MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 2. Aile Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda kısmen bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı 04.02.2015 tarihli dava dilekçesinde; davalı aleyhine Ankara 2. Aile Mahkemesinin 2010/755 E. sayılı dosyası ile TMK’nın 166/1. maddesine dayalı boşanma davası açtığını, geçimsizliğin ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddedildiğini, kararın 30.11.2010 tarihinde kesinleştiğini ve bu tarihten sonra ortak hayatın yeniden kurulamadığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı yasal süresi içerisinde cevap dilekçesi sunmamış, mahkemenin ön inceleme duruşmasına katılarak davayı kabul etmediğini, davacının kusurlu olduğunu, mal varlığını elden çıkartmak suretiyle kendisini mağdur ettiğini, ev hanımı olması nedeniyle herhangi bir gelirinin bulunmadığını ve damadının yanında kaldığını savunarak yararına 500,00TL tedbir-yoksulluk nafakası ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Ankara 2. Aile Mahkemesinin 28.04.2015 tarihli ve 2015/91 E., 2015/391 K. sayılı kararı ile; taraflar arasında yargılaması yapılarak tamamlanan Ankara 2. Aile Mahkemesinin 19.10.2010 tarihli ve 2010/755 E., 2010/1435 K. sayılı kararı ile boşanma davasının reddine karar verildiği, kararın 15.12.2010 tarihinde kesinleştiği, TMK’nın m.166/son hükmünde belirtilen üç yıllık süre içerisinde ortak hayatın yeniden kurulamadığı, davacı erkeğin başka bir kadınla ilişki kurmasına dayalı olarak boşanmaya sebep olan olaylarda tam kusurlu olduğu gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, ayrıca TMK’nın 174 ve 175. maddelerinin boşanmanın eki niteliğinde olduğu, harca tâbi olmadığı, ret veya kabulünün vekâlet ücretini gerektirmediği hususlarının Yargıtay 2. ve 3. Hukuk Daireleri ile Hukuk Genel Kurulu kararlarında kabul edildiği, istikrar bulan bu görüşün bugün de aynı şekilde devam ettiği, boşanmanın eki niteliğinde bulunan bu istemlerin 1086 sayılı HUMK döneminde boşanma hakkındaki hükmün kesinleşmesine kadar devam eden yargılamada yazılı yada tutanağa geçirilmek suretiyle sözlü olarak istenebildiği, ancak 6100 sayılı HMK’nın 141. madde hükmünün tereddüt oluşturduğu, aynı kanunun 141/1 ve 177/1 maddesinde yazılı hükümler nedeniyle karşı tarafın açık muvafakati dışında ıslahın sadece tahkikat yargılamasının sona ermesine kadar yapılabileceği, ancak "yoksulluk nafakası yönünden ıslah yapılmasının kabulü hâlinde" bu kabulün, "yoksulluk nafakasının boşanmanın eki olma niteliğini" yitirteceği, harç alınması ve devamında ret veya kabulü hâlinde vekalet ücreti yönünde hüküm kurulması gerekeceği, davacı tarafından yapılması hâlinde harca tâbi olacağı, davalı tarafından yapılması hâlinde ise usulüne uygun harcı ödenerek açılmış bir dava olmadığından bu talep hakkında karar verilemeyeceği, ayrıca "davası/davacı sıfatı olmayan ve davanın reddini isteyen davalının davası varmış gibi ıslah yoluyla talepte bulunabileceğini" kabulün de şimdiye kadarki uygulama karşısında çelişki yaratacağı, yine ıslah yoluna gidilmesi durumunda, talep boşanma olduğundan ve bu talep üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunulmadan ıslah dilekçesi ile yoksulluk nafakası istenmesinin ıslah olmayıp talebe yeni talep eklemek niteliğinde olduğu, dava konusu aynen durduğuna göre yapılan işlemin de ıslah olmayacağı, yoksulluk nafakası hakkında "boşanmanın eki" olduğuna dair görüş değiştirilmediğine göre çoğun içinde az da vardır kuralının uygulanması gerektiği, TMK 174 ve 175. madde taleplerinin boşanma davası içinde olduğunun kabulü ile hüküm altına alınmasının tarafın talebine bağlı olduğu sonucuna varılarak, ön inceleme duruşmasında talep edilen yoksulluk nafakasının kısmen kabulü ile davalı yararına aylık 400,00TL tedbir ve yoksulluk nafakası ödenmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesince 05.04.2016 tarihli ve 2015/15301 E. ve 2016/6841 K. sayılı kararı ile;
"...Hüküm davacı erkek tarafından, davalı kadın lehine hükmedilen nafakalar yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı erkeğin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2-Davalı yoksulluk nafakasını ön inceleme aşamasında talep etmiştir. Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe, ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia ve savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler (HMK m. 141/1). Davalı yoksulluk nafakasını ön inceleme duruşmasında istemiş, davacı tarafın bu talebe açık bir muvafaki olmamıştır. Bu talep savunmanın genişletilmesi niteliğindedir. Davalı tarafından bu konuda usulünce yapılmış bir ıslah işlemi de bulunmamaktadır. O halde, davalının yoksulluk nafakası talebi hakkında "karar verilmesine yer olmadığına" karar verilecek yerde, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, hükmün bozulması gerekmiştir,..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
8. Ankara 2. Aile Mahkemesinin 30.06.2016 tarihli ve 2016/471 E., 2016/665 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
9. Direnme kararı yasal süresi içerisinde davacı tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
10. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanmanın ferisi niteliğinde bulunan ve davalı tarafça dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasının tamamlanmasından sonra ön inceleme duruşmasında ileri sürülen yoksulluk nafakası talebinin, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) “iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi” başlıklı 141. maddesi (22.07.2020T.-7251/15 maddesi ile değişiklikten önceki hâliyle) karşısında, serbestçe ileri sürülüp sürülemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
11. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.
12. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Yoksulluk nafakası” başlıklı 175. maddesi; “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” hükmünü taşımaktadır.
13. Yoksulluk nafakası boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biridir. Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi, maddi koşulların yanı sıra biçimsel koşulların da gerçekleşmiş olmasına bağlıdır. Yoksulluk nafakasının maddi koşulları; nafaka isteyenin ağır kusurlu olmaması, boşanma sebebiyle yoksulluğu düşecek olması ve boşanma sebebiyle yoksulluğa düşülmesi arasında nedensellik bağının gerçekleşmesi ile oluşurken, biçimsel koşulları ise; talep, süre ve evlilik birliğinin boşanma ile sona ermesi şeklinde ayrımlanmaktadır. Yoksulluk nafakası, boşanmanın isteğe bağlı feri sonuçları arasındadır. Bu nedenle hâkim; taleple bağlı olup, kendiliğinden yoksulluk nafakasına hükmedemeyeceği gibi talep miktarını da aşamaz.
14. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 122. maddesine göre; dava dilekçesi kendisine tebliğ edilen davalı bununla kendisine karşı dava açılmış olduğunu öğrenir ve Anayasa’nın 36. maddesi ile güvence altına alınmış bulunan savunma ve adil yargılanma haklarını kullanmak üzere, açılan davaya 127. madde uyarınca iki hafta içinde cevap vererek davanın esasına girebileceği gibi, 128. madde gereği davaya cevap vermeyerek dava dilekçesinde ileri sürülen vakıaların tamamını inkâr edebilir. Belirtilen düzenlemelerle davalının, aleyhine açılan bir davaya karşı savunma hakkını kullanmak zorunda bırakılmadığı ancak süresinde cevap vermediği takdirde de, o davadaki hukuki durumunu zorlaştırmış hâle getirdiği görülmektedir. Nitekim benzer ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 13.02.2020 tarihli ve 2017/2-1288 E., 2020/143 K. sayılı kararı ile de tartışılarak benimsenmiştir.
15. HMK’nın 128. maddesiyle “Süresi içinde cevap dilekçesi vermemiş olan davalı, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkâr etmiş sayılır.” hükmü düzenleme altına alınmıştır. Bu hâlde, ispat yükü tamamen davacıya düşmekle davacı, dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaları ispat etmek zorundadır. Davalının süresi içerisinde cevap dilekçesi vermemesi sonucunda davacının da artık 136/1. maddesine göre cevaba cevap dilekçesi veremeyeceğinin tâbi bulunması karşısında, davalının hiç cevap dilekçesi vermemiş olması hâlinde hâkim, 136 ve devamı maddelerine göre dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasının tamamlanması nedeniyle ön inceleme aşamasına geçecek ve kanundan kaynaklı istisnai hâller dışında görülmekte olan davaya ilişkin taraflar açısından iddia ve savunmayı değiştirme veya genişletme yasağı başlamış olacaktır.
16. Kanunun 140. maddesi ile düzenleme altına alınan ön inceleme duruşması; ön inceleme aşamasının yargılamanın başında bazı hususların çözümlenmesine imkân tanıması nedeniyle özel bir öneme sahiptir. Bu aşamanın başarısı, oturuma doğru şekilde hazırlanılarak, yapılması gereken işlemlerin mahkeme ve taraflarca doğru bir şekilde yerine getirilmesine bağlıdır. Bu sebepledir ki, ön inceleme duruşmasında yapılacak işlemler 140. maddenin her bir fıkrasında ayrıca belirtilmiştir. Birinci fıkra uyarınca hâkim; usule ilişkin hususlarda tarafları dinledikten sonra uyuşmazlığın esasıyla ilgili iddia ve savunmaları dikkate alarak, tarafların anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tespit edecektir. Bu belirleme genel bir belirlemenin ötesinde, tarafların ortaya koydukları her bir somut vakıa üzerinde anlaştıkları veya anlaşamadıkları yönlerin tespit edilmesi niteliğindedir. İkinci fıkra ise sulhe ilişkin özel bir fıkradır. Taraflar sulh olurlarsa bu durum, olmazlarsa sulh olmadıkları tutanağa geçirilecektir. Ön inceleme duruşmasında düzenlenen tutanak üçüncü fıkranın son cümlesinde “…Tahkikat (m. 143) bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür,…” şeklindeki düzenleme nedeniyle de özel bir öneme sahiptir. Zira uyuşmazlık çözümlenmişse bu tutanak bir sulh belgesiyken, uyuşmazlığın devam etmesi halinde ise, bu belge adeta yargılamanın yolunu gösteren bir yol haritası niteliğindedir. Mahkeme, kanunun bu cümlesiyle davanın taraflarına; tutanakta yer almayan hususların tahkikatın konusu olamayacağı ve tahkikat aşamasında tereddüt edilen bir hal oluştuğu takdirde neyin incelenip neyin incelenemeyeceği hususunun bu tutanak uyarınca belirleneceği yönünde söz vermiştir. Ön inceleme tutanağının bu önemi ve tarafları bağlaması sebebiyle, altının oturumda hazır bulunanlarca imzalanması gerekmektedir.
17. 6100 sayılı HMK ile yapılan düzenlemelerle amaçlanan; yargılamanın makul sürede tamamlanması olup, bu zorunluluk Anayasa’nın 90/5. maddesine göre, milletlerarası antlaşma hükümlerinin iç hukuk normları gücünde olması, çıkabilecek uyuşmazlıklarda ise milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınacağı hükmü gereğince Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 6. maddesi ile düzenleme altına alınan adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarda olan “yargılamanın makul bir süre içinde” bitirilmesi ilkesine dayanmaktadır. Bu bağlamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), sözleşmenin tarafı devletlerin yasal sistemlerini, AİHS şartlarına uyacak şekilde düzenlemekle görevli olduğunu belirtmiştir. (AİHM, Zimmerman ve Steiner-İsviçre, 13 Temmuz 1983, 29. Paragraf) Anayasa’nın 141. maddesi ile de “davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir” denilerek davaların makul bir süre içerisinde bitirilmesi gerektiği açıkça düzenlenmiştir.
18. HMK’nın “İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi” başlıklı 141. maddesi 22.07.2020-7251/15 maddesi ile değişiklikten önceki hâliyle; “(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri (m.136) ile serbestçe; ön inceleme aşamasında (m.137) ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına (m.140) taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilir (m.139). Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah (m.176) ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” değişiklikten sonra “- (1) (Değişik:22/7/2020-7251/15 md.) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” şeklinde düzenleme altına alınmıştır.
19. HMK’nın 141. maddesine göre; tarafların karşılıklı dilekçelerini verdikleri aşamada, herhangi bir sınırlamaya bağlı olmaksızın uyuşmazlığın genel çerçevesi içinde iddia ve savunmalarını değiştirebilecekleri kabul edilmiştir. Dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasında bu yasağın uygulanmaması ile daha uyuşmazlığın en başında, karşı tarafın açıklamasını, iddia ve savunmasını tam olarak görmeden, sağlıklı ve tam bir iddia ve savunma örgüsü kurmanın mümkün ve gerçekçi olmadığı gözetilerek; tarafların dilekçelerinde rahat, doğru ve sağlıklı bir iddia ve savunma bütünü oluşturmalarını sağlamak olduğu gibi, maddi ve hukuki nitelendirmeleri uyuşmazlığı çözecek doğrulukta ortaya koymaları amaçlanmaktadır. Şüphesiz ki bu imkân, sadece cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi ile söz konusudur. Bu iki dilekçeden sonra, hangi ad altında olursa olsun verilecek dilekçeler, sınırlama ve yasak kapsamında kabul edilmelidir.
20. Kanunun 141. maddesinin birinci fıkrasında 28.07.2020 tarih, 7251 s. Kanun’un 15. maddesi ile yapılan değişiklikten önceki hâlinin hükümet gerekçesinde, ön inceleme duruşmasının yargılama bakımından öneminden dolayı, tarafların bu duruşmaya katılımını sağlamak amacıyla “gelen tarafın ödüllendirildiği, mazereti olmadığı hâlde gelmeyen tarafın ise cezalandırıldığı” bir yol izlenmesinin zorunlu olduğu görüşüyle hareket edilerek, her iki tarafında ön inceleme duruşmasına gelmesi hâlinde karşı tarafın muvafakati ile genişletme söz konusu iken, taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmediği takdirde, gelen taraf karşı tarafın muvafakatine gerek olmaksızın iddia ve savunmasını genişletip değiştirebileceği açıklanmıştır.
21. Maddede yapılan değişiklikle, dilekçeler aşaması tamamlandıktan sonra, ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hariç olmak üzere, iddia ve savunma genişletilemeyecek veya değiştirilemeyecektir. Gerekçede değişikliğin amacı “sırf ön inceleme duruşmasına katılım sağlanmadığı için aleyhte iddia ve savunmanın rahatlıkla genişletilebilmesi veya değiştirilebilmesinin” silahların eşitliği ilkesinin ihlali olarak açıklanmıştır. Bu ihlalin “davayı takip etmediğinde davayı inkâr ettiği kabul edilen ve duruşmaya katılma zorunluluğu bulunmayan davalı taraf” yönünden çok daha güçlü bir şekilde ortaya çıkabilme ihtimali üzerinde durulduktan sonra adil yargılanma hakkı ayrıca uyuşmazlığın ön inceleme aşamasında netleşmesini sağlaması sayesinde, ön inceleme duruşma tutanağının “yargılamanın yol haritası” olma özelliğini güçlendireceği gerekçelerine de yer verilmiştir.
22. Her ne kadar bozma kararında “…Davalı tarafından bu konuda usulünce yapılmış bir ıslah işlemi de bulunmamaktadır,...” şeklinde gerekçeye yer verilmişse de; Hukuk Genel Kurulu’nun 07.06.2017 tarihli ve 2017/17-1093 E., 2017/1090 K. sayılı kararında tartışılarak benimsendiği üzere, ıslahın konusunu tarafların yaptıkları usul işlemlerin oluşturduğu, taraflardan birinin ıslah yoluna başvurabilmesi için daha önce yapmış olduğu bir usul işleminin bulunması gerektiği, 6100 sayılı Kanun'un 176. maddesinde “Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah” edebileceğinin açık şekilde ifade edildiği, bu nedenle cevap dilekçesinin ıslahı için öncelikle yapılması gereken usul işleminin davaya cevap vermekten ibaret olduğu, cevap dilekçesinin hiç verilmemiş olması hâlinde ortada ıslah edilmesi mümkün bir usul işleminin varlığından söz edilemeyeceği hususları gözetilmeksizin somut olayda cevap dilekçesi sunmayan davalının, ıslah edebileceği bir usuli işlemi bulunmadığından artık ıslahla dahi yoksulluk nafakasını talep edemeyeceği tartışmasızdır.
23. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; dava dilekçesinin davalıya usule uygun şekilde tebliğ edildiği hâlde, süresi içerisinde cevap dilekçesinin sunulmadığı, böylece davalının dava dilekçesinde yer alan tüm iddialarını inkâr etmekle savunmasına yönelik herhangi bir vakıaya dayanmadığı, mahkemece yapılan ön inceleme duruşmasına her iki tarafında katıldığı, davalının dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasından sonra gelinen ön inceleme duruşma aşamasında boşanma nedeniyle yoksulluğa düşeceği vakıasına dayanarak davacıdan yoksulluk nafakası talep ettiği, davacının ise bu talebe açık muvafakatinin olmadığı anlaşılmıştır. Yukarıda açıkça anlatıldığı şekilde; yoksulluk nafakası, taraflar arasında boşanmaya sebep olan olaylarda kusur ilkesine dayalı, boşanmanın mali sonuçlarından biri olması nedeniyle boşanma davasında ferî talep olarak ileri sürülebilmekte ve şartları oluştuğu takdirde boşanma kararının ferisi olarak kararda yer alması nedeniyle uygulamada boşanmanın eki niteliğinde görülmektedir. Boşanma davası ya da boşanma kararı olmaksızın (TMK m.178 uyarınca açılan davalarda) tek başına yoksulluk nafakası davası açılması imkânsızdır. Yoksulluk nafakasının boşanma davasından bağımsız şekilde talep edilmesi hâlinde ise, usulüne uygun yargılaması yapılarak tamamlanmış bir boşanma davası sonucu uyarınca ve kesinleşen boşanma davasında belirlenen kusur durumu esas alınarak karar verilebilmektedir. Anlatılan şekilde yoksulluk nafakası davasının aslen boşanma davasından bağımsız bir dava niteliğinde ve kendine has koşulları olduğu, boşanma nedeniyle yoksulluğu düşme vakıasına dayanılarak bunun ispatlanmış olması halinde kabulüne karar verilebileceği, karşı tarafın bu iddiaya yönelik Anayasa’nın 36. maddesiyle temel hak olarak garanti altına alınmış karşı ispat hakkının bulunduğu, tahkikatın ön inceleme duruşma tutanağına göre yapılacağı hükmü karşısında, mahkemece taraflar arasında yoksulluk nafakası yönünden uyuşmazlık olduğu hususu ön inceleme duruşma tutanağı ile tespit edilmesi hâlinde ancak bu talep hakkında olumlu olumsuz karar verilebileceği, aksi takdirde mahkemece ön inceleme duruşma tutanağı ile taraflar arasında tespit edilmeyen konularla ilgili karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilmesi gerekliliği karşısında davaya konu yoksulluk nafakası talebinin iddia ve savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi niteliğinde olduğu, aksinin kabulü hâlinde aleyhe dayanılan vakıa hakkında karşı tarafın ispat hakkı elinden alınarak hukuki dinlenilme hakkının ihlal edileceği gözetilmeksizin mahkemece istemin boşanmanın eki niteliğinde talep olması nedeniyle serbestçe, yargılamanın her aşamasında ileri sürülebileceği gerekçesiyle kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
24. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce, mahkemece verilen direnme kararının onanması gerektiği, direnme gerekçesinin isabetli olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca yukarıda belirtilen nedenlerle benimsenmemiştir.
25. Hâl böyle olunca direnme kararının, açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulması gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30.09.2020 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Davacı dava dilekçesinde iddiasının dayanağı olan vakıaları (HMK 119/1-e) ve talep sonucunu (HMK 119/1-ğ), davalı da cevap dilekçesinde savunmasının dayanağı olan vakıaları (HMK129/1-e) ve talep sonucunu (HMK 129/1-g) gösterir. Taraflar dilekçeler aşamasında iddia ve savunmalarını serbestçe değiştirebileceklerinden (HMK 141/1) ikinci dilekçelerinde yeni vakıalara dayanabilirler. İddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı (HMK 141/1) başladıktan sonra taraflar karşı tarafın açık muvafakatı olmadıkça yeni vakıalara dayanamazlar. Çünkü yeni vakıalara dayanmak iddia veya savunmanın değiştirilmesi anlamına geleceğinden bu yasak başladıktan sonra yeni vakıalara da dayanılması ve yeni bir talep sonucunda bulunulması mümkün değildir.
Bu düzenlemeler her davanın açıldığı tarihteki duruma göre karara bağlanacağını belirten 28.11.1956 tarihli, 1956/15 E. 1956/15 K. sayılı içtihadı birleştirme kararında varılan sonuca da uygundur. Çünkü her davanın açıldığı tarihteki duruma göre karara bağlanacak olması dava tarihinde dayanılacak vakıaların belli olması ve bu vakıalara dayanılarak elde edilmek istenen talep sonucunun da ne olduğunun da belirlenebilir olması nedeniyle bunların davanın başında bilinip ileri sürülmesi de gereklidir. Dava tarihinden sonra gerçekleşen vakıaların ileri sürülememesi ve hükme esas alınmaması da yine her davanın açıldığı tarihe göre karara bağlanacak olmasının bir sonucudur.
İddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı önceden bilinebilir ve belirlenebilir olmanın bir sonucu olup, bu yasak getirilmekle tarafların dilekçeler aşamasında tüm iddia ve savunmalarını ortaya koymaları sağlanarak, tahkikat aşamasında yeni vakıalar ve yeni talepler ileri sürmeleri ve buna bağlı olarak davaların sürüncemede kalması önlenmek istenmiştir.
Alacak veya tazminat davasında iddia ve savunmanın değiştirilmesi yasağı uygulanır. Çünkü ancak doğmuş bir zarar veya muaccel bir alacak için dava açılabilir ve muaccel olmayan bir alacak, henüz doğmamış bir zarar için dava açılmasında hukuki yarar yoktur.
Ancak hukukumuzda henüz muaccel olmayan alacaklar ve ileride doğacak zararlar için de dava açılmasını mümkün kılan hükümler vardır. Örneğin işgücü kaybı tazminatı ve destek yoksunluğu tazminatında talep edilen miktarlar dava tarihine kadar gerçekleşen zararlar kadar dava tarihinden sonra gerçekleşecek zararları da kapsar. Hatta dava tarihinden sonrası için gerçekleşecek muhtemel vakıalar da bu tazminat miktarlarını belirler.
Bu tazminatların niteliği nedeniyle dava tarihinden sonra gerçekleşen vakıalar da iddia ve savunmanın değiştirilmesi yasağına tabi olmaksızın bu davalarda ileri sürülebilir. Örneğin tazminat isteyen eşin yargılama sırasında evlenmiş olması, 25 yaşına kadar tazminat hesaplanacak kız çocuğunun 19 yaşında işe girmiş ve çalışıyor olması, işgücü tazminatı isteyenin gelirlerinde gerçekleşen artışlar, tazminat isteme hakkı olan anne veya babadan birinin ölmüş olması, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın ileri sürülebilir. Çünkü bu vakıalar bu tazminatların ileride muaccel olacak kısımları da kapsaması nedeniyle niteliği gereği hâkimin dikkate alması gereken vakıalardır. Uygulamada da bunların ileri sürülmesi iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına tabi sayılmamakta ve bu yeni vakıalar esas alınarak tazminat miktarlarının belirlenmesinde sakınca görülmemektedir.
Boşanma davasında istenen yoksulluk nafakasında da benzer bir durum vardır. TMK 175/1. maddesinde; Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek tarafın, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebileceği düzenlenmiştir. Bu nafaka; ayrı dava veya karşı dava açılmasına gerek olmaksızın, talep hakkında harç yatırılması gerekmeksizin görülmekte olan boşanma davasında bu nafaka istenebilecek ve hakim de boşanmanın feri olarak bu nafakaya hükmedebilecektir.
Davacının boşanma davası sürerken bu davayı müstakil olarak açması mümkün değildir. Çünkü doğmamış bir alacak için dava açılmasında hukuki yarar yoktur. Ancak yasa bir imkân tanımış ve henüz muaccel hâle gelmeden boşanma davası içinde bunun istenebilmesini ve boşanmanın feri olarak hükmedilebilmesini mümkün kılmıştır.
Hâkim buna hükmederken boşanma davasının açıldığı tarihteki koşulları değil, hüküm anındaki koşulları dikkate alacaktır. Kişi bu nafakayı talep ettikten sonra durumu iyileşmiş ve yoksulluğa düşmesi söz konusu olmayacaksa talebin reddi mümkün olacaktır.
Bunun tersi de gerçekleşebilir. Kişi dilekçeler aşamasında yoksulluğa düşmeyeceğini düşünerek bunu talep etmemiş olabilir. Örneğin bir işte çalışması veya gelir getiren bir taşınmaza sahip olması nedeniyle bunu istememiş olabilecektir. Ancak kişi yargılama sürerken işten çıkarılmış veya taşınmaz mülkiyetini kaybetmiş olabilir. Bu yeni olgular yoksulluğa düşme sonucunu doğuracaksa kişinin yoksulluğa düşmesi dilekçeler aşamasından sonra gerçekleşmiş olacaktır
Sonradan gerçekleşen yeni vakıaların ve bundan doğan talep sonucu hakkının, boşanma davasında istenecek yoksulluk nafakası için de ileri sürülebileceği ve bunun iddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi yasağına tabi olmadığının kabulü gerekir. Çünkü yoksulluk nafakasında önceden bilinebilirlik ve belirlenebilirlik mevcut olmadığı gibi bu talep her davanın açıldığı tarihteki duruma göre karara bağlanacağı ilkesine de tabi değildir.
Yoksulluk nafakasının boşanma davasıyla bağlantısı da kişinin yoksulluk nafakası talep etmemesine neden olabilir. Çünkü kusurun tümüyle davacıda ve kendisinin kusursuz olduğunu bu nedenle boşanma davasının reddi gerektiğini düşünen davalıdan, bu talebiyle bağdaşmayacak şekilde boşanmanın feri olan yoksulluk nafakası talep etmesi de beklenemez. Ancak davalı yargılama aşamasında kendisine az da olsa kusur yükleyen delillerin dosyaya girdiğini görünce boşanma kararı verilebileceğini düşünerek Kanunun boşanmanın feri olarak kendisine isteme hakkı verdiği yoksulluk nafakası isteminde bulunmak isteyebilecektir. Bu özelliği itibarıyla dahi davalıdan yoksulluk nafakası talebini mutlaka dilekçeler aşamasında sunması beklenmemeli ve başta istemediği bir sonuç olan boşanmaya bağlı bir talebi sunmaya da zorlanmamalıdır.
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde davacı dilekçeler aşamasında yoksulluk nafakası talep etmemiş ise de ön inceleme duruşmasında bunu talep etmiştir. Bu nafaka talep tarihinde muaccel bir alacak olmayıp, hükmedilebilirliği ve miktarı dava tarihinden sonra gerçekleşecek vakıalara da bağlı olduğundan iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın sonradan istenebileceğinin kabulü gerekir. Mahkemenin dilekçeler aşamasından sonra da bunun istenebileceği ve buna hükmedilebileceği yönündeki kabulü usul hükümlerine aykırı değildir.
Bu nedenle direnme uygun bulunarak miktarı incelenmek üzere dosyanın özel daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan, iddia ve savunma yasağı başladıktan sonra bunun istenemeyeceği, cevap dilekçesi vermeyen davalının ıslah yoluyla da bunu talep edemeyeceği gerekçesiyle değişik bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.