Sadrettin Bilir Başvurusu
Anayasa Mahkemesi
Esas No : 2018/12776
Karar No : 2018/12776
Karar Tarihi : 2021-05-25





Özet:

Başvuru, kolluk tarafından gerçekleştirilen yakalama işlemi sırasında ve gözaltında tutulduğu polis merkezinde başvurucunun darbedilmesi ve bu olayla ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

BİRİNCİ BÖLÜM: KARAR

Başkan: Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler: Hicabi DURSUN

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Selahaddin MENTEŞ

İrfan FİDAN

Raportör: Sinan ARMAĞAN

Başvurucu: Sadrettin BİLİR

Vekili: Av. Müslüm DALAR

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kolluk tarafından gerçekleştirilen yakalama işlemi sırasında ve gözaltında tutulduğu polis merkezinde başvurucunun darbedilmesi ve bu olayla ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 2/5/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Başvurucunun adli yardım talebi Komisyon tarafından kabul edilmiş ve başvurucu, yargılama giderlerini ödemekten geçici olarak muaf tutulmuştur.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

8. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Genel Bilgiler

9. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

10. Bismil'de (Diyarbakır) 28/6/2016 tarihinde gece yarısı başvurucunun da içinde olduğu araç, seyir hâlindeyken güvenlik güçleri tarafından durdurulmuştur. Başvurucunun yanında iki kişi daha bulunmaktadır.

11. Başvurucu ve yanındakiler araçtan indirilmiş, bir suç isnadı kapsamında yakalanarak Bismil İlçe Emniyet Müdürlüğüne getirilmiştir. Burada bir müddet tutulan başvurucu 29/6/2016 sabahı Diyarbakır Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne (TEM) götürülmüştür.

12. Aynı gün başvurucuyla görüşmek üzere TEM'e gelen avukatı saat 15.04'te bir tutanak hazırlamış, başka bir avukat ile başvurucu da tutanağı imzalamıştır. Tutanakta; başvurucunun sol gözünde şişlik ve morartı olduğu, sol kaburga kemiklerine aldığı darbeler nedeniyle 28/6/2016'dan beri belirli aralıklarla kustuğu, burnunun şiştiği, konuşamayacak hâlde olduğu, sol elmacık kemiğinin içe göçtüğü ve kırılmış olabileceğinin değerlendirildiği yazılıdır.

B. Başvurucunun Şikâyetine İlişkin Soruşturma Süreci

13. Başvurucunun avukatı 30/6/2016 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçeyle olay gecesi yakalama işlemini gerçekleştiren kamu görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Dilekçede özetle başvurucunun cenaze defin işlemleri sonrasında bindiği aracın uyarı yapılmaksızın kolluk tarafından durdurulduğu, başvurucunun kafasına basılarak yumruk ve tekmelerle darbedildiği, götürüldüğü polis merkezinde de işkenceye devam edildiği iddia edilmiştir. Dilekçede başvurucunun fiziksel durumuna ilişkin olarak her iki gözünde de morluklar olduğu ve görmekte zorlandığı, sol elmacık kemiğinin kırık olduğu, kafasında kırıklar ve şişlikler bulunduğu, aldığı darbeler nedeniyle sürekli bulantı ve baş dönmesi sorunu yaşadığı, burnunun sürekli kanadığı ve güçlükle nefes aldığı, darp nedeniyle dudaklarının patladığı ve dişlerinde hassasiyet oluştuğu, konuşma, yeme ve içme sorunu çektiği, kol ve ayaklarına aldığı darbeler dolayısıyla yürümekte ve oturmakta büyük zorluk yaşadığı belirtilmiştir.

14. Şikâyet dilekçesinde; yakalama işleminin yapıldığı olay yerine ilişkin görüntüler ile götürüldüğü polis merkezinin kamera kayıtlarının istenmesi, vakit geçirilmeksizin başvurucunun adli tıbba sevk edilerek hakkında adli tıp raporu aldırılması, başvurucunun bedenindeki yara izlerinin fotoğraflanması ve video kaydının yapılması, olayın faillerinin açığa alınarak şüpheli sıfatıyla ifadelerinin alınması şeklinde bazı taleplerde bulunulmuştur.

15. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, şikâyetin yapıldığı gün İl Emniyet Müdürlüğüne yazı yazarak şu hususları istemiştir:

- TEM'de bulunan başvurucunun ifadesinin alınması

- Rızası dâhilinde başvurucunun vücudundaki izlerin fotoğraf ve video çekiminin yapılması

- Yakalama yeri ve götürüldüğü karakolların tespit edilip ilgili kollukla irtibata geçilerek kamera görüntülerinin temin edilmesi

- Başvurucunun Adli Tıp Kurumuna sevk edilerek hakkında kati raporun aldırılması

16. TEM görevlileri, talep doğrultusunda avukatı eşliğinde başvurucunun bedenindeki yaraları görüntülemiş ve müşteki sıfatıyla ifadesini almıştır. Başvurucu 1/7/2016 tarihli ifadesinde özetle cenaze konvoyunu yakalamak için iki arkadaşının da içinde olduğu araçla seyrettiklerini, bir benzin istasyonun yanındaki kavşağı geçtikten sonra yolun sağında zırhlı bir araç ile çok sayıda güvenlik görevlisinin beklediğini gördüklerini, üzerilerine silah doğrultan görevlilerin kendilerinden araçtan inmelerini ve yüzüstü yatmalarını istediğini, denilenleri yaptıklarını, sormaları üzerine cenazeden geldiklerini söylediklerini, görevlilerin arkadaşlarının kimliklerine baktıktan sonra isimleriyle hitap ederek arkadaşlarını dövmeye başladığını söylemiştir. İfadesinin devamında başvurucu; güvenlik güçlerinin yanına gelerek üzerine bastıklarını ve oturduklarını, kafasını tekmelediklerini, bir bıçak göstererek bununla kendisini keseceklerini söylediklerini, bir müddet daha dövdükten sonra zırhlı araca götürdüklerini, götürürken kafasının üstünden silahla havaya doğru ateş ettiklerini belirtmiştir. Başvurucu ayrıca getirildikleri Bismil İlçe Emniyet Müdürlüğünde (Emniyet Müdürlüğü) yere atıldıklarını ve kendilerinden elleri sırtlarında yatmalarının istendiğini, yanından geçen güvenlik güçlerinin her seferinde kendilerini tekmelediğini, defalarca kustuğunu, TEM'e götürülmeden önce bir saat ayakta bekletildiklerini ileri sürmüştür.

17. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının emniyetten talep ettiği hususlar yukarıda belirtilenler dışında yerine getirilmemiştir. Soruşturmada 6/7/2016 tarihinde yetkisizlik kararı verilerek dosya Bismil Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilmiştir.

18. Başsavcılık 12/7/2016 tarihinde Emniyet Müdürlüğü yazdığı yazıyla başvurucunun gözaltına giriş ve çıkışı sırasında alınan adli muayene raporları ile yakalamayla ilgili tutulan tüm tutanakların gönderilmesini istemiştir.

19. Emniyet Müdürlüğünün gönderdiği, Bismil Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen 29/6/2016 tarihli (saat 02.51) gözaltı giriş raporunda olay öyküsü darp ve cebir olarak belirtilmiştir. Ayrıca "Sol gözde morluk, şişlik, kızarıklık, sol omuzda sıyrık, kızarıklık, morluk, sağ omuzda ve boğazda kızarıklık, sırtta kızarıklık, morluk, sol dirsekte sıyrık, sol renal bölgede hafif kızarıklık, burunda kanama." şeklinde bulgulara yer verilmiştir.

20. Söz konusu rapora göre yaralanmalar basit tıbbi müdahale ile giderilmiştir. Bunun yanında raporda bilgisayarlı tomografi çekimi gerektiği fakat hastanedeki cihazın çalışmadığı belirtilmiştir.

21. Başvurucu aynı hastanede sabah (saat 07.30) yeniden muayene edilmiş ve başvurucunun akciğer grafisi çekilmiştir. Düzenlenen raporda aynı muayene bulgularına yer verilmiş fakat yaralanmanın niteliğine ilişkin bir tespit yapılmamıştır. Öte yandan başvurucu hakkında Selahaddin Eyyubi Devlet Hastanesi tarafından 29/6/2016 tarihinde saat 08.46'da, 30/6/2016 tarihinde 00.53'te ve 1/7/2016 tarihinde iki tane (birinde saat bilgisinin yer almadığı, diğerinin saatinin ise 17.26 olduğu) olmak üzere TEM görevlilerin talebiyle dört ayrı rapor düzenlenmiş; raporlarda yeni darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiş fakat yaralanmanın niteliğine ilişkin açıklama yapılmamıştır. Son olarak Bismil Devlet Hastanesinde 1/7/2016 tarihinde saat 18.35'te düzenlenen raporda başvurucuda yeni darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilerek yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebileceği yazılmıştır.

22. Emniyet Müdürlüğünün gönderdiği belgelerden yakalama işlemi sonrasında on altı polis memuru, başvurucu ve yanındaki iki arkadaşının imzaları bulunan 29/6/2016 tarihli bir tutanak düzenlendiği görülmüştür. Olay, Yakalama ve Muhafaza Altına Alma Tutanağı'nda özetle Bismil'e bağlı Yeniköy mevkiinde bulunan bir sitede 28/6/2016 tarihi saat 20.16'da bir uzman çavuşun şehit edilmesi sonrasında olayın faillerinin yakalanması amacıyla çalışma başlatıldığı, izlenen görüntülerden ve çevrede yapılan araştırmalardan olayın faili olabilecek kişilerin iki ayrı araçla Tepe yolu istikametinden Savur ilçesi kırsalına doğru kaçtıkları yönünde bilgi elde edildiği, konuyla ilgili çalışmalar devam ederken 72 D... plakalı R. marka bomba yüklü bir aracın ilçeye eylem hazırlığı için gelebileceği yönünde bilgi alındığı, bu nedenle il merkezinden gelen Özel Harekât polisleri ve üç polis ekibinin katılımıyla Tepe kavşağında güvenlik tedbiri alındığı belirtilmiştir. Tutanağa göre ihbara konu araç saat 00.30 sıralarında dur ihtarına rağmen yola devam etmiş, sonrasında Bismil Köprüsü girişinde zırhlı araçla yolu kesilerek durdurulmuş ve havaya ateş açılarak araçtakilerin inmeleri istenmiştir. Araçtakilerin bir süre inmemeleri üzerine ekiplerin araca yaklaşarak bu kişilerin inmelerini sağladığı belirtilmiştir. Aşağı indirilen üç erkek şahsın kontrol altına alınmaya direndiği, bunun üzerine Özel Harekât polislerince kademeli olarak zor kullanıldığı tutanakta ifade edilmiştir.

23. Tutanakta ayrıca yakalanan kişilerin üzerinde suç eşyasına rastlanmadığı fakat araçta yapılan aramada kırk adet zarfta toplam 1.233 TL para, boş bir karar defteri, üzerinde karar defteri yazan bir adet defter ve en arka sayfasında 18/6/2016 tarihinde A. köyünde menfeze yerleştirilen el yapımı patlayıcılara ait kroki olduğu değerlendirilen defter, bir su matarası, yakalanan şahıslardan Y.B.nin üzerinde ise farklı kişilerin isimleri ve karşısında farklı miktarlarda para yazan not kâğıdı bulunduğu belirtilmiştir. Bunun dışında yakalanan aracın motor şase numarasının tahrip edilmesi nedeniyle plakayla eşleştirilemediği tespit edilmiştir. Yakalanan kişiler hakkında önce sağlık raporları alınmış, daha sonra bu kişiler polis merkezine götürülmüştür.

24. Başsavcılık, Emniyet Müdürlüğünce gönderilen yukarıdaki belgeleri soruşturma dosyasına eklemiş; başkaca bir araştırma ve soruşturma işlemi yapmamıştır.

25. Başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak yürütülen soruşturma sonucunda Başsavcılık 24/10/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda şüpheli olarak isim belirtilmemiş, sadece polis memurları yazılmıştır. Verilen kararın ilgili kısmı şu şekildedir:

"...

29/06/2016 günü alınan kati hekim raporunda müştekinin vücudunda şişlik, kızarıklık ve sıyrık tespit edildiği, ayrıca burnunda kanama olduğunun, BTM ile giderilebilir ölçüde yaralanmış olduğunun belirtildiği, müşteki ile beraber iki kişinin plakası yukarıda belirtilen araçta yakalanmalarına ilişkin kolluk tarafından tutulan tutanak incelendiğinde, dur ihtarına uymayan aracın önü kesilmek suretiyle durdurulduğu, şahısların araçtan inmemekte direnmesi üzerine polis tarafından zorla indirildiği, müştekinin de içinde bulunduğu üç şahsın kolluk güçlerine direnmesi üzerine zor kullanılmak suretiyle şahısların kontrol altına alındığının belirtildiği,

Soruşturma bir bütün olarak incelendiğinde, olay günü bir jandarma personelinin şehit edilmesi nedeniyle güvenlik güçlerinin ilçe merkezi ve çevresinde olağanüstü güvenlik önlemleri aldığı, gelen bir ihbara istinaden ihbarda plakası belirtilen aracın durdurulmak istenmesine rağmen aracın durmadığı, aracın ancak zor kullanılarak durdurulabildiği, yine şahısların araçtan polislerce indirildiği ve direniş gösterilmesi üzerine zor kullanılarak kontrol altına alınabildiği, bu doğrultuda müştekinin vücudunda meydana gelen yaralanmanın zor kullanma esnasında meydana gelmiş olduğunun düşünülebileceği, nitekim olayın gerçekleştiği gün alınan hekim raporunda müştekinin yaralanmasına BTM ile giderilebilir ölçüde olduğunun belirtildiği, buradan hareketle kolluk kuvvetlerinin üzerine atılı suçu işlediği yönünde yeterli şüphenin oluşmadığı anlaşılmakla;

Şüpheli/ler hakkında kovuşturma imkanı bulunmadığından kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına...[karar verildi.]"

26. Başvurucu; Başsavcılık kararına karşı verdiği itiraz dilekçesinde, kamu görevlilerinin müdahalesi nedeniyle elmacık ve çene kemiğinin kırıldığını, bu nedenle tutuklu iken götürüldüğü Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesinde ameliyat olduğunu, görme ve yeme problemlerinin devam ettiğini, yargılandığı dosyada yakalama anına ilişkin görüntüler istenmesine rağmen kolluğun bu kayıtların bulunamadığı şeklinde cevap verdiğini, ayrıca talep etmelerine rağmen Adli Tıp Kurumundan rapor alınmadığını belirtmiştir. Başvurucunun itirazı Diyarbakır 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/3/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar 6/4/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.

27. Başvurucu 2/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

C. Başvurucu Aleyhinde Yürütülen Adli Soruşturma Süreci

28. Başvurucu ve yanındaki iki arkadaşı yakalanmaları sonrasında sorguya sevk edilmiş ve Bismil Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/7/2016 tarihli kararıyla terör örgütü kurma ve yönetme, tasarlayarak adam öldürme suçlarından tutuklanmıştır.

29. Başvurucu ve tutuklanan diğer kişiler hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının iki ayrı iddianamesiyle silahlı terör örgütüne üye olma, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, kişiyi yerine getirdiği kamu görevi nedeni ile tasarlayarak öldürmeye yardım etme, mala zarar verme suçlarından cezalandırılmaları amacıyla kamu davası açılmıştır.

30. Yargılama yapan Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi 28/9/2017 tarihinde başvurucu ve beraberindekilerin tahliyesine karar vermiştir. Aynı duruşmada yakalama anına ilişkin görüntü kayıtları Başsavcılıktan istenmiş ise de Emniyet Müdürlüğü tarafından verilen cevapta buna ilişkin herhangi bir kayıt bulunmadığı bildirilmiştir.

31. Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucu ve iki arkadaşı hakkında 7/5/2019 tarihinde "her türlü şüphe ve tereddütten uzak cezalandırmaya yeterli kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği" gerekçesiyle beraat kararı vermiştir. Verilen kararlar istinaf edilmeden 12/9/2019 tarihinde kesinleşmiştir.

D. Başvurucu Tarafından Sunulan Sağlık Belgeleri

32. Başvurucu, bireysel başvuru formu ekine aşağıda ayrıntısı belirtilen birtakım sağlık belgeleri koymuştur.

33. Eklenen belgelere göre başvurucuya 18/7/2017 tarihinde Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesinde bilgisayarlı tomografi çekimi yapılmıştır. Tetkik sonucunda şu bulgulara ulaşılmıştır:

"Sol maksiler sinüs anterior ve lateral duvarında (yüzün sol tarafındaki maksiller boşluğun ön ve yan duvarında) sol zigomatik arkta ve sol zigomatik kemikte, frontal kemikte orbita lateral duvarında fraktür (sol elmacık kemiği, yüz kemiğinde gözün yan duvarında kırık) hatları izlenmiştir."

34. Başvurucunun yine Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 20/7/2016 ila 27/7/2016 tarihlerinde tedavi gördüğü anlaşılmaktadır. Tedaviye ilişkin epikriz belgesinde mandibula (alt çene) kırığının onarıldığı belirtilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

35. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

(3) Kasten yaralama suçunun;

...

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

...

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

36. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

37. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salȃhiyet Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

..."

38. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:

"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

(2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

39. Mahkemenin 26/5/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

40. Başvurucu; cenaze defin işleminden dönerken bulunduğu aracın kolluk tarafından durdurulduğunu, herhangi bir uyarı yapılmaksızın yoğun şekilde darbedildiğini, söz konusu eylemlerin götürüldüğü polis merkezinde de devam ettiğini, burun, göz, elmacık ve çene kemiğinde meydana gelen yaralanmaların ilk adli muayene formunda belirtilenin aksine ağır nitelikte olduğunu ve basit tıbbi bir müdahale ile giderilemeyeceğini, gözündeki hasarın kalıcı olduğunu belirtmiştir.

41. Bunun dışında başvurucu; şikâyeti üzerine başlatılan soruşturmada yakalama anına ilişkin olarak polis araçlarında yapılan görüntü kayıtlarının Başsavcılık tarafından istenmesine rağmen gönderilmediğini, üzerinden zaman geçmesi nedeniyle silinen görüntü kayıtlarına teknik olarak ulaşmanın mümkün olup olmadığı konusunda çaba sarf edilmediğini, polis tutanağı dışında zor kullanmayı gerektiren bir eylemi olduğunu gösteren herhangi bir delil bulunmadığının gözardı edildiğini, olay yerinde bulunan kamu görevlilerin kimliklerinin tespit edilmediğini ve ifadelerinin alınmadığını, tarafsız kişiler yerine olayın failleri tarafından delillerin toplandığını, soruşturmaya etkili katılımının sağlanmadığını, bu nedenle etkili bir soruşturma yürütülmediğini iddia etmiştir. Başvurucu maruz kaldığı eylemler nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. ve Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

42. Bakanlık görüşünde özetle olayın gerçekleştiği gün alınan hekim raporunda başvurucunun yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile giderilebilir ölçüde olduğunun tespit edildiği, somut olayın özel koşulları, alınan tedbirlerin niteliği ve süresi, amacı ve başvurucu üzerindeki etkisi dikkate alındığında başvurucunun gözaltına alınmasına direniş göstermesi nedeniyle kullanılan gücün kötü muamele sayılması için gerekli asgari ağırlık eşiğini aşmadığı, Başsavcılık tarafından varılan sonuç ve kanaatten ayrılmayı gerektirir maddi ve hukuki bir neden olmadığı belirtilmiştir. Bakanlığa göre soruşturma 21 aya yakın bir sürede tamamlanmışsa da bu süre içinde iddiaların gerçekliğini ortaya çıkarmaya elverişli delillerin toplanması için Başsavcılık tarafından birçok defa müzekkere yazılmış ve araştırma yapılmış, sonuç itibarıyla kötü muamele iddiası hakkında etkin bir soruşturma yürütülmüştür.

43. Başvurucu, Bakanlık görüşe karşı cevabında genel olarak bireysel başvuru formundaki iddialarını yinelemiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Başvurucunun Polis Merkezinde Darbedildiğine İlişkin İddiası Yönünden

44. Başvurucu; yakalandıktan sonra götürüldüğü polis merkezinde kolluk tarafından darbedildiğini, buna ilişkin şikâyeti hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediğini iddia etmiştir.

45. Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturma yapılmasını gerektirmektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 111).

46. Buna göre resmî bir soruşturma başlatılabilmesi için kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğinin tespit edilmesi için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da hesaba katılmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

47. Başvurucu hakkında gözaltına girişinden önce 29/6/2016 tarihinde adli muayene formu düzenlenmiştir. Diyarbakır'daki TEM'e götürülmeden önce -Emniyet Müdürlüğünden çıktıktan sonra- aynı gün saat 07.35'te başvurucu hakkında bir kez daha sağlık raporu alınmıştır. İki rapora göre başvurucudaki yaralanmalar arasında bir farklılık bulunmamaktadır. Başvurucu ikinci raporun doğruyu yansıtmadığı konusunda soruşturma makamları önünde bir iddia ileri sürmediği gibi bireysel başvuru formunda da buna ilişkin bir açıklama yapmamıştır. Dolayısıyla başvurucunun polis merkezinde darbedildiğine dair şikâyeti kapsamında iddiaların gerçekliğini ortaya koyan ve Anayasa Mahkemesince inceleme yapılmasını gerektirir nitelikte bir veri soruşturma dosyasında bulunmamaktadır. Başvurucunun sağlık raporları gibi somut delillerle desteklenmeyen iddialarının savunulabilir olduğunu söylemek mümkün değildir.

48. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Başvurucunun Araçtan İndirildikten Sonra Kolluk Tarafından Darbedildiğine İlişkin İddiası Yönünden

49. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan -kolluk tarafından gerçekleştirilen yaralama nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin- iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

50. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, ... maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

...”

51. Anayasa’nın 5. maddesi şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, ... kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

52. Anayasa Mahkemesi genel olarak kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerde -devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak- maddi ve usule ilişkin boyutları ayrı başlıklarda incelemektedir. Somut olayda kamu görevlilerinin işlediği iddia edilen kötü muamele vakasında maddi ve usul boyutunda yapılacak incelemenin sonuçları birbirleriyle kesiştiğinden tüm ihlal iddiaları aynı başlık altında incelenmiştir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Muhterem Turantaylak, B. No: 2014/15253, 9/5/2018, § 59).

a. Genel İlkeler

53. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

54. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin -pozitif bir yükümlülük olarak- yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

55. Anılan koruma yükümlülüğü devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevi yüklemektedir. Anılan yükümlülük, işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu, devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma doğrultusunda yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gereken bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82).

56. Tüm adli kovuşturmaların mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidir. Adli makamların yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere çıkarılan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devlet, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü yerine getirmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

57. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği durumda meydana gelip gelmediği de dikkate alınması gereken diğer bir faktördür (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

58. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğinin belirlenebilmesi için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

59. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

60. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya, yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, belli bir amaç doğrultusunda ızdırap verme kastı aranmaz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altındayken kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri insanlık dışı muameleler olarak nitelendirmiştir. Bu nitelikteki muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

61. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen, aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

62. Anayasa'nın 17. maddesi, bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Kişinin hareket özgürlüğünü kısıtlamak için uygulanan fiziksel şiddet şeklinde tanımlanabilecek güç kullanımı ortaya çıkan tehlike bakımından kaçınılmaz ve gerekli olandan fazla olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 81; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, § 76).

63. Bireylerin kamu görevlilerinin eylemleri neticesinde kötü muameleye maruz kaldığının tespiti hâlinde yaralanmaya sebebiyet vermiş olan gücün kullanım zamanının tespit edilmesi gerekmektedir. Kişinin kontrol altına alınması tamamlandıktan sonra uygulandığı tespit edilen kuvvet kullanımı için kişinin devletin kontrolü altında bulunduğu sırada uğradığını ileri sürdüğü kötü muamele iddialarına ilişkin ilkeler uygulanabilecektir. Kuvvet kullanımının kişinin tamamen kontrol altına girmesinden önce, bir başka ifade ile kişinin kontrol altına alınmaya çalışılması sırasında uygulandığının tespit edilmesi hâlinde ise yapılması gereken, kullanılan gücün orantılı olup olmadığının değerlendirilmesidir (Zeki Bingöl, B. No: 2013/6576, 18/11/2015, § 88).

64. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda yakalamayı gerektiren durumlarda ve şüphelilerin kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 82).

65. Fiziksel ve ruhsal saldırı olaylarına ilişkin yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma, cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 113).

66. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup icra edilen bir soruşturmadaki delilleri değerlendirmek kural olarak yargı mercilerinin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mercilerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir. Kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer taraftan yargı mercilerinin bulguları Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mercilerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin bulunması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96).

67. Etkili soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilmiş olduğunun kabulü için;

- Yetkili makamların olaydan haberdar olur olmaz resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114),

- Soruşturmanın kamu denetimine açık olması ve mağdurların meşru menfaatlerini korumak için soruşturmaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlanması (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115),

- Soruşturmadan sorumlu ve incelemeleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117),

- Soruşturmaların makul özen ve süratle yürütülmesi (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114),

- Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

68. Başvurucunun iki arkadaşıyla beraber içinde bulunduğu araç, kolluk görevlileri tarafından durdurulmuştur. Kolluk tarafından düzenlenen tutanağa göre başvurucunun ve arkadaşlarının durdurulmasının sebebi ilçede görev yapan bir askerin şehit edilmesi sonrasında bomba yüklü bir araçla saldırı yapılacağı yönünde bilgi edinilmesi ve başvurucunun içinde bulunduğu aracın ihbar edilen araçla uyuşmasıdır.

69. Kolluğun aksine başvurucu, müşteki sıfatıyla verdiği ifadesinde dur ihtarına uyduğunu ve görevlilerin talep ettiği şekilde araçtan inip yüzüstü yere yattığını, daha sonra kolluk tarafından darbedildiğini iddia etmiştir.

70. Anayasa Mahkemesi, asgari eşik seviyesini aştığı varsayılan kötü muamele iddialarının makul şüphe kalmayacak şekilde kanıtlanması şartını aramakta ve başvurularda öncelikle bu konudaki kanıtlama sorununu ele almaktadır (Beyza Metin, B. No: 2014/19426, 12/12/2018, § 45).

71. Başvurucunun olay günü hakkında düzenlenen adli muayene raporunun (bkz. § 19) içeriğinin darbedildiği iddialarını destekler mahiyette olduğu anlaşılmaktadır. Doktor raporunun varlığı karşısında başvurucunun iddiasının makul ve güvenilir bir delile dayandığı kabul edilmelidir. Kaldı ki Başsavcılığın kovuşturmaya yer olmadığı kararında başvurucunun ismi belirtilmeyen kamu görevlileri tarafından yaralandığı kabul edilmiştir. Bu nedenle kamu makamları güç kullanımının kaçınılmaz hâle geldiğini ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlamakla yükümlüdür.

72. Kolluk görevlileri olayın hemen sonrasında düzenledikleri tutanakta araçtan indirilen kişilerin kontrol altına alınmaya çalışıldığında direndiklerini, bu nedenle kendilerine kademeli olarak zor kullandıklarını belirtmiştir.

73. Kuvvet kullanımının kişinin tamamen kontrol altına girmesinden önce, bir başka ifade ile kişinin kontrol altına alınmaya çalışılması sırasında uygulandığının tespit edilmesi hâlinde kullanılan gücün gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmedir (Adil Güzel ve Mühsin Güzel, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, § 90). Bu nedenle başvurucunun -iddiasının aksine- yakalama işlemi sırasında kolluğa direndiği kabul edilse dahi güç kullanımının orantılı olduğunun ortaya konması gerekir.

74. Kolluk tutanağından olay yerinde Özel Harekât polisleri de dâhil olmak üzere en az on altı polis memuru olduğu anlaşılmaktadır. Durdurulan araçtan ise üç kişi indirilmiştir. Olayın yaşandığı gece bir askerin şehit edilmesi ve bombalı eylem ihbarı üzerine başvurucunun içinde olduğu aracın durdurulduğu gözönünde bulundurulduğunda yürütülen kolluk faaliyetinin vahamet arz ettiği görülmektedir. Dolayısıyla kolluğun davranışları, şartlara ve olayın gelişimine göre değerlendirilmelidir.

75. Araçtan indirilen kişilerin bir an önce kontrol altına alınıp hareket kabiliyetlerinin kısıtlanması hem yürütülen operasyonun hem de kolluğun güvenliğinin sağlanması adına bir zorunluluktur. Tutanağa göre araçtan indirilen kişiler kontrol altına alınmaya direnmiş ise de ne şekilde direndikleri tutanaktan anlaşılamamaktadır. Bununla birlikte başvurucuların bu sırada kolluğa karşı saldırgan bir tavır sergilediğine veya kaçmaya çalıştığına ilişkin bir tespit bulunmamaktadır. Dolayısıyla kolluğun başvurucu ve yanındakilerin -üst araması, kimlik tespiti gibi adli işlemleri yerine getirebilecek ölçüde- hareketsiz kalmalarını sağlamak amacıyla müdahalede bulunduğu kabul edilmelidir. Buna göre de -direnmenin tespiti hâlinde- kolluğun direnci kırmak amacıyla orantılı müdahalede bulunması, sonucunda da başvurucunun vücudunda ufak çaplı yaralanmalar meydana gelmesi olağan karşılanabilir.

76. Olaydan hemen sonra düzenlenen adli muayene formunda başvurucunun sol gözünde morluk ve şişlik ve burnunda kanama tespit edilmiş fakat yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebileceği belirtilmiştir (bkz. § 20). Başvurucu ise şikâyet dilekçesinde sol elmacık kemiğinde kırık olduğunu iddia etmiştir. Olaydan hemen sonra gözaltına alınan ve 2/7/2016 tarihinde tutuklanan başvurucu, ceza infaz kurumunda bulunduğu sırada sağlık sorunları nedeniyle tedavi görmüştür. Başvurucu tarafından sunulan belgelerden (bkz. §§ 33, 34) şikâyet dilekçesinde dile getirilen iddiaları destekler şekilde yüzünde bazı kemik kırıklarının olduğunun tespit edildiği anlaşılmaktadır. Yapılan soruşturma kapsamında başvurucu hakkında adli tıptan bir rapor aldırılmamış veya başvurucunun ileri seviyede görüntüleme olanağı olan bir tomografi cihazıyla muayenesi yapılmamıştır. Dolayısıyla ilk adli muayene formunda belirtilen yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebileceği şeklindeki tespitin doğruluğuna gölge düşmektedir. Bu nedenle başvurucunun yakalama işlemi sırasında uygulanan kolluk müdahalesi nedeniyle yüzünde kemik kırıkları oluşacak şekilde yaralandığı kabul edilmelidir.

77. Yakalamayı gerçekleştiren polisler başvurucunun yakalama esnasında direndiğini tutanak altına almış ise de bu durum görüntü kayıtları veya tarafsız tanık beyanları gibi başkaca bir delille net olarak ortaya konulmamıştır. Soruşturma kapsamında bu konuda kolluk görevlilerinin ifadeleri alınmamış, kovuşturmaya yer olmadığı kararında ise tutanakta belirtildiği gibi başvurucunun kolluğa direndiği kabul edilmiştir. Başvurucunun direndiği kabul edilse dahi meydana gelen yaralanmanın yüz bölgesinde kırık boyutuna ulaşmış olması nedeniyle direnci ortadan kaldırmayı amaçlayan ne tür bir müdahaleyle bu sonucun ortaya çıktığının izaha muhtaç olduğu açık iken bu konuyla ilgili olarak Savcılık kararında bir açıklama yer almamaktadır. Öte yandan yukarıda ifade edildiği üzere düzenlenen tutanağa ve olayın gelişimine göre kolluğun orantılı müdahalesiyle başvurucunun ancak ufak çaplı yaralanmasına sebebiyet vermesi olasılık dâhilinde gözükmektedir.

78. Bu tespitler ışığında soruşturmadaki eksiklikler nedeniyle yaralanmanın ne şekilde gerçekleştirildiği belirliliğe kavuşturulmamış ise de fiziksel bir saldırı gerçekleştirdiği isnadında bulunulmayan başvurucuya kamu görevlileri tarafından yapılan müdahalenin -gerekli olduğu varsayılsa dahi meydana gelen yaralanmanın ağırlığı dikkate alındığında görev şartlarının zorluğuna rağmen- orantısız olduğu anlaşılmaktadır.

79. Somut olayın gerçekleşme koşulları, başvurucunun yaralanmasının niteliği ve bu durumun başvurucu üzerindeki muhtemel fiziksel etkileri birlikte dikkate alındığında kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilen muamelenin belli bir ağırlık derecesi olduğu ve olayda Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının gerektirdiği asgari ağırlık eşiğinin aşıldığı sonucuna varılmıştır (bkz. § 57). Bu kapsamda somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde eylem eziyet olarak nitelendirilmelidir.

80. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kolluk tarafından yakalanması sırasında meydana gelen yaralanma nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

81. Bu tespitten sonra eziyet yasağının usul boyutuna ilişkin bir değerlendirme de yapılmalıdır.

82. Başvurucunun şikâyeti sonrasında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatmış ve olayın aydınlatılmasına yarayabilecek bazı delillerin toplanmasını istemiştir (bkz. § 15).

83. Soruşturma tekelini elinde bulunduran adli mercilerin kötü muamele yasağının mahiyetiyle bağdaşan ve beklentileri karşılayabilecek ölçüde delil toplaması icap etmektedir. Yargılamanın sonucuna uzanan geçiş noktalarını doğrudan etkileyen delilerin toplanmasında gösterilen hassasiyet, aslında zihinsel bir ürün olan yorum farklılıklarının ve belirsizliklerin azaltılmasını sağlama bakımından da önemlidir (Muhterem Turantaylak, § 79).

84. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının talebine rağmen olay yerindeki kolluğa ait araçlarda veya çevredeki işyerleri gibi -somut olayın petrol istasyonu yakınında geçtiği bilinmektedir- güvenlik kamerası bulunma ihtimali olan binalarda görüntü kaydı olup olmadığı konusunda bir araştırma yapılmadığı görülmüştür. Yetkisizlik kararı üzerine soruşturma dosyasını devralan Başsavcılığın da bu eksikliğin giderilmesi konusunda bir adım atmadığı anlaşılmıştır.

85. Diğer taraftan başvurucu hakkında düzenlenen ilk iki adli muayene formunda bilgisayarlı tomografi cihazı ile görüntüleme yapılması gerektiği belirtilmesine rağmen yüzünde kırık olduğu iddiasında bulunan başvurucunun daha donanımlı bir hastaneye veya Adli Tıp Kurumuna sevki sağlanmak suretiyle hakkında ayrıntılı bir sağlık raporu düzenlenmemiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının kolluğa yazdığı ilk yazıda bu nitelikte bir rapor talep etmesine rağmen bu eksiklik soruşturma süresince giderilmemiştir.

86. Soruşturma kapsamında yakalama işlemini gerçekleştiren kolluğun tanık sıfatıyla olsa bile ifadelerinin alınıp iddialar hakkında diyeceklerinin sorulmadığı, ayrıca olayın görgü tanığı olabilecek kişilerin tespit edilip beyanlarına başvurulmadığı anlaşılmıştır. Bu eksiklikler Başsavcılığın gerçeği ciddiyetle öğrenme çabası içinde olduğu konusunda kuşku uyandırmaktadır.

87. Sonuç itibarıyla başvurucunun yakalanması sırasında kamu görevlileri tarafından yaralanmasıyla ilgili olarak ileri sürdüğü iddialar kapsamında etkili bir soruşturma yapıldığından söz etmek mümkün değildir.

88. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

89. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

90. Başvurucu, ihlalin tespiti ile 500.000 TL maddi ve 500.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

91. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

92. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

93. İhlalin kovuşturmaya yer olmadığı ya da daimî arama kararı gibi bazı nedenlerle soruşturmanın sonlandırılmasından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılması için kararın bir örneğinin ilgili Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden soruşturma yapılması sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden soruşturma yapılması kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili Cumhuriyet başsavcılığının yeniden soruşturma yapılması sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı Cumhuriyet başsavcılığının yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden soruşturma yapma kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

94. Başvuruda, başvurucunun yakalama işlemi sırasında kolluk tarafından yaralanması ve bu olaya ilişkin etkili bir soruşturma yapılmaması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutuyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Eziyet yasağının usul boyutuna yönelik ihlalin Cumhuriyet Başsavcılığının işlemlerinden kaynaklandığı anlaşılmıştır.

95. Bu durumda eziyet yasağının usul boyutuna yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir soruşturma yapılmasından ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Bismil Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

96. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için eziyet yasağının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 80.000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmedilmelidir.

97. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda yeterli bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmelidir.

98. 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yakalama işlemi sırasında kolluk güçleri tarafından gerçekleştirilen yaralama nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Polis merkezinde darbedildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yakalama işlemi sırasında kolluk güçleri tarafından gerçekleştirilen yaralama nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Bismil Cumhuriyet Başsavcılığına (Verilen karar 2017/1762 numaralı soruşturma dosyasıyla ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 80.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 26/5/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Başkan: Hasan Tahsin GÖKCAN

Üye: Hicabi DURSUN

Üye: Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Üye: Selahaddin MENTEŞ

Üye: İrfan FİDAN

(www.corpus.com.tr)