığı ve sorumluların tespit edilmediği, ayrıca makul süratle soruşturmanın tamamlanmadığı dikkate alındığında kötü muamele (eziyet) yasağı kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
131. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Eziyet Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
i. Genel ilkeler
132. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 80).
133. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramlarından hangisiyle nitelendirileceğine karar vermek için aralarındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği, anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanununda düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).
134. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür. Muamelelerin ağırlığının yanı sıra özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsurunun bulunduğu anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).
135. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda bulunması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).
136. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).
137. Bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).
138. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 82).
139. Anayasa Mahkemesi kolluk görevlilerinin toplumsal olaylara müdahalesinde araç olarak kabul edilen, kullanılması ulusal ve uluslararası mevzuatta yasak olmayan göz yaşartıcı gazın kullanım usullerinde öngörülen kriterlerin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğine ulaşıp ulaşmadığını denetlediği önceki kararlarında, bu gazın kullanılmasının bazı sağlık sorunlarına yol açabileceğinin açık olduğuna vurgu yapmıştır. Ancak Anayasa Mahkemesi bu kararında kolluk görevlilerini aşmaya çalışan grup dışındaki göstericilere doğrudan müdahale olduğunun tespit edilemediği, ayrıca göz yaşartıcı gazın doğal etkisi dışında başvurucuda bir yaralanma olmadığı ve gazın aşırı kullanıldığına ilişkin herhangi bir doktor raporuna veya başka bir bulguya rastlanmadığı durumlarda gazdan etkilenmenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğini aşmadığı sonucuna varmıştır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 91, 92).
140. Buna karşın Anayasa Mahkemesi, göz yaşartıcı gaz silahlarının uygun olmayan bir şekilde ateşlenmesi sonucunda gaz fişeklerinin ölümlere ya da somut olayda olduğu gibi yaralanmalara yol açma riski bulunması nedeniyle ateşli silah kullanımına ilişkin olarak kabul ettiği ilkelerin -uygun düştüğü ölçüde- bu silahların kullanımında da değerlendirme kriteri olarak dikkate alınması gerektiğine karar vermiştir. Bu kapsamda gaz silahı kullanımı konusunda kolluk görevlilerini yetkilendiren, kullanım yöntemini yeterli ve etkili bir şekilde düzenleyen mevzuatın bu silahların keyfî ve aşırı kullanımına engel olacak, kişiyi istenmeyen kazalara karşı koruyacak güvenceleri içermesi gerekmektedir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, §§ 59, 60).
141. Bu nedenle doğrudan silah kullanımı sonucu meydana gelen olaylarda güç kullanımının Anayasa’nın 17. maddesine göre başka bir çarenin kalmadığı zorunlu bir durumda ve ölçülü bir şekilde gerçekleştiğinin soruşturma makamlarınca resen ortaya konulması gerekmektedir. Bu çerçevede kolluk görevlilerinin eylemlerinin yanında kendilerine uygun talimatın verilip verilmediğinin, gaz fişeği atışı için kullanılan silahlar konusunda bu kişilerin yeterli eğitim alıp almadığının ve olası riskleri önlemek adına tedbir almakta ihmalleri bulunup bulunmadığının da incelenmesi gerekmektedir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, § 60).
142. Bu doğrultuda Anayasa Mahkemesi bir başka kararında toplumsal bir olayda müdahaleyi gerektiren duruma sebep olan kişilerden olmayan başvurucunun bu müdahaleden etkilenmemesi için kolluk görevlilerinin gerekli tedbirleri almadığı ve olaya müdahaleleri sırasında kontrolsüz bir şekilde gaz fişeği atmak suretiyle başvurucunun yaralanmasına sebep olduğu kanaatine vararak Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Özlem Kır, § 80).
143. Anayasa Mahkemesi Erdal İmrek (B. No: 2015/4206, 17/7/2019) kararında, gözaltı gibi kişinin tamamıyla devletin gözetimi altında bulunduğu hâllerde olduğu kadar sıkı uygulanamayacak olmakla birlikte kolluk güçleri tarafından kordon altına alınan sokakta yirmi gazeteci arasında bulunan başvurucunun basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde yaralanmasının nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme yükümlülüğünün devlete ait olduğunu ortaya koymuş ve makul açıklamanın yapılmadığı sonucuna ulaşarak insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine karar vermiştir.
144. Anayasa Mahkemesi aynı yaklaşımla Erdoğan Akdoğdu (B. No: 2017/17795, 16/9/2020) kararında, toplantı esnasında kolluk tarafından güç kullanımı sonucunda yaralandığı kabul edilen başvurucuya uygulanan gücün kaçınılmaz hâle geldiği ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlama yükümlülüğü kamu makamlarına ait olmasına rağmen kamu makamlarının ispat yükümlülüğünü yerine getirmediği gerekçesiyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutu yönünden ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
145. Somut olayda kolluk görevlilerinin yapılan gösteriye müdahalesi sırasında gösteri yerinde bulunan başvurucu, gözüne bir cisim isabet etmesi neticesinde ağır derecede yaralanmıştır. Başvurucu, kolluk görevlilerince göz yaşartıcı gaz kullanımı sırasında gaz fişeği kapsülünün isabet etmesi sonucu yaralandığını ileri sürmüş; daha sonra yaralanmasına sebebiyet veren cismin plastik mermi olabileceğini iddia etmiştir. Olayın ardından başvurucu hakkında alınan sağlık raporunda başvurucunun başına biber gazı kapsülü gelmesi şikâyetiyle hastaneye başvurduğu belirtilmiştir.
146. Başvurucunun şikâyeti üzerine kolluk görevlileri hakkında başlatılan soruşturma kapsamında Başsavcılık, kimliği belirlenen kolluk görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle soruşturma yapılmamasıyla birlikte başvurucunun yaralanmasından sorumlu olan ve kimliği belirlenemeyen gaz bombası/tüfeği kullanan görevlinin daimî olarak aranmasına karar vermiştir. Dolayısıyla başvurucunun kolluk görevlilerinin güç kullanımı sonucu yaralandığı iddiasının aksi kamu ve/veya soruşturma makamlarınca ortaya konulmamıştır. Başvuru dosyasına yansıyan bilgiler çerçevesinde Anayasa Mahkemesince de farklı sonuca ulaşmayı gerektiren bir olgu tespit edilmemiştir. Bu durumda başvurucunun kolluk görevlilerinin güç kullanımı sonucu yaralandığının kabulü gerekir.
147. Bu aşamadan sonra, güç kullanımının kaçınılmaz hâle geldiği ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlama yükümlülüğü kamu makamlarına aittir. Somut olayda başvurucunun bizzat şiddete başvurduğu veya kolluk güçlerine direndiğine dair tutanak veya görüntü bulunmamaktadır. Başvurucu hakkında bu toplantı nedeniyle alınmış cezai bir önlem veya soruşturma yapıldığı bilgisi de mevcut değildir. Ayrıca başvurucunun kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurulduğunu düşünmeye sevk edecek bir delil soruşturma veya başvuru dosyasına yansımamıştır. Dolayısıyla başvurucuya yönelik güç kullanılmasının kaçınılmaz hâle geldiği kolluk birimlerince ispatlanamamıştır.
148. Dahası başvurucunun yaralanmasına sebebiyet veren cismin niteliği idari veya soruşturma makamlarınca netleştirilmemiştir. Başvurucunun gaz fişeği veya plastik mermiyle yaralandığı iddiası karşısında Savcılıkça olayın fail veya faillerinin belirlenmeye çalışılması, olay günü savunma/ZED tüfeği (gaz fişeği) kullanma ihtimali bulunan kolluk memurları kapsamıyla sınırlı yapılmıştır. Sonuç olarak başvurucuya yönelik kullanılan güç ayrıntılarıyla tespit edilememiş ise de soruşturma makamlarının başvurucunun özellikle gaz fişeğiyle yaralandığı kanısıyla hareket ettiği gözlemlenmiştir.
149. Kaldı ki başvurucunun katıldığı geniş çaplı gösteriye kolluk görevlilerinin müdahalesi esnasında zaman zaman bazı yerlerde göz yaşartıcı gaz kullanıldığı başvuru dosyasına yansımıştır. Soruşturma ve kolluk makamlarınca da kabul edilen bu durumun varlığıyla birlikte başvurucunun sağ gözüne isabet eden cisim nedeniyle sürekli biçimde duyu kaybı oluşacak şekilde yaralanmasının ağırlığı da dikkate alındığında başvurucunun gaz fişeğiyle yaralandığı iddiası temelsiz değildir.
150. Ancak olay günü gaz silahı kullanan kolluk görevlilerinin bu konuda bir eğitim alıp almadığı, operasyonun planlama ve kontrolü kapsamında yürütülen işlemlerin ve alınan tedbirlerin neler olduğu hususları ile kolluk görevlilerini yetkilendiren ve kullanım yöntemini yeterli ve etkili bir şekilde düzenleyen mevzuatın bu silahların keyfî ve aşırı kullanımına engel olacak ve kişiyi istenmeyen kazalara karşı koruyacak güvenceleri içerip içermediği -Savcılık dosyasındaki eksiklikler nedeniyle- bu aşamada incelenememiştir (aynı yöndeki karar için bkz. Özlem Kır, § 69). Bu nedenle somut olay bakımından kötü muamele/eziyet yasağının maddi boyutunun ihlal edildiği iddiasına ilişkin inceleme, sadece olay sırasında gaz fişeğini kullandığı iddia edilen kolluk görevlilerinin eylemleriyle sınırlı olarak yapılmıştır.
151. Bununla birlikte başvuru konusu olayın Gezi Parkı eylemlerinin bir parçası olmasından ötürü olaylara geniş çapta bir katılımın olduğu ve bu nedenle belli oranda kargaşa ortamının doğabileceği kabul edilmektedir. Kargaşa ortamlarında kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etme ve müdahaleyi gerektiren duruma yol açan kişiler dışındakilerin müdahaleden mümkün olduğunca etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alma yükümlülükleri bulunmaktadır. Somut olayda kolluğun yakalamaya veya etkisiz hâle getirmeye çalışırken başvurucuyu yaraladığı yönünde bir bulguya rastlanmamıştır. Dolayısıyla kargaşa ortamına yol açtığı ileri sürülmeyen başvurucunun başından (gözünden) yaralanması olayında kolluğun gerekli tedbirleri almadığı ve kontrolsüz bir şekilde gaz fişeği atmak suretiyle başvurucunun yaralanmasına sebep olduğu değerlendirilmiştir (benzer yöndeki kararlar için bkz. Cihan Mutlu, §§ 58, 59; Elif Güneş Yıldırım (2), §§ 72, 73).
152. Somut olayın gerçekleşme koşulları ve özellikleri, başvurucunun yaralanmasının niteliği ile başvurucu üzerindeki muhtemel fiziksel ve ruhsal etkileri birlikte dikkate alındığında kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilen muamelenin belli bir ağırlık derecesine ulaştığı ve olayda Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının gerektirdiği asgari ağırlık eşiğinin aşıldığı sonucuna varılmıştır.
153. Bu tespitten sonra kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilen eylemin hangi boyuta ulaştığı değerlendirilmelidir. Olayın koşulları bir bütün olarak değerlendirildiğinde özellikle başvurucuda yarattığı etki nazara alındığında yaralama eyleminin eziyet olarak nitelendirilmesi mümkündür.
154. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
155. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
156. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
157. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
158. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
159. Başvuruda, kolluk güçleri tarafından gerekli olmadığı hâlde güç kullanılması nedeniyle eziyet yasağının maddi boyutuyla, buna ilişkin etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle de eziyet yasağının usul boyutuyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Eziyet yasağının maddi boyutuna yönelik ihlalin kolluk görevlilerinin eyleminden, usul boyutuna yönelik ihlalin ise öncelikle Cumhuriyet Başsavcılığının kararlarından (kovuşturmama ek kararı ve bununla bağlantılı daimi arama kararı) kaynaklandığı anlaşılmıştır.
160. Bu durumda eziyet yasağının usul boyutuna yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun bir soruşturma yapılmasından ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere ilgili Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
161. Başvurucunun tazminat talebi bulunmadığından ayrıca tazminata hükmedilmesine gerek görülmemiştir.
162. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutu itibarıyla İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin eziyet yasağı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,
D. 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/3/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.