ArabicAzerbaijaniEnglishFrenchGermanRussianSpanishTurkish

Alacak İstemli Davada Konut Kredisinin Bağlı Kredi Olması Nedeniyle Banka, Müşterisine Karşı Ayıptan Dolayı Sorumludur

27-12-2020 - 953

Alacak İstemli Davada Konut Kredisinin Bağlı Kredi Olması Nedeniyle Banka, Müşterisine Karşı Ayıptan Dolayı Sorumludur


Bu kararı Favorilerinize Eklemek veya Kopyalayabilmek için giriş yapın veya üye olun
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
2017/623
2019/488
2019-04-18





Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul 2. Tüketici Mahkemesince davanın reddine dair verilen 23.03.2012 tarihli, 2010/950 E., 2012/193 K. sayılı karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 07.02.2013 tarihli 2012/24597 E., 2013/2629 K. sayılı kararıyla onanmasına karar verilmiş, bu karara karşı davacı vekilinin karar düzeltme yoluna başvurması üzerine anılan Dairenin 14.11.2013 tarihli, 2013/20782 E., 2013/28212 K. sayılı kararı ile;

“... Davacı, E. GYO. AŞ’nin arsasına T. Gayrimenkul Geliştirme ve Yatırım Ortaklığı AŞ.'nin yapacağı projeden daire satın aldığını ve 30.10.2009 tarihinde sözleşme imzaladığını, satış bedelinin 2.610- TL’sini peşin ödeyip geri kalan meblağ için davalı bankadan kredi kullandığını, sözleşmede belirlenen zamanda konutun teslim edilmediğini, kaba inşaatın dahi bitmediğini, konutun zamanında teslim edilmesinin mümkün olmadığını, bu nedenle sözleşmeyi feshettiğini, bankadan temin edilen kredi ile finanse edilmiş olan 195.750-TL ile, 2.610 TL peşinat olmak üzere toplam 198.360-TL’yi iade aldığını, davalı bankadan kredinin konuttaki ayıp sebebi ile iptal edilmesini talep ettiğini, ancak davalının krediyi iptal etmeyip erken kapama işlemi yaptığını ve 19.301,46 TL’yi iade etmediğini ileri sürerek bu meblağın faizi ile tahsilini istemiştir.

Davalı, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hükmün davacı tarafından temyizi üzerine Dairemizce onanmasına karar verilmiş; davacı, bu kez karar düzeltme isteminde bulunmuştur.

1-Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre davacının sair karar düzeltme taleplerinin reddi gerekir.

2-Davacı, sözleşmede belirlenen zamanda konutun teslim edilmediğini, kaba inşaatın dahi bitmediğini, konutun zamanında teslim edilmesinin mümkün olmadığını, bu nedenle sözleşmeyi feshettiğini, bankadan temin edilen kredi ile finanse edilmiş olan 195.750-TL ile, 2.610- TL peşinat olmak üzere toplam 198.360-TL’yi iade aldığını, davalı bankadan kredinin konuttaki ayıp sebebi ile iptal edilmesini talep ettiğini, ancak davalının krediyi iptal etmeyip erken kapama işlemi yaptığını ve 19.301,46 TL’yi iade etmediğini ileri sürerek bu meblağın tahsilini istemiştir. Mahkemece, bankanın yaptığı işlemlerin taraflar arasındaki sözleşme, Bankacılık Mevzuatı ve Tüketici Kanunu çerçevesinde yapılmış olduğu, taraflar arasında imzalanan 30.10.2009 tarihli sözleşmenin 6. maddesi hükümlerine uygun olduğu ve erken kapama tutarı olarak 179.069-TL ödemesi gerekirken 175.558.95-TL tahsil edildiği ve davalı bankaca ödenmesi gereken bir meblağ olmadığı yönünde görüş bildiren bilirkişi raporu hükme esas alınarak davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı, davalı bankadan aldığı kredinin bağlı kredi olduğunu ileri sürerek satın aldığı dairenin süresinde teslim edilmesinin sözleşmede belirtilen tarihte mümkün olmaması nedeniyle sözleşmeyi feshettiğini ileri sürmüştür. 4077 Sayılı Kanun’un 10/5 maddesi gereğince kredi verenin, tüketici kredisini, belirli marka bir mal veya hizmet satın alınması ya da belirli bir satıcı veya sağlayıcı ile yapılacak satış sözleşmesi şartı ile vermesi durumunda satılan malın veya hizmetin hiç ya da zamanında teslim veya ifa edilmemesi halinde kredi veren tüketiciye karşı satıcı veya sağlayıcı ile birlikte müteselsilen sorumlu olur. Mahkemece, dava konusu bağımsız bölümün teslim için öngörülen zamanda bitirilip bitirilemeyeceği, davacının bu nedenle feshinin haklı nedene dayanıp dayanmadığı, haklı nedene dayanıyor ise davalı bankanın verdiği kredinin bağlı kredi olup olmadığı, 4077 sayılı kanunun 10/5 maddesi gereğince davalı bankanın sorumluluğu bulunup bulunmadığı, davalının erken kapama işlemi yapmasının usulüne uygun olup olmadığı konusunda alanında uzman bilirkişilerden rapor aldırılarak hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi raporu ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde Dairemizce verilen bu hususa ilişkin onama ilamı zuhule dayalı olup, mahkeme kararının bozulması gerekirken, sehven onandığı bu kez yapılan inceleme ile anlaşılmış olmakla, davacının karar düzeltme talebinin kabulüne, Dairemizin 07.02.2013 tarih ve 2012/24597 esas 2013/2629 karar sayılı “onama” ilamının kaldırılmasına, davacının bu yöndeki temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının açıklanan nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir....”

gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava alacak istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkilinin davalı Bankanın anlaşmalı olduğu ve desteklediği dava dışı E. Konut GYO A.Ş. ile yine dava dışı yüklenici ortaklığında inşa edilecek “T..T” isimli projeden ev satın almak için 30.10.2009 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmesini imzaladığını, bu çerçevede satıcıya 2.610TL peşinat verdiğini, yükleniciler ile davalı Banka arasında yapılmış olan anlaşmaya binaen Bankadan altmış ay vadeli, 1.005TL masraflı 195,700TL anapara tutarlı kredi çektiğini, satış sözleşmesinde teslim tarihinin 30.08.2010 olarak kararlaştırılmasına rağmen inşaatın hâlihazırda kaba hâlinin bile gerçekleşmediğini, zira arsa sahibi ile yüklenici ortaklık arasında ihtilaf çıktığını ve aralarındaki ihalenin feshedildiğini, bunun üzerine taşınmazların zamanında veya hiç teslim edilemeyeceğini anlayan müvekkilinin sonu olmayan bu yoldan dönmek için satıcıya sözleşmeden caydığını ve bedel iadesi istediğini bildirir 18.06.2010 tarihli talep yazısını gönderdiğini, bu yazı üzerine satıcının peşinat ve kullanılan kredi bedeli toplamı 198.360TL’yi davacı adına davalı Bankadaki hesaba iade ettiğini ve bu kez müvekkilinin bağlı kredi veren kuruluş olan davalıdan, kullanılan konut kredisinin iptalini şifaen talep ettiğini, ancak Bankanın konuttaki hukuki ayıp nedeniyle sorumluluğu çerçevesinde sözleşmeyi iptal etmek yerine müvekkiline ancak bu şekilde iade işlemi yapabilecekleri yönünde zorlamayla davacının gerçek iradesini yansıtmayan iki talimat mektubu imzalattıklarını, sonuç olarak müvekkilinin ödediği 1.000TL kredi açılış masrafı, 2.610TL peşinat, sekiz taksit bedelini iade etmesi gerekirken erken kapama işlemi gibi hareket ederek yalnızca 18.567TL iade ettiğini, bu suretle kendisi de ayıba karşı sorumlu olan Bankanın onun verdiği güvene dayanarak ev almak isteyen tüketiciyi korumak yerine kullanılan kredi amacına ulaşmamasına rağmen faizi müvekkiline yüklediğini ileri sürerek haksız şekilde kesilen 19.301,46TL’nin davalıdan faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacının taşınmaz satış sözleşmesini feshinin tümüyle keyfi olduğunu, zira teslim süresi ve hâliyle sözleşmedeki dokuz aylık ek süre beklenmeden sözleşmeden dönüldüğü gibi E. Konut GYO’nun ihaleyi başka bir firmaya verdiğini ve inşaatın bu firma eliyle devam ettiğini, davacının ödediği anaparanın tümüyle iade edildiğini, kredinin özelliği nedeniyle normalde tüketici kredilerinde tahsil edilen ekspertiz ücreti vb. masraflar tüketiciden alınmamışken, faiz ve 1.005TL dosya masrafının da iade edilmesi isteminin ise haksız ve hukuka aykırı olduğunu, kesilenin sözleşme gereğince yalnızca ödemenin faiz kısmı olduğunu, erken kapama komisyonu adı altında bir kesinti yapılmadığını, uğranıldığı iddia olunan zararın ancak arsa sahibi ve yüklenici firmalardan talep edilebileceğini, davanın bu şirketlere ihbarı gerektiğini savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece davacının taahhütname vererek sözleşmeden caydığı, davalı Banka tarafından uygulanan işlemin taraflar arasındaki sözleşmeye uygun olduğuna dair bilirkişi raporunun yerinde olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyiz itirazları üzerine onanan hüküm karar düzeltme aşamasında Özel Dairece yukarıda karar başlığında yazılı gerekçelerle bozulmuştur.

Bozma kararına karşı Yerel Mahkemece önceki karar gerekçeleri tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; satış sözleşmesinden dönen tüketicinin, bu sözleşmeyle satın almak istediği taşınmaz bedelinin finansmanı için davalı Bankadan kullandığı konut kredisi nedeniyle dönme tarihine kadar ödediği kredi taksitlerinin, banka tarafından erken kapama yapıldığı gerekçesi ile iade edilmeyen faize ve peşinata ilişkin kısmının tahsili yönünde açtığı davada, konut kredisinin bağlı kredi mahiyeti taşıyıp taşımadığı ve tüketicinin satış sözleşmesini feshinin haklı nedene dayanıp dayanmadığının araştırılmasının gerekip gerekmediği, burada varılacak sonuca göre yapılan işlemi tüketicinin taahhütnamesi ve istemi çerçevesinde erken kapama olarak değerlendirerek davanın reddi sonucuna ulaşan yerel mahkeme kararının yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle direnme hükmüne esas alınan 07.06.2010 tarihli taahhütname başlıklı belgeleri davacı tüketici yönünden bağlayıcı olup olmadığının tartışılması gereklidir.

818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 19/1. [6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) m. 26] maddesinde bir sözleşmenin içeriğinin, bu sözleşmenin taraflarınca kanunda öngörülen sınırlar içerisinde özgürce belirlenebileceği düzenlemesi yer almaktadır. Bu temel kuralın istisnası ise 20. maddede (TBK 27) ahlâka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmelerin kesin olarak hükümsüz olduğu belirtilmek suretiyle açıklanmıştır.

Sözleşme serbestisi kavramının temeli irade özgürlüğüne dayalıdır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın irade özgürlüğüne ilişkin hükümleri (m.12/1, 13, 17/1, 19, 35/1, 48/1, vb.) göstermektedir ki; hukuk sistemimiz kişilerin irade özgürlüğüne sahip olduğunu temel bir ilke olarak benimsemiştir.

Felsefi bir görüş olan irade özgürlüğü, kişilerin her alanda özgürleştirilmesini ilke edinmiş ekonomik ve politik bir doktrindir. Bu ilkenin borçlar hukukundaki yansıma şekli olan sözleşme özgürlüğü modern hukuk sistemlerine esas alınmış ise de, yirminci yüzyılda yoğun bir biçimde yaşanan savaşlar ve devletlerin sosyal devlet rolünü benimsemeleri, bu ilkenin yeniden ele alınarak değerlendirilmesine sebep olmuş ve bu bağlamda sözleşme özgürlüğüne önemli birtakım sınırlandırmalar getirilmiştir ve bu sınırlamalar artarak devam etmektedir. Özellikle bir sözleşmenin her iki tarafı da sözleşme özgürlüğüne sahip olmasına rağmen, örgütlülüğü ve ekonomik gücü nedeniyle, içeriğini önceden tek başına belirlediği sözleşmeleri, ihtiyaçları nedeniyle birçok kişiye koşulsuz olarak kabul ettirebilen teşebbüslerin ortaya çıkması, karşılarındaki kitlelerin korunabilmesi adına kanun koyucuların bu meseleye yoğun bir biçimde müdahil olmalarına yol açmıştır (Şenol, K. E.; Sözleşmenin İçeriğini Belirleme Özgürlüğü ve Bunun Genel Sınırı-TBK m. 27, İÜHFM, C.LXXIV, 2016, s.2).

Bu sınırlamalardan biri de, sözleşme özgürlüğünün görünüm şekillerinden olan içeriği belirleme özgürlüğünde ortaya çıkmaktadır. Kanuni bir yetki söz konusu olmaksızın sözleşmenin içeriğini belirleme özgürlüğünün tek taraflı olarak kullanıldığı, bu doğrultuda taraflardan birinin sözleşme hükümlerini önceden kısmen veya tamamen belirlediği ve diğer tarafın da yalnızca bu sözleşmeyi yapıp yapmama yönünde karar verdiği, öğretide iltihakî veya katılma sözleşmesi olarak adlandırılan (Oğuzman, M.K/Öz, M.T.; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C.1, 13. bası, İstanbul 2015, s.26; Reisoğlu, S.; Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 23. bası, İstanbul 2012, s.70) bu tip sözleşmelerde sözleşmeyi düzenleyenin, ileride çok sayıdaki benzer sözleşmelerde kullanmak amacıyla önceden tek başına hazırlayarak karşı tarafa sunduğu sözleşme hükümleri genel işlem koşulu olarak adlandırılmaktadır. TBK’nın 20. maddesinin birinci bendinde düzenlenen, sözleşme eşitliğinin genel işlem şartlarını kullanan lehine bozulduğu ve bozulan dengenin karşı taraf lehine yeniden kurulma olanağının bulunmadığı (Atamer, Y.M.; Sözleşme Özgürlüğünün Sınırlandırılması Sorunu Çerçevesinde Genel İşlem Şartlarının Değerlendirilmesi, İstanbul 1999, s. 30 vd.), bir tarafın hakim durumunu kullanarak adil olmayan bir hükmü ihtiyacı nedeniyle sözleşme yapmak zorunda kalan diğer tarafa kabul ettirmesi sonucunu doğurabilecek mahiyetteki genel işlem koşullarına kanun koyucu ihtiyatlı yaklaşmış ve bunların geçerliliğini sıkı koşullara bağlamıştır.

Genel işlem koşulları 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK’dan önce 818 sayılı BK düzenlemesi içerisinde yer almasa da kamu düzeni, ahlâka aykırılık, kişiliğin korunması, sosyal adalet gibi farklı hukuki dayanaklarla bu husus pek çok yargı kararı ile (örnek olarak;Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.12.1996 tarihli,1996/3-717E., 1996/850 K. sayılı kararı) kabul görmüştür. Yine TBK’nın yürürlüğünden önce mevzuatımızda, oldukça sınırlı sayıda ve dar kapsamda da olsa, genel işlem koşullarına ilişkin bazı hükümler yer almıştır (6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu m. 766, m. 1266; 5464 sayılı Banka ve Kredi Kartları Kanunu m. 24; Sermaye Piyasası Kurulunun Aracılık Faaliyetleri ve Aracı Kuruluşlara İlişkin Esaslar Tebliği m. 47/3 gibi). Bu düzenlemelerden biri de tüketici hukukunda mevcuttur.

Tüketici sözleşmelerindeki uygunsuz genel işlem koşulları yürürlük tarihi itibariyle uyuşmazlıkta uygulanması gereken 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un (TKHK) “Sözleşmedeki haksız şartlar” başlıklı 6. maddesinde (6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, m.5) düzenlenmiştir.

Bu maddedeki tanıma göre “Satıcı veya sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları haksız şarttır.”

Madde metninden de anlaşılacağı üzere tüketici sözleşmelerinde genel işlem koşullarının kanun koyucunun müdahalesini gerektirir uygunsuzlukta olduğunun, başka bir anlatımla haksız şart teşkil ettiğinin kabul edilebilmesi için birtakım koşullar gereklidir: Bunlar tüketiciyle müzakere edilmeden sözleşmeye dâhil edilmiş olma ve tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde dürüstlük kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizlik yaratma koşullarıdır.

Anılan maddenin üçüncü fıkrasında tüketici ile müzakere edilmeme kavramı “Eğer bir sözleşme şartı önceden hazırlanmışsa ve özellikle standart sözleşmede yer alması nedeniyle tüketici içeriğine etki edememişse, o sözleşme şartının tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilir.” şeklindeki anlatımla açıklanmıştır.

Sözleşmeye müzakere edilmeden konulan bir hükmün haksızlığını denetleyen hâkimin ana ölçütü dürüstlük kuralıdır. Tüketici ile müzakere edildiği ispatlanan bir hükmün, tüketici aleyhine dengesizliğe neden olduğu anlaşılsa dahi, haksız şart olarak nitelendirilmesi mümkün değildir (Karadağ, Ö.: Tüketici Sözleşmelerinde Haksız Şartlar, Ankara 2014, s.141).

Tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan bu tip düzenlemelerin yaptırımı kanun koyucu tarafından yukarıda bahsi geçen maddenin ikinci fıkrasında “tüketici için bağlayıcı değildir” denilmek suretiyle ortaya konulmuştur.

Somut olayda davacı tüketici, satın aldığı konutun sözleşmeye uygun şekilde teslim edilemeyeceği inancıyla döndüğünü ileri sürdüğü gayrimenkul satış sözleşmesinde kararlaştırılan satış bedelinin finansmanı için davalı Bankadan kullandığı kredi yönünden vadesi gelmemiş borçlarından kurtulmak, ödediği taksit tutarlarının da iadesini sağlamak için işlem yaptığı sırada kendisinden, başka türlü işlem yapılmasının mümkün olmadığı şeklindeki gerekçeyle alınan, 07.06.2010 tarihli iki adet taahhütnamenin haksız şart mahiyeti taşıdığını savunmuştur.

Söz konusu belgelerden ilkinde, “…taşınmazın alımı işleminden caymam ve EGYO tarafından satış sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle, kredi borcum, faiz ve fer’ilerini aşmamak üzere, Bankanızca adıma kullandırılmış olan Konut Kredisi tutarı 195.700TL ile EGYO’na ödeyeceğim peşinat tutarı olan … TL’nin EGYO tarafından Bankanıza ödenmesine gayrıkabili rücu muvafakat ederim.”; ikincisinde ise, “… T. T. Projesinin E. Konut GYO A.Ş. tarafından feshedilmesi nedeniyle … nolu kredi hesabımın ../../.. tarihi itibariyle kapama bakiyesi olan ….TL/USD/EUR’lik borcum üzerinden, kredimin işleyen faiz ve diğer kanuni yükümlülüklerimle birlikte erken kapatılmasını, kapama işleminin tarafımca ya da 3. şahıslarca … numaralı kredi hesabıma yapılacak ödeme yoluyla yapılabileceğini ve yapılan bu işlemin sonuçlarına ilişkin herhangi bir itirazda bulunmayacağımı, Bankanızı bütün bu işlemler nedeniyle en geniş anlamda ibra ettiğimi gayrıkabilirücu olarak kabul, beyan ve taahhüt ederim.” yazılıdır.

Gerek yazım şekilleri gerekse içerikleri itibariyle taraflarca müzakere edilmeden, önceden hazırlanmış, matbu, boşlukları dahi doldurulmamış, tüketicinin iradesini yansıtmayan, tüketicinin satış sözleşmesinden cayma iradesini dahi içermekteyken salt davalı Banka’nın bu durumun sonuçlarından etkilenmemesini amaçlayan ve tüketici aleyhine açık dengesizlik yaratan bu taahhütnamelerin yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde haksız şart mahiyetinde olduğu ve bu nedenle tüketici yönünden geçerli sayılamayacakları açıktır.

Bu tespitten sonra, davacı ile davalı Banka arasındaki hukuki ilişkinin ve davacı iddiaları karşısında Bankanın sorumluluğunun mevcut olup olmadığının değerlendirilebilmesi için “bağlı kredi” kavramına kısaca değinilmesi yerinde olacaktır.

Kavram olarak bağlı kredi, kredi verenin, tüketici kredisini belirli marka bir mal veya hizmet satın alınması ya da belirli bir satıcı veya sağlayıcı ile yapılacak satış sözleşmesi şartı ile vermesi durumunda satılan malın veya hizmetin hiç ya da zamanında teslim veya ifa edilmemesi hâlinde kredi verenin sorumlu olduğu kredi türüdür. Bu tanım yürürlük tarihi itibariyle uyuşmazlıkta uygulanması gereken 4077 sayılı TKHK’nın 4822 sayılı Kanunla değişik 10/5. maddesinde yer almaktadır.

Buna göre bir tüketici kredisinin bağlı kredi sayılabilmesi için kredinin belli marka bir mal veya hizmet satın alınması veya belirli bir satıcı veya sağlayıcı ile satış sözleşmesi yapılması şartı ile verilmesi gerekmektedir. Bir diğer şart ise söz konusu satım/hizmet temini sözleşmesi ile kredi sözleşmesinin ekonomik birlik oluşturmasıdır (Akipek, Ş.: Türk Hukuku ve Mukayeseli Hukuk Açısından Tüketici Kredisi, Ankara 1999, s.184).

Bir başka anlatımla bağlı krediler kural olarak üç taraflı bir hukuki ilişki kuran yapılanmayı ifade etmektedir. Söz konusu ilişkinin tarafları tüketici, mal satıcısı/hizmet sağlayıcısı ve kredi verendir. Bu üç taraflı ilişkide kural olarak birbirinden hukuken bağımsız en az iki sözleşme bulunur. Bunlardan ilki satıcı/sağlayıcı ile tüketici arasında kurulan mal/hizmet temini sözleşmesi iken diğeri tüketicinin satıcı/ sağlayıcı ile kurduğu sözleşmeyi finanse etmek üzere krediyi veren ile kurduğu kredi sözleşmesidir. Bu iki sözleşmenin yanı sıra bağlı tüketici kredileri kapsamında ortaya çıkan ilişkide genelde satıcı/sağlayıcı ile kredi veren arasında yapılan bir “çerçeve sözleşme” kapsamında yer alan bu üç tarafın hepsi arasında bir ilişki bulunmaktadır ve kredi veren ile satıcı/sağlayıcı arasındaki ilişki nedeniyle tüketici belirli bir marka malı almaya ya da belirli bir kişiyle sözleşme yapmaya yönlendirilmektedir. Tüm bu durumlarda bağlı kredi ilişkisi bağlamında kurulan bu kredi sözleşmesine “bağlı kredi sözleşmesi” adı verilmektedir.

Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki tüketicinin uğradığı zararları (mal veya hizmetin hiç veya zamanında teslim ve ifa edilmemesi yahut ayıplı olması nedeniyle) bağlı kredi ilişkisi nedeniyle ödemek zorunda kalan banka, bu ödemesini 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) 51/2 maddesine göre (TBK m. 62/2) sözleşmeden dolayı sorumlu olan satıcı ve sağlayıcıya rücu edebilecektir.

Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 21.10.2015 tarihli, 2013/13-2294 E., 2015/2330 K. sayılı kararında da aynı hususlar açıklanmıştır.

Somut olayda, davalı Banka ile dava dışı yüklenici firmaların oluşturduğu adi ortaklık arasında imzalanan 01.03.2008 tarihli protokolde yükleniciden dava konusu proje çerçevesinde satın alınacak konutların finansmanı için kredi verilmesi şartları kararlaştırılmış, bu doğrultuda dava dışı yüklenicinin 02.11.2009 tarihli yazısı ile davalı Bankadan “Bankanız ile imzalamış olduğumuz 01.03.2008 tarihli protokol koşullarında alıcımız Sn. ...’a Bankanızca da uygun görülmesi halinde konut kredisi açılmasını” istemiştir. Bunun yanı sıra davalı Bankanın internet sitesinde (www.buyukkirmiziev.com) T.T. Projesinin anlaşmalı konut projeleri arasında gösterilmiş, “projeye özel faiz oranları ve avantajlı ödeme koşulları” için Banka şubelerinin yanı sıra “proje satış ofisi”nde bulunan stantlardan da kredi başvurusu yapılabileceği ilan edilmiş, yine projenin internet adresinde (www.tulipturkuaz.com) yer alan proje tanıtımlarında “Kredi anlaşması yapılan A.bank ve D.bank ile yüzde 1 peşinat ile 120 aya kadar kredi kullanılabilecek” şeklinde reklam yapılmıştır.

Dosya kapsamındaki tüm bu deliller yukarıda yapılan açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde, davacı tüketicinin davalı Banka ile imzaladığı kredi sözleşmesinin 4077 sayılı TKHK’nın 10/5 maddesi hükmüne göre bağlı kredi mahiyetinde olduğu ve Banka’nın anılan Kanun’da öngörülen çerçevede ayıptan dolayı tüketiciye karşı sorumluluğunun bulunduğu açıktır.

Gelinen aşamada tartışılması gereken husus Bankanın sorumluluk koşullarının oluşup oluşmadığıdır.

Davacı, satın aldığı taşınmazın bulunduğu projenin inşaatının, dava dışı yüklenici adi ortaklık ve arsa sahibi E. Konut GYO arasındaki anlaşmanın sona ermesi nedeniyle durduğu ve tesliminin de belirsiz bir hâle geldiğini, bu belirsizlikten daha fazla zarar görmeden kurtulmak maksadıyla sözleşmede kararlaştırılan teslim tarihi beklenmeksizin satış sözleşmesinden dönmek zorunda kaldığını ileri sürmüştür. Hâl böyle olunca mahkemece davacının bu iddiası üzerinde durularak tüketicinin sözleşmeden cayma yönünden seçimlik hakkını kullanmasını gerektirir haklı koşullarının oluşup oluşmadığı tartışılmalı, feshin tüketicinin içerisinde bulunduğu koşullar dairesinde haklı olduğu sonucuna varılacak olur ise Banka'nın 4077 sayılı Kanun 4, 10/5 maddeleri hükmünce sorumlu tutulması gereken miktar tespit edilerek hüküm tesis edilmelidir.

Bu hususlar gözardı edilerek hatalı değerlendirme ve eksik incelemeye dayalı olarak yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırıdır.

Sonuç itibariyle direnme hükmünün açıklanan değişik gerekçeler ile bozulmasına karar vermek gerekir.

S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, aynı Kanun’un 440/III-1 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 18.04.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

KARARI YAZDIR


Aşağıdaki arama terimleri ile ilgili kararlara etiketlere tıklayarak ulaşabilirsiniz :
alacak davası konut kredisi bağlı kredi banka sorumluluk ayıp
Bu kararı Favorilerinize Eklemek için giriş yapın veya üye olun

Bu kategorideki diğer İçtihatlardan bazıları