I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, bir gösteriye yapılan polis müdahalesi neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına İlişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/1/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul, edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir;
8. Bir tekstil firması bünyesinde çalışan işçiler 4/5/2013 tarihinde işten çıkarılmalarını protesto etmek amacıyla Taksim Meydanı'ndan Galatasaray Lisesinin önüne kadar yürümek ve sonrasında basın açıklaması yapmak istemiştir. Kolluk görevlilerine göre bu yürüyüşe yaklaşık seksen kişi katılmıştır.
9. Yapılmak istenen yürüyüşe polis izin vermemiş ve müdahalede bulunmuştur. Olayla ilgili olarak dördü emniyet müdürü on yedi kolluk görevlisi tarafından aynı, gün düzenlenen tutanak içeriğinin ilgili kısmı şu şekildedir:
”... Alınan emniyet tedbirlerine rağmen grup kortej oluşturarak ‘Direne direne kazanacağız. Zafer direnen emekçinin olacak.' şeklinde slogan alarak yürüyüşe geçip çevik kuvvet barikatı önünde geldiğinde uyarı ve ikaza zaman bırakmadan alınan tedbiri aşmak için barikata yüklenmeleri üzerine çevik kuvvet görevlilerince direnci kırmak için artan oranda zor kullanılmıştır. Bu esnada kolluk görevlileri tarafından gruba dağılması için 'Bekleme yapmayın, devam edin,’ şeklînde uyanlar yapılmıştır. Grup biraz geri çekildikten sonra tekrar toparlanarak 'Katil emniyet, katil devlet hesap verecek,' şeklînde sloganlar atarak çevik kuvvet barikatına tekrar yüklenerek grup içerisinden bazı şahısların emniyet görevlilerine tekme ve elle saldırısı üzerine gruba tekrar grubun direncim kıracak ölçüde artan oranda güç kullanılarak süpürme yöntemi ile Gümüşsuyu istikametine dağılmaları sağlanmıştır. Olayda herhangi bir zarar ziyanın olmadığı ve göstericilerden herhangi bir şahsın gözaltına alınmadığı tespit edilmiş olup...”
10. Başvurucu 10/5/2013 tarihinde avukatı aracılığıyla kendisini yaralayan polis memurları, İl Emniyet Müdürü, Vali, İçişleri Bakanı ve Başbakan hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında (Başsavcılık) şikâyetçi olmuştur.
11. Başvurucu, şikâyet dilekçesinde özetle işçilerin basın açıklamasına destek olmak ve işçilerden birinin kızının yaralanmasını protesto etmek amacıyla Taksim Meydanındaki gösteriye katıldığını, basın açıklaması başlamadan önce kolluk tarafından üzerine boyalı su sıkıldığını, akabinde polisin cop ve çeşitli aletlerle kendisini darbettiğini, bu nedenle vücudunun değişik yerlerinden yaralandığını belirtmiştir.
12. Aynı olayla ilgili iki kişi, 1/5/2013 ve 6/5/2013 tarihinde yaşanan farklı olaylarla ilgili olarak yine iki kişi olmak üzere toplamda başvurucu dâhil beş kişinin 10/5/2013 tarihinde yaptığı şikâyetler Başsavcılıkça aynı soruşturma kapsamında ele alınmıştır.
13. Başvurucunun sevk edildiği Adli Tıp Kurumu tarafından başvurucu hakkında düzenlenen 10/5/2013 tarihli raporda "Yapılan muayenesinde; sağ ermiş üst arkada 10x8 cm, dışta 6x4 cm koyu kırmızı ekimdi, sağ uyluk orta dışta 10x8 ve 4x3 cm koyu san açık yeşil eklmozlar, sol skapular bölgede 2 ve 4 cm çaplı, sal kol üst arkada 10x6 cm koyu san açık yeşil ekimoz olduğu görüldü.'1 tespitlerine yer verilmiştir. Rapora göre yaralanmanın başvurucu üzerindeki etkisi basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde, hafif nitelikte değildir.
14. Başvurucu 15/5/2013 tarihinde müşteki sıfatıyla Başsavcılıkta ifade vermiştir. Başvurucu ifadesinde: mühendis olarak çalıştığını, tekstil işçilerinin, basın açıklamasına katılmak İçin gösteriye gittiğini, polisin Taksim Meydanı'na barikat kurarak yürüyüşü engellediğini, sonrasında hiçbir uyarı yapmaksızın önce tazyikli su sıktığını, arkasından da copla saldırdığını iddia etmiştir. Başvurucu olay nedeniyle aldığı yaraların Adli Tıp raporuna yansıdığını, isimlerini bilmediği polislerden şikâyetçi olduğunu belirtmiştir.
15. Başsavcılığın 21/5/2013 tarihli yazısına İl Emniyet ve Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlükleri tarafından verilen cevaplarda başvurucu hakkında 4/5/2013 tarihli olayla ilgili olarak herhangi bir işlem yapılmadığı bildirilmiş ve olay yerini gösteren MOBESE kameralarının görüntüleri yazıya eklenmiştir. Ayrıca yine Başsavcılığa verilen 23/12/2013 tarihli başka bir cevap yazısında olay günü Taksim ve Galatasaray Meydanlarında yüz seksen polisin görev yaptığı belirtilerek bu kişilerin isim listesi gönderilmiştir,
16. Başbakan ve İçişleri Bakanı hakkındaki şikâyet yönünden soruşturma dosyası ayrılmış ve bu dosyayla ilgili olarak 4/6/2013 tarihinde işlem yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.
17. Yürütülen soruşturma kapsamında dört kadın polis memurunun şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Dinlenen polis memurları genel olarak ifadelerinde aynı ekipte görev yaptıklarını, müştekileri tanımadıklarını, olaylar sırasında erkeklere kadın polislerin müdahale etmediğini belirtmiştir.
18. Olay yerine ilişkin olarak emniyetin gönderdiği MOBESE kayıtları bilirkişiye tevdi edilmek suretiyle bilirkişiden rapor hazırlaması istenmiştir. Bilirkişinin inceleme yaptığı yedi DVD’nin soruşturma kapsamındaki üç olayla ilgili görüntüler içerdiği anlaşılmaktadır. Hazırlanan dört sayfalık raporda olaylara ilişkin beş fotoğraf karesine yer verilmiş ve incelenen yedi DVD’yle ilgili olarak;
- İncelenen görüntülerde kalabalık grupların slogan attığı, basın açıklaması yaptığı görülmekle birlikte bazı videolarda polis amirleri olduğu düşünülen şahıslar tarafından grupların uyarıldığı, polisin toplumsal olaylara müdahale aracı (TOMA), gaz tabancası ve kalkanları ile gruplara müdahale ettiğinin görüldüğü,
- Dosya muhteviyatındaki ifadelerde bahsi geçen gaz fişeği ile yaralama, gözaltına alınırken işkence ve darbetme olaylarına rastlanmadığı,
- MOBESE kameralarının uzak oluşu, hareketli kameraların çektiği görüntülerde ise meydanda bulunan şahısların büyük çoğunluğunda maske bulunması nedeniyle dosya muhteviyatında nüfus cüzdan, fotokopileri bulunan şahısların bu fotoğraflar üzerinden teşhis edilmesinin mümkün olmadığı tespitlerinde bulunulmuştur.
19. Başsavcılıkça 24/10/2017 tarihinde dört kadın polis memuru hakkında kovuşturma yapılmamasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
“…
01/05/2013, 04/05/2013 ve 06/05/2013 tarihli olaylara müdahale eden polis memurlarının görev listelerinin incelenmesinde, görevli polis sayısının yüzlerce sayıda olduğu ve kamera görüntülerinden müştekilerin yaralanmasına ait bir görüntü elde edilemediği gibi müştekileri yaralayan polis memurlarının teşhisine yönelik başkaca bir delil elde edilemediği, müştekilerin ifadelerinin içeriğinde şikayet edilen polislerin teşhis edilmesi imkanım verecek bilgilerin bulunmadığını, müştekilerin yaralanmasının yukarıda isimleri vazıh şüpheli polis memurları tarafından gerçekleştirildiğine dair haklarında kamu davasını açmayı haklı kılacak yeterli delil olmadığından şüpheliler kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına...''
20. Başsavcılık tarafından aynı tarihte daimî arama kararı verilmiştir. Kararda kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karardan bahsedilerek tüm araştırmalara rağmen şüphelilerin tespit edilemediği dile getirilmiştir. Başsavcılık; kimliği tespit edilemeyen şüphelilerin çok sıkı bir şekilde araştırılarak kimliklerinin belirlenmesini, yakalandıkları takdirde Başsavcılıkta hazır edilmelerini, aksi hâlde zamanaşımı tarihine kadar sürekli olarak araştırmaya devam edilmesini ve tekide mahal verilmeksizin her üç ayda bir bilgi verilmesini İstanbul Emniyet Müdürlüğünden talep etmiştir. Kararda olayın failleri olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlileri yazılıdır.
21. Başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yaptığı itiraz reddedilmiş, itirazın reddî kararı başvurucuya 8/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
22. Başvurucu 5/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
23. Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünce 8/11/2017 tarihinde üçer aylık araştırma kapsamında ilgili faillerin tespitinin henüz mümkün olmadığı ve araştırmaların devam ettiği bildirilmiştir. UYAP’ta yapılan sorgulamada söz konusu evrak dışında soruşturma makamları tarafından başkaca bir araştırma yapıldığını gösterir belge bulunmamaktadır.
IV. İLGİLİ HUKUK
24. İlgili hukuk için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/521 E,. 19/4/2018, §§ 22-38: Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27,29-45.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 15/12/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kötü Muamele Yasağı Yönünden
1. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu; katıldığı gösteriye yapılan müdahale sırasında kolluk tarafından darbedettiği ve sıkılan gazdan etkilendiğini, şikâyeti üzerine başlatılan soruşturmada olay yerinde çok sayıda basın mensubu olmasına rağmen olayı kaydeden diğer kameraların görüntülerinin araştırılıp incelenmediğini, tanık anlatımlarına başvurulmadığını, sadece dört kadın polisin ifadelerinin alınmasıyla yetinildiğini, farklı olaylara ilişkin soruşturmaların da gereksiz yere birlikte ele alındığını belirtmiştir. Etkisiz yürütülen soruşturma nedeniyle sorumluların cezasız kaldığını ifade eden başvurucu, yapılan polis müdahalesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karara yaptığı itirazın gerekçesiz şekilde reddedilmesi sebebiyle adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
27. Anayasa’nın '"Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin. (3) numaralı fıkrasının ilgili, kısmı şöyledir:
“Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz. ”
28, Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir;
"Devletin temel amaç ve görevleri, ... kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel kak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevi varlığının gelişmesi İçin gerekli şartlan hazırlamaya çalışmaktır."
29. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukukî tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B, No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu tarafından Anayasa’da güvence altına alınan diğer haklar ile bağlantı kurularak ileri sürülen iddiaların Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu yasak bağlamında yapılmıştır.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
(1) Genel ilkeler
31. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cemi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, §80).
32. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk, farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğim belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve iman haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği, anılan ifadelerin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumda düzenleme altına alınmış olan işkence., eziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cemil Demir ve diğerleri, § 84),
33. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahîr Canan. § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda bulunması, şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında, kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmî Demir ve diğerleri, § 88).
34. Devletin bireyin maddî ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cemi Demir ve diğerleri. § 81)
35. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddî, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).
36. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın, somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönönde bulundurulmalıdır (Cezmî Demir ve diğerleri, § 83).
37. Belirtilmelidir ki Anayasa’nın 17. maddesi, bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımım yasaklamamaktadır. Ancak bu tür bir güç, sadece kaçınılmaz ve asla aşın olmamak kaybıyla kullanılabilmektedir. Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel, güce başvurmak kesinlikle zorunlu hile gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Anayasa’nın 17. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No; 2013/3936,17/2/2016, § 52),
38. Sadece sınırlan belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahî bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Alî Rıza Özer ve diğerleri [GK], B.No: 2013/3924, 6/1/2015, § 82).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
39. Başvurucu, katıldığı gösteriye yapılan polis müdahalesi sırasında yakın mesafeden gaz sıkıldığını ve darbedildiğini ileri sürmüştür.
40. Anayasa Mahkemesi, asgari eşik seviyesini aştığı varsayılan kötü muamele iddialarının makul şüphe kalmayacak şekilde kanıtlanması şartım aramakta ve başvurularda öncelikle bu konudaki kanıtlama sorununu ele almaktadır (Beyza Metin, B. No; 2014/19426, 12/12/2018, § 45),
41. Olay günü başvurucunun hakkında düzenlenen adli muayene raporunun (bkz. § 13) içeriğinin darp iddialarını destekler mahiyette olduğu anlaşılmaktadır. Doktor raporunun varlığı karşısında başvurucunun iddiasının makul ve güvenilir bir delile dayandığı kabul edilmelidir. Kaldı ki Başsavcılığın kovuşturmaya yer olmadığı ve daimî arama kararlarında başvurucunun kimliği belirlenemeyen kamu görevlileri tarafından yaralandığı kabul edilmiştir. Dolayısıyla kamu makamları, güç kullanımının kaçınılmaz hâle geldiğini ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlamakla yükümlüdür.
42. Başvurucunun da katıldığı gösteride polislerce barikat kurularak yürüyüşe izin verilmediği anlaşılmaktadır. Kolluk görevlileri tarafından hazırlanan tutanakta yürüyüşe izin verilmemesi üzerine gösterici grubun barikata yüklendiği, sonrasında polislerin güç kullandığı belirtilmiştir. Tutanakta İki ayrı güç kullanımının öncesinde ilkinde göstericilerin sadece barikatlara yüklendiği, İkincisinde İse içlerinden bazılarının tekme ve elle kolluğa saldırdığı ifade edilmektedir.
43. Başvurucunun güç kullanımına sebep olacak eylemler sergilediğine ilişkin kolluk tarafından yapılmış bir tespit veya soruşturma dosyasında yer alan bir delil bulunmamaktadır. Emniyet Müdürlüklerinden gelen yazı cevaplarında da başvurucu hakkında herhangi bir adli işlem yapılmadığı ifade edilmiştir. Başsavcılık kararlarında da başvurucunun kendisine müdahale edilmesini gerektirir davranışlar icra ettiğine işaret eden bir veriden bahsedilmemiştir.
44. Soruşturma dosyasında yer alan deliller ve bu tespitler karşısında katıldığı gösteride polis müdahalesiyle darbedildiği anlaşılan başvurucunun kendi davranışlarından dolayı fiziksel güce başvurulduğunu kabul etmenin mümkün olmaması karşısında güç kullanılmasının kaçınılmaz hâle geldiğinin kamu makamlarınca kanıtlanamadığı sonucuna ulaşılmıştır.
45. Diğer taraftan, olaydan altı gün sonra şikâyetçi olan başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporunda gaz sıkılmasına bağlı fiziksel bir bulguya veya hassasiyete yer verilmediği, ayrıca şikâyet dilekçesinde bu hususa ilişkin bir anlatım bulunmadığı dikkate alındığında başvurucunun gaz kullanımı konusundaki iddiasının esasına ilişkin bir değerlendirme yapılabilmesinin mümkün olmadığı kanaatine varılmıştır.
46. Bu aşamadan sonra kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilen eylemin hangi boyuta ulaştığı değerlendirilmelidir. Bu kapsamda başvurucunun vücudunun değişik yerlerinde birçok yaralanma meydana gelmesi. Adlî Tıp raporuna göre yaralanmanın etkisinin basit bir müdahaleyle giderilemeyecek nitelikte olması hususları ve somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde eylemin eziyet şeklinde nitelendirilmesi mümkün görülmüştür.
47. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
ii. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia
(1) Genel İlkeler
48. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamımda sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldın olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırılan önleyen hukukun, etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cemi Demir ve diğerleri, § 1.1.0).
49. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini, ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevlen' kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan. § 25).
50. Yürütülecek ceza, soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına İmkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı, aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının, gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı, soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için, çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114). Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).
51. Mahkemelerin -ve diğer soruşturma makamlarının- özellikle kotu muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmesi ve tüm araçlara başvurması gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza soruşturması söz konusu olduğunda, yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; Adem Erden, B, No; 2015/4032, 23/1/2019 §34).
52. Soruşturmaların yürütülmesinde bu açıdan Önemli olan husus -sonuçta alınan kararın niteliğinin ne olduğunun önemi olmaksızın- özelde başvurucunun ve genel olarak da toplumdaki diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi, hukuka aykırı eylemlerin hoş gösterildiği ya da bu tür eylemelere kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından yeterli hız ve özenin gösterilip gösterilmediğinin ortaya konulmasıdır (Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812.6/10/2015, § 86).
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
53. Somut olayda başvurucunun şikâyeti üzerine Başsavcılık tarafından soruşturma başlatılmış, sorumluların kimliklerinin tespiti amacıyla olay günü görev yapan kolluk görevlilerinin isimleri tespit edilmiştir. Buna göre Emniyet Müdürlüğünün gönderdiği yazıda çok sayıda kişinin isminin yer aldığı görülmektedir.
54. Soruşturmada isimleri belirlenen kolluk görevlilerinden sadece dördü şüpheli sıfatıyla dinlenmiştir. Dinlernen polis memurları ifadelerinde olayda yer almadıklarını söylemiştir.
55. Başsavcılık, ifadesi alınan dört polis memuru hakkında olay yerinde çok sayıda polisin görev yaptığı, başvurucunun da aralarında olduğu şikâyetçilerin yaralanmasına ilişkin görüntü kaydı elde edilemediği, olayın faili olan polis memurlarının teşhisine imkân veren delil bulunmadığı gerekçeleriyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına, karar vermiş; sonrasında bu karara atıf yaparak soruşturmayı üçer aylık sürelerle gözden geçirilmek üzere daimî aramaya almıştır. Daimî arama kararı verilen 2017 tarihinden başvurunun incelenme tarihine kadar soruşturmada hiçbir işlem yapılmamıştır.
56. Başvurucu, kolluğun gösteriye müdahalesi sırasında yaralanmıştır. Başsavcılık tarafından sorumluların kimliklerinin belirlenmesi amacıyla sadece dört polis memurunun savunması alınmış, başkaca hiçbir polis memuru tanık sıfatıyla dahi İfade vermemiştir.
57. Toplumsal bir olaya yapılan müdahale sırasında olay yerinde görüntü kaydı yapan, çok sayıda kamu görevlisi veya sivil kişi ile işyeri güvenlik, kamerası bulunması güçlü bir olasılık iken Başsavcılık sadece MÖBESE kayıtlarıyla sınırlı bir inceleme yapmıştır. Öte yandan görüntülere ilişkin bilirkişi raporunda gösteri alanında bulunan kişilerin maskeli olması nedeniyle şikâyetçilere ait dosyadaki fotoğraflarla görüntülerdeki kişilerin eşleştirilebilmesînin mümkün olmadığı belirtilmesine rağmen başvurucuya söz konusu görüntüler izlettirilip yaralanmasına, sebep olan eylemler İle eylemleri gerçekleştiren kolluk görevlilerini tespit etmesi imkânı sağlanmamıştır.
58. Başsavcılık tarafından dört yılı aşkın süredir sorumluların tespitinin yapılamamış olduğu, yaklaşık, son üç yıldır soruşturmanın daimî aramada beklediği, bu süre içinde olayın faillerinin tespitine ilişkin esaslı bir işlem yapılmadığı dikkate alındığında soruşturmada uzun zamandır ilerleme kaydedilmediği kanaatine varılmıştır.
59. Eziyet boyutuna varan yaralamaya sebep olan kolluk görevlilerinin makul sayılamayacak bir süre içinde soruşturma makamları tarafından kimliklerinin dahi tespit edilememesi, buna mukabil soruşturmada daimî arama kararı verilmesi nedeniyle soruşturmanın özenli ve süratli yürütülmesi yükümlülüğünün yerine getirilmediği değerlendirilmiştir. Farklı tarihli olaylara ilişkin soruşturmaların -şikâyet tarihlerinin aynı olması dışında aralarında bir irtibat bulunmamasına rağmen- birlikte yürütülmesinin soruşturmadaki özensizliğe sebep olan faktörlerden biri olduğu da ayrıca vurgulanmalıdır.
60. Dolayısıyla maddî gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli delillerin toplanması ve değerlendirilmesi konusunda Başsavcılıkça yapılan soruşturmada Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağı açısından gerekli özenin gösterilmediği anlaşılmıştır.
61. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
62. Başvurucu, hiçbir uyarı yapılmaksızın kolluk tarafından aşırı güç kullanılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
63. Somut olayda kolluk görevlilerinin göstericilerin yürüyüşüne izin vermemesi, sonrasında ise güç kullanarak gösteriyi dağıtmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına bir müdahale olduğu görülmekle birlikte somut başvurudaki asıl meselenin kolluk görevlilerinin göstericileri dağıtırken uyguladığı gücün kötü muamele yasağını ihlal edip etmediğinin tespit edilmesi olduğu değerlendirilmiştir. Kaldı ki soruşturma dosyasındaki birtakım eksikliklerin gösterinin seyrini ve müdahalelerin gerçekleşme koşullarını incelemeyi engellediği görülmektedir.
64. Bu durumda kötü muamele yasağına İlişkin olarak yukarıda ihlal sonucuna ulaşılmış olması karşısında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek bulunmadığı kanaatine varılmıştır (Örnek bir karar için bkz. Alper Can Aykaç ve diğerleri, B. No: 2015/16563,23/6/2020, §§ 83-85).
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
65. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
”(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde, başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme. Anayasa Mahkemesinin ihlal hararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir”'
66. Başvurucu, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
67. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ( [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506,7/11/2019).
68. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
69. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 saydı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nûn 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir, Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından îhlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurum undan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan. §§ 58,59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2). §§ 57-59,66,67).
70. Başvuruda Anayasanın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddî ve usul yönünden ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla İhlalin kovuşturmaya yer olmadığı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
71. Bu durumda eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme İçeren 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcı tığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir,
72. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır, Dolayısıyla eski hale getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 65.000 TL ödenmesine karar verilmesi gerekir.
73. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun hu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
74. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;.
A. Eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usule ilişkin boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE.
C. Kararın bir örneğinin eziyet yasağının usule ilişkin boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (İhlal kararı 2013/68242 numaralı soruşturma dosyası ile ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 65.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE ,
15/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
KARARI YAZDIR