Taraflar arasındaki “itirazın iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 13. İş Mahkemesince verilen mahkemenin görevsizliği nedeniyle ile davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine dair karar davacı ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
Davacı ... (SGK/Kurum) vekili dava dilekçesinde; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu (5434 sayılı Kanun) iştirakçisi olan babasından dolayı davalıya bağlanan yetim aylığının muvazaalı boşandığı tespit edildiğinden 01.11.2008 tarihinden itibaren kesildiğini, yersiz ödenen aylıkların borç çıkarıldığını, yapılan tebligata rağmen borç ödenmeyince icra takibi başlatıldığını ancak davalının itirazı üzerine takibin durduğunu ileri sürerek, itirazın iptali ile takibin devamına ve icra inkar tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
Davalı cevap dilekçesinde; muvazaalı boşandığına yönelik iddia yersiz olduğu gibi, kişilik haklarına saldırı teşkil ettiğini, ağır ceza mahkemesinde kamu kurum ve kuruluşlarını dolandırmaktan açılan davada beraat ettiğini, 14.08.2011 tarihinde yeniden evlendiği eşinin de beraatine karar verildiğini, temyiz sürecinin devam ettiğini, beraat kararlarının hukuk hâkimi yönünden bağlayıcı olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
Ankara 13. İş Mahkemesinin 14.12.2015 tarihli ve 2014/2628 E., 2015/2108 K. sayılı kararı ile; davada 5434 sayılı Kanun kapsamında yetim aylığı bağlanması ve kesilmesi koşullarının tartışılması gerektiği, Uyuşmazlık Mahkemesinin 02.03.2015 tarihli ve 2015/77 E. 2015/96 K. sayılı kararında da açıklandığı üzere 01.10.2008 tarihinden önce Emekli Sandığı iştirakçisi olanlar hakkında yapılan işlemler bakımından 5434 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerektiğinden davanın çözüm yerinin esasen idari yargı olduğu, ancak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesi uyarınca gerçek kişiler ve özel hukuk tüzel kişileri aleyhinde idari yargıda dava açılamayacağından davanın türü ve davacının kamu kurumu olması nedeniyle genel mahkemelerin görevli olduğu gerekçesiyle davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine ve asliye hukuk mahkemesinde görülmesi gerektiğinin tespitine, talep hâlinde dosyanın görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
Ankara 13. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararını süresi içinde davacı Kurum vekili temyiz etmiştir.
Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 30.06.2016 tarihli ve 2016/7307 E., 2016/10871 K. sayılı kararı ile; "...Hakkında boşanma kararı verilen davacıya, vefat eden sigortalı babası üzerinden, 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre, hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla bağlanan yetim aylığının, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığının belirlendiği gerekçesiyle, davalı kurumca gerçekleştirilen işlemle kesilerek, yersiz ödendiği ileri sürülen aylıklar yönünden borç tahakkuku işlemi tesis edildiği anlaşılmaktadır.
506, 1479, 2925, 2926, 5434 sayılı Kanunlarda yer almamakla birlikte ilk kez 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” başlığını taşıyan 56'ncı maddesinin ikinci (son) fıkrasında düzenlenen davanın yasal dayanağı niteliğindeki norm 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girmiş, fıkrada “Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96'ncı madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesine yer verilmiştir.
5510 sayılı Kanun, önceki sosyal güvenlik yasalarını birleştiren temel yasa niteliğinde olduğundan, gerek değiştirilen veya yürürlükten kaldırılan, gerekse geçici ve geçiş hükümlerinin yer aldığı maddelerle birlikte ele alınıp değerlendirmeye tabi tutulduğunda ise; Kanunun “Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlığını taşıyan geçici 1'inci ve “5434 sayılı Kanuna ilişkin geçiş hükümleri” başlıklı geçici 4'üncü maddeleriyle, kanun koyucu tarafından, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğü öncesinde yukarıda belirtilen beş adet sosyal güvenlik kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan aylığın, durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan kanun hükümlerinin esas alınması gerektiği benimsenmiştir. Ancak söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama olgusu, aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmemiştir. Dolayısıyla davanın yasal dayanağını oluşturan 56’ıncı maddesindeki uygulama ilk kez 5510 sayılı Kanun ile getirilmiştir.
5510 sayılı Kanun'un “Uyuşmazlıkların Çözüm Yeri” başlıklı 101.'nci madde hükmüne göre ise, 5510 sayılı Kanunda aksine bir düzenleme bulunmayan durumlarda, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceği öngörülmüştür.
Somut davada, 5510 sayılı Kanunun 56.maddesine dayalı olarak açıldığı anlaşılan davanın görevli olan iş mahkemesinde görülmesi gerekmektedir.
Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde yapılması gereken iş, davaya konu uyuşmazlıkta iş mahkemelerinin görevli olması nedeniyle, davanın esasına girilerek yapılacak yargılama sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme sonucu, adli yargının (İş Mahkemesi) görevli olduğu gözetilmeksizin yazılı gerekçelerle idari yargının görevli olduğundan bahisle yargı yolunun caiz olmaması nedeni ile dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
Ankara 13. İş Mahkemesinin 17.10.2019 tarihli ve 2016/452 E., 2019/346 K. sayılı kararı ile; davalıya bağlanan aylığın 5434 sayılı Kanun kapsamında olduğu, bu aylığın kesilmesine ilişkin işlemin de sözü edilen Kanun'a tabi olacağı, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşayanlarla ilgili 5434 sayılı Kanun’da hüküm bulunmamasının aylık kesme işleminde 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanun’un (5510 sayılı Kanun) 56. maddesinin uygulanacağı anlamına gelmeyeceği, idari işlemin dayanağından ziyade hangi kanun kapsamında denetlenmesi gerektiğinin önem arzettiği, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 2016/3200 E., 2017/1407 K. sayılı kararı ile Uyuşmazlık Mahkemesinin 2019/439 E., 2019/447 K. sayılı kararında idari yargının görevli olduğunun belirtildiği, somut olayda da bu nedenlerle idari yargı yerinin görevli olduğu ancak davanın itirazın iptali davası olduğu dikkate alındığında genel mahkemelerde görülmesi gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
Direnme kararı süresi içinde davacı SGK vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalıya 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu kapsamında babasından dolayı bağlanan yetim aylığının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığından bahisle kesilerek yersiz ödenen aylıkların tahsili için başlatılan icra takibine yapılan itirazın iptali istemi ile açılan eldeki davada; davanın itirazın iptali davası olduğu gözetildiğinde iş mahkemesinin mi yoksa asliye hukuk mahkemesinin mi görevli olduğu noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
Genel anlamda bir mahkemenin görevi; belirli bir davaya, dava konusunun niteliği veya değerine göre o yerdeki aynı yargı koluna ait ilk derece mahkemelerinden hangisi tarafından bakılacağını ifade eder. İlk derece mahkemeleri genel mahkemeler ve özel mahkemeler olarak ikiye ayrılmışlardır. Hangi davalara özel mahkemelerde, hangi davalara genel mahkemelerde bakılacağı ve genel mahkemelerde bakılacak davalardan hangilerine asliye hukuk mahkemesinde, hangilerine sulh hukuk mahkemesinde bakılacağı hususuna görev, bunu düzenleyen kurallara da görev kuralları denir.
Genel mahkeme ile özel mahkeme arasındaki ilişkinin bir görev ilişkisi olduğu ve görevle ilgili kuralların kamu düzenine ilişkin bulunduğu konusunda öğretide ve uygulamada duraksama yoktur. Genel mahkemelerin bakacakları davalar, belirli kişi ve iş gruplarına göre sınırlandırılmamış olup, aksi belirtilmedikçe medeni yargılama hukukuna giren her türlü işe bakmakla görevlidirler. Açık kanun hükmü ile özel mahkemelerde görüleceği belirtilmemiş olan bütün davalar genel mahkemelerin görevine girer.
Buna karşılık özel mahkemeler, belirli kişiler arasında çıkan veya belirli uyuşmazlıklara bakmakla görevlidir. Diğer bir ifadeyle, özel mahkemeler özel kanunlarla kurulmuş olup özel kanunlarda belirtilen davaları yürütür.
Göreve dair kurallar kamu düzenine ilişkin olup 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 114/1-c maddesine göre mahkemenin görevli olması dava şartıdır. HMK’nın 115. maddesine göre ise dava şartlarının mevcut olup olmadığı, taraflarca ileri sürülüp sürülmediğine bakılmaksızın yargılamanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden gözetilir. Bu nedenle, dava açılırken dayanılan hukuki ve maddi olguların göreve etkili olduğu durumda öncelikle hukuki nitelemenin yapılması ve sonucuna göre mahkemenin görevsiz olduğu kanısına varılırsa dava dilekçesinin usulden reddine karar verilmelidir. Görev nedeniyle verilen ret kararında görevli mahkemenin hangi mahkeme olduğu belirtilmeli ve dava dosyasının bu görevli mahkemeye gönderilmesine karar verilmelidir (HMK m. 20).
Gelinen bu noktada iş mahkemelerinin görevi ile ilgili yasal düzenlemelere değinilmelidir.
Dava tarihinde yürürlükte bulunan mülga 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun (5521 sayılı Kanun) 1. maddesine göre;
"İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.
Bu mahkemeler:
A) (Mülga: 18/10/2012-6356/81 md.)
B) İşçi Sigortaları Kurumu ile sigortalılar veya yerine kaim olan hak sahipleri arasındaki uyuşmazlıklardan doğan itiraz ve davalara da bakarlar”.
Ayrıca diğer kanunlardaki özel düzenlemelerle iş mahkemelerinin görevli kılındığı dava ve işlere de iş mahkemesi bakacaktır.
Bu kapsamda mülga 506 Sosyal Sigortalar Kanunu’nun (506 sayılı) 134. maddesinde Kanun’un uygulanmasından doğan uyuşmazlıkların yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görüleceği düzenlenmişti. 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren ve istisnalar haricinde 506 sayılı Kanunu yürürlükten kaldıran 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 101. maddesinde de benzer bir düzenlemeye gidilmiş ve Kanun’da aksine hüküm bulunmayan hâllerde, 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceği hükme bağlanmıştır.
Diğer taraftan 25.10.2017 tarihinde yürürlüğe giren 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 5. maddesinde iş mahkemelerinin görevi yeniden düzenlenmiş olup bu maddeye göre; “İş mahkemeleri;
a) 5953 sayılı Kanuna tabi gazeteciler, 854 sayılı Kanuna tabi gemi adamları, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununa veya 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun İkinci Kısmının Altıncı Bölümünde düzenlenen hizmet sözleşmelerine tabi işçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarına,
b) İdari para cezalarına itirazlar ile 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi kapsamındaki uyuşmazlıklar hariç olmak üzere Sosyal Güvenlik Kurumu veya Türkiye İş Kurumunun taraf olduğu iş ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklara,
c) Diğer kanunlarda iş mahkemelerinin görevli olduğu belirtilen uyuşmazlıklara, ilişkin dava ve işlere ...”.
Somut uyuşmazlıkla ilgili olarak 5510 sayılı Kanun'un “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” başlıklı 56. maddesinin ikinci fıkrasında; “…Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96'ncı madde hükümlerine göre geri alınır…” düzenlemesi yer almaktadır.
01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden 506 sayılı Kanun, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı Kanun’nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun'da yer almıştır.
Bu düzenleme ile ölen sigortalının kız çocuğu veya dul eşi yönünden, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte yaşama durumunda, ölüm aylığının kesilmesi ve ödenmiş aylıkların geri alınması öngörülmekte olup daha önce sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak benimsenmiştir.
5510 sayılı Kanun'un 56. maddesinin ikinci fıkrasının 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138. maddelerine aykırılığı iddiası ile Anayasa Mahkemesine maddenin iptali talebi ile başvurular yapılmıştır.
Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86 E. 2011/70 sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez… Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz… Ölüm aylığı… yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasanın 60'ncı maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” gerekçesiyle, hükmün Anayasa’nın 2, 10, 60 ve 65. maddelerine aykırı olmadığını; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisinin olmadığı belirtilerek, oy çokluğuyla başvuruların reddine karar vermiştir.
Sonuç olarak davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun'un 56. maddesinin ikinci fıkrasının, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla düzenleme getirmiş olması ve düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığının tespitine ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı karşısında boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekecektir.
Bu kabul doğrultusunda, gelirin veya aylığın kesilme tarihi ile Kurumun geri alım hakkının kapsamına ilişkin olarak; fiilen birlikte yaşama olgusunun başlama tarihi esas alınarak bu tarih itibariyle gelir veya aylık kesme veya iptal işlemi tesis edilip ilgiliye, anılan tarihten itibaren yapılan ödemeler yasal dayanaktan yoksun ve yersiz kabul edilmeli, ancak söz konusu madde 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dahi maddenin yürürlük günü öncesine gidilmemeli; 01.10.2008 tarihi öncesine ilişkin borç tahakkuku söz konusu olmamalı ve bu şekilde belirlenecek yersiz ödeme dönemine ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesine göre uygulama yapılmalıdır.
Yeri gelmişken, maddenin zaman bakımından uygulanması yönünden 5510 sayılı Kanun'un Geçici 1 ve 4. maddelerinin değerlendirilmesinde de zorunluluk bulunmaktadır.
5510 sayılı Kanun'un “Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı Geçici 1.maddesi;
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı, 02/09/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı kanunlara göre bağlanan veya hak kazanan; aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1'inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır…
Bu Kanunun 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55'inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…” şeklinde düzenleme içermektedir.
5510 sayılı Kanun'un “5434 sayılı Kanuna ilişkin geçiş hükümleri” başlıklı geçici 4. maddesinde ise;
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanuna göre; aylık, tazminat, harp malûllüğü zammı, diğer ödemeler ve yardımlar ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1'inci maddesine göre ek ödeme verilmekte olanlara, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanunda kendileri için belirtilmiş olan şartları haiz oldukları müddetçe bunların ödenmesine devam olunur. Ancak, 5 ilâ 10 yıl arasında fiili hizmet süresi olan iştirakçilerden dolayı dul ve yetim aylığı almakta olanların, aylık ve diğer ödemeleri, bu Kanunun 32 nci, 34'üncü ve 37'nci maddelerindeki şartları haiz oldukları müddetçe devam edilir.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce iştirakçiliği sona erenlerden tahsis talebinde bulunacaklar ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsis talebinde bulunanlardan işlemleri devam edenler hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır…
Bu Kanunda aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde; iştirakçi iken, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla bu Kanunun 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına alınanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak çalışmış olup bu Kanunun 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine tabi olarak yeniden çalışmaya başlayanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır.
Bu madde kapsamına girenlerin aylıklarının bağlanması, artırılması, azaltılması, kesilmesi, yeniden bağlanması, toptan ödemeleri, ilgi devamı, ihya ve borçlanmaları, diğer ödemeler ve yardımlar ile emeklilik ikramiyeleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır ve bu maddenin uygulanmasında mülga 2829 sayılı Kanun hükümleri ayrıca dikkate alınır. (Ek cümle: 16/6/2010-5997/10 md.) Ancak, Polis Akademisinde öğrenim görmekte olan öğrencilerin yetim aylıkları bu öğrenimleri süresince kesilmeksizin ödenmeye devam edilir...” hükmü yer almaktadır.
Anılan geçici maddelerle kanun koyucu tarafından, 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğü öncesinde sosyal güvenlik kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylığın, durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerinin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır.
Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 56. maddenin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır. Kanunların geriye yürümesi veya yürümemesi konusunda mevzuatımızda genel bir hüküm yoktur. Ancak, toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek özel hukuk ve gerekse kamu hukuku alanında, kural olarak her Kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; o tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Hukuk güvenliği de bunu gerektirir.
Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralının istisnalarını kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin kurallar oluşturmaktadır. Beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Yargılama hukukunu düzenleyen kanunlar da, ilke olarak geçmişe etkilidir (Bilge, N.: Hukuk Başlangıcı, 14. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 2000, s. 193-194; Gözübüyük A.Ş.: Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, 18. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara 2003, s. 73; HGK’nın 13.10.2004 tarihli ve 2004/10-528 E., 2004/533 K. sayılı kararı).
Bu kapsamda yine 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
TMK’nın anılan 2. maddesi uyarınca; "Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz".
Anılan madde uyarınca, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı ilkesi de birlikte gözetilmek suretiyle, 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde, ilgililer her ne amaçla boşanmış olursa olsun, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya sözkonusu düzenlemeden itibaren anılan tür ve nitelikte bir beraberliğe başladıklarının kanıtlanması durumunda, başka bir anlatımla fiili olarak birlikte yaşama olgusunun saptandığı durumlarda, TMK'nın 2. madde kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir.
5510 sayılı Kanun'un “Uyuşmazlıkların çözüm yeri” başlıklı 101. maddesi üzerinde de durulmalıdır.
Anılan madde: “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür.” hükmünü içermekte olup bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklarda iş mahkemeleri görevli bulunmaktadır.
Somut olayda; davalının eşinden 14.03.2007 tarihinde anlaşmalı olarak boşandığı, kararın aynı gün kesinleştirildiği, 18.05.2007 tarihinde yetim aylığı bağlanmasını talep ettiği, 22.05.2007 tarihli Kurum işlemi ile 5434 sayılı Kanun iştirakçisi olan babasından dolayı aylık bağlandığı, 06.12.2011 tarihli denetmen raporunda davalının boşandığı eşi ile tekrar evlenmeden önce fiilen birlikte yaşadığı yönünde kanaat oluştuğunun belirtilmesi nedeniyle aylığın 22.12.2011 tarihli Kurum işlemi ile 01.11.2008 tarihinden itibaren kesilerek 01.11.2008-30.08.2011 tarihleri arasında yapılan ödemelerin borç çıkarıldığı, borcun ödenmemesi üzerine Ankara 6. İcra Müdürlüğünde ilamsız icra takibi yapıldığı, davalının icra takibine itirazı nedeniyle de eldeki davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Bu durumda yukarıda yapılan açıklamalar ile somut olaya ilişkin maddi ve hukuki olgular bir arada değerlendirildiğinde; yetim aylığının iptali işlemi 5510 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden sonra gerçekleşmiş olduğundan anılan Kanun'un geçici 1 ve 4. maddelerinin somut uyuşmazlıkta uygulanması mümkün değildir. Öte yandan aylık kesme işlemi, 5510 sayılı Kanun'un 56. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında yapılmış olduğundan aynı Kanun’un 101. maddesi gereğince uyuşmazlığın çözümünde iş mahkemeleri görevli bulunmaktadır.
Nitekim HGK’nın 24.04.2013 tarihli ve 2012/21-1404 E., 2013/578 K.; 26.06.2013 tarihli ve 2013/10-27 E., 2013/878 K.; 11.09.2013 tarihli ve 2013/10-174 E., 2013/1074 K.; 07.05.2015 tarihli ve 2013/21-2217 E., 2015/1453 K. ile 22.10.2019 tarihli ve 2016/10-918 E., 2019/1104 K. sayılı kararlarında da aynı sonuca varılmıştır.
Hâl böyle olunca aynı yönlere işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyularak işin esası hakkında inceleme yapılması gerekirken, görevsizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 11.03.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.