MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı ... 2-... vekili Avukat ... tarafından, davalı ... aleyhine 24/04/2007 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali tescil ve tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 11/02/2014 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle daha önceden belirlenen 26/06/2018 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacılar vekili Avukat ... ile karşı taraftan davalı vekili Avukat ...geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Noksan ikmalinin ardından dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava tarihinin 24/04/2007 olması gerekirken, 01/08/2013 tarihi olarak yazılması mahallinde düzeltilebilir maddi hata olarak görülmekle bozma sebebi yapılmamıştır.
Dava, tapu iptali tescil, olmadığı takdirde memurun hatalı işlemi nedeniyle uğranılan maddi zararın tazmini istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, karar, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacılar vekili; dava konusu 1305 parsel sayılı taşınmazın Hazine adına kayıtlı olduğunu, bu yerin öncesinde davacılar miras bırakanı ...’ın mülkiyetinde iken padişah tapusu kapsamında kaldığı gerekçesiyle hükmen Hazine adına tescil edildiğini, miras bırakanın çocuksuz ölmesi nedeniyle davacıların murisin mirasçısı olduklarını, dava dışı mirasçı...’ın 4071 sayılı Kanundan yararlanarak taşınmazın 1/2 payını Hazine’den 16.01.1997 tarihinde satın aldığını, arta kalan ½ payın davacılara satılması için 2003 yılında Hazine’ye müracaat ettiklerini, bugüne kadar bir sonuç alamadıklarını, daha sonra bu yerin Hazine tarafından ihale ile üçüncü bir kişiye satıldığını öğrendiklerini, alıcı kişinin bu yere inşaat yapma hazırlığına başlayınca durumdan haberdar olduklarını, öncelikle Hazine tarafından üçüncü kişiye yapılan ihale ve bu kısma ilişkin tapunun iptali ile davacılar adına tapuya tesciline karar verilmesini, bu mümkün olmadığı taktirde paylarına isabet eden kısmın rayiç değeri olan 30.000,00 TL’nin yasal faiziyle birlikte kendilerine ödenmesi isteminde bulunmuştur.
Davalı Hazine vekili, davacıların 4071 sayılı Kanun’dan yararlanmak için süresinde herhangi bir başvurularının olmadığını, taşınmazın ½ hissesinin ihale yolu ile 07.12.2004 tarihinde satıldığını, tüm bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, davacıların dava konusu taşınmazın ½ payını 4071 sayılı Kanun’dan faydalanarak almak için başvuruda bulunduğu, bunun için Bakanlık olurunun verildiği, fakat davalı kurumun bunu dikkate almayarak taşınmazı ihale ile şimdiki malikine sattığı, davacıların ihaleye girmedikleri, tanık anlatımlarına göre ihaleden haberdar olmadıklarının anlaşıldığı, ancak, davacıların 2004 yılında yapılan ihaleye girerek taşınmazın şimdiki malikine satılmasına engel olabilecekleri veya taşınmazı 17.500,00 TL’ye kendilerinin alabileceği, ihalelerin herkese açık yapıldığı ve ihale ile ilgili ilanın bulunduğu, buna karşılık davacıların bu yola başvurularak Bakanlık olurunun verildiği 2004 yılından üç yıl sonra işbu davayı açtıkları gerekçesiyle davacıların davasının kısmen kabulüne ve kısmen reddine, 1305 nolu taşınmazın aynına yönelik iptal ve tescil isteğinin ihale usulüne uygun yapıldığından reddine, ancak bilirkişi raporu ile tespit edilen 30.425,00 TL zararın davalı idareden tahsili ile davacılara verilmesine, karar verilmiştir. Hükmün süresi içerisinde davacılar vekili ile davalı Hazine vekili tarafından ayrı ayrı temyiz edilmesi üzerine de Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 08.11.2012 gün, 2012/3985 esas ve 2012/10073 karar sayılı ilamıyla “... açık ihale ile gayrimenkul satışı için İhale Yasasında öngörülen tüm işlemlerin tamamlanması, ilanların yapılmış olması sebebi ile ihale işlemini gerçekleştiren kurum görevlilerinin bu iş nedeniyle aleyhlerine herhangi bir Ceza Mahkemesinde dava açılmış ve mahkumiyetlerinin bir mahkeme ilamıyla kesinleşmiş olması gerekir. Ayrıca, ihalenin Kamu İhale Yasasındaki prosedüre uygun olarak yapılıp yapılmadığı konusunda İdari Yargıda açılmış ve ihalenin iptali için verilmiş ve kesinleşmiş olan bir yargı kararının bulunması icap eder. Bundan ayrı, ihalenin yapıldığı ve kesinleştiği tarihten itibaren yasada öngörülen süre içerisinde davanın açılması zorunludur. Somut olayda, davacıların kendi beyanlarına göre 4071 sayılı Yasaya göre bu taşınmazı satın almaları için idareye süresi içerisinde yazılı bir müracaatları olmamıştır. Dava konusu taşınmazın açık ihale ile satışı aşamasında ihaleye katılmamışlardır. İhalenin yapıldığından itibaren 3 yıl sonra eldeki davayı açmışlardır. Ayrıca, İdari Yargıdan ve Ceza Mahkemelerinden verilmiş ve kesinleşmiş hiçbir karar sunmamışlardır. Tüm bunlardan ayrı olarak kamu kurumu veya kuruluşlarının kötü niyetinden söz etmek mümkün değildir. Kaldı ki, ihale ile satın alan kişi davada taraf olmayıp kötü niyetinden de bahsedilmemiştir. Öyle ise, davacılar vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi ile tapu iptali tescil isteğinin reddine ilişkin yerel mahkeme kararı doğru olmakla onanmasına, davalı Hazinenin temyiz itirazlarına gelince; az yukarıda açıklanan gerekçelerle Hazinenin dava konusu kendi adına kayıtlı taşımazı açık ihale sonucunda üzerinde ihale kalan katılımcıya satışında hukuka aykırı bir durum söz konusu olmamakla ve kayıt maliki davalı İdarenin kötü niyetinden de söz edilemeyeceğinden ve bir kişinin (somut olayda davacıların) kendi kusurlarından dolayı ödüllendirilmesi mümkün olmamakla yerel mahkemenin güncelleştirilen ihale bedeli üzerinden davacılara yasal faizle birlikte tazminat hükmetmesine ilişkin kabul kararının ise bozulmasına karar verilmiş; ilama karşı davacılar vekilinin kararın düzeltilmesi talebinin Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 08.07.2013 günlü kararıyla reddedilmesi üzerine de yerel mahkemece bozma ilamına uyularak davanın reddine karar verilmiştir.
Öncelikle bozma ilamına uyulmasına karar verilmiş olmakla, davalı lehine usuli kazanılmış hak doğup doğmayacağı hususunun irdelenmesi gerekmektedir. Usuli kazanılmış hak kurumu, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
1086 sayılı HUMK'nun yürürlükte olduğu dönemde çıkarılan 09.05.1960 tarih, 1960/21 Esas, 1960/9 karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; Yargıtay bozma kararına uyulmakla orada belirtilen biçimde işlem yapılması yolunda lehine bozma yapılan taraf yararına usulî kazanılmış hak, aynı doğrultuda işlem yapılması yolunda yerel mahkeme için de zorunluluk doğacağı, usulî kazanılmış hakka ilişkin açık kanun hükmü olmasa da temyiz sonucu verilecek bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan amacı ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında hukuki alanda istikrar amacıyla kabul edilmiş bulunması bakımından usulî kazanılmış hak müessesesinin usul hukukunun dayandığı ana esaslardan olup kamu düzeniyle de ilgili olduğu belirtilmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda da usulî kazanılmış hakka ilişkin açık bir düzenleme bulunmamakta ise de bu ilkenin uygulanma gerekliliği HMK hükümleri karşısında da varlığını sürdürmektedir. Yargıtay'ın bozma kararına uyan mahkeme, bozma kararı uyarınca işlem yapmak ve hüküm vermek zorundadır. Çünkü, mahkemenin bozma kararına uyması ile, bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usulü müktesep hak doğmuştur.
Yargısal ve bilimsel içtihatlarda “usulî kazanılmış hak” ya da “usulî müktesep hak” olarak adlandırılan bu ilke Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 10.02.1998 tarih, 1987/2-520 esas ve 1988/89 karar sayılı ilâmında “Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen bozma gereğince işlem yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisinin lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış hak denilmektedir...” şeklinde tanımlanmakta ve bazı istisnaları bulunmaktadır.Bu istisnalar kısaca şu başlıklarda özetlenebilir.
a-Mahkemenin görevi ile ilgili usulî kazanılmış haktan sözedilemez.
b-Yargıtay'ın bozma kararından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı'nın çıkarılmış olması da usul kazanılmış hakkın istisnasıdır.
c-Karar henüz kesinleşmeden geçmişe etkili olarak çıkarılan bir kanun hükmü de usulî kazanılmış hakkın istisnasını oluşturur.
d-Bir kanun hükmü Anayasa Mahkemesince iptâl edilirse iptâl edilen kanun hükmü usulî kazanılmış hakka aykırı olsa bile uygulanacak öncelik usulî kazanılmış hakta değil Anayasa Mahkemesinin iptâl kararında olacaktır.
e-Usulî kazanılmış hakkın bir diğer istisnası ise kesin hükümdür. Bozmadan sonra usulî kazanılmış hak ile kesin hüküm çelişiyorsa öncelik usulî kazanılmış hak da değil, kamu düzeninden sayılan ve dava şartı olarak re'sen nazara alınması gereken kesin hükümdedir.
f-Kamu düzenine aykırılıkta usulî kazanılmış hakkın istisnalarından bir diğeridir.
g-Nihayet, son olarak; Yargıtayın kararı her türlü yorumun, hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında, açıkça ve tartışmasız şekilde başka bir şekilde yorumlanamayacak açıklıkta maddi hataya dayalı ise ve onunla sıkı sıkıya bağlı olduğu halde de usulî kazanılmış hak ilkesi uygulanmayacaktır. Yargıtay tarafından dosya kapsamına uygun olmayacak şekilde açık ve tartışmasız bir maddi hata yapması halinde bu hata usulî kazanılmış hak oluşturmayacaktır. Dosyada bulunan bir belgenin gözden kaçırılması, bir belgede yer alan hükmün yok sayılması, olmayan bir hususun tam aksine var sayılması, taşınmaz satış tarihinin veya noterden gönderilen belgenin tarihinin belgelerdekinin aksine yanlış belirlenmesi gibi hallerde maddi hatanın varlığı kabul edilerek, bu yöndeki bozmalar usulî kazanılmış hak doğurmayacaktır.
Dosyadaki bilgi ve belgeler ile tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince; davacılar murisinin, davaya konu taşınmazı 4071 sayılı 3 Mart 1340 (1924) tarihli ve 431 sayılı kanunla Hazineye Kalan Taşınmaz Mallardan Bazılarının Zilyedlerine Devri Hakkında Kanun kapsamında satın almak için daha önce yapmış olduğu başvuruların Kanunda tanınan süre içerisinde yapılmadığı gerekçesiyle idarece reddedilmesi üzerine, sonrasında 4071 sayılı Kanun’da değişiklik yapan ve 13.07.2001 tarihinde yürürlüğe giren 4707 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile eklenen Geçici 3. maddesi gereği iki yıllık yeni başvuru süresi tanınması nedeniyle 23.06.2003 tarihli dilekçe ile davacıların taşınmazın kalan ½ payının kendilerine satılması için Hazine’ye müracaat ettikleri, Bakanlık tarafından yapılan inceleme sonucu taşınmazın kalan ½ payının 17.000,00 TL bedelle davacılara satışı konusunda olur verildiği ve 16.08.2004 tarihli bilgilendirme ve talebe cevap yazısının davacılara tebliğe çıkartıldığı ancak tebligatın bila tebliğ iade edildiği ve idarece davacıların başvurusu ile ilgili başkaca bir işlem yapılmadığı anlaşılmıştır. Sonrasında taşınmaz davacıların bilgisi dışında ihaleye çıkartılmış ve ihale sonucu 07/12/2004 tarihinde dava dışı Fahriye Güler’e satılarak tapuda alıcı adına tescil edilmiştir. Davacıların haricen durumdan haberdar olması üzerine yapılan idari başvurular sonuçsuz kalınca kurum çalışanları aleyhine suç duyurusunda bulunulmuş ve yapılan ceza yargılaması sonucunda sanıkların aynı taşınmaza ilişkin olarak tutulan yardımcı dosyanın esas işlem dosyası ile irtibatlandırılmaması sureti ile bahse konu taşınmazda bulunan Hazine hissesini genel hükümlere göre ihale neticesinde üçüncü bir kişiye satış yaparak katılanların mağduriyetine yol açmak sureti ile görevi ihmal suçunu işledikleri gerekçesiyle cezalandırılmalarına karar verilmiş; karar temyiz incelemesinden geçerek Yargıtay 4. Ceza Dairesince 25.06.2012 tarihinde onanarak kesinleşmiş ve davalı idare çalışanlarının olaydaki kusuru maddi vakıa olarak da tespit edilmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle; yerel mahkemenin tapu iptal ve tecili talebinin reddine ilişkin ilk kararının Yargıtay 8.Hukuk Dairesi tarafından onanması usul ve yasaya uygun ise de bedel yönünden verilen bozma kararı maddi hataya dayandığından usulî kazanılmış hak oluşturmayacaktır. Şöyle ki, davacıların taşınmazı satın almak için süresinde ve usulüne uygun olarak kuruma başvurduğu tüm dosya kapsamı ile sabittir. Davalı kurum çalışanlarının kusurlu işlemleri sonucu, taşınmazın kalan ½ payının dava tarihindeki değeri ile ihaleye katılsalardı satın alabilecekleri bedel arasında fark kadar maddi zararlarının oluştuğu da açıktır.
Şu halde; mahkemece ziraat mühendisi ve mülk bilirkişiden alınan ve dosya kapsamına uygun olan ilk karara hukuki dayanak yapılan 19.03.2008 tarihli rapordaki hesaplamalar doğrultusunda, verilen kısmen kabul kararı usul ve yasaya uygun olmakla, Yargıtay 8. Hukuk Dairesince bedel yönünden verilen kısmen kabul kararının da bozulması maddi hataya dayandığından usulî kazanılmış hak teşkil etmeyecektir. Davacıların bedele ilişkin talebi yönünden, Yargıtay 8. Hukuk Dairesi bozma ilamına uyularak verilen ret kararı usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar yararına BOZULMASINA ve davacılar yararına takdir olunan 1.630,00 TL duruşma avukatlık ücretinin davalıya yükletilmesine, davacılardan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 06/07/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.
(www.corpus.com.tr)
KARARI YAZDIR