ArabicAzerbaijaniEnglishFrenchGermanRussianSpanishTurkish

Psikolojik Taciz Sebebiyle Açılan Tam Yargı Davasında Dilekçenin Reddine Karar Verilmesi Nedeniyle Mahkemeye Erişim Hakkı İhlal Edilmiştir

11-11-2020 - 895

Psikolojik Taciz Sebebiyle Açılan Tam Yargı Davasında Dilekçenin Reddine Karar Verilmesi Nedeniyle Mahkemeye Erişim Hakkı İhlal Edilmiştir


Bu kararı Favorilerinize Eklemek veya Kopyalayabilmek için giriş yapın veya üye olun
Anayasa Mahkemesi
2015/7108
2015/7108
2020-09-08





LEVENT TÜTÜNCÜ BAŞVURUSU

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; psikolojik taciz sebebiyle açılan tam yargı davasında dilekçenin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, karar düzeltme talebinin Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin aynı dairesi tarafından karara bağlanması nedeniyle iki dereceli yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 21/4/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde tespit edilen eksikliklerin verilen sürede tamamlanmadığı gerekçesiyle başvuru hakkında idari ret kararı verilmiştir.

4. Komisyonca başvurucunun idari ret kararına yönelik itirazının kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim Hastanesinde Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde askeri tabip kıdemli albay olarak görev yaparken isteği üzerine 16/9/2013 tarihinde emekli olmuştur.

9. Başvurucu; meslek hayatının son yıllarında çalıştığı birimlerde çeşitli haksızlıklara, yıldırmalara ve ruhsal tacize maruz kaldığı, kendisine mobbing uygulandığı ve söz konusu haksız eylem ve işlemler nedeniyle erken emekli olmak zorunda bırakıldığı, ruh sağlığının bozulduğu ve mesleki itibarının zedelendiğinden bahisle uğradığını İleri sürdüğü maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesi istemiyle 12/9/2014 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına başvuruda bulunmuştur.

10. Başvurucunun talebi cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir.

11. Başvurucu, zımnen ret kararının ardından 12/1/2015 tarihinde şimdilik 1.000 TL maddi ve 9.000 TL manevi zararlarının tazmini istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYIM) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Başvurucu, maruz kaldığını iddia ettiği işlem ve eylemleri dava dilekçesinde şöyle sıralamıştır:

- Çalıştığı klinikte bulunan ve ihtisası gereği ihtiyaç duyduğu bazı tıbbi cihazları kullanma imkânından mahrum bırakıldığını, öğretim üyesi olarak görev yaptığı birimde asistanlara vermek istediği eğitimin engellendiğini, sebepsiz olarak tez danışmanlığı görevine son verilip bu görevin kendisinden daha az tecrübeli olan başka bir öğretim üyesine verildiğini, yaptığı ameliyatlara uygun şartlarda girmesinin ve hasta vizitelerinin engellendiğini, bilimsel kongre ve sempozyumlara konuşmacı olarak katılmasına izin verilmediğini belirtmiştir.

- Ayrıca yıllık izindeyken kendisi hakkında olumsuz kanaat oluşturulması amacıyla sorumlusu olduğu birimdeki bazı belgelerde tahrifat yapıldığını ve anılan hususla ilgili yetkili makamlarca araştırma yapılmadığını, çalışma odasının değiştirilmesi sonucunda henüz taşınma aşamasındayken eski odasının kilidinin değiştirilmesi üzerine eşyalarının bir kısmını almasının engellendiğini ve yaşananlar nedeniyle haksız olarak disiplin cezası ile tecziye edildiğini, astı olan hemşirenin saygısız tutumu üzerine yaptığı şikâyetin dikkate alınmadığını, sorumlusu olduğu birimde görev yapan hemşirelere nöbet yazılması üzerine nöbet tutan personelin nöbet istirahatine ayrılması nedeniyle hizmette aksamalar yaşandığını vurgulamıştır.

- Akademik nitelikteki makalesinin yayımlandığı uluslararası bir derginin editörlerine amiri konumunda bulunan kişi tarafından asılsız beyanlarda bulunulduğunu ve anılan makalenin yayından kaldırıldığını, akademik başvuru dosyasının gizlilik çerçevesinde incelenmesi gerekirken yetkisi olmayan kişilerce paylaşılması sonucunda savunma yapamayacağı ve müdahalede bulunamayacağı bir haksızlığa uğradığını, açılan profesörlük kadrosuna atanmak için akademik puanı ve donanımı yeterli olmasına rağmen kanuna aykırı olarak söz konusu kadroya sivil bir öğretim üyesinin atandığını ve kendisine iki yıl boyunca akademik kadrolara başvuramama cezasının verildiğini ifade etmiştir.

12. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 4/3/2015 tarihli kararıyla dilekçenin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

”1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 38’inci maddesine göre 20'nci madde de yazılı idari eylem ve işlemler aleyhine ayrı ayrı dava açılacağı belirtilmesine rağmen davacı vekilince aralarında maddi ve hukuki irtibat bulunmayan birçok eylem ve işlemin ’mobing' şeklinde tanımlanarak tek bir dava dilekçesiyle dava açıldığı, oysa ki ’mobing' şeklinde tanımlanan işlem ve eylemler bütününün her birinin somut olarak meydana gelip gelmediği, gelmiş ise tazminat gerektirip gerektirmediği hususları ile bu eylem ve işlemler He ilgili dava açma süresinin farklı kriterlere tabi olduğu, ayrıca bu eylem ve işlemlerle ilgili olarak görevli AYÎM Dairelerinin farklı olduğu, yine yasalarda ’mobing' diye bir davranış tarzının tanımlanmadığı, bu nedenlerle davacı vekilince 'mobing' diye tanımlanan her bir eylem ve işlem için iddia edilen eylem ve işlemin ve her bir eylem ve işlemden doğan maddi ve manevi zararın ne olduğunun ayrıntılı olarak belirtilerek, her bir eylem ve işlem için ayrı ayrı dava dilekçesiyle dava açılması gerektiği anlaşılmıştır."

13. Karar 23/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu karar düzeltme isteminde bulunmamıştır.

14. Başvurucu 21/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

15. Anayasa Mahkemesi; Mahkemenin 4/3/2015 tarihli dava dilekçesinin reddi kararı üzerine benzer taleple aynı mahkemede ya da farklı mahkemede yeniden dava açılıp açılmadığı, açıldıysa ilgili mahkemelere yönelik esas ve karar numaraları ile karar sonuçlarına yönelik belgelerin gönderilmesi hususlarında başvurucudan bilgi istemiştir. Başvurucu vekilince gönderilen 9/7/2020 tarihli yazı ve eklerinde; Mahkemenin 4/3/2015 tarihli dava dilekçesinin reddi kararı üzerine sadece zincir işlem olarak gördükleri İşlemlerin son halkası olan disiplin cezası işlemi baz alınarak dava dilekçesinin yenilendiği, ilk dilekçede belirtilen on altı ayrı idari işlem ve eylem için İse dava açmanın ekonomik olmaması ve süre aşımı ile karşılaşılabileceğinden dilekçelerin yenilenmediği ifade edilmiştir. Ayrıca askeri mahkemelerin kapatılması nedeniyle anılan dosyanın Ankara 23. İdare Mahkemesince görüldüğü, anılan Mahkemece 25/2/2020 tarihinde davanın kabulüne karar verildiği ve davanın istinaf aşamasında derdest olduğu belirtilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Mevzuat Hükümleri

16. 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 20. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar... ”

17. 1602 sayılı mülga Kanun’un 36. maddesi şöyledir:

"Askeri kişilerle ilgili idari eylem ve işlemlere ilişkin idari davalar, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına hitaben yazılmış dilekçeler ile açılır. Dilekçeler. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına verilir.

Dilekçelerde:

a) Tarafların ad ve soyadları ile sınıf ve rütbeleri, duhulü, nasbi, adresleri ve unvanları: varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları ile adresleri ve unvanları:

b) Davanın konusu ve sebepleri ile dayandığı deliller;

c) Davaya konu olan idari eylem ve işlemin yazılı bildirim tarihi;

d) Tazminat davalarında uyuşmazlık konusu miktar gösterilir.

Dilekçeler ile bunlara ekli evrakın örnekleri karşı taraf sayısından bir fazla olur. "

18. 1602 sayılı mülga Kanun'un 38. maddesi şöyledir:

"20 mi maddede yazılı idari eylem ve işlemler aleyhine ayrı ayrı dava açılır. Ancak aralarında maddi ve hukuki bakımdan bağlılık varsa, aynı şahsı ilgilendiren birden fazla eylem ve işlemler aleyhine bir dilekçe ile de dava açılabilir."

19. 1602 sayılı mülga Kanun'un 44. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Kaydı yapılan dilekçeler, Genel Sekreterlikçe:

e) 36 ve 38 inci maddelere uygun olup olmaması,

Noktalarından sırası ile incelenir.

...Bu noktalardan kanuna aykırı görülmeyenlerin tebligat işleri yapılır. ”

20. 1602 sayılı mülga Kanun'un 45. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Daireler veya Daireler Kuruluna gelen dilekçelerde 44 üncü maddede yazılı noktalardan kanunsuzluk görülürse:

B)...(e) bendinde yazılı halde bir defaya mahsus olmak üzere otuz gün içinde 36 ve 38 inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlemek veya noksanları tamamlamak ...üzere dilekçelerin reddine,..karar verilir.

Bu kararlara karşı düzeltme yolma başvurulabilir. Bu halde otuz günlük süre bu konudaki karatın tebliği tarihinden itibaren işlemeye başlar."

B. Yargı Kararları

21. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25/9/2013 tarihli ve E.2012/9-1925, K.2013/1407 sayılı kararında mobbing şu şekilde tanımlanmıştır:

"Türk Hukukunda psikolojik taciz (mobbing); işyerinde çalışanlara, diğer çalışanlar veya işverenler tarafından sistematik biçimde uygulanan, tekrarlanan her türlü kötü muamele, tehdit, şiddet, aşağılama gibi davranışlar olarak ifade edilmiştir. Psikolojik tacizin en bariz örnekleri, kendim göstermeyi engellemek, sözünü kesmek, yüksek sesle azarlamak, sürekli eleştiri, çalışan iş ortamında yokmuş gibi davranmak, iletişimin kesilmesi, fikirlerine itibar edilmemesi, asılsız söylenti, hoş olmayan imalar, nitelikli iş verilmemesi, anlamsız işler verilip sürekli yer değiştirilmesi, ağır işler verilmesi ve fiziksel şiddet tehdidi sayılabilir...

Görüldüğü üzere, bir eylemin psikolojik taciz olarak kabul edilebilmesi için, bir işçinin hedef alınarak gerçekleştirilmesi, belli bir süreye yayılması ve bu durumun sistematik bir hal alması gerekir. Belirtilen şartların gerçekleşip gerçekleşmediğinin, her somut olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Psikolojik tacizin nedenleri farklılık göstermesine karşın amaç, çoğu kez işçinin işyerinden ayrılmasını sağlamaktır."

22. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 27/12/2013 tarihli ve E.2013/693, K.20 i 3/30811 sayılı kararında mobbinge yönelik şu ifadeye yer verilmiştir:

"...Mobbingin varlığı için kişilik haklarının ağır şekilde ihlaline gerek olmadığı, kişilik haklarına yönelik haksızlığın yeterli olduğu..."

23. Danıştay İkinci Dairesinin 25/10/2017 tarihli ve E.2015/6046, K.2017/6537 sayılı kararında mobbing şu şekilde tanımlanmıştır:

"Mobbing; işyerlerinde bir veya birden fazla kişi tarafından diğer kişi ya da kişilere yönelik gerçekleştirilen, belirli bir süre sistematik biçimde devam eden, yıldırma, pasifıze etme veya işten uzaklaştırmayı amaçlayan; mağdur ya da mağdurların kişilik değerlerim, mesleki durumlarına, sosyal ilişkilerini veya sağlıklarına zarar veren; kötü niyetli, kasıtlı, olumsuz tutum ve davranışlar bütünü olarak tanımlanmaktadır.

Mobbinge maruz kalan kişilerin, gördükleri zararın büyüklüğü ve etkisiyle işlerini yapamaz duruma gelmeleri söz konusudur. Psikolojik tacizin (mobbing) en bariz örneklerine ise; kendini göstermeyi engellemek, sözünü kesmek, yüksek sesle azarlamak, aşağılamak, sürekli eleştirmek, iş ortamında yokmuş gibi davranmak, iletişimin kesilmesi, fikirlerine itibar edilmemesi, asılsız söylenti, hoş olmayan imalar, nitelikti iş verilmemesi, anlamsız işler verilip sürekli yer değiştirilmesi, ağır işler verilmesi ve her türlü kötü muamele, tehdit gibi durumlar gösterilmektedir."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Mahkemenin 8/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

25. Başvurucu; mobbingin bezdirmeye yönelik zincirleme eylem ve işlemlerden oluştuğunu, bu eylem ve işlemlerin bir arada değerlendirilmesi gerektiğini, eylem ve işlemlerin tek başına etkileri ile zincir hâlinde ve üç yıllık bir döneme yayılmış durumdaki etkilerinin değerlendirmesinin farklı olacağını, sistematik biçimde uygulanan ve tekrarlanan her türlü kötü muamelenin adli ve İdarî yargı menülerince mobbing olarak kabul edildiğini, her bir eylem ve işleme karşı ayrı ayrı dava açılmasının usul ekonomisine de aykırı olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile hukuk devleti ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

26. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir,"

27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun diğer haklarla bağlantı kurarak İleri sürdüğü iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

28. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir. ”

29. Anılan Kanun hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulabilmesi için İhlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir. Bireysel başvurunun ikincil nitelikte bir hak arama yolu olması nedeniyle asıl olan, hak ve özgürlüklere kamu otoritelerince saygı gösterilmesi ve olası bir ihlal durumunda bunun idari ve/veya yargısal olağan yollarla giderilmesidir. Bu nedenle bireysel başvuru yoluna ancak kanunda öngörülen olağan yollar tüketilmesine rağmen ihlalin ortadan kaldırılamadığı durumlarda gidilebilir (Murat Harman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 27).

30. Somut olayda başvurucu, psikolojik taciz sebebiyle oluştuğunu iddia ettiği zararların tazmini istemiyle dava açmış; Mahkeme; yasalarda mobbing diye bir davranış tarzının tanımlanmadığını, her bir eylem ve işlem için ayrı ayrı dava dilekçesiyle dava açılması gerektiğini belirterek dilekçenin reddine karar vermiştir.

31. 1602 sayılı mülga Kanun'un 45. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca dilekçe ret kararlarına karşı itirazların ileri sürülebileceği karar düzeltme kanun yoluna başvurulması mümkündür (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ali Çelik, B. No: 2015/17128. 9/1/2019, § 26). Buna karşın kararın düzeltilmesi kanun yolu, bireysel başvuru için AYİM nezdinde tüketilmesi gereken bir yol değildir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177,26/3/2013, § 18). Başvurucu, dilekçe ret kararına karşı karar düzeltme yoluna başvurmamıştır.

32. Buna göre başvuru tarihi itibarıyla başvurucunun mağduriyetini giderebilecek nitelikte tüketilmesi gereken zorunlu bir başvuru yolunun bulunmadığı açıktır.

33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının İhlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

34. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur, Diğer yandan Anayasa’nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşmenin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkım içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti, B. No: 2014/13156,20/4/2017, § 34).

35. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

36. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

37. Somut olayda idarenin sorumluluğu esasına dayandırılarak açılan tam yargı davasında, her bir eylem ve işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılması gerektiği gerekçesiyle dilekçenin reddine karar verilmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalede bulunulduğu görülmektedir.

İL Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

38. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksam yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

39. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

(1) Kanunilik

40. Başvurucunun maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açtığı davada, ayrı ayrı dava konusu edilmesi gereken eylem ve işlemlerin tamamının tek davaya konu edildiğinden bahisle dilekçenin reddine karar verilirken 1602 sayılı mülga Kanunun 38. maddesine dayanıldığı görülmektedir. Anılan maddede 1602 sayılı mülga Kanun'un 20. maddesinde yazılı idari eylem ve İşlemler aleyhine ayrı ayrı dava açılacağı öngörülmektedir. Dolayısıyla somut olayda başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.

(2) Meşru Amaç

41. Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının olduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır (AYM, E.2014/112, K.2014/203, 25/12/2014).

42. Gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin fuzuli yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamım belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hâle getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez (Serhan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 39).

43. Somut olayda başvurucu tarafından açılan davada, aralarında maddi ve hukuki irtibat bulunmayan ve ayrı ayrı dava konusu edilmesi gereken eylem ve işlemlerin tamamının tek davaya konu edildiğinden bahisle dilekçenin reddine karar verilmiştir. Aralarında maddi ve hukuki bakımdan her hangi bir bağ bulunmayan eylem ve işlemlerin birlikte dava konusu edilmesi durumunda dava dilekçesinin reddine hükmedilmesinin öngörülmesindeki amaç mahkemeleri, aralarında herhangi bir irtibat bulunmayan, farklı maddi ve hukuki eylem ve işlemlere yönelik uyuşmazlıkları tek davada inceleme yükümlülüğü altında bırakmamak, görev ve yetkisinde olmayan, farklı yargı merciinin görevinde ya da yetkisinde bulunan uyuşmazlıkları inceleme zorunluluğunu oluşturmamak, her uyuşmazlık için ayrı harç alınması suretiyle gereksiz yere dava açılmasını önlemek, bu suretle mahkemelerin görevlerini gereği gibi yerine getirmelerine imkân sağlamak olduğundan söz konusu koşulun meşru bir amaca dayandığı sonucuna ulaşılmıştır.

(3) Ölçülülük

44. Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturtulabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması, kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95,0014/176, 13/11/2014).

45. Ölçülülük ilkesi öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını ve bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Öngörülen tedbirin kişiyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin ölçülü olduğundan söz edilemez (AYM, E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127,22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817,19/12/2013, § 38).

46. Başvuruya konu somut olayda başvurucu, meslek hayatının son yıllarında çalıştığı birimlerde çeşitli haksızlıklara, yıldırmalara ve ruhsal tacize maruz kalarak kendisine mobbing uygulandığından yakınmış; daha uzun süre çalışmayı planladığını ancak kendisine uygulanan haksız eylem ve işlemler nedeniyle erken emekli olmak zorunda bırakıldığını, ruh sağlığının bozulduğunu, mesleki itibarının zedelendiğini, bu nedenle maddi ve manevi olarak zarara uğradığını ileri sürerek AYİM'de tazminat davası açmıştır. Başvurucu, maruz kaldığını iddia ettiği işlem ve eylemleri dava dilekçesinde sıralamıştır (bkz. § 11).

47. 1602 sayılı mülga Kanun'un 38. maddesi uyarınca dava dilekçesinin reddine karar verilen hâllerde, dilekçede belirtilen eylem ve işlemler arasında maddi ve hukuki bakımdan her hangi bir bağ bulunup bulunmadığını değerlendirmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bu husustaki değerlendirmenin derece mahkemelerine ait olduğunun kabulü gerekir. Ancak Mahkeme, başvurucunun ileri sürdüğü iddialar yönünden herhangi bir değerlendirme yapmaksızın, yasalarda mobbing diye bir davranış tarzının tanımlanmadığını belirterek mobbing olarak tanımlanan her bir eylem ve işlem için ayrı ayrı dava dilekçeleriyle dava açılması gerektiği gerekçesiyle dilekçenin reddine karar vermiştir (bkz. § 12).

48. Her somut olayın kendi bütünlüğü içinde değerlendirilmesi koşuluyla bireylerin çalışma ortamlarında maruz kaldıklarını ileri sürdükleri eylem, işlem ya da ihmallerin psikolojik taciz derecesine ulaşması için birtakım unsurların aranması gerektiği açıktır. Bu bağlamda Uluslararası Çalışma Örgütü ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca hazırlanan yayın ve raporlar da dikkate alındığında muamelelerin psikolojik taciz olarak vasıflandırılabilmesi için;

i. İşyeri ile ilgili olarak işyerindeki yöneticiler ve/veya diğer çalışanlar tarafından gerçekleştirilmesi ya da bu tür müdahalelere göz yumulması,

ii. Süreklilik arz edecek şekilde tekrarlanması, keyfîlik içermesi, sistemli ve kasıtlı olması, yıldırma ve dışlama amacı taşıması,

iii. Mağdurun kişiliğine, mesleki durumuna veya sağlığına zarar veren ya da ciddi bir zarar tehlikesi içeren nitelikte olması gerekir (Mehmet Bayrakçı, B. No: 2014/8715,5/4/2018, §69).

49. Muamelelerin neden olduğu sonuçların boyutu mağdurun konumuna, muamelelerin süresine, sıklığına, kim ya da kimler tarafından gerçekleştirildiğine, mağdurun cinsiyetine, yaşına ve sağlık durumu gibi birçok faktöre göre değişebilmektedir (Aynur Özdemir ve diğerleri, B. No: 2013/2453, 24/3/2106, § 79; Hacer Kahraman, B. No: 2013/7935,20/4/2016, § 69; Mehmet Bayrakçı, § 70).

50. Somut olayda Mahkemece başvurucunun ileri sürdüğü iddialar yönünden herhangi bir değerlendirme yapılmadan, sadece yasalarda mobbing diye bir davranış tarzının tanımlanmadığından bahisle başvurucunun her bir eylem ve işlem için ayrı ayrı dava dilekçeleriyle dava açması gerektiği belirtilmiştir. Buna karşın yargı organları kararlarında (bkz. §§ 21-23) bireylerin çalışma ortamlarında maruz kaldıklarını ileri sürdükleri eylem, işlem ya da ihmallerin süreklilik arz edecek şekilde tekrarlanması, keyfîlik içermesi, sistemli ve kasıtlı olması, yıldırma ve dışlama amacı taşıması durumunda psikolojik tacizden bahsedilebileceği hüküm altına alınmış ve bu husus mobbing olarak da tanımlanmıştır.

51. Mahkemece başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların mobbing kapsamına girip girmediği, söz konusu eylem ve işlemlerde süreklilik, keyfîlik, kasıt ve yıldırma unsurları bulunup bulunmadığı hususlarında herhangi bir değerlendirme yapılmaksızın, gerekçe gösterilmeksizin ve genel kabulün aksine olacak şekilde başvurucunun mobbing olarak tanımladığı her bir eylem ve işlem için ayrı ayrı dava dilekçeleriyle dava açma yükümlülüğü altında bırakılmasının mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz kıldığı sonucuna ulaşılmıştır.

52. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

53. Bireysel başvuruya konu uyuşmazlıkta idarenin kısmen veya tamamen tazmin sorumluluğunun bulunup bulunmadığı meselesi davanın esastan incelenmesi sonucu mahkemesince belirlenecek bir husustur. Anayasa Mahkemesinin yukarıda aktarılan değerlendirmesi ve vardığı sonuç yalnızca mahkemeye erişim hakkının İhlal edildiğine ilişkin olup davanın esasına ilişkin bir unsur içermemektedir (Yusuf Kuşluk, B. No: 2015/20072, 31/10/2018, §46).

B. İki Dereceli Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

54. Başvurucu; karara yapılacak itirazın yine aynı AYİM dairesince değerlendirileceğini ve bu suretle idari yargıdaki temyiz hakkının sağlanmadığını, AYİM daire kararlarına karşı başvurulabilecek etkili bir kanun yolunun bulunmadığını ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

55. Anayasa ve kanun hükümlerine göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının İncelenebilmesi için kamu gücü tarafından İhlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme'nin ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, 8. No; 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

56. Sözleşme’nin 7. Protokolü’nün 2. maddesinde cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı tanınmıştır. Ancak başvuru konusu edilen olay bir ceza yargılaması değildir.

57. Başvurucunun başvuru dilekçesinde ifade ettiği AYÎM nezdinde temyiz yani iki dereceli yargılanma hakkı, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden olmadığı gibi Sözleşmedin ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerden herhangi birinin kapsamına da girmemektedir (Mahir Akarsu, B. No: 2012/1096,20/2/2014, §§ 42-45).

58. Açıklanan gerekçelerle başvuru konusu ihlal iddialarının Anayasa ve Sözleşmedin ortak koruma alanı dışında kaldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartlan yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun’un 50, Maddesi Yönünden

59. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir;

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yemden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

60. Başvurucu; ihlalin tespit edilmesi, yeniden yargılama yapılması ve tazminat talebinde bulunmuştur.

61. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No; 2014/8875, 7/9/2018) kararında İhlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506,7/11/2019).

62. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa İhlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

63. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzûğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurum (ardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2% §§ 57-59,66,67).

64. İncelenen başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

65. Anayasa Mahkemesinin yukarıda aktarılan değerlendirmesi ve vardığı sonuç yalnızca mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin olup davanın esasına ilişkin bir tespit içermemektedir.

66. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukukî yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden İbarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

67. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

68. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.226,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin İddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. İki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, 

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere -Anayasa'nın 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılmış olduğundan anılan bendin (b) alt bendi gereğince- yetkili idari yargı merciine (Karar, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesinin 4/3/2015 tarihli ve E.2015/343, K.2015/344 sayılı kararıyla ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 226,90 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.226,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten Ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,

8/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

KARARI YAZDIR


Aşağıdaki arama terimleri ile ilgili kararlara etiketlere tıklayarak ulaşabilirsiniz :
levent tütüncü anayasa bireysel başvuru psikolojik taciz tam yargı dilekçenin reddi mahkemeye erişim hakkı
Bu kararı Favorilerinize Eklemek için giriş yapın veya üye olun

Bu kategorideki diğer İçtihatlardan bazıları