ArabicAzerbaijaniEnglishFrenchGermanRussianSpanishTurkish

Çocuğu Başkası Adına Nüfusa Kaydettirme - Soybağının Gizlenmesi - Nüfus Müdürlüğüne Gerçeğe Aykırı Beyanda Bulunma

23-07-2021 - 396

Çocuğu Başkası Adına Nüfusa Kaydettirme - Soybağının Gizlenmesi - Nüfus Müdürlüğüne Gerçeğe Aykırı Beyanda Bulunma


Bu kararı Favorilerinize Eklemek veya Kopyalayabilmek için giriş yapın veya üye olun
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
2015/412
2015/286
2015-09-29





Resmi belgede sahtecilik suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda sanığın eyleminin çocuğun soybağını değiştirme suçunu oluşturduğu kabul edilerek 5237 sayılı TCK’nun 231/1, 62, 50/1-a ve 52. maddeleri uyarınca 6.000 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, Osmaniye 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 03.12.2010 gün ve 313-840 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 26.02.2015 gün ve 4577-22881 sayı ile;

“Sanığın, gayri resmi evliliğinden doğan çocuğunu, annesi resmi nikahlı eşi Jale Ak olarak nüfusa tescil ettirmekten ibaret eyleminin 5237 sayılı TCK'nun 231. maddesindeki soybağını değiştirme suçunu oluşturması nedeniyle mahkemenin kabul ve takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığından tebliğnamedeki bozma isteyen düşünceye iştirak olunmamıştır” açıklamasıyla onanmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 23.03.2015 gün ve 92487 sayı ile;

“Sanığın, gayri resmi evliliğinden doğan çocuğunu, annesi resmi nikahlı eşi Jale Ak olarak nüfusa tescil ettirmekten ibaret eyleminin resmi belgede sahtecilik suçunu mu, yoksa soybağını değiştirme suçunu mu oluşturacağı hususu itirazımızın özünü oluşturmaktadır.

Konunun açıklığa kavuşması bakımından resmi belgede sahtecilik ve soybağını değiştirme suçlarına kısaca değinmekte yarar vardır.

Kanunumuzda sahtecilik suçları, resmi ve özel belge ayrımına dayandırılmış; 5237 sayılı TCK'nun 204-206, 210/1. maddeler resmi belgeleri; 207, 208. maddeler özel belgeleri suç saymıştır. Bu ayrımda, resmi belgelerin kanıt gücünün yüksek bulunmasından ve kamu idaresinin işleyiş düzeninin ihlal edilmesinden hareketle, eylem daha yüksek bir yaptırımla karşılanmıştır. Belirtelim ki resmi belgeler de kanıt gücü bakımından kendi arasında farklılık içermektedir. Örneğin hukuk usulünde bazı resmi belgeler, sahteliği sabit olana kadar geçerli resmi belge (HUMK m.295) sayılmış, bazıları da aksi sabit olana kadar geçerli resmi belge olarak kabul edilmiştir. Diğer taraftan, resmi belgede sahtecilik suçu bakımından sahtecilik fiili yeterli görülmüş, özel belgede sahtecilik suçunun oluşması için ise sahte özel belgenin düzenlenmesi ile gerçek bir özel belgede sahtecilik yapılması arasında fark yaratılmış, ikinci tür eylem için kullanma koşulu aranmıştır.

Kanunda resmi belge kavramı tanımlanmamış, kavramın tanımı ve açıklanması doktrin ve içtihada bırakılmıştır.

Resmi belgenin temel unsurları doktrinde;

1-Kamu görevlisi tarafından düzenlenmesi,

2-Görevi gereği düzenlenmesi,

3-Öngörülmüşse, usul ve şekil kurallarına uyulması, şeklinde açıklanmaktadır.

Resmi belgenin varlığı için zorunlu bu unsurları sırasıyla incelediğimizde;

1- Kamu görevlisince düzenlenmesi:

Resmi belgeyi belirleyen en temel özellik, onun bir kamu görevlisince düzenlenmesidir. Düzenleyen kişinin kamu görevlisi olmaması durumunda, o belge resmi belge olarak kabul edilemez. Kamu görevlisi kavramı, TCK'nun 6/1-c maddesinde tanımlanmıştır. Ayrıca bu tanım kapsamına girmese dahi, ilgili özel yasasında yer alan hükümler dolayısıyla da bir kişinin görev dolayısıyla kamu görevlisi sayılması mümkün olabilir. Örneğin KİT personeli hakkındaki 399 sayılı KHK'nin 11/b maddesindeki hüküm bu şekildedir.

2- Görev gereği düzenlenmesi:

Belgeyi düzenleyenin kamu görevlisi olması, her durumda yeterli bir ölçüt olmamaktadır. Kamu görevlisinin kamu göreviyle ilgisiz bir belge düzenlemesi durumunda, özel belgeden söz edilir. Bu nedenle kamu görevlisinin, bu belgeyi görevi gereği düzenlemiş olması da aranmalıdır. Bu husus 204/2. maddede; 'görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi…' sözleriyle açıklanmıştır. Dolayısıyla 2. fıkra bakımından belgenin, kamu görevlisinin görev ve yetki alanıyla ilgili bulunması zorunludur. Yargıtay, 765 sayılı Yasa döneminde bu zorunluluğun, görevle belge arasında illiyet bağı ilişkisi şeklinde aranması gerektiğini belirtmekteydi. Şu halde görevlinin yetkisi dışında, başka deyişle yetkisini aşarak düzenlediği belge, görevlinin resmi belgede sahtecilik suçunun (204/2) maddi konusu olarak kabul edilemez. Kanunda, resmi belge hakkındaki sahteciliğin kamu görevlisi olmayan fail tarafından işlenmesi 204/1. madde ile, kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği ise ikinci fıkrada düzenlenmiştir. Kanun koyucu, resmi belge niteliğini taşımasa dahi, bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleme fiilini de resmi belge üzerindeki sahtecilikle birlikte cezalandırmıştır. Bu tür bir eylemin failinin düzenlemeye yetkili kamu görevlisi olması 2. fıkra, sivil kişi veya yetkisiz kamu görevlisi olması halinde ise 1. fıkra uygulanmaktadır.

3- Usul ve şekil şartlarına uyulması:

Resmi belgenin mutlaka belirli bir şekle uygun olması veya bazı unsurları taşıması şartı yoktur. Fakat, mevzuat gereği belirli usul ve şekil şartlarının aranması söz konusu olabilir. Örneğin resmi vasiyetnamenin kanunda belirtilen şekle uygun olarak düzenlenmesi zorunludur (MK. m. 532-536). Bu takdirde belirtilecek unsurların yer almaması, belgenin resmi belge sayılmasını önleyebilir. Belgenin usul ve şekil koşullarına uygun olması gerektiği bir kararda da açıklanmıştır. Buna karşın, görevlinin yetkisi kapsamında düzenlenmiş olan resmi belgenin birtakım unsurları olmadığı halde, varmış gibi gösterilmesi halinde de, resmi belgede sahtecilikten söz edilir. Yine, belgenin birden fazla görevli tarafından imzalanması gerekli ise (örneğin kurul halinde verilen karar veya raporların tüm üyelerce imzalanması gereklidir), imza eksikliği, belge sayılmasını önleyecektir.

Noterlerce düzenlenen belgeler; düzenleme (Noterlik Kanunu m.84 vd.) belgeler ve onay işlemler olarak ikiye ayrılmaktadır. Düzenleme belgeler, içeriği de bizzat noterce düzenlendiğinden, bu belgenin herhangi bir yönüyle ilgili sahtecilik, resmi belgede sahtecilik olarak kabul edilmektedir. Buna karşın, onay işlemi şeklindeki belgelerde, onay kısmını kapsamayan, içerik sahteciliğinde resmi belge öğesinin oluşmayıp, özel belgede sahtecilik suçunun işlendiği kabul edilmektedir.

Resmi belgeler ispat gücü bakımından; 'sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli belge' ve 'aksi sabit olana kadar geçerli belge' şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Bu ayrım 765 sayılı Yasada da yapılmış ve 339/1, 342/2-4. maddelerinde cezalandırmada farklılıklar yaratılmıştı. Benzeri bir ayrıma 5237 sayılı Kanunun 204/3. maddede de yer verilmiş, ispat gücü yüksek olan belgeler bakımından cezanın artırılması öngörülmüştür.

Unsurları bakımından resmi belge sayılması olanaklı olmadığı halde, bazı özel belge türleri yasa tarafından özel olarak resmi belge düzeyinde korumaya alınmıştır. Bu tür belgeler TCK 210/1. maddede gösterilmiştir. Bunlar; emre veya hamile yazılı kambiyo senedi, tahvil, hisse senedi, emtiayı temsil eden belge ve vasiyetnamedir. Belirtilen türdeki belgelerin, resmi belge sayılabilmesi için kanunda öngörülen usul ve şekil şartlarının bulunması zorunludur.

TCK 210/2. maddede belirtilen, kamu görevlisi olmayan veya görevi gereği hareket etmeyen sağlık mesleği mensuplarının gerçeğe aykırı belge düzenleme suçu, özel nitelikli özel belgede sahtecilik suçu vasfındadır. Fakat cezalandırma yönünden resmi belgede sahtecilik hükümlerine atıf yapılmıştır.

Özel belgeler, resmi belge sayılmasını gerektiren unsurları taşımayan belgelerdir. Ancak, özel belgenin de belge niteliğinin, yani belge sayılması için gereken öğelerin bulunması aranmalıdır. Başka bir anlatımla; yazılı bir evrakın, hukuki sonuç doğurmaya elverişli bir biçimde kamu görevlisi olmayan belirli bir kimse tarafından düzenlenmesi durumunda özel belgenin varlığı söz konusu olur. Örnek verirsek; bir bankanın hesap bilgileri hakkındaki yazısı, kredi sözleşmesi, teminat mektubu, adi senet, fatura, mal beyanı, vergi beyanı, gümrük beyanı, sigorta giriş bildirimi, mektup, özel bir vaka hakkında ilgililerince düzenlenen tutanak, kira sözleşmesi, tahliye taahhüdü, dilekçe, ihbar yazısı, vb. belgeler özel belge sayılmaktadır.

Kimi özel belgelerin (hisse senedi, kambiyo senedi, tahvil vs.) kanun tarafından resmi belge gibi kabul edildiğini (m.210/1) hatırlamak gerekir. Fakat resmi belge sayılan belgelerdeki unsur eksikliği nedeniyle bu niteliğini kaybetmesi durumunda, özel belge sayılmaktadır. Örneğin bono veya çekin yasal öğelerinin eksik bulunması durumunda özel belge kabul edilmektedir.

Kamu görevlisi tarafından düzenlense dahi, göreviyle ilgisi olmayan belgeler de özel belge sayılır.

Özel belgenin suça konu olması için, doğrudan hukuki sonuç doğurması gerektiği kabul edilmektedir .

Resmi belgede sahtecilik suçu için, suçun maddi konusunun resmi belge olması (gerçek bir resmi belgede sahtecilik veya resmi belgenin sahte üretilmesi) gerekmektedir. Fakat, kimi durumlarda özel bir belgenin resmi belgede sahteciliğe vücut vermesi olanaklıdır.

Özel belgenin resmi daireye sunulması üzerine kayda alınması, üzerine kayıt kaşesi veya havale imzası atılması, kayda almayla ilgili işlemler olup, özel belgeyi resmi belge haline dönüştürücü nitelikte değildir. Buna karşın özel belge resmi bir makam tarafından onaylanmışsa, onay kısmı itibariyle resmi belge sayılır. Bu tür bir belgenin içeriğinde sahtecilik özel belgede, onay kısmında sahtecilik ise resmi belgede sahtecilik sayılır.

Yine, sahte bir özel belgenin resmi bir belgenin dayanağı olması nedeniyle resmi belgenin de gerçekliğine zarar verildiğinden, failin resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği kabul edilmektedir. Örneğin Yargıtay, hasta sevk kağıtlarına sahte ilaç kupürü ekleyip, sahte fatura düzenleyerek ilaç bedeli alınması eylemini resmi belgede sahtecilik olarak kabul etmiştir. Bir başka olayda, özel belge olan sahte satış sözleşmesi sunularak mahkeme yanıltılıp, gerçeğe aykırı ilam elde edilmesi nedeniyle failin resmi belgede sahtecilik suçundan cezalandırılması gerektiği belirtilmiştir .

Çocuğun soybağını değiştirme suçu ise 5237 sayılı TCK'nun 231. maddesinde hükme bağlanmıştır. İnsanların soybağlarının doğru olarak saptanıp korunmasında ve soybağının olduğu kadar medeni halinde gerçeğe uygun olar sicillerde muhafaza ve devamında hem devlete ve hem de aileye ait yararlar vardır.

Soybağı ailenin temelidir.

231. maddenin 1. fıkrasındaki suç herkes tarafından işlenebilirken, 2. fıkradaki suçun faili sağlık kurumlarında çalışan personelidir.

Suçun mağduru ise 18 yaşını bitirmemiş çocuktur.

231. maddenin 1. fıkrasındaki suç bakımından failde, çocuğun soybağını değiştirme veya gizleme kastının varlığı aranır. Failin saiki önemli değildir...

Kanaatimizce; bu tür olaylarda sanıkları hem resmi belgede sahtecilik hem de soybağını değiştirme suçundan cezalandırmak gerekmektedir. Zira her iki suçun koruduğu hukuki değer farklıdır. Dolayısıyla her iki suçun da oluştuğunu düşünmekteyiz. Nitekim 5237 sayılı TCK'nun 212. maddesi de 'Sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması halinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.' hükmünü içermektedir.

Somut olayda yalnızca resmi belgede sahtecilik suçundan kamu davası açıldığı için yalnızca resmi belgede sahtecilikten hüküm kurulabileceği, soybağını değiştirme suçundan açılmış bir kamu davası bulunmadığı için ve resmi belgede sahtecilik suçunun ayrı bir suç olması nedeniyle soybağını değiştirme suçuna dönüşmeyeceği için dairenin onama kararının yerinde olmadığı, hükmün bozulması gerektiği düşünülmektedir” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 11. Dairesince 02.04.2015 gün ve 1815-24538 sayı ile; itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; evlilik dışı ilişkisinden olma çocuğunu evlilik birliği içinde resmi nikahlı eşinden olmuş gibi doğum bildiriminde bulunarak nüfus kütüğüne tescilini sağlayan sanığın eyleminin nitelendirilmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Müşteki Nurkader Çifci’nin 31.03.2010 tarihinde Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak sanık ile evlilik dışı ilişkisinden hamile kalıp 24.03.2010 tarihinde hastanede bir kız çocuğu dünyaya getirdiğini, sanığın kızını resmi nikahlı eşi Jale’den doğmuş gibi nüfusa kaydettirdiğini ve bir daha da kendisine göstermediğini beyanla şikayetçi olduğu,

Osmaniye Devlet Hastanesince düzenlenen doğum raporunda; Ahmet Çifci eşi Nurkader Çifci’nin 24.03.2010 günü saat 10.00’da hastanede bir kız çocuğu dünyaya getirdiğinin belirtildiği,

Doğum bildirim formuna göre; sanığın 26.03.2010 tarihinde Osmaniye Merkez Nüfus Müdürlüğüne müracaat ederek resmi nikahlı eşi Jale’nin 24.03.2010 tarihinde Asmin isminde bir kız çocuğu doğurduğunu bildirdiği, bildirimin sözlü yapılıp doğumu gösteren herhangi bir resmi belge ibraz edilmediği, söz konusu beyana dayalı olarak aynı gün nüfus kütüğüne tescil işleminin yapıldığı,

Anlaşılmaktadır.

Müşteki aşamalarda özetle; sanık ile evlilik dışı ilişkilerinden 24.03.2010 tarihinde Osmaniye Devlet Hastanesinde Asmin isminde bir kız çocuğu dünyaya getirdiğini, çocuğun annesi kendisi olmasına rağmen sanığın resmi nikahlı eşi Jale’den olmuş gibi çocuğu nüfusa kayıt ettirdiğini, sanıktan şikayetçi olduğunu beyan etmiş,

Tanık Jale Ak; sanıkla 7 yıldır evli oldukları ancak çocukları olmadığını, nüfus kaydında annesi olarak gözüktüğü Asmin Ak’ı kendisinin doğurmadığını, gerçek annesinin Nurkader Çifçi olduğunu, kocasının Nurkader'in ile evlilik dışı ilişkisinden dünyaya geldiğini, doğumdan sonra Nurkader ve ailesinin çocuğu istemediğini, bunun üzerine kocasının çocuğu eve getirdiğini ve kendisinin de çocuğa bakmaya başladığını, nüfus işlemleri ile sanığın ilgilendiğini söylemiş,

Sanık; Nurkader Çifci ile rızasıyla birlikte olduğunu, Nurkader’in bu ilişkinden hamile kalıp bir kız çocuğu dünyaya getirdiğini, doğumdan sonra Nurkader’in çocuğa bakamayacağını, ailesinin de çocuğu istemediğini söylemesi üzerine çocuğu alıp evine getirdiğini ve nüfus müdürlüğüne giderek resmi nikahlı eşi Jale’den olmuş gibi bildirimde bulunduğunu, yaptığı işlemin suç olduğunu bilmediğini savunmuştur.

Uyuşmazlığın isabetli bir biçimde çözüme kavuşturulabilmesi için resmi belgede sahtecilik, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan, çocuğun soybağının değiştirilmesi ve nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunma suçları üzerinde durulması gerekmektedir.

I. Resmi belgede sahtecilik:

Resmi belgede sahtecilik suçu 5237 sayılı TCK’nun “Topluma Karşı Suçlar” kısmının "Kamu güvenine karşı suçlar" bölümündeki 204. maddesinde;

“(1) Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır” şeklinde düzenlenmiştir.

Suçun konusu resmi belge olup, resmi belgede bir kamu görevlisi tarafından görevi gereği düzenlenen yazıyı ifade etmektedir.

Maddenin birinci fıkrasında resmi belgede sahtecilik suçu seçimlik hareketli bir suç olarak tanımlanmıştır. Birinci seçimlik hareket, resmi belgeyi sahte olarak düzenlemektir. Bu seçimlik hareketle, resmi belge esasında mevcut olmadığı halde, mevcutmuş gibi sahte olarak üretilmektedir. İkinci seçimlik hareket gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştirmektir. Bu seçimlik hareketle, esasında mevcut olan resmi belge üzerinde silmek veya ilaveler yapmak suretiyle değişiklik yapılmaktadır. Birinci ve ikinci seçimlik hareketle bağlantılı olarak belirtmek gerekir ki; sahteciliğin, belge üzerindeki bilgilerin bir kısmına veya tamamına ilişkin olmasının, suçun oluşması açısından bir önemi bulunmamaktadır. Üçüncü seçimlik hareket ise, sahte resmi belgeyi kullanmaktır. Kullanılan sahte belgenin kişinin kendisi veya başkası tarafından düzenlenmiş olmasının bir önemi yoktur. Kullanma mütemadi suç şeklinde de gerçekleşebilir.

Maddenin ikinci fıkrasında, resmi belgede sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi ayrı bir suç olarak düzenlenmiş ve daha ağır bir yaptırıma bağlanmıştır. Bu suçun oluşabilmesi için suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesinin yanı sıra, suçun konusunu oluşturan belgenin kamu görevlisinin görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu bir belge olması gerekir. Kamu görevlisinin gerçeğe aykırı olarak bir olayı kendi huzurunda gerçekleşmiş veya bir beyanı kendi huzurunda yapılmış gibi göstererek belge düzenlemesi halinde, bu fıkra hükmünde tanımlanan suç oluşmaktadır.

Maddenin üçüncü fıkrasında ise, suçun konusunu oluşturan resmi belgenin, kanunun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan bir belge niteliğinde olması halinde cezanın yarı oranında artırılması hükme bağlanmıştır.

Sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamu güveni olup, belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, gerçek bir belgeye eklemeler yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek, söz konusu eylemler suç olarak düzenlenmiş ve yaptırım altına alınmıştır.

Suçun mağduru toplumu oluşturan herkestir. Ancak sahtecilik eyleminin belirli bir kişinin zararına olarak işlenmesi durumunda o kişinin suçtan zarar gören olarak kabulü mümkündür.

Sahtelikten söz edebilmek için, düzenlenen belgenin gerçek bir belge olduğu konusunda kişiyi aldatıcı nitelikte olması gerekir. Aldatıcılık özelliği suçun temel unsuru olup, özel bir incelemeye tabi tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan belge, sahte belge olarak kabul edilmelidir. Sahteciliğin kişileri aldatacak nitelikte (nesnel) bulunup bulunmadığının ve beş duyuyla ilk bakışta anlaşılabilir olup olmadığının şüpheye yer vermeyecek şekilde belirlenmesi gerekir.

II. Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan:

Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu da 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “Topluma Karşı Suçlar” kısmının "Kamu güvenine karşı suçlar" bölümünde, 206. maddesinde; “Bir resmi belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır” biçiminde düzenlenmiştir.

Resmi bir belgenin düzenlenmesi sırasında beyanda bulunacak herkesin kural olarak "doğruyu söylemek” yükümlülüğü bulunmaktadır. Kimse, kendi beyanıyla, sahte bir resmi belgenin düzenlenmesine neden olmak hakkına sahip değildir.

Ancak kişinin beyanı üzerine düzenlenen resmi belgenin, bu beyanın doğruluğunu ispatlayıcı nitelikte olması, bir başka ifadeyle beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılmasının zorunlu olmaması şarttır. Kişinin beyanı yeterli olmayıp, bu beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılması zorunluysa ve bu araştırma sonunda bildirimin gerçeğe uygun olmadığı belirlenirse, kişinin beyanına itibar edilemeyeceğinden ve kişinin beyanını içeren belge, ispat aracı olarak kullanılamayacağından, anılan maddedeki suç oluşmayacaktır.

Bu suçun oluşabilmesi için, yalan beyanın resmi belgenin düzenlemesi esnasında ve belgeyi düzenleme yetkisine sahip kamu görevlisine yazılı veya sözlü açıklama biçiminde yapılmış olması gerekmektedir.

Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu ile kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği suçu arasında benzerlik bulunmaktadır. Gerçekten her iki suçta da eylem sonucu düzenlenen resmi belge içerik olarak gerçeği yansıtmamakta olup "fikri sahtecilik" söz konusudur. Bununla birlikte kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği suçunda, sahtecilik bizzat kamu görevlisi tarafından yapılmakta iken, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda sahtecilik özel kişi tarafından gerçekleştirilmektedir.

Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunun da koruduğu hukuki yarar kamu güveni olup suçun mağduru toplumu oluşturan herkestir.

Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu genel norm niteliğinde olup eylem ayrıca yalan tanıklık, iftira gibi başka bir suçun unsurlarını oluşturmakta ise o suçtan mahkumiyet hükmü tesis edilmelidir. (Veli Özer Özbek-M.Nihat Kanbur-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. Baskı, Ankara 2015, s. 828; Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökçen-Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, 15. Baskı, Ankara, 2015, s. 681)

III. Çocuğun soybağının değiştirilmesi:

Çocuğun soybağının değiştirilmesi suçu ise 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun "Topluma Karşı Suçlar” kısmının "Aile düzenine karşı suçlar" bölümünde yer alan 231. maddesinde;

“(1) Bir çocuğun soybağını değiştiren veya gizleyen kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Özen yükümlülüğüne aykırı davranarak, sağlık kurumundaki bir çocuğun başka bir çocukla karışmasına neden olan kişi, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” biçiminde düzenlenmiştir.

Soybağı ailenin, aile de toplumun temelidir. Soybağının doğru olarak belirlenmesinde hem ilgili kişilere ait ferdi, hem de topluma ait genel fayda bulunmaktadır. Zira soybağına miras, velayet, nafaka, yurttaşlık, ceza sorumluluğu gibi bir çok konuda çok ciddi hukuki sonuçlar bağlanmıştır.

Bu nedenle maddenin birinci fıkrasında, bir çocuğun soybağının kasten değiştirilmesi veya gizlenmesi suç haline getirilmiş, ikinci fıkrasında ise bu fiillerin taksirle işlenmesi suç olarak tanımlanmıştır.

Çocuğun soybağının kasten değiştirilmesinde suçun faili, çocuğun gerçek annesi ve babası dahil herkes olabilir. Soybağının taksirle değiştirilmesi suçunda ise fail ancak bir sağlık kurumunda çalışan görevli personel olabilecektir. Suçun mağduru soybağı değiştirilen veya gizlenen çocuktur. Ancak bu çocuğun sağ doğmuş ve yaşı itibarıyla kişisel durumu hakkında yeterli bilgi ve tasavvura sahip olmayan soybağı değiştirilebilecek veya gizlenebilecek bir çocuk olması gerekmektedir.

Suçun konusu soybağıdır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 282. maddesi uyarınca çocuk ile ana arasında soybağı doğumla, çocuk ile baba arasında soybağı ise ana ile evlilik, tanıma veya hakim hükmüyle kurulur. Soybağı ayrıca evlat edinme yoluyla da kurulabilir. Bu suçun konusunu oluşturan soybağının doğumla meydana gelen yani kan bağına dayanan soybağı olarak anlaşılması gerekir. Ancak doğumun evlilik içi veya evlilik dışı oluşmasının bir önemi yoktur. Nitekim madde gerekçesinde de, kişilerin aileleriyle olan ilişkilerinin doğum, evlat edinme, tanıma veya babalığa hükmolunması yollarıyla hukuken oluştuğu belirtildikten sonra, doğumla meydana gelen ilişkinin maddede belirtilen suretlerle değiştirilmesinin suç haline getirildiği ifade edilmiştir.

Maddenin uyuşmazlık konusu olan birinci fıkrasındaki suç, seçimlik hareketli olup, bu hareketler çocuğun soybağının değiştirilmesi veya gizlenmesidir. Madde metninde soybağının değiştirilmesi veya gizlenmesinin ne tür hareketlerle işlenebileceği belirtilmemiştir. Buna karşılık maddenin gerekçesinde değiştirme veya gizlemenin, yetkili mercilere gerekli bilgileri vermemek veya yanlış bilgiler vermek suretiyle gerçekleştirilebileceği ifade edilmiştir. Ancak gerekçedeki bu açıklama örnek kabilinden olup soybağının değiştirilmesi veya gizlenmesini mümkün kılan elverişli her türlü hareketle bu suç işlenebilecektir. (Özlem Yenerer Çakmut, Soybağının Belirlenmesi ve Ceza Hukukunda Çocuğun Soybağını Değiştirme Suçu, Beta Basın Yayım Dağıtım, 1. Bası, İstanbul, 2008, s.197-198)

Soybağının değiştirilmesi, bir çocuğun gerçek soybağından başka bir soybağında görünmesini sağlayan hareketlerin yapılmasıdır. Esasen bir çocuğun soybağı gerçek anlamda hiçbir zaman değiştirilemez. Çocuğun genetik anne ve babası baştan belli olup sonradan değiştirilmesi mümkün değildir. Değiştirilen husus, çocuğun hukuk düzeni içinde gözüken resmi soybağıdır. Bu nedenle soybağını değiştirme, mutlaka diğer kişilere karşı gerçek soybağı konusunda yanlış bilgi vermeye yönelik bir hareketin yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle soybağının değiştirilmesi, genellikle yetkili makamlara karşı yanlış bilgiler vermek suretiyle yapılabilir. Ancak değiştirmenin bir çocuğun yerine başkasının konulması gibi objektif olarak çocuğun soybağının resmi olarak tespitini tehlikeye düşüren aldatıcı başka hareketlerle de işlenmesi mümkündür. (Mahmut Koca, Soybağını Değiştirme Suçu, V. Türk-Alman Tıp Hukuku Sempozyumu, Tıp Ceza Hukukunun Güncel Sorunları, Ankara 28 Şubat-1 Mart 2008, Türkiye Barolar Birliği, Tıp Ceza Hukukunun Güncel Sorunları, TBB Yayınları, Ankara, 2008, s. 515)

Suçun diğer bir seçimlik hareketini soybağını gizlemek oluşturmaktadır. Soybağının gizlenmesi, bir çocuğun gerçek soybağının ortaya çıkmasını engelleyen veya esaslı şekilde zorlaştıran bir duruma sebebiyet vermek demektir. Bunun için soybağının değiştirilmesinden farklı olarak her zaman bir aldatmanın varlığı gerekmez. Örneğin; çocuk doğduktan sonra, onun doğum beyannamesinin düzenlenmesine ve nüfus kütüğüne yazılmasına engel olmak, yaşadığı bilinen bir çocuğun öldüğünü ileri sürmek soybağını gizlemektir. Gizlenmesi gereken soybağı olup, çocuğun maddi anlamda gizlenmesi bu suçu oluşturmaz.

Soybağının değiştirilmesi icrai bir hareketle gerçekleştirilebilir. Buna karşılık gizlemek, hem icrai hem de ihmali hareketlerle işlenebilir.

TCK'nun 231. maddesinin birinci fıkrasındaki suç kasten işlenebilen bir suç olup fail çocuğun gerçek soybağını bilmeli ve bunu değiştirmek veya gizlemek bilinci ile hareket etmelidir. Ancak failin hangi saikle veya amaçla hareket ettiğinin suçun manevi unsuru bakımından bir önemi yoktur.

IV. Nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunma:

Nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunma suçu 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 67/1. maddesinde; “...herhangi bir işlem sebebiyle nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunanlar ....altı aydan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır" şeklinde düzenlenmiştir.

Nüfus Hizmetleri Kanununun birinci maddesinde açıklandığı üzere bu kanunun genel amacı, kişinin doğumundan ölümüne kadar kişisel ve medeni durumuna, uyrukluğuna ve bunlarda meydana gelebilecek değişikliklere ait doğal ve hukuki olayların belirlenip saptanması, bu amaçla düzenlenmiş kütüklere yazılması, elektronik ortamda ulusal adres veri tabanının oluşturulması, nüfus kayıtları ile adres bilgilerinin ilişkilendirilmesini sağlamaktır.

Bu madde ile de kişilere tüm nüfus işlemlerinde nüfus müdürlüğüne doğru beyanda bulunma yükümlülüğü getirilerek doğum dahil her türlü nüfus olayının doğru bir biçimde saptanması amaçlanmıştır. Nitekim madde gerekçesinde bu husus; "madde, sahteciliğin ve dolayısıyla işlemlerde yapılacak yanlışlıkların önlenebilmesi amacıyla,...herhangi bir işlem sebebiyle nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunan...kişilere cezai hükümler uygulanmasına imkan sağlanmaktadır" şeklinde açıklanmıştır.

Nüfus Hizmetleri Kanununun amacı ve kapsamı ile 67. madde gerekçesi birlikte gözetildiğinde, beyanın konusunun nüfus işlemleri ile ilgili olması gerekmektedir. Bu nedenle madde metnindeki "herhangi bir işlem" ifadesi "herhangi bir nüfus işlemi" olarak anlaşılmalıdır.

Şu halde söz konusu suçun oluşabilmesi için beyanın konusu nüfus işlemi ile ilgili olmalı, beyan da nüfus müdürlüğüne yapılmalıdır.

Resmi belgede sahtecilik, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan, çocuğun soybağının değiştirilmesi ve nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunma suçları ile ilgili bu genel açıklamalardan sonra çocuğun soybağını değiştirmek için nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunulması halinde belirtilen suçlar arasındaki içtima ilişkisi üzerinde durulmalıdır.

V. Çocuğun soybağını değiştirmek için nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunulması durumunda suçların içtimaı:

Çocuğun soybağını değiştirmek için nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunulması durumunda resmi belgede sahtecilik, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan, çocuğun soybağının değiştirilmesi ve nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunma suçları arasında içtima sorunu ortaya çıkmaktadır.

Tek fiille birden fazla suç normunun ihlali halinde, bu normlar arasındaki içtima ilişkisi ya "farklı neviden fikri içtima" yahut da "görünüşte içtima" kapsamında kalmaktadır.

Farklı neviden fikri içtima 5237 sayılı Kanunun 44. maddesinde; “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hükmün uygulanabilmesi için işlenen bir fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir.

Kanun koyucu, işlediği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilinin tek olması nedeniyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “non bis in idem” kuralı gereğince bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının da önüne geçilmesini amaçlamış, “erime sistemi”ni benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı ceza verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.

Görünüşte içtima ise, çeşitli normların aynı fiille ilgili görünmelerine rağmen, aslında bunlardan yalnız birinin uygulanabilmesidir. (Kayıhan İçel, Suçların İçtimaı, İstanbul, 1972, s. 167) Görünüşte içtima kanunda düzenlenmemiştir ancak ceza normlarının birbirleriyle olan ilişkisi ve bunların yorumundan aynı fiille ilgili görülen çeşitli normlardan sadece birinin uygulanabileceği sonucuna varmak mümkün olduğundan, kanun koyucunun görünüşte içtima şekillerine yer vermesi gerekmemektedir. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara Eylül 2015, 8. Bası, s.519).

Fikri içtima ve görünüşte içtimanın ortak özelliği tek ve aynı fiilin bulunmasıdır. Ancak fikri içtima hükmünün uygulanabilmesi için görünüşte içtima hallerinden birinin bulunmaması gerekmektedir. Bu nedenle, tek fiille ilgili suç tipleri arasında öncelikle görünüşte içtima ilişkisinin bulunup bulunmadığının tespiti gerekli olup; görünüşte içtima ilişkisinin bulunması, fikri içtima hükmünün uygulanmasına engel teşkil eder. Fikri içtimanın görünüşte içtimadan en önemli farkı, fikri içtima halinde sebebiyet verilen suç tiplerine ilişkin normların hepsinin uygulanabilmesine karşılık görünüşte içtimada normlardan sadece birinin uygulanabilir olmasıdır. Başka bir deyişle, görünüşte içtima halinde gerçekte sadece bir norm ihlal edilmekte olup; diğer normların ihlali sadece görünüştedir. Çünkü suç tiplerine ilişkin normların hepsi fiilin haksızlık muhtevasını tümü ile kapsamakla beraber gerçekte uygulanacak olan norm, haksızlık muhtevası itibarı ile diğer normları da tüketmekte, tüm normlar haksızlık ilişkisi bakımından tamamen örtüşmektedir. Dolayısıyla, normlardan sadece biri gerçekte uygulanma kabiliyetine sahiptir. (Neslihan Göktürk, Fikri İçtima, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, s. 73-74)

Görünüşte içtima hallerinde hangi kanunun uygulanması gerektiği, "özel normun önceliği", "tüketen-tüketilen norm ilişkisi" ve "yardımcı (tali) normun sonralığı" gibi ilkelere göre belirlenmektedir.

Genel norm ile aynı hukuki yararı koruyan özel norm, genel normun tüm unsurlarını taşımakla birlikte genel normda yer almayan özel bazı unsurları da ihtiva etmektedir. Böyle bir durumda "özel normun önceliği" ilkesi uyarınca olaya genel norm değil özel norm uygulanacaktır. Özel-genel norm ilişkisi aynı kanunun normları arasında olabileceği gibi genel ceza kanunu normları ile yan ceza kanunlarının normları arasında da olabilir. (Kayıhan İçel, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Basın Yayım Dağıtım, 6. Bası, İstanbul, Nisan 2014, s.550-551) Örneğin; 5237 sayılı Kanunda zimmet suçunu düzenleyen 247. madde hükmü genel norm niteliğinde iken 5411 sayılı Bankacılık Kanunun 160. maddesinde düzenlenmiş olan zimmet suçu özel norm niteliği taşıdığından, Bankacılık Kanunu kapsamındaki bir banka görevlisinin zimmet suçunu işlemesi durumunda özel normun önceliği ilkesi gereğince 5237 sayılı TCK'nun 247. maddesi değil Bankacılık Kanununun ilgili hükmü uygulanmalıdır. Diğer taraftan 5237 sayılı Kanunda güveni kötüye kullanma suçunu düzenleyen 155. madde de zimmet suçuna düzenleyen 247. maddeye göre genel norm niteliğindedir. Kamu görevlilerinin güveni kötüye kullanma hallerinde özel norm niteliğindeki 247. madde uygulanmalıdır.

Bir ceza normu bir veya daha fazla başka ceza normlarını bünyesine almış ise "tüketen-tüketilen norm ilişkisinden" söz edilir. Bu durumda normları bünyesine alan ceza normu, diğer normları tüketmektedir. Bu takdirde fiile sadece tüketen norm uygulanabilecektir. TCK'nun 42. maddesinde tanımlanmış olan "bileşik suç" tüketen-tüketilen norm ilişkisinin tipik görünümlerinden birisidir. Örneğin; yağma suçu, hırsızlık ve cebir/tehdit suçlarını bünyesinde barındırmakta, başka bir anlatımla o suçları tüketmektedir.

Yardımcı (tali) normlar da, asli normlarla benzer hukuki yararları koruyan normlardır. Bu tür normlar, asli normların tatbik edilemeyeceği durumlarda kanunda boşluk oluşmasını engellemek amacıyla getirilmiş düzenlemelerdir. Asli-yardımcı norm ilişkisinin olduğu durumda fiile yardımcı norm değil asli norm uygulanacaktır. Bir normun yardımcı norm mu asli norm mu olduğunun, asli normun uygulanamadığı yerlerde başvurulan bir norm olmasından anlaşılması bir yana, düzenleme içinde, "fiil daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde", "kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında" ve "eylemin başka bir suç oluşturmaması halinde" gibi ifadelerin yer alıp almamasına göre de belirlenmekte, bu gibi ifadelerin yer aldığı normların yardımcı norm olduğu kabul edilmektedir. 5237 sayılı TCK'nun 244/4, 245/3, 257 ve 261. maddelerinde de benzer ifadeler bulunduğundan bu maddelerle getirilen hükümlerin yardımcı norm niteliğinde oldukları kabul edilebilir.

Fikri içtima ve görünüşte içtima ile ilgili bu açıklamalardan sonra çocuğun soybağını değiştirmek için nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunulması durumunda resmi belgede sahtecilik, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan, çocuğun soybağının değiştirilmesi ve nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunma suçları arasındaki içtima meselesine gelince;

Çocuğun soy bağının doğumu gösteren herhangi bir resmi belgeye dayanılmadan nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunulması suretiyle değiştirilmesi durumunda, failin sahte bir resmi belge düzenlenmesi, gerçek bir resmi belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi veya sahte resmi belgenin kullanılması söz konusu olmadığından resmi belgede sahtecilik suçunun hareket unsuru oluşmaz.

Sanığın beyanı üzerine düzenlenen tutanağın ve bildirimin tescil edildiği nüfus kütüğünün resmi belge olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak bu belgeler sanık tarafından değil nüfus memuru tarafından düzenlenmiş olup nüfus memurunun da suç kastı yoktur. Nüfus memuruna çocuğun soybağı hakkında gerçeğe aykırı beyanda bulunan kişinin onu hataya düşürerek içeriği itibariyle sahte resmi belge düzenlemesine neden olduğundan TCK'nun 37/2. maddesi uyarınca resmi belgede sahtecilik suçundan dolaylı fail olarak sorumlu tutulması gerekeceği ileri sürülebilir ise de; 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 15. maddesi uyarınca doğum bildirimlerinin doğumu gösteren herhangi bir resmi belge ibrazına dayanmadan sözlü olarak yapılması mümkün olduğu gibi nüfus memurunca bu beyanın doğruluğunu tahkik lüzumu da bulunmamaktadır. Şu halde gerçeğe aykırı doğum bildiriminde bulunan failin kamu görevlisi üzerinde fiili hakimiyet kurduğundan söz edilemeyeceğinden resmi belgede sahtecilik suçunun dolaylı faili olduğu da söylenemez. Diğer taraftan dolaylı failliğin kabul nedeni, dolaylı failin fiilinin tipikliğe uygun davranış niteliği taşımamasıdır. Oysa ki failin çocuğun soybağı konusunda nüfus müdürlüğüne karşı yaptığı yalan beyan eylemi doğrudan fail olarak sorumlu tutulabileceği biçimde ayrı bir suç olarak düzenlenmiş olup artık dolaylı failliğe gidilemez. Aksi takdirde, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan (TCK m. 206), yalan tanıklık (TCK m. 272), yalan yere yemin (TCK m.275) gibi bir resmi belgenin düzenlenmesi esnasında yalan beyana dayalı tüm suçlarda faillerin özel suç düzenlemeleri yerine resmi belgede sahtecilikten dolaylı fail olarak sorumlu tutulmaları gibi bir sonuç ortaya çıkacaktır ki bunun kabulü mümkün değildir.

Ancak doğum bildiriminde bulunan kişi ile bildirimi tutanağa geçiren ve nüfus kütüğüne tescil eden kamu görevlisinin ortak hareket edip suçu birlikte işlemesi yani kamu görevlisinin beyanın gerçek dışı olduğunu bilerek belge düzenlemesi durumunda hem çocuğun soybağının değiştirilmesi hem de resmi belgede sahtecilik suçu işlenmiş olacaktır ve farklı neviden fikri içtima hükmü uyarınca failin özgü suça ilişkin iştirak hükümleri çerçevesinde resmi belgede sahtecilik suçundan cezalandırılması gerecektir.

Yine doğum bildiriminin doğumu gösteren sahte bir resmi belgeye dayanılarak yapılması durumunda da resmi belgede sahtecilik suçunun işlenmesi söz konusu olabilir. Örneğin; failin doğum bildirimini sahte olarak düzenlediği devlet hastanesine ait sahte doğum raporunu ibraz ederek yapması halinde, sahte raporu düzenlenmekle resmi belgede sahtecilik, bu raporu kullanarak gerçeğe aykırı doğum bildiriminde bulunmakla da çocuğun soybağının değiştirilmesi suçunu işlemiş olacaktır. Bu takdirde sahte belgenin çocuğun soybağının değiştirilmesi suçunun işlenilmesi sırasında kullanılması nedeniyle TCK’nun 212. maddesi uyarınca failin her iki suçtan cezalandırılması lazımdır.

Nüfus müdürlüğüne gerçeğe aykırı beyanda bulunmak suretiyle çocuğun soybağının değiştirilmesi durumunda hem TCK'nun 231/1. maddesinde düzenlenen çocuğun soybağının değiştirilmesi, hem de 206. maddesinde düzenlenen resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 67/1. maddesinde hüküm altına alınan nüfus müdürlüğüne gerçeğe aykırı beyanda bulunma suçlarından söz etmek mümkündür. Ancak fiilin belirtilen işleniş şekli bakımından her üç suç tipi arasında genel norm-özel norm ilişkisi bulunmaktadır. Gerçekten de TCK'nun 206. maddesinde genel olarak her türlü yalan beyanın, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 67/1. maddesinde bundan daha özel biçimde nüfus işlemlerinde yalan beyanın, TCK'nun 231/1. maddesinde ise sadece çocuğun soy bağı konusundaki yalan beyanın yaptırım altına alındığı görülmektedir. Bu nedenle nüfus müdürlüğüne gerçeğe aykırı beyanda bulunularak çocuğun soybağının değiştirilmesi durumunda "özel normun önceliği" ilkesi uyarınca sadece TCK'nun 231/1. maddesi uygulanmalıdır. (Osman Yaşar, Hasan Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2014, s.6911)

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın evlilik dışı ilişkide bulunduğu Nurkader’den doğan çocuğunu evlilik birliği içinde resmi nikahlı eşi Jale’den olmuş gibi doğum bildiriminde bulunarak nüfus kütüğüne tescilini sağladığı olayda; sanık tarafından sahte bir resmi belge düzenlenmesi, gerçek bir resmi belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi veya sahte resmi belgenin kullanılması söz konusu olmadığından resmi belgede sahtecilik suçunun unsurlarının oluşmadığı, nüfus müdürlüğüne gerçeğe aykırı beyanda bulunmak suretiyle çocuğun soybağının değiştirilmesi nedeniyle hem TCK'nun 231/1. maddesinde düzenlenen çocuğun soybağının değiştirilmesi, hem de 206. maddesinde düzenlenen resmi belgenin düzenlenmesinden yalan beyan ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunun 67/1. maddesinde hüküm altına alınan nüfus müdürlüğüne gerçeğe aykırı beyanda bulunma suçlarının oluştuğundan söz etmek mümkün ise de TCK'nun 206. maddesinde genel olarak her türlü yalan beyanın, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 67/1. maddesinde bundan daha özel biçimde nüfus işlemlerinde yalan beyanın, TCK'nun 231/1. maddesinde ise sadece çocuğun soy bağı konusundaki yalan beyanın yaptırım altına alındığı nazara alındığında TCK'nun 231/1. maddesinin her iki düzenlemeye göre de "özel norm" niteliğinde olup "özel normun önceliği" ilkesi uyarınca sadece TCK'nun 231/1. maddesinin uygulanmasının mümkün olduğu kabul edilmelidir.

Bu itibarla, sanığın TCK'nun 231/1. maddesi uyarınca çocuğun soybağının değiştirilmesi suçundan cezalandırılmasına karar veren yerel mahkeme hükmü ile bu hükmü onayan Özel Daire kararında bir isabetsizlik bulunmadığında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul üyesi S. Bakıcı;

"Sanığın imam nikahlı eşi hastahanede doğum yapmış ve çocuğun anne adı olarak gerçek annesi gösterilmiştir. Doğum belgesi kullanılmamış, sanık Nüfus Müdürlüğüne sözlü olarak başvurup bir kızı olduğundan bahisle doğum bildirim formu düzenletmiş, anne adı olarak da gerçek annesini yani imam nikahlı eşini değil de resmi nikahlı eşini bildirmiştir. Bir diğer anlatımla imam nikahlı eşinden olan çocuğu, resmi nikahlı karısı adına kaydettirmiştir.

Bilindiği üzere, sözlü başvuru halinde görevli memur tarafından doğum bildirim belgesi düzenlenmekte, başvuran ve memur tarafından imzalanmaktadır.

Olayda; hastahanede düzenlenen resmi belge niteliğindeki doğum belgesi Nüfus Müdürlüğüne ibraz edilmediğinden iki ayrı fiilden ve dolayısıyla sanığın TCK'nun 204/2 ve 231/1 maddeleriyle cezalandırılması gerektiğinden söz edilemeyecektir.

Sorun, sözlü başvuru üzerine görevli ile birlikte düzenlenen doğum bildirim formuna dayanarak yapılan nüfus kütüğüne kayıt ve nüfus cüzdanı verilmesinin tek bir fiil mi, ayrı ayrı fiil mi ve buna bağlı olarak da tek suç mu çok suç mu olduğuna ilişkindir.

Sanığın fiili tek olup, Nüfus Müdürlüğüne başvurup çocuğun nüfus kütüğüne kaydını istemektedir. Sanığın iradesi nüfusa kaydın sağlanmasıdır. Doğum belgesi ve nüfus kütüğüne tescil ile nüfus cüzdanının düzenlenmesi ayrı fiiller olmayıp irade birliği içerisinde birbirini tamamlayan hareketler olup tek bir suçu oluşturmaktadır. Görevlinin, tescil işlemini, nüfus cüzdanını bir başka gün düzenlemesi de sanığın fiilinin birden fazla olduğunu kabule yeterli olmayacağından 'fiilde teklik' mevcuttur.

Bu durumda doğum bildirim formunun mahiyeti belirlenmelidir. Görevli memurun; sanığın beyanının doğruluğunu araştırma görevi bulunmadığından TCK'nun 206. maddesinde yazılı suçun yasal unsurları mevcuttur. Ancak özel yasa niteliğinde bulunan Nüfus Hizmetleri Kanununun 67. maddesinde '...nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunanlar....' hükmü yer almaktadır. Özel yasa olup 67. maddenin uygulanması gerektiğinin kabulünde, bu maddenin sınırlarının çizilmesi gerekir. Öğretideki bir görüşe göre 67. madde, soybağının değişmediği hallerde, çocuğun doğum yeri, doğum tarihi, dini ve benzeri vb. konularda yapılan yalan beyanlarda uygulanmalıdır. Gerçek dışı beyanla soybağı değişmişse TCK'nun 231. maddesi değerlendirilmelidir (O.Yaşar-H.T.Gökcan-M.Artuç-Yorumlu, Uygulamalı Türk Ceza Kanunu c.5, sh.6910-6912). Bu görüşün kabulünde, olayda soybağı değiştiğinden eylem TCK'nun 231. maddesine uygun bulunmaktadır.

Yeni doğan çocuğun gerçek olmayan annenin nüfusuna kaydedilmesi nedeniyle sahtecilik suçunun oluşup oluşmayacağı da tartışılmalıdır. Önceden düzenlenen bir belge (hastahane raporu, ebeden alınan belge vs.) nüfus müdürlüğüne verilmediğinden sahtecilik suçunun oluşmadığı, yalan beyanda bulunma (Nüfus Hizmetleri Kanunu m. 67) suçu ile soybağının değiştirilmesi (TCK m. 231.) suçunun oluştuğu, en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı hüküm kurulması gerektiği görüşü de mevcuttur (Prof. Dr. Mahmut Koca, Tıp Ceza Hukukunun Güncel Sorunları, sh.501-534, Özlem Yenerer Çokmut, Soybağının Belirlenmesi ve Ceza Hukukunda Soy Bağının Değiştirilmesi Suçu sh.230, Necati Meran, Çocuğun Soy Bağını Değiştirme ve Resmi Belgede Sahtecilik Suçunun Ayrıştırılması, Terazi Hukuk Dergisi, Eylül 2013, sayfa 85) Sahte olan nüfus cüzdanının kullanılması halinde ayrıca TCK'nun 204/1. maddesi ile de sanığın cezalandırılmasına karar verilmelidir. (O.Yaşar, H.T.Gökcan, M.Artuç, age.)

Olayda, sanığın beyanı üzerine gerçeğe aykırı nüfus kütüğü ve içeriği itibariyle sahte nüfus cüzdanı düzenlenmiştir. Gerek nüfus kaydının ve gerekse nüfus cüzdanının sahte olduğunda, gerçeği yansıtmadığında kuşku bulunmamaktadır. Sanık, sahte nüfus cüzdanı düzenleterek soybağını değiştirmiş ve amacına ulaşmıştır. Kendisi sahte belge düzenlememiş ise de, memuru kandırarak ona düzenletmiştir. Bilerek, isteyerek düzenlettiği sahte belgelerden sorumlu tutulmalıdır. Nüfus Hizmetleri Kanununun 67. maddesi gerçek dışı beyanda bulunma halini düzenlemiştir. Yalan beyanda bulunduğu anlaşılmış başkaca işlem yapılmamışsa bu hüküm, aksi takdirde beyana dayanılarak sahte bir belge düzenlenmişse bu belgenin uygun bulunduğu yasa maddesi uygulanmalıdır. (Benzer bir hüküm Banka ve Kredi Kartları Kanununun 37. maddesinde yer almakta ve benzer şekilde uygulanmaktadır). Sahte belgenin kullanılması beklenmemeli, düzenlenmesi ile sahtecilik suçunun oluştuğu kabul edilmelidir.

Bu itibarla olayda, Nüfus Hizmetleri Kanununun 67. maddesinde yazılı 'gerçek dışı beyanda bulunma' aşaması geçilmiş, sahte nüfus kütüğü ve nüfus cüzdanı düzenlenmiştir. Resmi belgede sahtecilik ve soybağının değiştirilmesi suçları oluşmuştur. Fiilin tekliği nedeniyle, 'işlenen bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına' sebebiyet verildiğinden TCK'nun 44. maddesi uyarınca resmi belgede sahtecilik ve soybağının değiştirilmesi suçlarından en ağırı ile hüküm kurulmalıdır.

Eylemin, soybağının değiştirilmesi suçunu oluşturduğunun kabulü halinde, failin çocuğuna ait nüfus kaydını veya nüfus cüzdanını alıp kullanması örneğin doğum yardımı, sağlık harcaması, çocuk yardımı almak için çalıştığı kuruma vermesi, hastalanan çocuğunu bu kayıtla tedavi ettirmesi halinde soybağının değiştirilmesi veya gerçek dışı beyan suçunun yanında ayrıca resmi belgede sahtecilik suçundan da dava açılması ve sanığın bu suçtan da cezalandırılması gerekmektedir.

Öte yandan, eylemin sahtekarlık suçunu oluşturduğunun kabulü halinde soybağının değiştirilmesi suçunun hiç uygulanamayacağı görüşüne de katılmak olanaksızdır. Zira yasa koyucu, sahteciliğin dışında ortaya çıkabilecek halleri de gözeterek bu hükmü getirmiştir. Yaptırımın, sahtecilik suçuna ilişkin cezadan fazla olacak şekilde yapılacak bir düzenlemede, bu hüküm uygulanacak, sahtecilik suçundan hüküm kurulmayacaktır. Nüfus memurunun, bilerek soybağını değiştirmesi, örneğin nikahsız eşinden olma çocuğunu nikahlı eşi adına yazması ya da doğru beyanda bulunulduğu halde bir takım nedenlerle çocuğun baba veya anne adını kasten başka birisi olarak göstermesi hallerinde soybağının değiştirilmesi mi yoksa daha ağır ceza gerektiren memurun sahte belge düzenlemesi suçunun mu oluşacağı da nazara alınmalıdır.

Açıklanan nedenlerle; sanığın eyleminin uygun bulunduğu TCK'nun 204/1 ve 231. maddeleri karşılaştırılarak en ağırından ceza tayini gerektiği cihetle, itirazın değişik bu gerekçeyle kabulüne karar verilmelidir" düşüncesiyle,

Beş Genel Kurul üyesi de; benzer düşüncelerle itirazın değişik gerekçeyle kabulü yönünde oy kullanmış,

Bir Genel Kurul üyesi ise; "itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği" düşüncesiyle karşıoy kullanmıştır.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,

2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 29.09.2015 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

KARARI YAZDIR


Bu kararı Favorilerinize Eklemek için giriş yapın veya üye olun

Bu kategorideki diğer İçtihatlardan bazıları