Özet:
- Yaralama suçu bakımından yaranın silahla oluşması zorunlu değildir.
- Somut olayda, sanık yumruk atarak katılanı yaraladıktan sonra bıçak sallamak suretiyle saldırıda kendisine üstünlük sağlamış, mağdurun iç huzurunu daha çok bozmuş, bıçağın korkutucu ve caydırıcı özelliğinden faydalanarak katılanın direncini kırmış olduğundan yaralama suçunu silahla işlediğinin kabulünde zorunluluk vardır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulüne, Özel Daire bozma ilamının (1) numaralı paragrafındaki "eylemin silahla yaralama olarak değerlendirilmesi gerektiği, mağdur sanık ... hakkında TCK'nin 86/3-e maddesinin uygulanması suretiyle cezada artırıma gidilmesi gerektiği gözetilmeyerek yazılı şekilde" cümlesinin çıkartılarak yerine "eylemin silahla yaralamaya teşebbüs olarak değerlendirilmesi gerektiğinden, sanık hakkında TCK'nın 86/2, 86/3-e ve 35. maddeleri uyarınca uygulama yapılırken tamamlanmış basit yaralama suçu için öngörülen cezanın altına düşmeyecek şekilde bir ceza belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi suretiyle" ibaresinin eklenmesine, Cumhuriyet savcısının temyiz taleplerinin içeriğine göre aleyhe yönelen temyiz bulunmadığından sanığın ceza miktarı bakımından kazanılmış hakkının Yerel Mahkemece gözetilmesine karar verilmelidir.
Yargıtay Dairesi : 3. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Sulh Ceza
Sayısı : 865-520
Sanık ...'in kasten yaralama suçundan TCK'nın 86/2, 62 ve 50/1-f maddeleri uyarınca 3 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, cezasının 1 ay 20 gün süreyle kamuya yararlı hizmetlerde çalıştırılma seçenek yaptırımına çevrilmesine ilişkin Soma (Kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesince verilen 08.05.2013 tarihli ve 865-520 sayılı hükmün, Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesince 01.07.2015 tarih, 7390-23333 sayı ve oy çokluğuyla;
"1) Mağdur sanıkların karşılıklı yumruklaştıkları, bu şekilde birbirlerini yaraladıkları, yine olay sırasında mağdur sanık ...'nin silahtan sayılan bıçağını alıp diğer mağdur sanık ...'a salladığı ancak vuramadığı şeklinde gelişen olayın bütünlük arz ettiği ve eylemin silahla yaralama olarak değerlendirilmesi gerektiği, mağdur sanık ... hakkında TCK'nın 86/3-e maddesinin uygulanması suretiyle cezada artırıma gidilmesi gerektiği gözetilmeyerek yazılı şekilde eksik ceza tayini,
2) Oluşa ve dosya içeriğine göre, aksi ispat edilemeyen savunma ve iddialar ve hastane raporları birlikte değerlendirildiğinde mağdur sanıklar arasındaki kavgada ilk haksız hareketin hangi taraftan geldiği kesin olarak tespit edilemediğinden, sanıklar lehine olarak 5237 sayılı TCK'nın 29. maddesi gereğince haksız tahrik indirimi yapılması gerekmesine rağmen yapılmaması suretiyle fazla cezaya hükmedilmesi,
3) Sanıkların davadaki sıfatlarının gerekçeli kararın hüküm kısmında katılan sanık olarak yazılmasına rağmen, karar başlığında müşteki sanık olarak gösterilmesi," isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiş,
Daire Üyeleri M. M. Kaya ve H. Canan;
"Müşteki sanıkların olay öncesine dayalı husumetleri bulunduğu, olay günü karşılaştıklarında birbirlerini yumrukla darbettikleri, ayrıca sanık ...'nin cebinden çıkardığı kesici aleti müşteki Yılmaz'a doğru salladığı ancak teşebbüs aşamasında kaldığı dosya içeriğinden anlaşılmıştır.
Kavga sırasında kesici alet sallamak, yumruk ve tekmeler atmak gibi her bir bedeni hareket ayrı bir davranışı oluşturmakta ise de tüm bu hareketlerin tek başına kavgayı oluşturduğundan hukuki anlamda hepsinin tek fiil sayılması gerekmektedir.
Fiildeki teklik nedeniyle, bu aynı neviden bedeni hareketlerden en ağır ve en şiddetli olan yumrukla yaralama eyleminin tamamlandığı, bu eylemin müeyyidesi olan cezanın sanığa uygulanması gerektiğinden bu olayda TCK'nın 86. maddesinin 3-e fıkrasının uygulanma olasılığı bulunmamaktadır.
Bu nedenle mahkemenin uygulamasında bir isabetsizlik bulunmadığından (1) numaralı bozma kararındaki çoğunluk görüşüne katılmamaktayız." düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 10.09.2015 tarih ve 272349 sayı ile;
“Sanığın katılana yumrukla vurarak kasten yaralama eylemini tamamladığı, aynı zaman diliminde bir kez de bıçakla vurmaya teşebbüs ettiği ancak bunu başaramadığı olayda, farklı hareketlerin tek bir suçu oluşturduğu, kastedilen eylem ile alınmak istenen sonucun yumruk vurulması ile elde edildiği, bıçakla gerçekleştirilen hareketler sonucunda ise arzu edilen sonucu oluşturmadığı, bıçakla oluşan bir yaralanma olmadığından artık TCK'nın 86/3-e maddesinin uygulanmasına olanak bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Sanığın bıçakla katılana vurmaya teşebbüs etmesi hâlinin, ancak suç kastının yoğunluğuna delaletle, TCK'nın 61. maddesi gereğince temel ceza belirlenirken göz önüne alınabileceği düşüncesi ile sanık ... hakkında yaralama suçundan kurulan hükme yönelik (1) numaralı bozma nedenine itiraz etmek gerekmiştir.” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 3. Ceza Dairesince 19.11.2015 tarih, 25268-33046 sayı ve oy çokluğuyla itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık ... hakkında 6136 sayılı Kanun’a muhalefet etme; katılan-sanık ... hakkında kasten yaralama suçlarından verilen mahkûmiyet hükümleri Özel Dairece bozulmuş olup itirazın kapsamına göre inceleme, sanık ... hakkında kasten yaralama suçundan verilen mahkûmiyet kararıyla sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire çoğunluğuyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın, kavgada yumruk atmak suretiyle katılanı yaraladıktan hemen sonra eline aldığı bıçağı katılana salladığı ancak isabet ettiremediği olayda; uygulamanın ne şekilde yapılması gerektiği, bu bağlamda TCK’nın 86/3-e maddesinin uygulanma koşullarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
08.2012 tarihli olay, yakalama, üst arama ve muhafaza altına alma tutanağında; saat 14.50 sıralarında Cezaevi Sokak'ta bulunan park içinde kavga olduğu anonsu üzerine olay yerine gidildiği, bank üzerinde oturan iki şahsın birbirleriyle tartıştıklarının görülmesi üzerine konu sorulduğunda sanık ...’in, katılan ...’ın kendisini tehdit ettiğini, davacı ve şikâyetçi olduğunu beyan ettiği, katılan ...’ın ise sanık ...’nin kendisine bıçak çektiğini, kendisinin de davacı ve şikâyetçi olduğunu ifade ettiği, bunun üzerine sanık ile katılanın ekip aracına bindirilerek hastaneden rapor aldırıldıktan sonra Polis Merkezine götürüldükleri, sanık ...’den ele geçirilen sustalı bıçağın muhafaza altına alındığının belirtildiği,
Katılan ... hakkında Soma Devlet Hastanesince düzenlenen 21.08.2012 tarihli raporda; katılanın fizik muayenelerinin normal olduğunun bildirildiği,
Sanık ... hakkında Soma Devlet Hastanesince düzenlenen 21.08.2012 tarihli raporda; sanığın burun kanatları ve üst kısmında şişlik olduğu, yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile giderilebilir şekilde hafif nitelikli olduğuna dair açıklamalara yer verildiği,
09.2012 tarihli ekspertiz raporunda; sanık ...’den ele geçirilen sustalı çakının 6136 sayılı Kanun'un 4. maddesinde belirtilen yasak niteliği haiz bıçaklardan olduğu ancak nitelikleri itibarıyla vahamet arz etmediğinin belirtildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan ... Kollukta; sanık ...’yi 1 yıldır tanıdığını, sanığın halasının kızıyla evlendiğini ancak 4-5 aydır ayrı yaşadıklarını, evlendiğinden beri sanığın kendisine husumet beslediğini zira sanığın daha önceden eşiyle evlenmek istediğini ancak eşinin ailesinin buna izin vermediğini, olay tarihinde saat 14.40 sıralarında kahvehanenin önünde bulunduğu sırada yanına gelen sanığın küfrederek üzerine saldırdığını, bunun üzerine sanığa “Çevreye ayıp oluyor. Gel bir yerde konuşalım” dediğini ve birlikte orada bulunan bir parka gittiklerini, sanığa “Sen bir şeylere karışma, biz arkadaşız, aramızda sorun olmasın, bana kin gütme” dediğini, sanığın da “Güderim” diyerek başına yumruğuyla vurduğunu, daha sonra belinden çıkardığı sustalı bıçakla üzerine saldırdığını ancak bıçağın vücudunun herhangi bir yerine denk gelmediğini, sanığı sakinleştirdiğini ve tekrar banka oturduklarını, bu sırada polislerin geldiğini, sanığa vurmadığını,
Mahkemede önceki ifadesinden farklı olarak; sanığın bıçakla saldırması üzerine kendisini korumak amacıyla sanığı iteklediğini, sanığın kendisine yumrukla vurduğunu, sanıktan şikâyetçi olduğunu,
İfade etmiştir.
Sanık Kollukta; katılan ...’ı çocukluğundan beri tanıdığını, teyzesinin kızıyla katılanın 1 yıl kadar önce evlendiklerini, kendisinin teyzesinin kızını istemediğini, bundan dolayı katılana kin güttüğü iddiasının doğru olmadığını, olay tarihinde katılanın kendisini cep telefonuyla aradığını ve küfrederek tehdit ettiğini, bunun üzerine katılana kahvehanenin önüne gelmesini söylediğini, bir süre sonra katılanın geldiğini, birlikte yakında bulunan parka geçtiklerini, katılanın “Ben sana uzak dur demedim mi?” dediğini, kendisinin de “Zaten uzak duruyorum” demesiyle birlikte katılanın, burnuna bir kez yumruk attığını, bunun üzerine sinirlenerek yanında taşıdığı sustalı bıçağı belinden çıkartıp katılana doğru salladığını ancak bıçağın katılana isabet etmediğini, katılana yumruk ile vurduğunu, tekrar banka oturup konuştukları sırada polis memurlarının geldiğini,
Mahkemede; katılanla tartıştıklarını, karşılıklı olarak birbirlerine vurduklarını, üzerinde bıçak olduğunu ancak katılana bıçakla saldırmadığını, suçlamayı kabul etmediğini,
Savunmuştur.
Kasten yaralama suçu 5237 sayılı TCK’nın 86. maddesinde;
“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur
(3) Kasten yaralama suçunun;
a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,
b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silâhla,
İşlenmesi hâlinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır”, şeklinde düzenlenmiştir.
Maddenin birinci fıkrasında kasten yaralama suçunun tanımı yapılarak, kasten yaralamanın temel şekli düzenlenmiş, kişinin vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan her davranış, yaralama olarak kabul edilmiş, madde gerekçesinde bu husus açıkça vurgulanmıştır. Kasten yaralama fiilinin, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde olması hâli ise ikinci fıkrada düzenlenmiş olup bu durumda birinci fıkradaki hapis cezasından daha az süreli bir hapis cezası ya da seçimlik olarak adli para cezası suçun yaptırımı olarak öngörülmüştür.
Kasten yaralama suçunda korunan hukuki yarar, kişinin vücut dokunulmazlığı ve beden bütünlüğüdür. Suçun konusu, mağdurun acı verilen veya bozulan bedeni veya ruhsal varlığıdır. Failin yaptığı hareket sonucu, maddede belirtilen sonuçlardan biri meydana gelirse, kasten yaralama suçunun oluşacağında tereddüt bulunmayıp, bu sonucu doğurmaya elverişli olan tüm hareketlerle, kasten yaralama suçunun işlenmesi mümkündür.
Temel cezanın belirlenmesine ilişkin ilkeler ise aynı Kanun’un 61/1. maddesinde;
“(1) Hâkim, somut olayda;
a) Suçun işleniş biçimini,
b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
d) Suçun konusunun önem ve değerini,
e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
g) Failin güttüğü amaç ve saiki,
Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler” biçiminde hüküm altına alınmıştır.
5237 sayılı TCK’nun “Adalet ve Kanun Önünde Eşitlik İlkesi” başlıklı 3. maddesinin 1. fıkrasındaki, “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur” biçimindeki hüküm ile de, işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirleri arasında orantı bulunması gerektiği vurgulanmıştır.
Kanun koyucu, cezaların kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından hâkime, olayın özelliği ve işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı bir şekilde gerekçesini göstererek iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetki ve görevi yüklemiştir. Hâkimin temel cezayı belirlerken dayandığı gerekçe, TCK’nun 61/1. maddesine uygun olarak, suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saiki ile ilgili, dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde kanuni ve yeterli olmalıdır.
Tek fiille birden fazla suç normunun ihlali hâlinde, bu normlar arasındaki içtima ilişkisi ya "farklı neviden fikri içtima" ya da "görünüşte içtima" kapsamında kalmaktadır.
Farklı neviden fikri içtima TCK'nın 44. maddesinde; “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş olup bu hükmün uygulanabilmesi için işlenen bir fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir. Kanun koyucu, işlediği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilinin tek olması nedeniyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “non bis in idem” kuralı gereğince bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının da önüne geçilmesini amaçlamış, “erime sistemi”ni benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı ceza verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.
Görünüşte içtima ise, çeşitli normların aynı fiille ilgili görünmelerine rağmen, aslında bunlardan yalnız birinin uygulanabilmesidir (Kayıhan İçel, Suçların İçtimaı, İstanbul, 1972, s. 167). Görünüşte içtima kanunda düzenlenmemiştir, ancak ceza normlarının birbirleriyle olan ilişkisi ve bunların yorumundan aynı fiille ilgili görülen çeşitli normlardan sadece birinin uygulanabileceği sonucuna varmak mümkün olduğundan, kanun koyucunun görünüşte içtima şekillerine yer vermesi gerekmemektedir (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara Eylül 2015, 8. Bası, s.519.).
Fikri içtima ve görünüşte içtimanın ortak özelliği fiilin tek ve aynı olmasıdır. Ancak fikri içtima hükmünün uygulanabilmesi için görünüşte içtima hâllerinden birinin bulunmaması gerekmektedir. Bu nedenle, tek fiille ilgili suç tipleri arasında öncelikle görünüşte içtima ilişkisinin bulunup bulunmadığının tespiti gerekli olup görünüşte içtima ilişkisinin bulunması, fikri içtima hükmünün uygulanmasına engel teşkil eder. Fikri içtimanın görünüşte içtimadan en önemli farkı, fikri içtima hâlinde sebebiyet verilen suç tiplerine ilişkin normların hepsinin uygulanabilmesine karşılık görünüşte içtimada normlardan sadece birinin uygulanabilir olmasıdır. Başka bir deyişle, görünüşte içtima hâlinde gerçekte sadece bir norm ihlal edilmekte olup diğer normların ihlali sadece görünüştedir. Çünkü suç tiplerine ilişkin normların hepsi fiilin haksızlık muhtevasını tümü ile kapsamakla beraber gerçekte uygulanacak olan norm, haksızlık muhtevası itibarı ile diğer normları da tüketmekte, tüm normlar haksızlık ilişkisi bakımından tamamen örtüşmektedir. Dolayısıyla, normlardan sadece biri gerçekte uygulanma kabiliyetine sahiptir (Neslihan Göktürk, Fikri İçtima, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, s. 73-74.).
Görünüşte içtima hâllerinde hangi kanunun uygulanması gerektiği, "tüketen-tüketilen norm ilişkisi", "yardımcı (tali) normun sonralığı" ve "özel normun önceliği" gibi ilkelere göre belirlenmektedir.
Bir ceza normu bir veya daha fazla başka ceza normlarını bünyesine almış ise "tüketen-tüketilen norm ilişkisinden" söz edilir. Bu durumda normları bünyesine alan ceza normu, diğer normları tüketmektedir. Bu takdirde fiile sadece tüketen norm uygulanabilecektir. TCK'nın 42. maddesinde tanımlanmış olan "bileşik suç" tüketen-tüketilen norm ilişkisinin tipik görünümlerinden birisidir. Örneğin; yağma suçu, hırsızlık ve cebir/tehdit suçlarını bünyesinde barındırmakta, başka bir anlatımla o suçları tüketme, tüketilen suçlar ise bağımsızlıklarını yitirmektedirler.
Yardımcı (tali) normlar da, asli normlarla benzer hukuki yararları koruyan normlardır. Bu tür normlar, asli normların tatbik edilemeyeceği durumlarda kanunda boşluk oluşmasını engellemek amacıyla getirilmiş düzenlemelerdir. Asli-yardımcı norm ilişkisinin olduğu durumda fiile yardımcı norm değil asli norm uygulanacaktır. Bir normun yardımcı norm mu asli norm mu olduğunun, asli normun uygulanamadığı yerlerde başvurulan bir norm olmasından anlaşılması bir yana, düzenleme içinde, "fiil daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde", "kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında" ve "eylemin başka bir suç oluşturmaması hâlinde" gibi ifadelerin yer alıp almamasına göre de belirlenmekte, bu gibi ifadelerin yer aldığı normların yardımcı norm olduğu kabul edilmektedir.
Genel norm ile aynı hukuki yararı koruyan özel norm, genel normun tüm unsurlarını taşımakla birlikte genel normda yer almayan özel bazı unsurları da ihtiva etmektedir. Böyle bir durumda "özel normun önceliği" ilkesi uyarınca olaya genel norm değil özel norm uygulanacaktır. Suçun temel ve nitelikli hâlleri arasındaki ilişki, özgü suç ve genel suç arasındaki ilişki ile genel ve özel kanun arasındaki ilişki, özel-genel norm ilişkisi içinde değerlendirilmektedir (M. Emin Artuk-A. Gökcen- A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014, s. 636; Veli Özer Özbek, Mehmet Nihat Kanbur, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 6. Bası, 2015, s. 612-613; Berrin Akbulut, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 3. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2016, s. 685-686; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 8. Bası, Ankara, 2015, s.520.). Örneğin, 5237 sayılı Kanun'da zimmet suçunu düzenleyen 247. madde hükmü genel norm niteliğinde iken 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun 160. maddesinde düzenlenmiş olan zimmet suçu özel norm niteliği taşıdığından, Bankacılık Kanunu kapsamındaki bir banka görevlisinin zimmet suçunu işlemesi durumunda özel normun önceliği ilkesi gereğince 5237 sayılı TCK'nın 247. maddesi değil Bankacılık Kanunu’nun ilgili hükmü uygulanmalıdır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık ... ile katılan ...’ın, Soma ilçesi, Cuma Mahallesi, Cezaevi Sokak üzerinde karşılaştıkları, aralarındaki önceye dayalı husumet nedeniyle çıkan tartışmanın kavgaya dönüşmesi üzerine sanık ...’nin yumruk atmak suretiyle katılanı yaraladıktan hemen sonra üzerinde taşıdığı sustalı bıçağı eline alarak katılana doğru salladığı ancak isabet ettiremediği olayda;
Sanık ...'nin kavgada katılana yumruk atmak ve hemen ardından bıçak sallamak şeklindeki hareketlerinin hukuki anlamda "tek bir fiili" oluşturduğu, TCK'nın 43/3. maddesindeki istinai düzenleme nedeniyle zincirleme suç hükmünün uygulanamayacağı ve yine sanığın hukuki anlamda tek fiili nedeniyle iki farklı suçun oluşmaması karşısında TCK’nın 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima koşullarının bulunmadığı hususunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Ancak somut olayda tamamlanmış yaralama suçuna sebebiyet veren bir hareketin yanında silahla (sustalı bıçakla) işlenmiş ancak teşebbüs aşamasında kalmış başka bir hareket daha bulunmaktadır. Bu durumda, sanık hakkında tamamlanmış kasten yaralama suçundan TCK'nın 86/3-e maddesi uyarınca yapılacak artırım birtakım adaletsiz sonuçlara neden olacaktır. Şöyle ki, somut olaya benzer şekilde gerçekleşen ancak yaralamanın daha nitelikli olduğu (örneğin failin attığı yumrukla mağduru hayati tehlike geçirecek şekilde yaraladığı ya da mağdurun duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine neden olduğu) bir olayda, failin mağduru nitelikli şekilde yaraladıktan hemen sonra mağdura bıçak sallayıp isabet ettirememesi durumunda, fail hakkında TCK'nın 87/1. maddesinin son cümlesi uyarınca 5 yıldan az olmayacak; TCK'nın 87/2. maddesinin son cümlesi uyarınca ise 8 yıldan az olmayacak şekilde bir cezaya hükmedilmesi gerektiği sonucu ortaya çıkacak olup teşebbüs hükümlerinin de uygulanmayacak oluşu karşısında; cezanın alt sınırdan belirlenmesi durumunda amacına ulaşmayan eylemden dolayı fail hakkında ilk örnek olayda fazladan 2; ikinci örnek olayda ise fazladan 3 yıl hapis cezasına hükmedilmesi sonucu ortaya çıkacaktır. Bu şekilde ortaya çıkan adaletsiz sonuçlar, TCK'nın 3. maddesinde "adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi"ni düzenleyen kanun koyucunun iradesine aykırı olacaktır. Öte yandan itiraznamedeki düşüncenin kabulü hâlinde ise, silah kullanılan bir yaralama suçu, takibi şikâyete bağlı bir suç hâline gelecek ve yine kullanılan silahın müsadere edilemeyeceği sonucu ortaya çıkacaktır. Bu şekilde ortaya çıkan adaletsiz sonucun da kabul edilmesi mümkün değildir. Bu durumda, sanık hakkında mahkûmiyet hükmünün ne şekilde tesis edileceği, başka bir ifadeyle uygulanacak kanun maddelerinin ne olması gerektiği sorunu ortaya çıkmaktadır. Kasten yaralama suçundan verilecek cezada bir artırım nedeni olarak öngörülen suçun silahla işlenmiş hâlinin teşebbüs aşamasında kalması, genel norm ile aynı hukuki yararı koruyan özel norm niteliğinde olup genel normun tüm unsurlarını taşımakla birlikte genel normda yer almayan özel bazı unsurları da ihtiva etmektedir. Böyle bir durumda "özel normun önceliği" ilkesi uyarınca olaya genel norm değil özel normun uygulanması gerektiğinden, somut olayda sanığın silahla kasten yaralama suçuna teşebbüsten sorumlu tutulması gerekmektedir. Ancak ortada basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte tamamlanmış bir yaralamanın var olduğu da göz önüne alındığında, işlenen fiille orantılılık ve hakkaniyet ilkeleri gözetilerek teşebbüs hükmünün düzenlendiği TCK'nın 35. maddesi uyarınca cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilmek suretiyle belirlenecek ceza, tamamlanmış basit yaralama suçu için öngörülen cezanın altına düşmeyecek şekilde belirlenmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulüne, Özel Daire bozma ilamının (1) numaralı paragrafındaki "eylemin silahla yaralama olarak değerlendirilmesi gerektiği, mağdur sanık ... hakkında TCK'nin 86/3-e maddesinin uygulanması suretiyle cezada artırıma gidilmesi gerektiği gözetilmeyerek yazılı şekilde" cümlesinin çıkartılarak yerine "eylemin silahla yaralamaya teşebbüs olarak değerlendirilmesi gerektiğinden, sanık hakkında TCK'nın 86/2, 86/3-e ve 35. maddeleri uyarınca uygulama yapılırken tamamlanmış basit yaralama suçu için öngörülen cezanın altına düşmeyecek şekilde bir ceza belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi suretiyle" ibaresinin eklenmesine, Cumhuriyet savcısının temyiz taleplerinin içeriğine göre aleyhe yönelen temyiz bulunmadığından sanığın ceza miktarı bakımından kazanılmış hakkının Yerel Mahkemece gözetilmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Başkanı; "Uyuşmazlık konusuyla ilgisi bakımından kasten yaralama suçunun ağırlaştırıcı nedenlerinden birisi olan 'suçun silahla işlenmesi' kavramı ile Ceza Hukukunda 'yorum' ve 'yorum araçları' kavramları üzerinde durulması gerekmektedir.
TCK’nın kasten yaralama suçunun silahla işlenmesi hâlinin düzenlendiği 86. maddesinin gerekçesinde; "Fıkranın (e) bendinde, kasten yaralama suçunun silâhla işlenmesi, bir nitelikli hâl olarak kabul edilmiştir. Silâh deyimi için, ‘Tanımlar’ başlıklı madde hükmüne bakılmalıdır." açıklamasına yer verilmiştir.
Somut olayda sanığın katılanı yaralamak amacıyla salladığı ve 6136 sayılı Kanun’a göre yasak niteliğini haiz olan sustalı bıçağın, TCK’nın 6/1-f maddesinde belirtilen 'silah' kapsamına girdiği hususunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 19.02.2019 tarihli ve 311-112 sayılı kararında da belirtildiği üzere, somut olayın özelliklerine göre örneğin yumruk veya tokatla verilebilecek zararın ötesinde yaralamaya yol açan veya yaralama tehlikesini barındıran, faile bir avantaj veya üstünlük sağlayan ya da korkutucu ve caydırıcı özelliği nedeniyle mağdurun suça karşı direncinin kırılmasına yardımcı olan ve bu doğrultuda saldırı veya savunmada etkin şekilde kullanılan her nesne, yapısı, kullanılış biçimi ve elverişlilik kriteri de göz önünde bulundurularak silah olarak kabul edilmeli ve ağırlaştırıcı neden uygulanmalıdır.
5237 sayılı TCK’nın 'Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi' başlıklı 2. maddesinin 3. fıkrasında; 'Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz' hükmü getirilmiştir. Maddenin gerekçesinde; 'Böylece ceza kanunlarının bireye güvence sağlama işlevinin bir gereği daha yerine getirilmiş olmaktadır. Yeni tarihli ceza kanunlarında da kıyas yasağına ilişkin olarak açık hükümlere yer verilmektedir. Örneğin yeni Fransız Ceza Kanununda bu husus ‘ceza kanunları dar yorumlanır’ biçiminde ifade edilmiştir. Kıyas yasağıyla getirilen güvencenin tam anlamıyla uygulanabilmesini mümkün kılmak amacıyla, kıyasa yol açacak şekilde yapılacak geniş yoruma da başvurulamayacağı açıkça ifade edilmiştir. Ancak bu hükümle ceza hukukunda genişletici yorum tümüyle yasaklanmamakta, sadece bu yorum biçiminin kıyasa yol açacak şekilde uygulanmasının önüne geçilmek istenmektedir” denilmiştir.
Öğretide de 'yorum' ve 'yorum araçlarıyla' ilgili birtakım görüşler ileri sürülmüştür.
Yorum; bir sözün, bir deyimin, bir kanun hükmünün gerçek anlamını araştırmak için yapılan zihinsel bir faaliyettir. Başka bir ifadeyle, bir hukuk kuralının anlamını ve kapsamını ortaya çıkarmak için gerçekleştirilen işleme 'yorum' adı verilir. Çoğu kez kanunda kullanılan kelimeler veya kanun metninin anlamının tespitinde bir güçlük çıkmaz. Ancak bazen hukuk kuralı belirsiz olabileceği gibi birden fazla manaya da gelebilir. İşte bu gibi durumlarda, kanunun uygulanmasını sağlamak için kuralın hakiki anlamını ortaya çıkarmak zorunluluğu hasıl olur. Ceza Hukuku alanında da yasanın soyut hükümlerinin somut olaylara uygulanması sırasında içeriğinin ve kapsamının belirlenmesi için yorum işleminin uygulanması gerekir. Yorumda bulunan hâkimin görevi, uygulayacağı yasa maddesinin içeriğini ve kapsamını aynı olayda karar verebilecek herhangi bir diğer hâkimin anlaması gerektiği şekilde anlamaktır. Ceza hukuku alanındaki yorum, suçta ve cezada kanunilik ilkesinin gereklerine uygun olarak yapılmalıdır. Bu nedenle, ceza hukuku normlarının sanığın zararına olarak, kıyas niteliğinde, genişletici biçimde yorumlanması kanunilik ilkesine ters düşer. Yorum için kullanılacak doğrudan araçlar yasa metninde yer alanlardır. Bunlardan ilki metindeki sözcüklerdir. Sözcüklerin günlük dildeki anlamları ile hukuk dilindeki anlamları farklı ise, hukuk dilindeki anlamlarına öncelik verilmesi gerekir. Bu yorum biçimine, 'dil bilimi yorumu', 'lafzi yorum' veya 'söz yorumu' da denir. Yasada kullanılan her kelimenin belirli bir anlatım amacının bulunduğunu kabul etmek gerekir. Yorumda 'yasada gereksiz terimler kullanılmaz' varsayımından hareket edilerek kanun koyucunun gerçek iradesine ulaşılmaya çalışılmalıdır. Yasal normun yorumlanmasında 'mantık kuralları' da önem gösterir. A fortiori (öncelik) ve a contrario (karşıt kavramdan anlam çıkarma) kuralları yorumda yararlanılan mantık araçlarındandır. Yorum yapılırken normun yasanın sistematiği içindeki yerini de dikkate alıp değerlendirmek gerekir. 'Sistematik yorum' olarak adlandırılan bu tür yorum yasanın metnine göre yapılan yorumu (sözel-lafzi yorum) tamamlayıcı niteliktedir. Bu şekilde, bir normun yasada bulunduğu kısım ve bölümde yer alan diğer normların ortak özellikleri yorumda yardımcı olur. Normun yasaya konulmasının nedeni, normun amacı ve korunan hukuksal yarar yorumun gerçekleştirilmesinde yararlanılması gereken araçlardandır. Yasaların gerekçeleri bu konuda yol gösterici olabilir. Yasa gerekçesinde aydınlatıcı açıklamalar yoksa, yapıldığı dönemdeki sosyal ve politik koşullar incelenerek 'neden' ve 'amaç' ortaya konulmalıdır. Bu konuda yasama organının yasayla ilgili 'h