Davacı vekili; davalı ... şirketi nezdinde ZMMS poliçesi ile sigortalı bulunan, dava dışı ... ’nın sevk ve idaresindeki aracın karşıdan karşıya geçmekte olan müvekkiline çarpması neticesinde 13/10/2007 tarihinde meydana gelen trafik kazası nedeniyle müvekkilinin yaralandığını ve malul kaldığını beyanla fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak, maluliyet nedeniyle hesaplanacak maddi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini arz ve talep etmiştir.
Davalı vekili; davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, davacı vekilinin maluliyet deliline dayanmaktan vazgeçmiş olduğu anlaşıldığından davanın usuli eksiklik nedeni ile reddine, dair verilen karar davacı vekili tarafından süresi içerisinde temyiz edilmiştir.
Dava, trafik kazasından kaynaklanan cismani zarar nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir.
6100 sayılı HMK'de öngörülen süreler, nitelikleri bakımından, taraflar için ve mahkemeler için konulmuş süreler olmak üzere ikiye ayrılır:
Mahkemeler için öngörülen sürelerin, taraflar için öngörülen sürelerden farkı; sürenin geçirilmiş olmasının, o sürede yapılması öngörülen işlemin yapılma olanağını ortadan kaldırmamasıdır. Eş söyleyişle hakim, gecikmeli de olsa süreye bağlanmış olan işlemi yapabilir. Dolayısıyla, gecikmeli de olsa yapılan işlem, oluşturulan karar hukuken geçerlidir ve süresinde yapılmış gibi hukuki sonuç doğurur.
Sürelerin önemli bir kısmı, taraflar için konulmuş sürelerdir. Taraflar, bu süreler içinde belli işlemleri yapabilirler veya yapmaları gerekir. Bu süre içinde yapılamayan işlemler, tekrar yapılamaz ve süreyi kaçıran taraf aleyhine sonuç doğurur. Taraflar için konulmuş süreler; kanunda belirtilen süreler ve hakim tarafından belirtilen süreler olmak üzere ikiye ayrılır:
Kanunda belirtilen süreler; kanun tarafından öngörülmüş (cevap süresi, temyiz süresi gibi) süreler olup, bu süreler kesindir. Bir işlemin kanuni süresi içinde yapılıp yapılmadığı, mahkemece re’sen gözetilir.
Hakimin tespit ettiği süreler ise, kural olarak kesin değildir (Kuru, Baki/ Arslan Ramazan/ Yılmaz, Ejder, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış 22. Baskı, Ankara 2011, s.749).
Hakim, kendi tayin etmiş olduğu süreyi, HMK’nin 90/2. maddesine göre iki tarafı dinledikten sonra haklı nedenlere dayanarak azaltıp çoğaltabilir ve bu sürenin, kesin olduğuna da karar verebilir (HMK m.94/2, HUMK m.159).
Yukarıda da belirtildiği üzere, ilke olarak, hakimin verdiği süre kesin olmayıp, kesinlik için şu iki koşuldan birinin varlığı zorunludur:
İlk koşul, hakimin kesin olduğunu belirtmeksizin verdiği ilk sürede işlemin yapılmaması nedeniyle ilgili tarafın yeniden süre talep hakkının varlığı karşısında, bu talep üzerine hakimin verdiği ikinci sürenin kesin olması ve bu kesinliğin yasadan kaynaklanmasıdır (HUMK m.163, c.4, HMK. 94/2); bu halde, ikinci kez verilen sürenin kesin olduğu belirtilmemiş ve ihtar edilmemiş olsa dahi sonuç değişmez.
İkinci halde ise; yasaya göre hakimin, tayin ettiği ilk sürenin kesin olduğuna da karar verebilmesidir (HUMK m.163/3 c.3, HMK m. 94). Ancak, böyle bir durumda kesin sürenin hukuki sonuç doğurabilmesi için, buna ilişkin ara kararının yasaya ve içtihatlara uygun şekilde oluşturulması, hiçbir tereddüde yer vermeyecek derecede açık olması ve kesin süreye uyulmamasının sonuçlarının ilgili tarafa ihtar edilmesi gerekir.
Kesin süreye ilişkin ara kararının verilmesiyle karşı taraf lehine usulü kazanılmış hak doğmaktadır. Bu ilkenin doğal sonucu, yargısal kesin süreyle sadece tarafların değil, hakimin de bağlı olduğu, dolayısıyla hakimin bu tür bir ara kararından dönmesinin hukuken geçersiz bulunduğudur.
Kısaca; ister kanun, ister hakim tarafından tayin edilmiş olsun, kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin, bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesi olanaklı değildir.
Öte yandan, 6100 Sayılı HMK'nin 94. maddesi uyarınca kesin süreye ilişkin ara kararının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açık olması taraflara yüklenen yükümlülüklerin, yapılması gereken işlerin neler olduğunun ve her iş için yatırılacak ücretin hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanması gerekir. Ayrıca verilen sürenin amaca uygun, yeterli ve elverişli olması, kesin süreye uymamanın doğuracağı hukuki sonuçların açık olarak anlatılması ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut kanıtlara göre karar verilip, gerektiğinde davanın reddedileceğinin açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır. Bazı hallerde kesin sürenin kaçırılması, o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, davanın kaybedilmesine neden olmaktadır. Böyle bir durumda, geciken adaletin adaletsizlik olduğu düşünülerek, davaların uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere getirilen kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır.
Bu cümleden olarak, kesin sürenin amacına uygun olarak kullanılması ve yeterli uzunlukta olmasının yanı sıra, tarafların yargılamadaki tutumları ile süreye konu işlemin özelliğinin de göz önünde bulundurulması gerekir.(Benzer ilkelere (YHGK'nin 12.12.2012 gün ve 2012/9-1170 E., 1172 K.; 18.02.1983 gün 1980/1-1284, 1983/141; 22.11.1972 gün 8/832, 935; 13.10.2010 gün 2010/17-510-485; 28.04.2010 gün 2010/2-221-241 ve 28.03.2012 gün 2012/19-55-2012-249 sayılı kararlarında da değinilmiştir.)
Somut olayda; davacı, söz konusu kazada yaralanma nedeniyle, karşı aracın trafik sigortacısı davalıdan maddi tazminat talep etmektedir.
Mahkemece davacı vekiline, 24.03.2016 tarihli duruşmada, “Adli Tıp Kurumu tarafından istenilen eksikleri ikmal etmesi amacıyla davacı vekiline iki hafta kesin süre verilmesine, aksi takdirde bilirkişi (maluliyet) deliline dayanmaktan vazgeçmiş sayılacağı hususunun ihtarına" şeklinde ara karar verilmiş, davacı vekilince ara karar gereğinin yerine getirilmemesi nedeniyle mahkemece ispatlanamayan davanın reddine karar verilmiştir. Ara kararında, ihtaratta bulunulduğuna dair bir ifadeye yer verilmemesine ve davanın reddedileceği hususunun ihtar edilmemesine karşın yazılı olduğu şekilde red kararı verilmesi isabetli görülmemiştir.
Bunun yanı sıra, Mahkemece, dosyada mevcut diğer deliller incelenmeden karar verilmesi de doğru değildir. Zira, dosyada Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi tarafından düzenlenen iki adet maluliyet raporu bulunmakta olup, dolayısıyla maluliyet raporu alınması için gerekli belge/bilgilerin dosya içerisinde mevcut bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bu durumda, Mahkemece, kazayla ilgili dosyaya getirtilen hastane kayıtları ve ekleri ile Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi tarafından düzenlenen maluliyet raporları Adli Tıp Kurumuna gönderilmek suretiyle kaza tarihi gözetilerek geçici ve/veya sürekli işgöremezliğin bulunup bulunmadığına dair, diğer raporlar arasındaki çelişki de giderilecek şekilde rapor alınması, muayene için davacının sevkinin istenilmesi halinde sevkedilmesi bu halde, yukarıdaki açıklamalar ışığında davacı vekiline davacının muayeneye müracaatı için yeterli ve makul kesin süre verilerek, kesin süreye uyulmamasının sonuçları da açıkça ihtar edilerek sonucuna göre karar verilmesi, aksi halde mevcut delil durumuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde,karar verilmesi doğru görülmemiştir.
SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, 06/05/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.
KARARI YAZDIR