MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Gaziantep 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
Davacı vekili 14.04.2011 tarihli dava dilekçesinde; müvekkili ile davalı arasında adi ortaklık ilişkisi bulunduğunu ve uzun yıllar birlikte çalıştıklarını, hatta bir dönem müvekkilinin davalı abisinin yanında sigortalı çalışanı olarak gösterildiğini, ancak ortaklığın son bulduğunu ve davalı tarafından müvekkiline ortaklık payına ilişkin olarak 250.000TL tutarında çek verildiğini, bu çekin karşılıksız çıktığını ileri sürerek, ortaklık payına karşılık olarak şimdilik 10.000TL'nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Cevabı:
Davalı vekili 21.06.2011 tarihli cevap dilekçesinde; davacı ile müvekkili arasında ortaklık ilişkisi bulunmadığını, davacının müvekkilinin kardeşi olup müvekkili yanında sigortalı olarak çalıştığını, davacının bahsedilen dava konusu çeki kötü niyetli olarak ele geçirdiğini ve boş çek yaprağını doldurup imzalayarak bankaya ibraz ettiğini, buna ilişkin olarak Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunduklarını, bu hususta davacı hakkında soruşturma başlatıldığını ve müvekkilinin davacıya borcunun bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
Gaziantep 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.02.2012 tarihli ve 2011/322 E., 2012/101 K. sayılı kararı ile; tarafların kardeş olmaları nedeni ile tanık beyanına başvurulduğu, dinlenen tanık beyanlarına göre davacının çeki elinde haksız olarak bulundurduğu ve davacının davalıdan bir alacağının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
Gaziantep 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
Yargıtay 3.Hukuk Dairesince 13.05.2014 tarihli ve 2014/2566 E., 2014/7375 K.sayılı kararı ile;
“…Dava konusu uyuşmazlık, adi ortaklık ilişkisinden kaynaklı alacağın tahsili talebine ilişkindir.
Borçlar Kanunu hükümlerine göre adi ortaklık sözleşmelerinin yazılı şekilde yapılması şekil şartı olmayıp ispat koşulu yönünden değerlendirme yapılmalıdır. Davacı taraf aralarında ortaklık bulunduğunu iddia etmekte, davalı ise bunu inkâr etmektedir.
Taraflar arasında 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 620 ve devamı maddelerinde (818 sayılı BK.nun 520 ve devamı maddelerinde) düzenlenen adi ortaklık ilişkisinin bulunduğu dosyada mevcut tanık beyanlarında ve yazılı belgelerden açıkça anlaşılmaktadır. Bu durumda, davalı yönetici ortağın, ortaklıktan kaynaklı yükümlülüğünü yerine getirip getirmediği noktasında durulmalıdır.
Bir ortak tarafından sermaye payının istenmesi, aynı zamanda ortaklığın feshi ve tasfiyeyi de kapsar. Uyuşmazlık için maddi ve hukuki vakıa bu şekilde değerlendirildiğinde inceleme bu yönde yapılmalıdır.
Mahkemece, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 620 ve devamı maddelerinde düzenlenen adi ortaklık hükümleri dikkate alınmalı ve 642. vd. maddelerindeki tasfiye hükümlerinin somut olaya uygulanması gerekmektedir.
Adi ortaklık sözleşmesi, iki ya da daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşmedir (TBK. 620/1 md.).
Adi ortaklık ilişkisi, TBK.nun 639.maddesinde sayılan sona erme sebeplerinden birinin gerçekleşmesi ile sona erer. Bu şekilde ortaklığın sona ermesinin başlıca iki sonucu ortaya çıkar. Bunlardan ilki, yöneticilerin görevlerinin sona ermesi, diğeri de ortaklığın tasfiyesidir.
Tasfiye, ortaklığın bütün malvarlığının belirlenip, ortakların birbirleri ile alacak verecek ve ortaklıktan doğan tüm ilişkilerinin kesilmesi yoluyla ortaklığın sonlandırılması, malların paylaşılması ya da satış yoluyla elden çıkarılmasıdır. Diğer bir anlatımla, tasfiye memuru tarafından yapılacak bir arıtma işlemi olup; hesap ve işlemlerin incelenip, bir bilanço düzenlenerek, ortaklığın aktif ve pasifi arasındaki farkı ortaya koymaktır.
Bir ortak tarafından adi ortaklığa ilişkin olan sermaye payının istenmesi, ortaklığın faaliyetlerinden dolayı uğradığı zararın veya kâr payının talep edilmesi, aynı zamanda ortaklığın feshini ve tasfiyeyi de kapsar. Uyuşmazlık, bu bağlamda değerlendirilip, çözüme kavuşturulmalıdır.
Bu durumda, mahkemece; 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 620 ve devamı maddelerinde düzenlenen adi ortaklık hükümleri dikkate alınmalı, Türk Borçlar Kanununun 642.madde ve devamı hükümlerine göre tasfiye işlemi gerçekleştirilmelidir. Zira, 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 1.maddesine göre; Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse, kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir.
Tasfiye usulünü düzenleyen Türk Borçlar Kanununun 644.maddesine göre; "Ortaklığın sona ermesi hâlinde tasfiye, yönetici olmayan ortaklar da dâhil olmak üzere, bütün ortakların elbirliğiyle yapılır. Ancak, ortaklık sözleşmesinde, ortaklardan biri tarafından kendi adına ve ortaklık hesabına belirli bazı işlemlerin yapılması öngörülmüşse, bu ortak, ortaklığın sona ermesinden sonra da o işlemleri tek başına yapmak ve diğerlerine hesap vermekle yükümlüdür.
Bu genel bilgilerden sonra, somut olaya baktığımızda; taraflar arasında adi ortaklık ilişkisinin bulunduğu ve bu ortaklığın son bulduğu davalı tarafından davacıya verilen ve
karşılığı çıkmayan çekin de, tasfiye amacı ile davacıya verildiği anlaşılmış olmakla, mahkemece yapılacak yargılama neticesinde hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir...” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
Gaziantep 3. Asliye HukukMahkemesinin 18.11.2014 tarihli ve 2014/1040 E., 2014/1059 K. sayılı kararı ile; ilk karar gerekçeleri tekrar edilmek suretiyle ve dava konusu çekin neyin karşılığı ve nasıl bir hesap sonucu şirketin hangi aktif ve pasifi karşılığı davacıya verildiği konusunda bir delil bulunmadığı, her ne kadar adi ortaklık şekil şartına bağlı değil ise de ortaklığın varlığına işaret edecek somut bir kanıt sunulmamış olduğu, dinlenen tanık beyanlarından şirketin davalı ... tarafından kurulduğu, davacının davalı yanında işçi statüsünde çalıştığı, tarafların kardeş olmaları nedeni ile aralarında güven ilişkisinin söz konusu olduğu, tarafların kardeşi olan dava dışı Kazım İbili'nin beyanında davacı ile kendisinin hesapsız harcamaları sonucu davalıya borçlandıkları, hisselerini davacıya devir edip çıktıklarını beyan ettikleri, ağır ceza dosyasında alınan raporda dava konusu çekteki imzanın davalıya ait olduğu bildirilmiş ise de çekin hangi gerekçe ile davacıya geçtiğinin belirsiz olduğuna ilişkin ilave gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı ile davalı arasında ortaklık ilişkisi bulunup bulunmadığı, dava konusu çekin ortaklığın tasfiyesi için davacıya verilip verilmediği, buradan varılacak sonuca göre davacının çekte belirtilen bedeli davalıdan talep edip edemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle adi ortaklık, adi ortaklık sözleşmesinin niteliği, şekli ile bu ortaklıkların tasfiyesi üzerinde kısaca durulması faydalı olacaktır.
Adi ortaklık, belli bir amacı gerçekleştirmek isteyen kimselerin bir araya gelerek oluşturdukları, ayrı bir kişiliği bulunmayan, kuruluş ve işleyişlerinde sıkı şekil kurallarına tâbi olmamaları ve basit bir yapıya sahip bulunmaları nedeniyle uygulamada sıkça karşılaşılan özel borç ilişkisi mahiyetindeki ortaklıklardır.
Bu nedenledir ki adi ortaklığa ilişkin düzenlemelere Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) özel borç ilişkileri bölümünde yer verilmiştir.
BK’nın 520. maddesinde “Şirket, bir akittir ki, onunla iki veya daha ziyade kimseler, saylerini ve mallarını müşterek bir gayeye erişmek için birleştirmeyi iltizam ederler.” düzenlemesi ile tanım bulan adi ortaklıkların madde metninden de anlaşılacağı üzere beş ana unsuru vardır: Sözleşme, şahıslar, ortakların katılma payları, ortak amaç ve bu ortak amacın gerçekleştirilmesi.
İspat hususuna değinmek gerekirse; Davaya konu yapılan hakkın gerçekten var olup olmadığının anlaşılması, maddî hukukun o hakkın doğumunu veya sona ermesini kendisine bağladığı vakıaların doğru olup olmadığının tespit edilmesi sonucunda mümkün olur. İşte davaya konu hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir ( Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001,6. b., 2.c., s. 1966 ).
Hâkim, davada hangi çekişmeli vakıanın ispat edilmesi gerektiğini tespit ettikten sonra bu vakıaların kimin tarafından ispat edilmesi sorusu ile karşılaşır; buna da ispat yükü denir.
İspat yükü, hayatın olağan akışına aykırı iddia ve savunmada bulunana düşer ve yeri gelmişken belirtmek gerekir ki; kendisine ispat yükü düşen taraf için bu bir yükümlülük (mükellefiyet) değil, sadece bir yüktür (külfettir). Zira taraf kendisi tarafından ispatı gereken bir vakıayı ispat edemezse, karşı taraf (ve mahkeme) onu mutlaka ispat etmesini isteyemez (yükümlülük). Bilâkis, kendisine ispat yükü düşen taraf, o vakıayı ispat edememiş sayılır; mesela, kendisine ispat yükü düşen ve fakat bunu yerine getiremeyen taraf davacı ise, davasını ispat edememiş sayılır ve dava bu sebeple reddedilir (Kuru, s.1972).
Konu ile ilgili genel kural 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 6. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür”.
Yine, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) “İspat yükü” başlığını taşıyan 190. maddesinin birinci bendi:
“(1) İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir”.
hükmünü içermektedir.
Nitekim aynı hususlar, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.04.2018 tarihli ve 2017/13-619 E., 2018/919 K. sayılı kararında belirtilmiştir.
Adi ortaklık sözleşmesi az yukarıda belirtildiği gibi, iki yada daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri bir sözleşme olup, adi ortaklık ilişkisi mutlaka sözleşme temeline dayanır. Adi ortaklık sözleşmesi yazılı yapılabileceği gibi sözlü de yapılabilir.
Her ne kadar adi ortaklık ilişkisi herhangi bir şekle bağlı değilse de, bu kural geçerlilik şekli bakımından söz konusu olup, ihtilaf çıktığında adi ortaklık sözleşmesinin varlığını ispat yükü, adi ortaklık ilişkisinin varlığını iddia edene düşer.
Adi ortaklıkta yazılı sözleşme, geçerlilik koşulu değil, bir ispat aracıdır. HMK’nin 200/1. (Mülga 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu (HUMK) m.288 ve 289.) maddesi gereğince; bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri 2.500TL’yi geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Sözü geçen maddenin 2.fıkrası gereğince, senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir. Ayrıca tarafların tamamı veya bazıları ya da biri ortaklığa katılma payı olarak bir taşınmaz mal veya motorlu taşıt aracı ya da fikri bir hak koyuyorsa, bu tür devir işlemlerinin geçerliliği de kanunda öngörülen şekilde yapılmış olmasına bağlıdır ( Eren, F.: Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Ankara 2019, s.850).
Senetle ispat zorunluluğunun istisnası ise HMK’nın 203. (HUMK m.293) maddesinde düzenlenmiş olup, bu düzenlemenin a bendine göre “Altsoy ve üstsoy, kardeşler, eşler, kayınbaba, kaynana ile gelin ve damat arasındaki işlemler.” bu istisnalardan bir tanesidir.
Bu sözleşmeler tarafları için borç doğurucu niteliği, şahıs birliği olma yönündeki kurucu unsurundan daha ağır bastığı için borç doğuran sözleşmelerden sayılmakla birlikte, “karşılıklı borç doğuran sözleşme” olarak değerlendirilemez. Zira bu sözleşmelerde sadece ortakların katılma payı borçları arasında bir edimler birleşimi ilişkisi vardır (Yalman, M./Taylan, E.: Adi Ortaklık, Ankara 1976, s.19). Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.12.1963 tarihli ve 4/26 E., 96 K. sayılı kararında da benimsendiği üzere adi ortaklıklar karşılıklı borçları kapsayan bir sözleşme olmayıp, herkesin belli bir amaca ermek için birtakım borçlar altına girdiği ve fakat bu borçların birbirinin karşılığı olarak değerlendirilemeyeceği sözleşmelerdir. Bundan dolayı ortaklıkta bir tarafın sermaye koyma borcunu yerine getirmekten kaçınması diğer tarafa yalnızca ortaklığın feshini isteme yetkisi verir.
Hiçbir ortaklık sonsuza dek bir birleşme değildir. Nitekim adi ortaklıklar da ortak amacın kalmaması, ortaklardan birinin ölümü, kısıtlanması, iflası veya sözleşmede belirlenen sürenin dolması suretiyle kendiliğinden sona erebileceği gibi ortakların bu yöndeki iradeleri yahut haklı nedenlere dayanan ortağın ortaklığın sona erdiğine karar verilmesi isteminin yerinde görülmesi suretiyle mahkeme kararı ile de sonlanabilir (BK m.535).
Adi ortaklık, sona ermesiyle birlikte tasfiye aşamasına girer. Tasfiye, ortaklar arasındaki ortaklık ilişkisinin tamamen sona erdirilmesine yönelik bir usuldür ve yönetici olmayan ortaklar da dâhil olmak üzere, bütün ortakların katılımı ile yapılır. BK’nın 538. ve devamı (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 642 ve devamı) maddelerinde düzenlenen tasfiye; bütün hesapların görülüp, ortaklığın aktif ve pasif bütün mal varlığının belirlenip, ortakların birbirleri ile alacak verecek ve ortaklıktan doğan tüm ilişkilerinin kesilmesi yoluyla ortaklığın sona erdirilmesi, malların paylaşılması ya da satış yoluyla elden çıkarılmasıdır.
TBK’nın Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki 6101 sayılı Kanun’un 1. maddesinde; TBK’nin yürürlüğe girmesinden sonra gerçekleşecek tasfiyenin, TBK hükümlerine tabi olacağı düzenlenmiştir.
Bu durumda, tasfiye işlemleri gerçekleştirilirken; 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK’nın 620. ve devamı maddelerinde düzenlenen adi ortaklık hükümleri dikkate alınmalı, tasfiye işlemi TBK’nin 642. madde ve devamı hükümlerine göre gerçekleştirilmelidir.
BK ve TBK’nın adi ortaklığın tasfiyesine ilişkin düzenlemeleri arasında tasfiye memuru ile ilgili hükümler dışında önemli bir farklılık bulunmamaktadır. TBK’nın 642 ve devamı maddeleri hükümlerine göre adi ortaklığın tasfiyesindeki aşamalar şu şekilde gerçekleştirilecektir:
Birinci aşamada; (taraflarca veya anlaşamamaları hâlinde mahkemece atanacak) tasfiye memuru tarafından ortaklığın sona erdiği tarih itibariyle ortaklığın aktif ve pasifi ile birlikte tüm mal varlığı belirlenerek hazırlanan mal varlığı bilançosu taraflara tebliğ edilmeli, bu husustaki itirazlar toplanacak delillere göre değerlendirilmeli;
İkinci aşamada; tasfiye memuru tarafından ortaklığın mal varlığına ilişkin satış ve nakde çevirme işlemi gerçekleştirilmeli;
Üçüncü ve son aşamada ise; yukarıdaki işlemler sonucu oluşan değerden, tasfiye memurları tarafından öncelikle ortaklığın borçları ödenmeli ve ortaklardan her birinin, ortaklığa verdiği avanslar ile ortaklık için yaptığı giderler ve katılım payı geri verilmeli, bundan sonra bir şey artarsa, bu kazanç veya zarar da belirlenerek ortaklara paylaştırılmak üzere son bilanço düzenlenmelidir.
Bu aşamalardan sonra ise; tasfiye memurunun yaptığı tasfiye işleminin sonuç bilançosuna göre hâkim, tarafların hak ve yükümlülüklerini belirleyip, tasfiye işlemini sonlandırmalı ve bu doğrultuda hüküm oluşturmalıdır.
Her ne kadar BK’nın adi ortaklığın tasfiyesi ile ilgili hükümlerinde tasfiyenin tarafların rıza ve anlaşmaları ile yapılması esas tutulmuş ve tasfiyenin mahkeme eliyle gerçekleştirilmesi gerektiği yönünde bir kural öngörülmemiş ise de; esasen aralarında bir defa uyuşmazlık çıktıktan sonra alacak-borç kalemlerinin belirlenmesinde yeniden mutabakata varmaları uzak ihtimal olan ortakların da tasfiyenin uzlaşamadıkları her safhası için ayrı ayrı davalar açıp mahkeme kararı eliyle üzerlerine düşen yükümlülüklerin ifasını sağlamaya çalışmak yerine, birçok davaya yer kalmadan tek bir dava ile ortaklık mallarının satışını ve taraflar arasındaki hesap durumunu tespit etmek üzere karar verilmesini sağlamak, Kanun’un ruhuna daha uygun olacaktır (Şener, O.H.: Adi Ortaklık, Ankara 2008, s. 568).
Nitekim aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.07.2018 tarihli ve 2018/3-16 E., 2018/1315 K. sayılı kararında da yer verilmiştir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya gelindiğinde;
Taraflar arasında adi ortaklığa ilişkin yazılı bir sözleşme bulunmamakta ise de, davacı ile davalı kardeş olduklarından 6100 sayılı HMK’nın 203. maddesi gereğince tanık dinlenebileceğinden, iki taraf da bu konuda tanıklarını bildirmiş ve adi ortaklık ilişkisinin varlığını iddia eden davacı yancada taraflar arasında adi ortaklık ilişkisinin bulunduğu hem ceza dosyasında hem de yargılama sırasında dinlenen tanık beyanlarıyla ispatlanmıştır. Kaldı ki, davalının oğlu dava dışı Yunus Emre İbili de hakkında yürütülen ceza kovuşturması sırasında davacı ile davalının ortak olduklarını beyan etmiştir.
Davacı yan, ortaklık payına karşılık 250.000TL çek verildiğini ve bu çekin karşılıksız çıktığını ileri sürerek ortaklık payına karşılık 10.000TL’nin davalıdan tahsilini istediğine göre, bu talebin aynı zamanda adi ortaklığın fesih ve tasfiyesini de kapsadığının kabulünü gerektirmektedir.
Mahkemece dava konusu 250.000TL değerindeki çek de dâhil dosya kapsamındaki tüm deliller değerlendirilerek, yukarıda açıklanan 6098 sayılı TBK’nın 642 ve devamı maddeleri hükümlerine göre adi ortaklığın tasfiyesindeki üç aşama izlenmek suretiyle tarafların hak ve yükümlülükleri belirlenip, talep edilen miktarda gözetilerek hasıl olan sonuca uygun bir karar verilmelidir.
O hâlde direnme kararı açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenle bozulmalıdır.
IV. SONUÇ
Açıklanan nedenlerle;
Direnme kararının bu değişik gerekçe ve nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliği tarihinden itibaren on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 16.01.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
(www.corpus.com.tr)
KARARI YAZDIR