Özet:
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; beyanları belirleyici ölçüde mahkûmiyet hükmüne esas alınan tanıkların sanık tarafından sorgulanmasına/sorgulatılmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının, ceza davasında başvurucunun hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle de duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 30/10/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, anılan hakka ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
4. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. Karaman Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle soruşturma başlatmıştır.
7. Başsavcılığın talebi üzerine Karaman Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) başvurucu hakkında 2/9/2016 tarihinde yakalama emri düzenlemiştir.
8. Soruşturma sonucunda Başsavcılık, başvurucunun da aralarında olduğu 149 şüphelinin silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 17/4/2017 tarihli iddianame düzenlemiştir. İddianamede başvurucunun Betül kod adı ile örgütün Karaman'ın kadın öğretmenler sorumlusu ve ablası olduğu, örgüt sohbetlerine katıldığı, sohbet hocalığı yaptığı, örgüt talimatı ile 2014 yılında Bank Asyada hesap açarak Bankaya para yatırdığı, örgüt üyelerinin yönettiği derneklere üye olduğu, dernek üzerinden örgüte üye kazandırdığı ve ByLock programını kullandığı iddialarına yer vermiştir.
9. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Karaman Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından görülmeye başlanmıştır. Başvurucu, İstanbul'da yakalandıktan sonra 27/9/2018 tarihinde Mahkeme, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla başvurucunun beyanını almış; tutuklanmasına ve dava dosyasının başvurucu yönünden tefrikine karar vermiştir.
10. Başvurucunun 278752 ID numaralı ByLock kullanıcısı olduğuna ilişkin ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı dava dosyasına girmiştir. Anılan tutanakta başvurucunun eşi S.D. adına kayıtlı 0 530...31 numaralı GSM hattı üzerinden kullanıcı adı betul70, uygulama şifresi "1983.betul" olacak şekilde ByLock kullandığı belirtilmiştir. Söz konusu belgenin "278752 ID'yi Ekleyenlerin Verdikleri İsimler (Roster)" başlıklı kısmında, başvurucunun kullandığı user-ID'ye bir kısım kullanıcı tarafından "d.birnur", "Birnur", "Birnur Hoca" ve "Birnur h" şeklinde isimler verildiğine yönelik tespitler yapılmıştır. Tutanakta ayrıca başvurucunun eklediği, başvurucuyu ekleyen çok sayıda ByLock kullanıcısına ilişkin kimlik bilgileri ile başvurucunun bu kişilerle gerçekleştirdiği ve örgütsel nitelikte olduğu ifade edilen toplam 588 sayfa mesajlaşma ile e-posta içeriğine yer verilmiştir.
11. Başvurucu, tefrik kararı sonrası duruşmanın 31/10/2018 tarihli ilk oturumuna SEGBİS aracılığıyla katılmıştır. Mahkemenin talebi üzerine Karaman Barosu (Baro) tarafından zorunlu müdafi olarak görevlendirilen A.B.nin de hazır bulunduğu oturumda başvurucu, isnat edilen suçu kabul etmemiştir.
12. Mahkeme anılan oturumda diğer delillerin yanı sıra başvurucu hakkında beyanda bulunun tanıklar F.A., Ö.S., S.D., M.Ş., B.Y., K.Ö., C.K., S.Ç., H.Ü.İ., M.S., H.Y. ve Ş.K.nın kollukta ve Mahkemenin farklı dava dosyaları kapsamında verdikleri beyanlarına ilişkin tutanaklar ile ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nı okumuştur. Başvurucu; savunmasında Betül kod adını kullanmadığını, örgüt içinde bir görevinin bulunmadığını, ByLock kullanıcısı olmadığını, ByLock listesinde isimleri belirtilen kişilerden bazılarını tanımadığını, Bank Asyada bireysel emeklilik hesabının olduğunu, bu hesaba cüzi bir miktar para yatırdığını, aleyhinde beyanda bulunan bazı kişileri tanımadığını, bu beyanları kabul etmediğini ileri sürmüştür.
13. İddia makamı duruşmanın 25/12/2018 tarihli üçüncü oturumu öncesinde esas hakkındaki mütalaayı yazılı olarak dava dosyasına sunmuştur. Mahkeme duruşmaya SEGBİS ile katılan başvurucuya İ.G.K., E.G., M.G., N.A. ve F.A.nın oturum arasında dava dosyasına giren ifade tutanaklarını okuyarak diyeceklerini sormuştur. Başvurucu anılan tanıkların anlatımlarını kabul etmediğini beyan etmiştir. Başvurucu müdafii, esas hakkında mütalaaya karşı beyanda bulunmak üzere süre verilmesini talep etmiştir. Mahkeme, süre talebinin kabulüne ve duruşmanın yeni oturumunun 25/1/2019 tarihinde yapılmasına karar vermiştir.
14. Başvurucu, duruşmanın 27/2/2019 tarihli son oturumuna Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan SEGBİS vasıtasıyla katılmıştır. Başvurucunun müdafiinin de hazır bulunduğu oturumda hüküm açıklanmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 9 yıl 22 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar karar vermiştir.
15. Başvurucu ve müdafiinin bu karara karşı yaptığı istinaf kanun yolu başvurusu Konya Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin (Daire) 26/6/2019 tarihli kararıyla, yanlış hesaplanan hapis cezası 9 yıl 22 gün olarak düzeltilerek esastan reddedilmiştir.
16. Yargıtay 16. Ceza Dairesi 23/6/2020 tarihinde temyiz talebinin reddi ile hükmün onanmasına karar vermiş, onama kararında sanığın örgütle iltisaklı olması nedeniyle kapatılan okula çocuğunu göndermesi eyleminin örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceğini ifade etmiştir.
17. UYAP evrak işlem kütüğü üzerinden yapılan incelemede başvurucu müdafii A.B.nin nihai kararı 24/8/2020 günü saat 12.01'de açarak okuduğu tespit edilmiştir. Benzer şekilde başvurucunun da nihai kararı ilki 26/8/2020 günü saat 02.11 olmak üzere farklı zamanlarda birçok defa açarak okuduğu tespit edilmiştir.
18. Başvurucu, Gebze 4. Noterliği tarafından düzenlenen ve Anayasa Mahkemesinde bireysel başvuru hakkını kullanarak dava açmaya ilişkin yetkiyi de içeren1/9/2020 tarihli vekâletname ile Av. Haluk Ulusan'ı vekil olarak tayin etmiştir.
19. Başvurucu, onama kararı sonrasında Yargıtayın 23/6/2020 tarihli kararını 12/10/2020 tarihinde öğrendiğini belirterek 30/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
20. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Tanımlar" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Müdafi: Şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı, ... İfade eder."
21. 5271 sayılı Kanun'un "Şüphelinin veya sanığın müdafi seçimi" kenar başlıklı 149. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir."
22. 5271 sayılı Kanun'un "Müdafiin görevlendirilmesi" kenar başlıklı 150. maddesi şöyledir:
"(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.
(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.
(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir."
23. 5271 sayılı Kanun'un "Müdafiin görevlendirilmesinde usul" kenar başlıklı 156. maddesi şöyledir:
"(1) 150 nci maddede yazılı olan hâllerde, müdafi;
a) Soruşturma evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan hâkimin istemi üzerine,
b) Kovuşturma evresinde, mahkemenin istemi üzerine,
Baro tarafından görevlendirilir.
(2) Yukarıda belirtilen hâllerde müdafi soruşturmanın veya kovuşturmanın yapıldığı yer barosunca görevlendirilir.
(3) Şüpheli veya sanığın kendisinin sonradan müdafi seçmesi halinde, baro tarafından görevlendirilen avukatın görevi sona erer."
24. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun "Genel olarak" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:
"Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler."
25. 1136 sayılı Kanun'un "Avukatlık sözleşmesinin kapsamı" kenar başlıklı 163. maddesi şöyledir:
"Avukatlık sözleşmesi serbestçe düzenlenir. Avukatlık sözleşmesinin belli bir hukukî yardımı ve meblâğı yahut değeri kapsaması gerekir. Yazılı olmayan anlaşmalar, genel hükümlere göre ispatlanır. Yasaya aykırı olmayan şarta bağlı sözleşmeler geçerlidir.
Avukatlık ücret tavanını aşan sözleşmeler, bu Kanunda belirtilen tavan miktarında geçerlidir. İfa edilmiş sözleşmenin geçersizliği ileri sürülemez. Yokluk halleri hariç, avukatlık sözleşmesinin bir hükmünün geçersizliği, bu sözleşmenin tümünü geçersiz kılmaz. "
26. 1136 sayılı Kanun'un "İşi sonuna kadar takip etme zorunluluğu ve başkasına tevkil" kenar başlıklı 171. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Avukat, üzerine aldığı işi kanun hükümlerine göre ve yazılı sözleşme olmasa bile sonuna kadar takip eder."
27. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "Genel olarak" kenar başlıklı 506. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrası şöyledir:
"Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır."
28. 2/3/2007 tarihli ve 26450 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmelik'in (Yönetmelik) "Görevin sona ermesi" kenar başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"(1) Müdafi veya vekilin görevi;
a) Soruşturma evresinde; kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kesinleşmesi, yetkisizlik veya görevsizlik kararı, kamu davası açılması hâlinde ise iddianamenin kabulü kararı verilmesi,
b) Kovuşturma evresinde; ... esasa ilişkin hükmün kesinleşmesi ya da davanın nakline karar verilmesi,
c) Müdafi, vekil veya kendisine müdafi ya da vekil görevlendirilen kişinin ölmesi,
ç) Kişinin kendisine bir müdafi veya vekil seçmesi, hâllerinde sona erer."
29. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 3/4/2018 tarihli ve E.2014/6-519, K.2018/132 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Seçilmiş müdafiinin müdafilik statüsü, seçilen avukat ile şüpheli veya sanığın ya da kanuni temsilcisinin iradelerinin uyuştuğu anda, baro tarafından görevlendirilen müdafiinin müdafilik statüsü ise atamanın yapıldığı ve görevlendirme listesindeki avukatın bu atamayı kabul ettiğini baroya bildirdiği anda başlayacaktır.
Müdafiin görevinin sona ermesi ise müdafiin seçilmiş veya atanmış müdafi olup olmadığına, seçilmiş müdafiin varsa vekâletnamesindeki özel şartlara ve işin mahiyetine göre farklılıklar arz etmektedir. Ancak genel olarak; müdafilik görevinin savunma görevi bittiğinde sona ereceğini söylemek mümkündür. Bunun dışında bir takım kanuni nedenlerden ötürü veya hukuksal işlemler sonucunda da müdafiin görevi sona erebilir."
30. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/13-442, K.2018/533 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"5271 sayılı CMK’nın 2/1-c maddesinde 'şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı' olarak tanımlanan müdafi, toplumsal savunmayı gerçekleştirmek amacıyla şüpheli veya sanık lehine hareket edip hukuki yardımda bulunan ve gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlayan kamusal bir muhakeme süjesidir. ... Hemen belirtmek gerekir ki 'seçilmiş-atanmış müdafi' ile 'ihtiyari-zorunlu müdafi' kavramları farklı kavramlardır. Şüpheli veya sanığın müdafisi aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma imkânına sahip olduğu hâllerde görev yapan müdafi ihtiyari müdafi, görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir. Görüldüğü gibi müdafinin zorunlu veya ihtiyari olması, şüpheli veya sanığın istemine ya da istemi olup olmadığına bakılmaksızın yani iradesi dikkate alınmadan atanıp atanmadığına bakılarak belirlenmektedir.
...
Bu durumda mevzuatımızda zorunlu müdafilik sistemini öngören yasanın amacı, kendisini savunmak için yeterli maddi olanağı bulunmayanların bu hakkı kullanamamalarından kaynaklanabilecek olası hak kayıplarının önlenmesi ve bu suretle savunma hakkının etkin kullanılabilmesinin sağlanarak adil yargılanmanın gerçekleştirilmesidir. Bunun doğal sonucu olarak, parası bulunan sanık nasıl ki vekâletname verdiği avukatı serbestçe tayin edebiliyorsa, parası olmayan sanığın da aynı şekilde avukatını serbestçe belirleyebilmesi, en azından kendisine tayin edilen avukatı beğenmediğinde değiştirme hakkının bulunması gerekir.
Görüldüğü gibi kendisine bir müdafi atandığını bilmeyen ya da müdafi atanmakla birlikte beğenmediği takdirde bu avukatın değiştirilmesini isteme hakkına sahip olmayan bir sanığın, bu avukatın, kanun yollarına başvurma da dahil olmak üzere tüm tasarruflarından sorumlu tutulması gerektiğini veya bu avukatın yaptığı tüm işlemleri peşinen kabul etmiş sayılacağını söylemek olanaklı olmadığı gibi böyle bir durumda savunma hakkının tam anlamıyla kullanılabileceğini düşünmek de olası değildir.
Şu hâlde kendisine zorunlu müdafi atandığının veya müdafi tarafından temyiz yoluna başvurulduğunun sanığa bildirilmediği, bu konudaki iradesine değer verilmediği ya da bu yöndeki görüşünün dosya kapsamından anlaşılamadığı durumlarda, hükmün veya temyiz dilekçesinin sanığa tebliğinin, adil yargılanma hakkının gereği olduğu kabul edilmelidir.
Kendisine zorunlu müdafi atandığı ve zorunlu müdafinin hükmü temyiz ettiğinin sanığa bildirildiği, sanığın da buna itirazının bulunmadığı durumlarda, zorunlu müdafiye yapılmış bulunan tefhim veya tebliğ işlemlerinin, aynen vekâletnameli müdafide olduğu gibi geçerli olacağı, gerek tefhime, gerekse tebliğe bağlı olan sürelerin işlemeye başlayacağı, müdafinin sanık adına tasarrufta bulunabileceği, örneğin, sanık yararına kanun yollarına başvurma hakkına sahip olacağı hususlarında duraksama bulunmamaktadır."
31. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17/2/2022 tarihli ve E.2019/10-158, K.2022/103 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"5271 sayılı CMK’da ister koşullarının oluşması üzerine kanun gereği baro tarafından atanmış olsun isterse vekaletname ile görevlendirilsin, şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukat 'müdafi' olarak kabul edilmiştir. Şüpheli veya sanık ile avukat arasındaki iç ilişki bakımından bir vekalet ilişkisi bulunması 'müdafi' kavramının tanımlanmasında dikkate alınmamıştır. Buna göre; avukat, temsil ettiği kişilerin sıfatına göre 'vekil' veya 'müdafi' olarak ceza muhakemesindeki yerini alacaktır. 5271 sayılı CMK, 'müdafi' tanımlamasında bir değişiklik getirmesine karşın şüpheli, sanık veya hükümlü arasında ilişkinin kurulabilme yönteminde bir değişiklik yapmamıştır.
...
Bu çerçevede, avukatlık sıfatına sahip olan kişilerin müdafilik görevini üstlenilebilmeleri için şüpheli, sanık veya varsa kanuni temsilcisi tarafından seçilmiş ya da yetkili kurum tarafından usulüne uygun olarak görevlendirilmiş olmaları gerekmektedir.
Müdafinin hukuki yardımından yararlanmanın zorunlu olup olmamasına göre 'zorunlu müdafilik' ve 'iradi müdafilik', müdafinin görevlendirme biçimine göre 'seçilmiş müdafilik' ve 'atanmış müdafilik' ayrımı yapılması mümkündür.
Görevlendirme şekline göre müdafi, 'seçilmiş' ve 'atanmış' olmak üzere ikiye ayrılmakta olup seçilmiş müdafilik şüpheli, sanık veya kanuni temsilci ile avukat arasında akdedilen avukatlık sözleşmesi ile tesis edilirken, atanmış müdafi ilgili merciin istemi üzerine muhakemenin yürütüldüğü yer Baro Başkanlığı tarafından görevlendirilmektedir.
'Seçilmiş müdafilik' de kendi içerisinde ikiye ayrılabilir. Müdafinin hukuki yardımından yararlanıp yararlanmamanın şüpheli, sanık veya kanuni temsilcisinin takdirine bırakıldığı ve ceza muhakemesinin müdafi olmadan da yürütülebilmesinin mümkün olduğu durumda 'İradi seçilmiş müdafilik', ceza muhakemesinin şüpheli veya sanığa hukuki yardımda bulunan bir müdafi bulunmaksızın yürütülemeyeceği hâllerde, şüpheli, sanıkveya kanuni temsilcisinin hukuki yardımda bulunmak üzere bir müdafi seçmesi durumunda 'zorunlu seçilmiş müdafilik' söz konusudur.
Benzer şekilde 'atanmış müdafilik' de kendi içerisinde ikiye ayrılabilir. Ceza muhakemesinin yürütülmesi için bir müdafi bulunmasının zorunlu kılınmadığı hâllerde, şüpheli veya sanığın istemi üzerine atanacak bu müdafinin 'iradi atanmış müdafi'; ceza muhakemesinin yürütülmesi için bir müdafi bulunmasının zorunlu olduğu hâllerde, şüpheli veya sanığın kendisine bir müdafi seçemeyecek durumda ise istem aranmaksızın atanacak müdafinin ise 'zorunlu atanmış müdafi' olarak adlandırılması mümkündür.
İster iradi isterse zorunlu olsun, 'seçilmiş müdafilik' durumunda, şüpheli/sanık veya kanuni temsilcisi ile seçilen avukat arasında Avukatlık Kanunu’nun 163. maddesinde düzenlenen avukatlık sözleşmesi ile kurulan bir ilişki bulunmaktadır. Avukatlık sözleşmesi bir özel hukuk sözleşmesidir. Sözlü veya yazılı olabileceği gibi sözleşmenin geçerliliği Borçlar Kanunu’nda yer alan genel hükümler dışında bir koşula bağlı tutulmamıştır. Şüpheli/sanık veya kanuni temsilci ile avukat arasında karşılıklı ve birbirine uygun irade açıklanması ile tesis edilen avukatlık sözleşmesi ile seçilmiş müdafinin görevlendirilmesi tamamlanacaktır."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
32. Anayasa Mahkemesinin 31/1/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
33. Başvurucu; gerekçeli kararda beyanlarına yer verilen tanıkların huzurda dinlenilmediğini, kendisine tanıklara soru sorma imkânı tanınmadığını ve aksi yöndeki talebine rağmen duruşmaya SEGBİS aracılığı ile katılmak zorunda bırakıldığını belirterek adil yargılanma hakkı kapsamındaki tanık sorgulama hakkı ile duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
34. Bakanlık görüşünde, zorunlu müdafinin kesin kararı öğrenmesinin bireysel başvuru süresinin başlangıcına etkisi konusunda açıklamalarda bulunulmuştur. Bu kapsamda;
i. Bireysel başvurunun yargısal olarak olağan bir kanun yolu olmadığı ve kovuşturma aşamasına dâhil edilemeyeceği belirtilmiştir.
ii. İlgili mevzuat ve Yargıtay uygulamasına göre müdafinin görevinin hükmün kesinleşmesi ile kendiliğinden sona erdiği ifade edilmiştir.
iii. Zorunlu müdafinin müdafilik görevi kapsamında bir hukuk profesyoneli olarak kendisinin görevi olmasa dahi başvurucunun bireysel başvuru yolunu kullanmak isteyebileceğini gözönünde bulundurarak kendisini bilgilendirmesi gerekip gerekmediğinin tartışılabileceği ileri sürülmüştür.
iv. 1/9/2020 tarihli vekâletname ile başvurucunun vekili sıfatını kazanan Haluk Ulusan'ın 30/10/2020 tarihinde sunduğu bireysel başvuru formunda, nihai kararın 12/10/2020 tarihinde öğrenildiğini ifade etmesine rağmen bu hususa ilişkin herhangi bir bilgi ya da belge sunmadığı ve başvurucu vekilinin de bu öğrenme tarihini ispat edecek bir argüman ileri sürmediği belirtilmiştir.
v. Zorunlu müdafinin nihai kararı UYAP üzerinden okumasından sekiz gün sonra vekil tayin edilen Av. Haluk Ulusan'ın herhangi bir mazeret ileri sürmeksizin görevlendirildikten altmış gün sonra bireysel başvuruda bulunduğunun gözönüne alınması gerektiği ifade edilmiştir.
B. Değerlendirme
35. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun şikâyetinin özü, soru sorma imkânı bulamadığı tanıkların farklı mercilerde verdikleri ifadeler esas alınarak mahkûmiyetine karar verildiğine, duruşmalara SEGBİS aracılığıyla katılmak zorunda bırakıldığına ve bu durumun yargılamanın adilliğini zedelediğine ilişkindir. Başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
37. Yargılama sürecinde nihai karar olan Yargıtay onama kararına ilişkin olarak UYAP evrak işlem kütüğü üzerinde yapılan incelemede ilgili kararın başvurucuya Mahkemenin talebi üzerine zorunlu müdafi olarak görevlendirilen A.B. tarafından 24/8/2020 günü saat 12.01.50'de; bizzat başvurucu tarafından ise 26/8/2020 günü saat 02.11.07'de açılarak okunduğu, tespit edilmiştir. Bu nedenle öncelikle bireysel başvurunun süresinde yapılıp yapılmadığı meselesi hem zorunlu müdafi yönünden hem de tutuklu/hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunan başvurucu yönünden nihai hükmü öğrendikleri tarihler esas alınarak ayrı ayrı incelenmelidir.
38. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru usulü" kenar başlıklı 47. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
"Başvurucu bir avukat tarafından temsil ediliyorsa, vekâletnamenin sunulması gerekir."
39. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru usulü" kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren onbeş gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte başvurabilirler ... "
40. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) "Başvuru süresi ve mazeret" kenar başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir."
41. Bireysel başvurunun ön şartlarından biri de otuz günlük süre kuralıdır. Sürenin başvurunun her aşamasında dikkate alınması gerekir (Deniz Baykal, B. No: 2013/7521, 4/12/2013, § 32).
42. Bireysel başvurunun süre koşuluna bağlanmasıyla hukuki istikrarın sağlanması hedeflenmiştir. Dolayısıyla anayasal bir hak arama yolu olan bireysel başvurunun yapılması için belli sürelerin öngörülmesi hukuki istikrar ilkesinin bir gereğidir ve bu süre bireysel başvuru yapılmasını imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça bireysel başvuru hakkına aykırılık oluşturmaz (Hüseyin Aşkan, B. No: 2017/15649, 21/7/2020, § 21).
43. Bireysel başvuruların 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca, başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Anılan düzenlemelerde başvuru yolu öngörülen durumlarda bireysel başvuru süresinin başlangıcına ilişkin olarak başvuru yollarının tüketildiği tarihten söz edilmekte ise de haberdar olunmayan bir hususta başvuru yapılamayacağı dikkate alınarak bu ibare nihai kararın gerekçesinin öğrenildiği tarih olarak anlaşılmalıdır. (A. C. ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1827, 25/2/2016, § 25).
44. Bireysel başvuru süresinin işlemeye başlaması yönünden nihai kararın gerekçesinin tebliği, öğrenme şekillerinden biridir (Mehmet Ali Kurtuldu, B. No: 2013/5504, 28/5/2014, § 27). Ancak öğrenme, gerekçeli kararın tebliği ile sınırlı olarak gerçekleşmez; başka şekillerde de öğrenme söz konusu olabilir. Başvurucunun nihai kararın gerekçesini dava dosyasını incelemek suretiyle öğrenmesi mümkündür. Bu doğrultuda dosyadan suret alınması gibi hâllerde başvurucunun gerekçeli kararı öğrendiği kabul edilebilir. Başvurucunun nihai kararın gerekçesini öğrendiğini beyan ettiği tarih de bireysel başvuru süresinin başlangıcı olarak ele alınabilir (İlyas Türedi, B. No: 2013/1267, 13/6/2013, §§ 21, 22).
45. Diğer yandan somut olayın şartlarında başvurucunun nihai karardan daha erken bir tarihte haberdar olması gerektiğinin değerlendirilmesi durumunda Anayasa Mahkemesi, başvuru süresinin başlangıcı için bu tarihi de esas alabilir (Ögeday Akın, B. No: 2014/2345, 10/6/2015, § 38).
46. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi henüz avukatına tebliğ edilmemiş olmakla birlikte nihai karar olan gerekçeli Yargıtay kararının ilk derece mahkemesine ulaştığı, başvurucunun avukatının ise bireysel başvuru formunda bu karardan haberdar olduğunu belirttiği tarihten daha önce ilk derece mahkemesine söz konusu ilamın tebliğe çıkarılması için birden fazla talepte bulunduğunun anlaşıldığı bir bireysel başvuruda başvuru süresinin avukatın ilk yazılı talep tarihinden işlemeye başladığını kabul etmiştir. Anılan kararda Anayasa Mahkemesi, gerekçeli nihai karar ilk derece mahkemesine ulaştığından başvurucunun haberdar olduğu, bu durumda UYAP Avukat Bilgi Sistemi'ni kullandığı görülen başvurucu vekilinin nihai karar sonucunu ve gerekçesini kesin olarak öğrenme imkânı olduğu konusunda şüphe bulunmadığını ifade etmiştir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Suat Bircan [GK], B. No: 2014/16800, 1/12/2016, §§ 25-27).
47. Anayasa Mahkemesi, daha önce başvurucunun avukatı tarafından Yargıtay kararının UYAP üzerinden okunduğu tarihte bireysel başvuruya ilişkin nihai karardan haberdar olunduğu ve bu doğrultuda bireysel başvuru süresinin nihai kararın okunduğu tarihten itibaren işlemeye başladığının kabul edilmesi gerektiği sonucuna varmıştır (Hüseyin Aşkan, §§ 18-31).
48. Anayasa Mahkemesi Hüseyin Aşkan kararındaki yorumuna istinaden süre aşımı nedeniyle kabul edilemezlik kararı verdiği Betül Koç (B. No: 2020/32565, 13/9/2022) kararında başvurucunun müdafiine vekâletname ile Anayasa Mahkemesinde bireysel başvuru hakkını kullanarak dava açmaya ilişkin yetki vermesi, anılan sonuca varılmasının temel gerekçelerinden biri olmuştur (Betül Koç, § 16). Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin anılan içtihadı kapsamında bahsedilen Hüseyin Aşkan ve Betül Koç başvurularından farklı olarak somut olayda başvurucu ile nihai kararı UYAP üzerinden açıp okumak suretiyle 24/8/2020 tarihinde öğrenen müdafi A.B. arasında bu şekilde bir ilişki bulunmamaktadır. Av. A.B. Mahkemenin talebi üzerine Baro tarafından resen görevlendirilen bir (zorunlu) müdafidir. Dolayısıyla konuya ilişkin yapılacak değerlendirmede bu farklılığın gözönünde bulundurulması gerekir.
49. 5271 sayılı Kanun'un 2. maddesinde düzenlenen müdafi tanımı ile aynı Kanun'un 150. maddesi birlikte değerlendirildiğinde seçilmiş müdafi ile ilgili mercinin talebi üzerine baro tarafından görevlendirilen müdafi arasında bir fark bulunmamaktadır. Bununla birlikte 5271 sayılı Kanun ve 1136 sayılı Kanun'da baro tarafından görevlendirilen müdafiyle ilgili ayrıntılı bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Bu tür müdafiliğe ilişkin olarak 5271 sayılı Kanun'da yer verilmeyen bir kısım husus Yönetmelik'de düzenlenmiştir. Ancak anılan Yönetmelik'de de zorunlu müdafinin görev, yetki ve sorumluluklar bağlamında seçilmiş müdafiden farklı bir durumda olduğuna ilişkin bir hüküm yer almamaktadır.
50. Yukarıda yer verilen kanun hükmü (bkz. § 20) uyarınca şüpheli, sanık veya varsa kanuni temsilcisi tarafından seçilmiş ya da yetkili kurum tarafından usulüne uygun olarak görevlendirilmiş avukatlar, müdafi olarak ceza yargılamasına katılır. Avukatların özen yükümlülüğünün kaynağı olan 1136 sayılı Kanun'un 34. maddesi, seçilmiş müdafiler için olduğu gibi atanmış (zorunlu) müdafiler yönünden de geçerlidir. Ceza yargılamasına ilişkin görev, yetki ve sorumluluk bakımından seçilmiş müdafi ile aynı durumda olan atanmış (zorunlu) müdafi arasında özen yükümlülüğü bakımından bir farklılık olduğunun kabulü mümkün değildir. Kaldı ki Anayasa Mahkemesi Gürhan Nerse (B. No: 2013/5957, 30/12/2014) kararında, Yargıtay içtihadı çerçevesinde kendisine zorunlu müdafi atandığından haberdar olan sanığın bu görevlendirmeye ses çıkarmadığı takdirde zorunlu müdafinin yaptığı ve kendisinin açıkça karşı çıkmadığı tüm tasarrufların sonuçlarına katlanmak zorunda olduğu sonucuna ulaşmıştır (Gürhan Nerse, § 26).
51. Anayasa Mahkemesine göre avukatın kendisine tevdi edilen işle ilgili gelişmelerden müvekkilini bilgilendirmesi özen yükümlülüğünün kapsamına dâhildir (Betül Koç, § 15). Özen yükümlülüğü kavramının yorumlanması bakımından atanmış (zorunlu) müdafi ile seçilmiş müdafi arasında bir fark yoktur. Bunun sonucu olarak atanmış (zorunlu) müdafinin nihai kararı öğrendiği durumlarda ceza yargılaması sürecinde hukuki yardımda bulunduğu kişiyi (somut olayda başvurucuyu) haberdar etmesi özen yükümlülüğünün bir gereğidir. Dolayısıyla bireysel başvuru için öngörülen sürenin baro tarafından görevlendirilen (zorunlu) müdafinin nihai kararı öğrendiği tarihten başlatılması gerekir.
52. Öte yandan UYAP evrak işlem kütüğüne göre zorunlu müdafi A.B.nin yanı sıra başvurucu da nihai kararı ilki 26/8/2020 tarihi olmak üzere birden fazla defa açıp okumuştur. Ancak bu konuya ilişkin değerlendirmede başvurucunun belirtilen tarihte ceza infaz kurumunda bulunduğu gözönünde tutulmalıdır. Anayasa Mahkemesi benzer bir meseleye ilişkin olarak farklı bir bireysel başvuru kapsamında Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünden bilgi ve belge talebinde bulunmuştur. Bu talebe verilen 15/12/2023 tarihli cevapta "Hükümlü/tutukluların E-devlet sistemine (UYAP Vatandaş Portal vb.) erişimlerinin bulunmadığı, ceza infaz kurumlarında barındırılmakta olan tutuklu ve hükümlülerin haklarındaki yargılamalara dair UYAP sistemi üzerinden mahkeme kararları ve istinaf yahut temyiz ilamlarını açıp okuma imkanlarına sahip olmadıkları" bildirilmiştir.
53. Yine somut başvuru kapsamında da başvurucunun tutulduğu Gebze Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünden (İnfaz Kurumu) UYAP kayıtlarına göre nihai kararı okuduğu belirtilen tarihlerde başvurucuya bilgisayar kullanım imkânı sunulup sunulmadığı, böyle bir imkândan yararlandırılmış ise bu cihazların internet bağlantısının olup olmadığı, söz konusu cihazlardan e-devlet kapısı internet sitesine erişim imkânı olup olmadığı hususlarında bilgi istenmiştir. İnfaz Kurumu tarafından gönderilen 16/10/2023 tarihli cevabi yazı ile başvurucunun 31/12/2019 tarihinden bu yana Kurumda bulunduğu, bu süre içinde eğitim biriminde bilgisayar kursu veya okul kaydının olmadığı, Kurumdaki tüm hükümlü/tutuklulara bilgisayar kullanım talepleri olması hâlinde bilgisayar kullanım imkânı sunulduğu, bu imkân doğrultusunda kullanılan bilgisayarlarda internet bağlantısı olmayıp başvurucunun bu yönde bir talebinin bulunmadığının kayıtların tetkikinden anlaşıldığı bildirilmiştir.
54. Dolayısıyla 26/8/2020 tarihinde infaz kurumunda bulunan ve bu tarihte bilgisayar kullanmadığı, e-devlet kapısı ve/veya UYAP Vatandaş Portalı'na erişim imkânı bulamadığı tespit edilen başvurucunun anılan tarihte nihai kararı UYAP üzerinden okuyarak öğrenen kişi olmadığı anlaşılmıştır.
55. Bununla birlikte e-devlet kapısı ve/veya UYAP Vatandaş Portalı gibi mecralara erişim ancak e-devlet şifresi, mobil imza, elektronik imza, Türkiye Cumhuriyeti kimlik kartı, internet bankacılığı gibi sınırlı bazı kimlik doğrulama yöntemleri ile mümkündür. Belirtilen tüm bu yöntemlerde gizli nitelikteki kişisel verilerin kullanımı söz konusudur. Anılan kişisel verilerin/şifrelerin üçüncü kişiler ile paylaşılması durumunda bu kişilerin söz konusu mecralar üzerinden işlem yapmaları mümkündür. Kişiye özel nitelikte e-devlet şifresi veya belirtilen mecralara girişe imkân sağlayan diğer kişisel verilerin aile bireyleri veya müdafiler ile rızaya dayalı olarak paylaşılması hâlinde anılan verilerin gizliliğinin korunmasına ilişkin olarak gösterilmesi beklenen özenin gösterilmediği ifade edilebilir.
56. Somut olayda başvurucunun e-devlet kapısı veya UYAP Vatandaş Portalı gibi mecralara üçüncü kişilerce izinsiz olarak erişildiğine dair herhangi bir itirazının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan nihai kararın başvurucunun kişisel verileri kullanılarak UYAP üzerinden okunduğu tespit edilen 26/8/2020 tarihinden çok kısa bir süre sonra başvurucu, 1/9/2020 tarihli vekâletname ile avukat Haluk Ulusan'ı vekil olarak tayin etmiş, adı geçen vekil de anılan vekâletname içeriğinde yer alan yetkiye istinaden 30/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
57. Somut olayın yukarıda belirtilen koşullarında, başvurucunun rızası ve onayı ile nihai kararın UYAP üzerinden üçüncü kişilerce öğrenildiği ve sonrasında bireysel başvuru hakkının kullanımına yönelik hazırlıklar yapıldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla -somut olayda olduğu gibi- nihai kararın ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun onayına istinaden UYAP üzerinden üçüncü kişilerce okunduğunun somut olgulardan hareketle tespit edilebildiği durumlarda bireysel başvuru süresinin başlangıcı olarak üçüncü kişilerce okuma tarihinin esas alınması gerekir.
58. Sonuç olarak bireysel başvuru konusu yargılama sürecine ilişkin nihai karardan 24/8/2020 tarihinde zorunlu müdafiin, 26/8/2020 tarihinde kişisel verilerini paylaştığı üçüncü kişilerin UYAP üzerinden okuması ile haberdar olduğu anlaşılan başvurucunun otuz günlük bireysel başvuru süresinden sonra 30/10/2020 tarihinde gerçekleştirdiği başvurusununsüre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Zühtü ARSLAN ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ bu sonuca katılmamıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Zühtü ARSLAN ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 31/1/2024 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Mahkememiz çoğunluğu, başvurucunun tanık sorgulama hakkı ile duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yaptığı başvuruyu süre aşımı nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.
2. Başvurucu, hakkında verilen mahkûmiyet kararının onanmasına ilişkin Yargıtay ilamını 12/10/2020 tarihinde öğrendiğini belirterek, 30/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
3. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede kesinleşen kararın yargılama sırasında başvurucuya tayin edilen zorunlu müdafi tarafından 24/8/2020'de, başvurucu tarafından da 26/8/2020 tarihinde öğrenildiği anlaşılmaktadır. Çoğunluk buradan hareketle her iki öğrenme tarihinden itibaren başvuruda süre aşımı olduğu sonucuna ulaşmıştır.
4. Buradaki görüş ayrılığı zorunlu müdafi ile başvurucu arasındaki temsil ilişkisinin ne zaman sona erdiğine ve cezaevinde tutuklu/hükümlü olarak bulunan kişilerin UYAP üzerinden kararları okuduğunun kabul edilip edilemeyeceğine ilişkindir.
5. Öncelikle belirtmek gerekir ki, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde otuz günlük başvuru süresinin başlangıç tarihi "başvuru yollarının tüketildiği tarih", şayet başvuru yolu öngörülmemişse "ihlalin öğrenildiği tarih" olarak belirlenmiştir. Madde gerekçesinde de "kanun yollarını tüketen nihai işlemin başvurucuya tebliğ edildiği tarihten veya kanun yolu öngörülmemişse ihlâlin öğrenildiği tarihten" itibaren sürenin başlayacağı belirtilmiştir.
6. Her ne kadar 47. maddenin gerekçesinde "tebliğ"den bahsedilmekteyse de Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruda tebliği nihai kararı öğrenmenin tek yolu olarak görmemiş ve her durumda sürenin başlangıcı olarak "öğrenme" tarihini esas almıştır. Esasen eldeki başvuruda mesele, sürenin öğrenme ya da tebliğden başlayıp başlamayacağından ziyade (a) bireysel başvuru yapma yetkisi olmayan zorunlu müdafinin öğrendiği nihai kararı müvekkiline bildirme yükümlülüğü bulunup bulunmadığı ve (b) cezaevinde bulunan başvurucunun UYAP'tan öğrendiği tarihten başlatılıp başlatılamayacağı ile ilgilidir.
7. Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmelik'in 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca baro tarafından tayin edilen zorunlu müdafi veya vekilin görevi kovuşturma aşamasında "esasa ilişkin hükmün kesinleşmesi" ile sona ermektedir. Bu sebeple, somut olayda zorunlu müdafi ile başvurucu arasındaki temsil ilişkisi mahkûmiyet hükmünün temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmesi ile tamamlanmıştır.
8. Bu noktada belirtmek gerekir ki, kararın kesinleşmesiyle görevi sona eren zorunlu müdafinin müvekkili adına bireysel başvuru yapma yetkisi de bulunmamaktadır. Zira 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuruda başvurucunun bir avukat tarafından temsil edilmesi halinde vekaletnamenin sunulması gerekir. Buna göre başvurucu tarafından özel olarak yetkilendirilmediği ve bunun vekaletname ile ibraz edilmediği müddetçe zorunlu müdafinin bireysel başvuru yetkisinin olmadığı açıktır.
9. Hükmün kesinleşmesiyle birlikte müvekkili ile olan hukuki ilişkisi sona eren ve müvekkiliyle yeni bir vekalet sözleşmesi imzalamayan zorunlu müdafinin hükmün kesinleştiğini başvurucuya bildirme yükümlülüğü olduğunu söylemek de zordur. Somut olayda olduğu gibi, başvurucunun tutuklu veya hükümlü olarak tutulduğu yer (İstanbul) ile müdafinin görev yaptığı yerin (Karaman) aralarında yakın sayılmayacak mesafeler bulunan farklı yerler olduğu dikkate alındığında baro tarafından atanan müdafiye böyle bir yükümlülüğün yüklenmesi hem zorunlu müdafilik kurumunun mahiyetiyle bağdaşmayacak hem de bireysel başvuru hakkının kullanılmasını makul olmayacak şekilde zorlaştıracaktır.
10. Bu nedenle bireysel başvuruda süreyi kesinleşmeye ilişkin kararın zorunlu müdafi tarafından UYAP üzerinden öğrenildiği tarihten başlatmak bireysel başvuru hakkını kullanan başvurucuya aşırı külfet yüklenmesi anlamına gelecektir.
11. Aynı şekilde, başvurucunun tutulduğu infaz kurumundan Anayasa Mahkemesine gönderilen yazıda nihai kararın UYAP üzerinden okunduğu belirtilen tarihlerde başvurucunun bilgisayar kullanmadığı, e-devlet ve/veya UYAP'a erişim imkânına sahip olmadığı belirtilmiştir. Bu durumda başvurucunun söz konusu tarihte nihai kararı UYAP üzerinden öğrenerek okuduğunun kabulüne de imkân bulunmamaktadır.
12. Bireysel başvuruda diğer kabul edilebilirlik kriterlerinde olduğu gibi, başvuru süresinin değerlendirilmesinde de aşırı katı ve şekilci yaklaşımdan kaçınmak gerekmektedir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Üçdağ/Türkiye kararında bireysel başvuru süresinin Anayasa Mahkemesi tarafından katı şekilde yorumlanmasının "başvuranın bireysel başvurusunun esasa ilişkin olarak incelenmesi hakkını orantısız bir şekilde kısıtladığı kanaatine" ulaşmıştır (Üçdağ/Türkiye, B. No. 23314/19, 31/8/2021, § 49).
13. Hiç kuşkusuz, başvuru süresinin katı yorumlanmaması otuz günlük kati sürenin esnetilmesi ve haklı bir mazeret olmadan bu sürenin aşılmasının kabul edilmesi anlamına gelmemektedir. Ancak, hukuk devletinin unsurlarından olan öngörülebilirlik ilkesini zedeleyecek ve bu anlamda başvuruculara ağır bir külfet yükleyecek yorumlardan sakınılmalıdır (Ümran Özkan [GK], B. No: 2019/13338, 8/3/2023, Karşıoy Gerekçesi, § 9).
14. Sonuç olarak, mahkûmiyete ilişkin kararın kesinleşmesi ile görevi sona eren zorunlu müdafiye nihai kararı cezaevinde bulunan başvurucuya bildirme yükümlülüğü yüklenmesi ve internet imkânına sahip olmadığı resmi olarak bildirilen başvurucunun kararı UYAP üzerinden öğrendiğinin kabul edilerek sürelerin bu tarihlerden başlatılması bireysel başvuru hakkının kullanımını zorlaştıracaktır. Bu sebeple sürenin başvurucunun kararı öğrendiğini belirttiği 12/10/2020 tarihinden başlatılarak başvurunun esasının incelenmesi gerekirdi.
15. Açıklanan gerekçelerle, başvuruda süre aşımı olmadığını düşündüğümden çoğunluğun aksi yöndeki kabul edilemezlik kararına katılmıyorum.
|
|
|
|
Başkan Zühtü ARSLAN
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Beyanları belirleyici ölçüde mahkûmiyet hükmüne esas alınan tanıkların sanık tarafından sorgulanmasına/sorgulatılmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının, ceza davasında başvurucunun hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle de duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan başvuruda Mahkememiz çoğunluğunca ulaşılan başvurunun süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğu şeklindeki sonuca katılmamaktayım.
2. UYAP evrak işlem kütüğü üzerinde yapılan incelemede bireysel başvuruya konu olayda nihai karar niteliğindeki Yargıtay onama kararının başvurucuya zorunlu müdafi olarak görevlendirilen A.B. tarafından 24/8/2020 günü saat 12.01'de, başvurucu tarafından ise 26/8/2020 günü saat 02.11'de açılarak okunduğu tespit edilmiştir. Bu süreçte başvurucunun da ceza infaz kurumunda bulunduğunu belirtmek gerekir.
3. Burada süre aşımı yönünden iki temel hususun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Birincisi başvurucunun avukatının avukatlık sözleşmesi bağlamında değil zorunlu müdafilik kapsamında görevli avukat olduğu hususudur. İkinci olarak ise Yargıtay onama kararının UYAP evrak işlem kütüğü üzerinden açılıp okunduğu tarihte başvurucunun ceza infaz kurumunda bulunduğu gerçeğidir. Bu başvuruda süre aşımı konusunda değerlendirme yapılırken bu iki hususun da dikkate alınması gerekmektedir.
4. Başvurucuya Mahkemesinin talebi üzerine Karaman Barosu tarafından zorunlu müdafi görevlendirilmiş olup müdafiinin görevi karar kesinleşinceye kadar devam etmiştir.
5. Mahkememiz yerleşik içtihadında kabul edildiği üzere başvurucunun avukatı tarafından Yargıtay kararının UYAP işlem kütüğü üzerinden okunduğu tarihte bireysel başvuruya ilişkin nihai karardan haberdar olunduğu ve bu doğrultuda bireysel başvuru süresinin nihai kararın okunduğu tarihten itibaren işlemeye başladığının kabul edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır (Bkz.: Hüseyin Aşkan, B. No: 2017/15649, 21/7/2020, §§ 18-31). Mahkememiz bu yaklaşımı istikrarlı bir biçimde sürdürmektedir.
6. Bu bağlamda benzer bir yaklaşımla Mahkememiz Betül Koç kararında da başvurucu müdafiinin bireysel başvuru konusu yargılama sürecine ilişkin nihai karardan UYAP işlem kütüğü üzerinden haberdar olduğu tarihten itibaren otuz günlük bireysel başvuru süresi geçtikten sonra gerçekleştirilen başvuruda da süre aşımı nedeniyle kabul edilemez sonucuna ulaşılmıştır (Bkz.: Betül Koç, B. No: 2020/32565, 13/9/2022).
7. Somut dosyada zorunlu müdafiinin nihai kararı UYAP’tan öğrenme tarihinden itibaren otuz gün geçtikten sonra bireysel başvuru yapılmış olmasına rağmen burada çoğunluk kararında olduğu gibi süre aşımı nedeniyle kabul edilemezlik biçiminde bir değerlendirme yapılmasının mümkün olmadığı kanaatindeyim. Zira burada somut olaydaki avukatın sözleşme ile seçilmiş olmayıp zorunlu müdafii konumunda olduğunun değerlendirmede dikkate alınması gerekmektedir.
8. Nitekim 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 171. maddesi, avukatlık görevinin alınan işin sonuna kadar takip edilmesini gerektirmektedir. Bu bağlamdaki işin sonu ise bu dosya bağlamında olağan kanun yolunun bitimi olan kararın kesinleşmesidir. Bu doğrultuda 2/3/2007 tarihli ve 26450 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmelik'in "Görevin sona ermesi" kenar başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrasında da müdafi veya vekilin görevinin kovuşturma evresinde “esasa ilişkin hükmün kesinleşmesi” halinde sona ereceğine açıkça yer verilmektedir.
9. Dolayısıyla esasa ilişkin hükmün kesinleşmesinden sonraki aşama olan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu ile ilgili bir hukuki destek bu bağlamda bir yükümlülük olarak zorunlu müdafiiden beklenemez. Zira bireysel başvuru yolu olağan kanun yolu kapsamında görülemeyecek istisnai bir hak arama yoludur. Bu nedenle zorunlu müdafiiden bu biçimdeki bir başvuruyu beklemek zorunlu müdafiinin temsil yetkisi ile de uyumlu değildir. Bu biçimdeki bir özen yükümlülüğünü zorunlu müdafiiden beklemek zorunlu müdafiye aşırı bir külfet yüklemek anlamına gelecektir.
10. Nitekim Betül Koç kararında süre aşımı sonucuna ulaşırken Anayasa Mahkemesi başvurucunun müdafiine noterlik tarafından düzenlenen vekâletname ile “Anayasa Mahkemesinde bireysel başvuru hakkını kullanarak dava açmaya” ilişkin yetki vermesi hususunu da özellikle dikkate almış ve müdafiinin nihai kararı başvurucuya bildirmesi gerektiği hususundaki özen yükümlülüğünü daha da belirgin hâle getirmiştir (Betül Koç, § 16).
11. Somut başvurudaki müdafiinin sözleşme ile seçilmiş olmadığı, zorunlu müdafii olduğu ve hatta müdafiinin mesleğini devam ettirdiği Karaman ili ile başvurucunun cezaevinde bulunduğu Kocaeli’nin farklı yerler olduğu, vekaletnamede bireysel başvuru yapmaya ilişkin bir detay düzenleme bulunmadığı dikkate alındığında zorunlu müdafiiden burada kesinleşmiş hükmü bireysel başvuru yapmak amacıyla başvurucuya otuz günlük süre içerisinde bildirilmesini bekleme şekline bir yaklaşım zorunlu müdafiinin özen yükümlülüğünü çok farklılaştıracağı ve amacının dışına taşıracağı gibi bireysel başvurudaki süre şartını aşırı dar biçimde yorumlama sonucunu da doğuracağı açıktır. Kaldı ki zorunlu müdafiliğin özen yükümlülüğünün kapsamını çoğunluk kararında olduğu şekilde genişleten bir yaklaşım uygulamadaki durumla da uyumlu değildir.
12. Bu dosyada ikinci olarak değerlendirilmesi gereken husus somut başvuruya konu olayda başvurucunun da kesinleşen Yargıtay kararını UYAP işlem kütüğünden 26/8/2020 günü saat 02.11'de açarak okuduğu tespitidir. Oysa başvurucu o tarihte cezaevinde bulunmaktadır. Burada akla bu kişinin cezaevinden UYAP’a girip bu bilgiye ulaştığı hususu gelebilir.
13. Bununla birlikte Mahkememizce UYAP kayıtlarına göre başvurucunun nihai kararı okuduğu belirtilen tarihlerde başvurucuya bilgisayar kullanım imkânı sunulup sunulmadığı, böyle bir imkândan yararlandırılmış ise bu cihazların internet bağlantısının olup olmadığı, söz konusu cihazlardan e-devlet kapısı internet sitesine erişim imkânı olup olmadığı hususlarında yapılan yazışmalar üzerine 16/10/2023 tarihli verilen cevapta başvurucunun 31/12/2019 tarihinden bu yana kurumda bulunduğu, bu süre içerisinde eğitim biriminde bilgisayar kursu veya okul kaydının bulunmadığı, kurumda bulunan tüm hükümlü/tutuklulara bilgisayar kullanım talepleri olması halinde bilgisayar kullanım imkânı sunulduğu, bu imkân doğrultusunda kullanılan bilgisayarlarda internet bağlantısının olmadığı, başvurucunun bu yönde bir talebinin de olmadığının kayıtların tetkikinden anlaşıldığı bildirilmiştir.
14. Yetkili merci tarafından verilen bu cevap da göstermektedir ki başvurucuya ait kimlik bilgileri ve şifreler ile UYAP işlem kütüğüne girilmiş ise de başvurucunun bunu gerçekleştirmiş olmasının başvurucunun o tarihte cezaevinde bulunması ve cezaevi idaresinin cevabındaki detay açıklamalar nedeniyle fiilen imkansızdır.
15. Her ne kadar Mahkememiz Hüseyin Aşkan kararındaki yerleşik içtihat gereği UYAP işlem kütüğüne girilip kararın görülmesi ile bireysel başvuruda sürenin başlayacağı ilke olarak kabul edilmekteyse de somut olayda başvurucunun UYAP’a kendisinin girmesi mümkün değildir. Böyle bir durumda süreyi bu tarihten başlatan bir yaklaşım başvurucunun bireysel başvurudaki nihai kararı “öğrenme” fiilinin henüz gerçekleşmemiş olması nedeniyle hukuken mümkün olmamalıdır.
16. Dolayısıyla başvurucunun cezaevinde bulunması ve UYAP’a girme imkanı olmadığının resmi bir yazı ile ortaya konulmuş olmasına rağmen bireysel başvurudaki süre koşulunu buna rağmen bu tarihten başlatan bir yaklaşımın aşırı katı ve şekilci bir yorum olarak hak arama özgürlüğü ile bağdaşmayacağı ifade edilmelidir. Zira bu biçimdeki bir yaklaşım sadece bir varsayıma dayalı biçimde başvurucunun nihai kararı öğrendiği anlamına gelecektir. Böylesine bir varsayıma dayalı yaklaşımla karar verilmesi ise yargı denetimini anlamsızlaştıracaktır.
17. Nitekim bu bağlamda çoğunluk kararında “Dolayısıyla 26/8/2020 tarihinde infaz kurumunda bulunan ve bu tarihte bilgisayar kullanmadığı, e-devlet kapısı ve/veya UYAP Vatandaş Portalı'na erişim imkânı bulamadığı tespit edilen başvurucunun anılan tarihte nihai kararı UYAP üzerinden okuyarak öğrenen kişi olmadığı anlaşılmıştır.” (§ 54) şeklinde açık bir belirleme yapıldıktan sonra “Somut olayın yukarıda belirtilen koşullarında, başvurucunun rızası ve onayı ile nihai kararın UYAP üzerinden üçüncü kişilerce öğrenildiği ve sonrasında bireysel başvuru hakkının kullanımına yönelik hazırlıklar yapıldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla -somut olayda olduğu gibi- nihai kararın ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun onayına istinaden UYAP üzerinden üçüncü kişilerce okunduğunun somut olgulardan hareketle tespit edilebildiği durumlarda bireysel başvuru süresinin başlangıcı olarak üçüncü kişilerce okuma tarihinin esas alınması gerekir.” (§ 57) sonucuna ulaşılması aslında bireysel başvurudaki ihlalin kişi veya avukatı tarafından öğrenilmesi ve süre aşımı gibi konularda kabul edilebilirlik kriterlerinin ne derece farklı yorumlandığını ve bu yaklaşımın bireysel başvuru yolu ile kişilere tanınan hak arama yolunu ne derece zorlaştırdığını göstermektedir.
18. Kanaatimizce somut olayda olduğu şekildeki bir durum esasında UYAP işlem kütüğüne girip nihai kararı okuyup öğrenme tarihinden itibaren bireysel başvuru süresinin başladığı şeklindeki içtihadın bir istisnası olarak kabul edilmelidir. Zira burada başvurucunun cezaevinden UYAP’a fiilen girme imkanının olmadığına dair bir resmi yazı bulunduğu dikkate alındığında bu istisnanın fevkalade makul bir gerekçesi de mevcuttur.
19. Sonuç olarak somut bireysel başvuruda yukarıda sıralanan gerekçelerle Mahkememiz çoğunluğunun başvurunun süre aşımı gerekçesiyle kabul edilemez bulunması gerektiği şeklindeki kararına katılmamaktayım.
|
|
|
|
Üye Yusuf Şevki HAKYEMEZ |