
Özet:
Taraflar arasındaki meslek hastalığından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İlk Derece Mahkemesince asıl ve birleşen davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince taraf vekillerinin istinaf talebinin kabulü ile İlk Derece Mahkeme hükmünün kaldırılarak esas hakkında yeniden asıl ve birleşen davanın kısmen kabulüne dair karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi ... tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili asıl dava dilekçesi ile müvekkilinin, davalıya ait işverendeki maden ocaklarında çalışmakta iken meslek hastalığına yakalanarak %60 oranında malul kaldığını, davalı işverenin iş yeri maden ocağında işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili tedbirleri almadığını, hastalığın ortaya çıkmasını ve ilerlemesini önleyici teknolojik ve tıbbi koşulları gerçekleştirmediğini, periyodik muayeneleri zamanında yaptırmadığını, taş ve kömür tozu intişarını önleyici, yeraltı rutubet, gaz ve hava cereyanlarından koruyucu tedbirleri almadığını, davacının bu maluliyet artışı nedeniyle maddi ve manevi zararlara uğradığını ileri sürerek fazlaya dair talep ve dava hakları saklı kalmak kaydı ile 1,00 TL maddi, 60.000,00 TL manevi tazminatın maluliyetin tespit tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davacı vekili birleşen dava dilekçesi ile %60 oranındaki meslek hastalığı fark maluliyeti nedeniyle 58.154,15 TL maddi tazminatın davalıdan tahsilini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davada zamanaşımı olduğunu, maluliyet tespitinin SGK tarafından tek taraflı yapıldığını, meslek hastalığı tespitlerinin 506 sayılı Kanun hükümlerine uygun olmadığı gibi müvekkili Kurum açısından da bağlayıcı olmadığını, meslek hastalığı oluşumunda müvekkili Kurumun herhangi bir kusuru bulunmadığını, maddi tazminat hesabında PMF cetvelinin esas alınmaması gerektiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Davacıya ait mesai listesi, SGK'dan sağlık kurulu raporu, maluliyetle ilgili PSD ve ilgili evraklar dosyamız içerisine getirtilmiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararında özetle; "... tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; davacının, davalı Kurum tarafından işletilen madende yeraltında çalıştığı ve birbiriyle tam uyumlu olan SSGM ve YSK raporlarında açıkça tespit edildiği üzere meslek hastalığına yakalandığı ve % 60 oranında maluliyeti bulunduğu tartışmasızdır. Maden işi yapılan işin niteliği gereği riskler içermekte olup, iş yerinde maruz kalınan kömür ve silis tozları meslek hastalığına yol açmaktadır. Bunların azaltılması sağlanmakla tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir. İş Güvenliği Uzmanı ve Maden Mühendisi Bilirkişi tarafından verilen raporda maluliyetin oluşumunda % % 88,43 davalı Kurum kusuru ile %11,57 kaçınılmazlık tespit edildiği anlaşılmıştır. Meslek hastalığı madende çalışanlar için ciddi bir tehlike olmaktadır. TBK 55. maddesinde, “ Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile arttırılamaz veya azaltılamaz.” hükmüne yer verilmiştir. Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 2016/15324 E. - 2017/1123 K. sayılı 20.02.2017 tarihli içtihadında TBK 55. maddesi gereğince, Kurumca bağlanan gelirlerin ilk peşin değerinin rücu edilebilecek kısmının tazminat alacağından tenzil edilmesi gerektiği kabul edilerek belirtilmiştir. Yine, TRH-2010 tablosunun esas alınarak maddi tazminatın hesaplanması gerektiğine ilişkin, Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin 08.03.2023 tarih ve 2023/119 Esas-2023/599 Karar sayılı kararı kapsamında, (Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 23.02.2021 tarih ve 2020/9717 E.-2021/2003 K. sayılı ilamı da bu yönde olup) Mahkememizce aldırılan ve denetime elverişli olup, dosya kapsamına da uygun bulunan hesap raporu ile davacının 405.670,10 TL maddi zararı tespit edilmiş olup bu tespit yapılırken zarardan TBK 55. maddesi uyarınca davacıya bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değeri davalı işverenin kusuru oranında düşüldüğünden itibar olunan rapor doğrultusunda ek dava ve ıslah dilekçesi de dikkate alınarak davacının maddi tazminat talebinin kabulü ile, davacının meslek hastalığı sonucu oluşan %60 oranındaki maluliyeti nedeniyle 405.670,10 TL maddi tazminatın maluliyetin tespit tarihi olan 10.12.2018 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir..." gerekçeleriyle;
"1-Davanın kısmen kabulüne,
Mahkememizin işbu dava dosyası ile birleştirilen Zonguldak 2. İş Mahkemesinin 2020/508 Esas, 2020/300 Karar sayılı dosyasındaki ek davanın ise kabulü ile
a) Davacının meslek hastalığı sonucu oluşan %60 oranındaki maluliyeti nedeniyle 405.670,10 TL maddi tazminatın maluliyetin tespit tarihi olan 10.12.2018 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
b) Davacının meslek hastalığı sonucu oluşan %60 oranındaki maluliyeti nedeniyle hastalığın oluşumundaki kusur durumu ve kaçınılmazlık, davacının yaşı ile ekonomik koşullar birlikte değerlendirildiğinde takdiren 50.000,00 TL manevi tazminatın maluliyetin tespit tarihi olan 10.12.2018 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
-Fazlaya ilişkin istemin reddine, " şeklinde karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri tarafından istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. İstinaf Sebepleri
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle;
-Hüküm altına alınan manevi tazminat yönünden istinaf sebepleri,
-Müvekkilin tespit edilen meslek hastalığı maluliyeti nedeniyle büyük acı ve üzüntü duyduğunu, yıprandığını, buna karşılık Mahkeme tarafından hüküm altına alınan manevi tazminat miktarı çok az olduğunu, manevi tazminatın amacı zenginleşme kaynağı olmayıp, duyulan acı ve üzüntüleri bir nebze olsun hafiflettiğini, Mahkeme tarafından hüküm altına alınan manevi tazminat miktarı değil zenginleşme, duyulan acı ve üzüntüleri hafifletmekten çok uzak olduğunu,
-Müvekkilin maluliyetinin %60 gibi yüksek bir oranda olması, paranın satın alma gücü, ekonomik şartlar, kusur durumu dikkate alındığında hüküm altına alınan manevi tazminat miktarı çok az olduğunu, bu nedenle mahkeme kararına karşı istinaf yoluna başvurma zorunluluğu hasıl olduğunu,
-Hüküm altına alınan maddi tazminat yönünden istinaf sebepleri,
-Uğranılan kazanç kayıpları nedeniyle yapılan hesap raporu hatalı olduğunu, müvekkilin gerçek zararını yansıtmadığını, bilinmeyen dönemde asgari ücretlerde raporda belirten orandan daha yüksek oranda artış olacağını,
-Borçlar Kanuna 55. maddesinde “Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar bu kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen ya da tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacı taşımayan ödemelerin bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez zarar ya da tazminattan indirim yapılamaz hükmüne yer verildiğini
-Bu nedenle SGK'ca rücu edilemeyen tahsislerin ilk peşin sermaye gelirlerin davalının kusuruna isabet eden kısmının müvekkilin uğradığı kazanç kayıplarından düşülmesi usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurulmuştur.
Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle;
-Dava meslek hastalığı sonucu çalışma gücünde meydana gelen azalma oranı olan %60 oranındaki maluliyet için manevi ve maddi tazminat istemiyle açıldığını,
-Dava konusu meslek hastalığında müvekkil Kurumun kusuru bulunmadığını, bilirkişi kusur raporu hatalı olduğunu,
-Davacının emekli olduktan 34 yıl sonra ortaya çıkan maluliyetinde müvekkil Kurumun herhangi bir kusuru bulunmadığını, davacı, müvekkil Kurumdan 1984 tarihinde emekli olduğunu,
-Emekli olduğu 1984 tarihinden sonra meydana gelen maluliyetle müvekkil Kurumun herhangi bir ilgisi bulunmadığını, emekli olduktan 34 yıl sonra 2018 yılında ortaya çıkan maluliyet tamamen davacının sosyal yaşantısı, özel hayatıyla ilgili olduğunu, davacının iş yeri dışındaki kişisel yaşamı, çevresel faktörler, biyolojik, genetik faktörler, hastalığı ile ilgili tedavi görüp görmediği, tedaviye gidip gitmediği hususları araştırılmadığını, bu oranda bir maluliyetin oluşmasında etkisi olabilecek diğer hususların (davacının yaşı, iş yerinden ayrıldıktan sonraki yaşamı, geçirmiş olduğu başka hastalıklar , vs.) da araştırılması gerekirken doğrudan müvekkilin sorumlu tutulması usul ve yasaya aykırı olduğunu,
-Emekli olduktan 34 yıl sonra ortaya çıkan maluliyetten müvekkil Kurumun sorumlu tutulması hak ve nesafet kurallarına aykırı olduğunu, bu nedenle davacının 34 yıl içinde maluliyete neden olacak yaşantısı araştırılmadan alınan kusur raporunu kabul etmediklerini,
-Farazi verilere göre hesaplama yapıldığını, bilirkişilerce kusur hesaplaması yapılırken tamamen farazi durumlar dikkate alınmış olup, yerinde inceleme yapılmadığını, kaç yıl önceki verilerle hesaplama yapıldığını, bu da müvekkil Kurumun kusur oranında artışa neden olduğunu, Kurumda meslek hastalığını önleyici her türlü önlem alındığını, maden ocaklarına inilip, Kurumun meslek hastalığını önleyici tedbirleri, oradaki hal ve koşullar dikkate alınsa olaydaki kaçınılmazlık durumu ve diğer etkenler de görüleceğini,
-Bilirkişilerce rapor hazırlanırken Kurumun iş ve işçi güvenliği ve sağlığı için almış olduğu tedbirler dikkate alınmadığını, bilirkişilerce müvekkili Kuruma kusur atfedilirken, müvekkil Kurumun iş güvenliği ile ilgili olarak aldığı tedbirler hiçbir şekilde dikkate alınmadığını, müvekkili Kurum meslek hastalıklarının önüne geçmek için iş esnasında toza maruz kalınmaması için gerekli maskeler dahil her türlü önlemi aldığını, rapor hazırlanırken bu hususa dikkat edilmediğini,
-Raporu hazırlayan bilirkişiler arasında “hekim bilirkişi” de olması gerektiğini, meslek hastalığından kaynaklı tazminat davaları için aldırılan kusur raporlarında alanında uzman bir hekim bilirkişinin de bulunması gerektiğini, hastalığın oluşu, ilerlemesi, davacının yaşının, yaşam biçiminin ve başka hastalıkların maluliyetteki etkisi ve kaçınılmaz durumu bir hekim bilirkişi tarafından bilinebileceğini,
-Bu ve benzeri unsurların da müvekkile atfedilen kusur oranını etkileyeceğini,
-Maluliyete etkisi olan diğer hususlar araştırılmadan dosyada aldırılan tek kusur raporu dikkate alınarak, maluliyetten %88,43 oranında müvekkil Kurumun kusurlu tespit edilip sorumlu tutulması hukuka ve hakkaniyete uygun olmadığını,
-Bilirkişi raporunda, müvekkil Kuruma atfedilen kusura neden olan Kurumun yapması gerekenlerin neler olduğu ve bunların hangilerini ne ölçüde yerine getirmediği hakkında hiçbir ibare dahi yoktur. Oysa ki kusur belirlenirken Kurumun kusurlu işlemlerinin neler olduğu tek tek belirtilmesi gerektiğini,
-İşveren her türlü sorumluluğu yerine getirmiş olup meslek hastalığının oluşmasında herhangi bir kasıt kusur ve ya ihmali de söz konusu olmadığını, müvekkili Kurum günümüz koşullarında meslek hastalığını önlemek için alması gereken tüm tedbirleri aldığını, tüm işçiler için en kaliteli maskeler alındığını ve bu maskeler sıklıkla değiştirildiğini, sulu kazım yöntemi getirildiğini, işçilerin muayeneleri periyodik olarak yapıldığını ve en ufak meslek hastalığı tespitinde işçi yerüstü çalışmasına alındığını, sürekli eğitimler verildiğini vs.,
-Müvekkili Kurum sürekli zarar eden bir kamu Kurumu olduğunu, maddi zararın fazlalığı ve Kurumumuzun darboğazda bulunduğu için ücretlerini ödemekte güçlük çektiği gibi hususlar göz önüne alınarak BK.5S1İ ve 52. maddeleri gereğince hakkaniyet indirimi yapılması gerektiğini,
-Kuruma ait son yıllardaki gelir gider tablosundan anlaşılacağı üzere Kurum zararınının büyük bir kısmını meslek hastalığı ve iş kazası tazminatları oluşturduğunu, mahkemece hükmedilen maddi/manevi tazminat miktarı davanın amacına aykırı olup, Kurumun ekonomik ve sosyal durumları zararın niteliği ve derecesi müvekkili idarenin içinde bulunduğu mali sıkıntı ve olayın meydana geliş biçimi nazara alındığında ve nefaset kaideleri ve zararın geleceğe yönelik varsayımlara dayalı hesaplanması, gerçekleşmesi muhtemel zararın bu gün peşin olarak ödeneceği hususları gözetildiğinde de BK 52 fıkra 2 ye göre hakkaniyet indirimi yapılması gerektiğini,
-Emsal kararlar için Kurumca ödenen tazminatlar dikkate alındığında işleyecek yasal faiz ilavesiyle birlikte tazminatın çok yüksek miktarlara ulaşabileceği, davanın geç açılıp sonuçlanmasında müvekkil Kurumun kusurlu bir işleminin bulunmadığı, zararın geçmişe yönelik ihtimali verilere göre hesaplanmış olması, gerçekleşip gerçekleşmediğinin kesinlik arz etmemesi hususlarının da gözönüne alınarak önemli ölçüde hakkaniyet indirimi yapılmasını talep ettiklerini,
-Hesap raporu hatalı olduğunu,
-Zarardan, tüm peşin sermaye değeri düşülmediği takdirde sigortalı veya hak sahipleri aynı zarar için hem işverenden tazminatın tümünü almak hem de Kurumdan gelir almak yoluyla, bağlanan gelirlerin ilk peşin değerine uygulanan işveren kusuru sonucu ulaşılan miktar ile hüküm tarihine kadar yapılan artışları da kapsayan en son peşin değer arasındaki fark yönünden mükerrer yararlanma durumuna geleceğini,
-Maddi zarar sigortalının zararlandırıcı sigorta olayından önce ve sonraki durumu arasında oluşan farktan ibaret olduğunu, maddi zararın saptanmasında hüküm gününün dayanak alınması ve hüküm günündeki dunuma göre zarar tutarının hesaplanması gerektiğini,
-Zarar tazminatın tavan noktası olduğunu, hüküm altına alınacak tazminat zararı aşamayacağını, zarara neden olan olay nedeniyle olaydan zarar gören sigortalı yada ölüm halinde hak sahipleri bir fayda da sağlamışsa zararı doğuran olayla bağlantılı faydaların zarardan indirimi gerektiğini, buna zararın denkleştirilmesi dendiğini, aksi halde zararlandırıcı olay zarar gören tarafı zenginleştirdiğini,
-İş kazası veya meslek hastalığı sonucu oluşan zararın giderilmesi istemine ilişkin olarak açılan tazminat davaları nitelikçe sigortaca karşılanmayan zararın giderilmesi istemini amaçladığını,
-Dolayısıyla; zarar hesabının, Sosyal Güvenlik Kurumunca bağlanan gelirin hüküm tarihine en yakın tarihte belli olan artışlar nazara alınarak hesaplanan tüm peşin sermaye değeri düşülmek suretiyle yapılması gerektiğinin kabulü gerektiğini,
-Zarardan, bağlanan gelirin hüküm tarihine en yakın tarihteki artışlar nazara alınarak hesaplanan peşin sermaye değeri düşülmediği takdirde sigortalı veya hak sahipleri aynı zarar için hem işverenden tazminatın tümünü almak hem de Kurumdan gelir almak yoluyla bağlanan gelirlerin ilk peşin değerine uygulanan işveren kusuru sonucu ulaşılan miktar ile hüküm tarihine kadar yapılan artışları da kapsayan en son peşin değer arasındaki fark yönünden mükerrer yararlanma durumuna geleceğini, buna engel olmak için hüküm tarihine en yakın tarihteki artışlar gözetilerek hesaplanan peşin sermaye değerinin düşülmesi zorunlu olduğunu,
-Hesaplanan maddi zarardan sigortalıya bağlanan tüm peşin sermaye değeri ve ödenen geçici iş göremezlik ödeneğinin tümünün düşülerek hüküm kurulması gerekirken; ilk peşin sermaye değerine ve geçici iş göremezlik ödeneğine kusur uygulanarak, zarardan kusursuz miktarın düşümü suretiyle yapılan hesap yanlıştır ve bozmayı gerektirdiğini,
-Fiilen gerçekleşen zaman dilimi için gerçeğe aykırı hesap yapılması hatalı olduğunu,
-Davacı 1992 yılında emeklilik nedeniyle Kurumdan ayrıldığını ve kendisine SGK'ca yaşlılık aylığı bağlandığını, davacının bu tarihten karar tarihine kadar 1 gün dahi ücretli olarak herhangi bir işte çalıştığını gösteren hiçbir bilgi ve belge dosyada mevcut olmadığını, Zonguldak yöresi iklim ve diğer coğrafi koşulları gözönüne alındığında davacının en fazla köyünde bağ bahçe işinde yılın 2, 3 ayını çalışarak geçirebileceği, bu nedenle de tarım alanında çalışanlar için belirlenen asgari ücretin 2, 3 aylık süre için hesaplanması kabul edilebildiğini,
-Pasif dönemde tam yıl çalışarak gelir elde edeceği düşünülmesi ve zarar hesabı yapılması hatalı olduğunu,
-Bilirkişi davacının 60 yaşından sonraki pasif dönem (çalışma yaşının bittiği dönem) için hesap yapması hatalı olduğunu,
-Hukuk Genel Kurulu kararları Yargıtayın tüm dairelerini bağlayıcı nitelikte olup buna aykırı hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olduğunu,
-Ayrıca, davacıya ömür boyu ödenmek üzere maluliyet geliri bağlandığını,
-Davacı, çalışma dönemi bitince hem yaşlılık geliri hem de maluliyet gelirini (bu gelir tespit tarihinden itibaren ödenmektedir) iki ayrı dosyadan, iki ayrı hesaptan, iki ayrı hesap cüzdanıyla ömür boyu alacağını,
-Mükerrer ödemeye ve sebepsiz zenginleşmeye sebebiyet verilmemesi için davacının yaşlılık aylığı alacağı pasif dönemde herhangi bir efor sarfı söz konusu olmadığı ve Hukuk Genel Kurulu Kararı gözetilerek, pasif dönem hesabının rapordan çıkartılmasını talep ettiklerini, hatalı hesap raporuyla hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olduğunu,
-Fiili gün ortalaması tespiti hatalı olduğunu,
-Fiili gün ortalaması tespitinde, sadece fiilen çalışılan günler esas alınması gerektiğini,
-İzinli ya da istirahatli geçen ve tatil olan günlerin de fiili gün ortalaması tespitinde dikkate alınması hatalı olduğunu, davacının iş dışında geçirdiği sürede herhangi bir efor sarfı söz konusu olmadığını,
-Faiz dava tarihinden itibaren işletilmesi gerektiğini, faiz dava tarihinden itibaren işletilmesi gerektiğini, davanın geç açılıp sonuçlanmasında müvekkil Kurumun kusuru olmadığını,
-Hükmedilen manevi tazminat miktarı fazla olup bozulması gerektiğini,
-Mahkemece %60 oranındaki fark maluliyet için 50.000,00 TL manevi tazminata hükmetmek hak ve nefaset kurallarıyla bağdaşmadığı gibi manevi tazminatın amaç ve niteliğine de aykırı olduğunu, davacının 80 yaşında olduğu hususu değerlendirilmediğini,
-Manevi tazminatın miktarı konusunda yasaya kesin bir ölçü konulmadığını, hakimin takdir yetkisinin kullanılması değişkenlik gösterdiğini,
-Hakimin taktir yetkisi bu davaların yasal dayanağı olan BK.nun 56. maddesi gereğince adalet ile sınırlandırıldığını, hakimin adalete uygun tazminata karar vermesi yine anılan maddenin açıklığı gereği olarak 26.06.1966 tarih ve 7/7 sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme kararıyla mahiyeti ve kapsamı aydınlığa kavuşturulmuş olup, özel durumların göz önünde tutulması mümkün olduğunu, manevi tazminata hükmedilirken özel durumlar (olayın oluş şekli kusur ve zararın niteliği tarafların sosyo ekonomik durumlarıdavanın mahiyeti ve amacı- kaçınılmazlık iş yerinden ayrılma ve meslek hastalığı tespit tarihi arasındaki süre müvekkilimin gücü ) özellikle göz önünde tutulması gereken durumlar olduğunu,
-Yargıtay içtihatlarında Mahkemece takdir edilerek manevi tazminatın zenginleştirmeye ve özendirmeye imkan vermeyecek ölçüler içinde kalması gerektiği belirtildiğini,
-Müvekkilin ekonomik durumu, olay tarihinden işleyecek yasal faiz miktarı ve manevi tazminat takdirinde etken diğer özellikler de dikkate alındığında hükmedilen miktar çok fazla olup kaldırılması gerektiğini belirterek istinaf yoluna başvurulmuştur.
C. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile "...Dairemizce kaldırma kararı öncesi İlk Derece Mahkemesinin kararının taraflarca istinaf edildiği, istinaf sebeplerine göre Dairemizin 2023/119 Esas, 2023/599 Karar sayılı kaldırma ilamında ".. Mahkemece yapılacak iş öncelikle hesap raporunda bakiye ömür tablosu olarak TRH-2010 tablosunu esas alarak yapılacak hesaptan gelirin ilk peşin sermaye değerinin 6098 sayılı TBK 55. maddesi kapsamında rücu edilebilecek kısmını tenzil ederek davacının maddi tazminat alacağını belirlemek ve sonucuna göre bir karar vermekten ibarettir..." denildiği, bu durumda Mahkemece Dairemiz kaldırma kararı öncesi aldırılan 21.09.2020 tarihli bilirkişi hesap raporundaki TRH-2010 tablosu esas alınarak belirlenecek bakiye ömre göre ve ilk peşin sermaye değerli gelirin rücu edilebilecek kısmı varsa tenzil ederek davacının maddi zararının belirlenmemesi, asgari ücretteki artışların dikkate alınması usuli kazanılmış hakların ihlali niteliğinde olup hatalı olmuştur. Bu durumda Dairemiz kaldırma kararı öncesi mahkemece aldırılan 21.09.2020 tarihli hesap bilirkişi raporuna Yargıtay içtihatları gereği bakiye ömrün sürekli iş göremezlikteki artış tarihi itibarıyla TRH-2010 tablosunda ki yaşına göre 8,17 yıl eklenmesi gerektiği, böylece davacının bakiye ömrüne göre davacının toplam maddi zararının 150.721,45-TL olduğu, %60 sürekli iş göremezliğe ve davalı kusuruna karşılık nihai zararının 110.142,92-TL olduğu sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Diğer yandan davacının 10.12.2018 tarihinde maluliyet oranının artma kaydı ile %60 olduğu, sigortalının bu tarih itibariyle 75 yaşında olduğu ve 01.11.1984 tarihinden itibaren yaşlılık aylığı aldığı görülmekle; sigortalının maluliyetinin %60 olması sebebiyle pasif dönem hesabı yapılması gerekmekte ise de sigortalı yaşlılık aylığı almakta olduğundan Yargıtay görüşleri doğrultusunda ilk peşin sermaye değerli gelir hesaplaması yapılmaması gerektiği nitekim Zonguldak 1. İş Mahkemesinin 15.06.2021 T 2021/61 Esas-2021/148 Karar sayılı ilamı ile "davacı Kurumun bağlanan sürekli iş göremezlik gelirinin peşin sermaye değerinden kaynaklı alacak isteminin reddine karar verildiği, verilen kararın istinaf edilmesi üzerine Sakarya 11. Hukuk Dairesinin 2021/1616 Esas, 2023/2054 Karar sayılı ilamı ile istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar verildiği anlaşılmakla hesaplanan maddi tazminattan peşin sermaye değeri indirimi yapılmasının hatalı olduğu, böylece davacının Dairemizce İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılması öncesi alınan 21.09.2020 tarihli bilirkişi raporu doğrultusunda maddi tazminat alacağının kusur karşılığı peşin sermaye değerli gelir indirilmeksizin toplam 110.142,92 TL olduğu anlaşılmakla işbu maddi tazminata hükmedilmesi gerektiği kanaatine ulaşılmıştır. Davalı vekili maddi tazminattan hakkaniyet indirimi yapılması gerektiğini ileri sürmüş ise de 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 55. maddesinde, “ Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile arttırılamaz veya azaltılamaz. ”hükmüne yer verilmiştir. 6101 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanun'un 2. maddesine göre “Türk Borçlar Kanunu'nun kamu düzenine ve genel ahlaka ilişkin kuralları, gerçekleştirildikleri tarihe bakılmaksızın bütün fiil ve işlemlere uygulanır”. TBK 55. maddesindeki emredici hüküm nedeniyle maddi tazminattan hakkaniyet indirimi yapılması mümkün değildir. (Yargıtay 21. HD'nin 2011/5275 Esas, 2012/15492 Karar sayılı, 25.09.2012 tarihli içtihadı ve diğer yerleşik içtihatları)..." gerekçesiyle taraf vekillerinin istinaf başvurularının kabulü ile ilk derece mahkemesi hükmünün kaldırılarak yeniden esas hakkında;
"II-Davanın kısmen kabul kısmen reddi ile
İşbu dava dosyası ile birleştirilen Zonguldak 2. İş Mahkemesinin 2020/508 Esas, 2020/300 Karar sayılı dosyasındaki ek davanın da kısmen kabulü ile
Davacının meslek hastalığı sonucu oluşan %60 oranındaki maluliyeti nedeniyle 110.142,92 TL maddi tazminatın maluliyetin tespit tarihi olan 10.12.2018 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine,
Davacının meslek hastalığı sonucu oluşan %60 oranındaki maluliyeti nedeniyle hastalığın oluşumundaki kusur durumu ve kaçınılmazlık, davacının yaşı ile ekonomik koşullar birlikte değerlendirildiğinde takdiren 60.000,00 TL manevi tazminatın maluliyetin tespit tarihi olan 10.12.2018 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine," şeklinde karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili sunmuş olduğu temyiz dilekçesi ile manevi tazminat talebi hariç olmak üzere istinaf dilekçesinde ileri sürdüğü itirazlarını yinelemek suretiyle Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılmasına, İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
C. Gerekçe
Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık meslek hastalığından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir.
İlgili Hukuk
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 369. maddesinin birinci fıkrası ile 371. maddesi, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 13, 16, 20 ve 21. maddeleri ile 4857 sayılı İş Kanunu'nun 77. maddesi
Değerlendirme
Tarafların iddia, savunma ve dayandıkları belgelere, uyuşmazlığın hukuki nitelendirilmesi ile uygulanması gereken hukuk kurallarına, dava şartlarına, yargılamaya hâkim olan ilkelere, ispat kurallarına ve temyiz olunan kararda belirtilen gerekçelere göre, davacı vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışındaki sair temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
Dosya kapsamından; Mahkemece 08.03.2023 tarihli Bölge Adliye Mahkemesi kaldırma ilamı öncesi 21.09.2020 tarihli kök hesap raporu aldırıldığı, raporda davacının bakiye ömür süresinin tespitinde PMF tablosunun esas alındığı, davacı vekilince rapora bu yönden itiraz edildiği, davacı vekilince raporda belirlenen 58.155,15 TL itiraz ve fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak kaydıyla birleşen dava dosyası ile talep edildiği, Mahkemece kaldırma ilamı öncesi verilen 08.12.2020 tarihli 1. kararında anılan raporun hükme esas alındığı, taraf vekillerince istinaf yoluna başvurulduğu, davacı vekilince istinaf nedenleri arasında zarar miktarının belirlenmesine yönelik sebeplerinde yer aldığı, Bölge Adliye Mahkemesince verilen 08.03.2023 tarihli kaldırma kararında davacı vekilinin hesap yöntemine ilişkin istinafının haklı görülerek TRH-2010 tablosunun uygulanması suretiyle hesap yapılması hususuna işaret edildiği ayrıca Kurumca yapılan peşin sermaye değerli gelirin de hesaplanacak tazminattan mahsubu gereğine işaret edildiği, Mahkemece kaldırma ilamı sonrası 15.05.2023 tarihli 1. ek raporun aldırıldığı, işbu raporda kaldırma ilamında belirtilen hususlar gözetilerek davacı zararının 405.670,10 TL olarak tespit edildiği, davacı vekilince rapor gibi maddi tazminata ilişkin talebini 19.06.2023 tarihli dilekçe ile ileri sürdüğü devamla takip eden celse 19.06.2023 tarihli dilekçe doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmesini talep ettiği, Mahkemece anılan raporun hükme esas alındığı, taraf vekillerinin istinaf başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesince 08.03.2023 tarihli kaldırma ilamında bakiye ömür tablosunun TRH -2010 tablosu olarak esas alınması ile rücuya tabi gelirin indirilmesi hususuna işaret edildiği, bu durumda mahkemece kaldırma kararı öncesi aldırılan 21.09.2020 tarihli bilirkişi hesap raporundaki TRH-2010 tablosu esas alınarak belirlenecek bakiye ömre göre ve ilk peşin sermaye değerli gelirin rücu edilebilecek kısmı varsa tenzil ederek davacının maddi zararının belirlenmesi gerekirken asgari ücretteki artışların dikkate alınması suretiyle davalı lehine oluşan usuli kazanılmış hakkın ihlal edildiği gerekçesiyle resen hesap yapılması ile 21.09.2020 tarihli hesap raporundaki bilinen dönemi ileriye çekilmeksizin TRH-2010 tablosunun uygulanması suretiyle zarar hesabını yaptığı, Kurumca bağlanan peşin sermaye değerli gelirin mahsubunun ise Kurumun davalı işverene karşı açtığı rücuen tazminat talepli davasının reddine karar verilmesi ve anılan kararın kesinleşmesi nedeniyle rücuya tabi alacak bulunmadığı gerekçesiyle mahsup edilmediği sonuç olarak davacı lehine 110.142.92 TL maddi tazminata karar verildiği anlaşılmıştır.
Usuli kazanılmış hak davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrarı sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Usulü müktesep hak, anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usulü kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usulü kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hak oluşturur (04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK).
Kazanılmış haklar “Hukuk Devleti” kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasa'nın 2. maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usulü kazanılmış hak” olgusunun, bir çok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Örneğin Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usulü kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.
Usulü kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir. (HGK'nın 12.07.2006 T., 2006/4-519 E, 2006/527 K, 03.12.2008 T., 2008/10-730 E., 2008/732 K.) Zira usulü kazanılmış hak ilkesi kamu düzeniyle ilgilidir. (09.05.1960 T., 21/9; 04.02.1959 gün 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı)
Ayrıca SGK gelirlerinin (geçici iş göremezlik ödeneği ve ilk peşin sermaye değerli gelir) tenzilinde kamu düzeni ilkesi kapsamında uygulanma imkanı bulunan 6098 sayılı TBK'nın 55. maddesi kapsamında rücu edilebilir olan kısmının hesaplanan tazminat alacağından tenzil edilerek davacının netice tazminat alacaklarının belirlenmesi gerektiği de açıktır.
Somut olayda, davacı vekilince kaldırma ilamı öncesi verilen Mahkeme hükmüne esas alınan 21.09.2020 tarihli kök hesap raporuna itiraz edildiği ve iş bu raporu hükme esas alan 1. karara karşı da maddi tazminat istemi yönünden acıkça istinaf talebinde bulunduğu dikkate alındığında Bölge Adliye Mahkemesinin bilinen dönemin ileriye çekilmesinin davalı lehine oluşan usuli kazanılmış hakkı ihlal ettiği gerekçesi yerinde değildir. Ayrıca Kurumca açılan rücuen tazminat talepli davanın reddine karar verilmesi de rücu davasında uygulanan usul ve esasa dair hükümlerin tümünün tazminat davasında esas alınmasının gerekmeyeceği, rücu davasında sürekli iş göremezlik oranının %60'ın altında kaldığı ve pasif dönem zarar hesabının bu sebeple yapılmadığı açıklanarak davanın reddine karar verildiği görüldüğünden Bölge Adliye Mahkemesinin Kurumun açtığı rücuen tazminat talepli davanın reddine karar verildiği gerekçesiyle yukarıda değinilen TBK 55. madde hükmüne aykırı olarak peşin sermaye değerli gelir mahsubunun yapılmaması da hatalı olmuştur.
Mahkemece yapılacak iş; yukarıda yapılan açıklamalar gereğince davacının maddi zararını tespit etmek ve taraflar lehine oluşan usuli kazanılmış hak ilkesi dikkate alınarak karar vermekten ibarettir.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle,
Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULMASINA,
Peşin alınan temyiz karar harcının istek halinde ilgilisine iadesine,
Dosyanın Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
02.2025 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.