Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçundan sanık ...'ın TCK’nın 268/1. maddesi delaletiyle aynı Kanun'un 267/1, 31/3, 50/3, 50/1-a, 52/4 ve 63. maddeleri uyarınca 4.800 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, taksitlendirmeye ve mahsuba ilişkin Diyarbakır (Kapatılan) 3. Çocuk Mahkemesince verilen 17.03.2014 tarihli ve 53-228 sayılı hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 11.12.2018 tarih ve 13760-14160 sayı ile;
"TCK’nın 268. maddesindeki suçun oluşması için öncelikle fail tarafından işlenen bir suçun bulunması gerekmektedir. Başka bir deyişle iftira suçunun aksine, bu madde bakımından gerçek bir suçun işlenmesi ve bu suçun faili ile 268. maddedeki eylemin failinin aynı kişi olması zorunludur.
İşlenmiş olması gereken suçun kasıtlı veya taksirli suç olması arasında bir fark bulunmamaktadır. Fakat maddede yalnızca suçtan söz edilmekle, kabahatler veya disiplin eylemleri madde kapsamında değerlendirilmektedir.
Maddedeki ifade biçiminin hatalı olduğu söylenebilir ise de mevcut düzenleme karşısında, failin gerçekte o suçu işlememiş bulunduğunun anlaşılması hâlinde, başkasının kimlik bilgilerini kullanma eyleminin 268. maddedeki suçu oluşturmadığını kabul etmek, kanunîlik ilkesi bakımından zorunlu görülmektedir. Bu tür eylemlerde 206. maddenin uygulanması gereklidir.
Hırsızlık suçundan verilen ve kesinleşen beraat kararı karşısında hukuken suça sürüklenen çocuğun işlediği bir suç bulunmadığının kabulünde zorunluluk bulunduğu hâlde kolluk görevlisine (düzenlenecek bir belgeye esas olarak) beyanda bulunurken, başkasına ait kimliği veya bilgileri kullanma eylemi 268. maddedeki değil 206. maddedeki suçu oluşturmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında hırsızlık suçu şüphelisi olarak yakalanması üzerine hakkında soruşturmaya başlandığı sırada kimliğini Muhammed Baver olarak beyan eden suça sürüklenen çocuk hakkında elde veya üstte taşınan eşyayı özel beceri ile almak suretiyle hırsızlık suçundan dava açıldığı, bu suçtan beraat ettiği ve bu kararın kesinleştiği anlaşılmakla; kesinleşen beraat kararı karşısında suça sürüklenen çocuğun 'işlediği bir suçtan' söz edilemeyeceği cihetle TCK'nın 268. maddesinde tanımlanan suçun unsurları oluşmayıp suça sürüklenen çocuğun TCK'nın 206. maddesi uyarınca cezalandırılması gerektiği hâlde yazılı gerekçe ile başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini kullanma suçundan cezalandırılması," isabetsizliğinden bozulmasına oy çokluğuyla karar verilmiş,
Daire Başkanı H. Metiner ile Daire Üyesi İslam Çiçek; “İftira suçunun özel bir hâlini düzenleyen 'başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması' suçunun oluşabilmesi için kişinin işlediği suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla başkasına ait kimliği veya kimlik bilgilerini kullanması gerektiği, somut olayda; suça sürüklenen çocuğun hırsızlık suçu soruşturmasından kurtulmak için daha önceden tanıdığı başka bir kişinin ismini verdiği, yapılan yargılama neticesinde suçu işlemediğinden bahisle beraat kararı verilmesinin başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini kullanması suçunun oluşumuna etki etmeyeceği, yalan beyanın failin işlediği bir suçun soruşturulması dolayısıyla gerçeğe aykırı kimlik bilgilerini kullanma şeklinde işlenmesini öngören ögeleri bakımından TCK'nın 268. maddesinin aynı Kanun'un 206. maddesine nazaran özel hüküm niteliğinde bulunduğu, özel normun önceliği ilkesi uyarınca fiile yalnızca TCK'nın 268. maddesinin uygulanması gerektiği,” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 24.01.2019 tarih ve 286558 sayı ile;
"Olay günü sabah saatlerinde müşteki ...'nun elindeki cep telefonu ile konuştuğu sırada arkadan gelen bir kişinin elindeki telefonu alarak dört beş kişiyle birlikte kaçtığı, müştekinin aynı gün öğleden sonra suça sürüklenen çocuğu görerek telefonu çalan kişiye benzetip polise haber verdiği, suça sürüklenen çocuk ...'ın polise daha önceden tanıdığı ...'ın kimlik bilgilerin verdiği, polisin Muhammed'in annesine olayı bildirmesi üzerine suça sürüklenen çocuğun başkasına ait kimlik bilgilerini kullandığının anlaşıldığı, akabinde suça sürüklenen çocuğun hırsızlık suçundan beraat ettiği şeklindeki eyleminin 5237 sayılı TCK'nın 206. maddesinde hükme bağlanan memura yalan beyanda bulunma suçunu mu, yoksa 5237 sayılı TCK'nın 268/1. maddesi delaleti ile 267/1. maddesinde hükme bağlanan başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunu mu oluşturacağı hususu itirazımızın özünü oluşturmaktadır.
5237 sayılı TCK'nın 206. maddesinde hükme bağlanan memura yalan beyanda bulunma suçu, 765 sayılı TCK'nın 343. maddesinin karşılığıdır. 765 sayılı TCK'nın 343/2. maddesindeki nitelikli hâllere yeni yasada yer verilmemiş, yalnızca 'yalan beyanda bulunma' deyimine yer verilmiştir. Böylece yalan beyanın kapsamı genişletilmiştir.
Resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu ile korunmak istenilen hukuksal yarar kamu güvenidir. 206. madde, doktrinde 'fikri sahtecilik' olarak adlandırılan bir suç tipini düzenlemektedir. Bu suç, kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçuna benzemektedir. Her iki suç bakımından ortak özellik, resmî belgenin içerik olarak gerçeği yansıtmamasıdır. 204/2. maddedeki suçu kamu görevlisi işlerken, bu suçu bir üçüncü kişi işlemektedir. Hukuk düzeni, belli bir belgenin düzenlenmesi esnasında bireye doğru açıklamalarda bulunma yükünü yüklemekte, düzenlenecek belgeye önem vermektedir. Kişi, kendi beyanıyla, sahte bir resmî belgenin düzenlenmesine neden olmak hakkına sahip değildir. Belge, bireyin doğru beyanda bulunmaması dolayısıyla gerçeğe aykırı olunca ortada bir belgede sahtecilik eylemi bulunur. Eylem, resmî belgelerin gerçeği yansıttığı ve sahteciliğe konu olmayacağı hususundaki güveni zedelediğinden, bu nedenle suçla korunan hukuki değer kamu güvenidir.
Suçun maddi konusu, failin gerçeğe aykırı beyanına dayanılarak kamu görevlisinin düzenlediği ve beyanın doğruluğunu ispat edici bir güce sahip olan resmî belgedir. Yalan beyanın kamu görevlisine yapılması ve kamu görevlisinin de resmî belge düzenlemeye yetkili olması gerekir.
Suçun maddi unsuru, bir resmî belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunmaktır. Yalan beyanın mutlaka resmî belgenin düzenlenmesi sırasında gerçekleşmiş olması gerekir. Kişinin açıklamaları üzerine düzenlenen resmî belgenin bu beyanın doğruluğunu ispat edici bir güce sahip olması suçun oluşumu için gereklidir. Zarar aranmaz, zarar olasılığı suçun oluşumu için yeterlidir.
5237 sayılı TCK'nın 268. maddesinde hükme bağlanan 'işlediği suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasına engellemek amacıyla bir başka kişiye ait kimliği veya kimlik bilgilerini kullanmak' şeklindeki eylem bir yenilik olarak iftira suçunun özel bir işleniş biçimi olarak düzenlenmiştir. Bu hüküm 765 sayılı TCK'nın adli işlere ilişkin bulunan 'memura yalan bildirimde bulunma' suçunu düzenleyen 343/2. fıkrasının karşılığını oluşturmaktadır.
Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunda korunmak istenilen hukuksal değer adliyenin ve kişi haklarının korunmasıdır.
Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun faili, işlediği suç nedeniyle hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılırken kendi kimliği veya kimlik bilgisi yerine başkasına ait kimlik veya kimlik bilgisini kullanan kimsedir. Diğer bir anlatımla fail, kendisi hakkında işlediği suç nedeniyle soruşturma yürütülen ve şüpheli konumunda olan bir kimse veya hakkında kovuşturma yürütülen ve sanık konumunda bulunan kimsedir.
Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun mağduru, adliyedir. Geniş anlamda ise fail tarafından hakkında gerçek dışı hukuka aykırı bir fiil isnat edilen masum kişidir.
Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun maddi unsuru, işlediği bir suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini kullanmaktır.
Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması 'savunma hakkı' kapsamına girmez. Zira savunma hakkı, isnat olunan suç ve olaya ilişkin olarak tanınmış olup kimlik açısından böyle bir hak sözkonusu değildir.
Soruşturma ve kovuşturma makamları önünde kimliği konusunda yalan beyanda bulunan şüpheli ya da sanığın eylemi TCK'nın 206. maddesindeki suçu oluşturur. Eğer şüpheli ya da sanık başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini verirse, bu durumda 268. maddesi delaletiyle 267. madde hükmüne göre cezalandırılacaktır. Failin, işlediği veya işlemediği bir suç nedeniyle hayali bir kimsenin kimlik bilgilerini vermesi ya da işlemediği bir suç dolayısıyla yürütülen soruşturma ve kovuşturmada şüpheli veya sanık sıfatıyla ifadesine başvurulurken başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini vermesi durumlarında 268. madde hükmü uygulanmaz. Bu durumda eylem 206. maddedeki resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunu oluşturur.
Konuya ilişkin Yargıtay içtihatlarına bakıldığında;
Yüksek Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 04.03.2009 tarihli ve 7224-1952 sayılı kararında; 'Sanığın, adli soruşturma sırasında başkasına ait kimlik bilgilerini kullandığının iddia olunması karşısında, gerçek bir kişinin kimlik bilgilerinin verilmesi hâlinde eylemin 5237 sayılı TCK'nın 268/1. maddesi aracılığıyla 267. maddesine, bu isimde bir kişinin bulunmayıp hayali isim verilmesi hâlinde ise anılan Kanun'un 206/1. maddesine uygun bulunacağı cihetle...',
01.2010 tarihli ve 4408-87 sayılı kararında; 'Sanığın; hakkındaki gıyabi tevkif müzekkeresiyle ilgili olarak yapılan kimlik ve parmak izi tespiti sırasında kendisinin '...' olduğunu yalan yere beyan ettiğinin iddia olunması, dosya içerisinde bulunan, Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğünün 22.12.2003 tarihli ve 1432 sayılı ihbar yazısı ve eki Üsküdar İlçe Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğünün 21.08.2002 tarihli parmak izi sicil belgesinden sanığın kimlik tespiti sırasında ...’ın kimlik bilgilerini beyan ettiğinin anlaşılması, hangi nedenle kimlik tespiti işleminin yapıldığına dair bir açıklığın bulunmaması, sanığın ise aşamalarda hırsızlık suçu şüphesi ile gözaltına alındığında kimlik bilgilerini gizleyip yalan yere beyanda bulunduğunu savunması karşısında gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek biçimde belirlenmesi bakımından olay tarihinde sanık hakkında düzenlenen bir soruşturma evrakı bulunup bulunmadığı, hangi nedenle kimlik tespiti işleminin yapıldığı araştırılıp tespiti hâlinde soruşturma evrakının aslı veya onaylı suretleri getirtilip incelenerek, sanığın işlediği bir suç nedeni ile kendisi hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılmasını engellemek amacı ile başkasına ait kimlik bilgilerini kullanması eyleminin 5237 sayılı TCK'nın 268/1. maddesi aracılığıyla anılan Kanun'un 267/1. maddesi kapsamında iftira suçunu, sanık hakkında bir soruşturma bulunmaması veya aranan kişilerden olmaması nedeni ile beyan ettiği kimlik bilgisi sahibi kişi hakkında bir soruşturma yapılmaması hâlinde ise eyleminin 5237 sayılı TCK'nın 206/1. maddesi kapsamında 'resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan' suçunu oluşturacağı gözetilip sonucuna göre sanığın hukuki durumumun tayin ve takdiri gerekirken, eksik soruşturma ile sanık hakkında suç tarihinde yürürlükte bulunan ve lehine olan 5395 sayılı ÇKK'nın 5560 sayılı Kanun ile değişmezden önceki 24. maddesi uyarınca uzlaşma hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı da tartışılmadan yazılı şekilde hüküm tesisi...',
05.2010 tarihli ve 22397-6192 sayılı kararında; 'Sanığın; hırsızlık suçundan yakalanıp hakkında yapılan adli soruşturma sırasında beyan ettiği kimlik bilgilerinin gerçek bir kişiye ait olması hâlinde TCK'nın 268/1. maddesi delaletiyle aynı Kanun'un 267. maddesi kapsamında düzenlenen iftira suçunun, bildirdiği kimlik bilgilerinin gerçekte var olmayan bir kişiye ait olduğunun anlaşılması hâlinde ise anılan Kanun'un 206/1. maddesi kapsamında 'resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan' suçunun oluşacağı ve somut olayda gerçek bir kişinin kimlik bilgilerini kullandığı anlaşılan sanık hakkında 268/1. maddesi delaletiyle 267. maddesi uyarınca mahkûmiyet kararı verildiği hâlde aynı eylemden dolayı ayrıca TCK'nın 206. maddesi uyarınca da yazılı şekilde mahkûmiyet kararı verilmesi...', isabetsizliğinden hükümler bozulmaktadır.
TCK'nın 206. maddesinde düzenlenen resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunma suçunu aynı Kanun'un 268. maddesinde düzenlenen başkalarına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçundan ayıran en önemli özellik, 268. maddede sanık işlediği bir suçtan kurtulmak amacıyla gerçek bir kişinin kimlik bilgilerini vererek gerçek kişi hakkında iftira sonucunu doğuran eylemiyle soruşturma ya da kovuşturma yapılmasına neden olmaktayken, 206. maddede ise sanık kamu görevlisine kimliği hakkında yalan beyanda bulunmasıyla bir başkası hakkında soruşturma ya da kovuşturma yapılmasına neden olmamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; somut olayda suça sürüklenen çocuk ...'ın olay günü hırsızlık iddiası ile polis merkezine götürüldüğü, burada hırsızlık suçundan kurtulmak için daha önceden tanıdığı ...'ın kimlik bilgilerini verdiği, yapılan yargılama neticesinde kendisine isnat olunan hırsızlık suçundan beraat etmiş ise de, bu hususun iftira suçunu etkilemeyeceği, zira suça sürüklenen çocuğun başlangıçtaki amacının hırsızlık iddiasından kendisini kurtarmak için başkasına ait kimlik bilgilerini kullanmak olduğunun açık olduğu ve bu nedenle iftira suçunun unsurlarının oluştuğu," görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesince 16.04.2019 tarih, 1243-5507 sayı ve oy çokluğuyla itiraz nedeni yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık hakkında hırsızlık suçundan verilen beraat hükmü temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme sanık hakkında başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçundan verilen mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin nitelendirilmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Olay, yakalama ve üst arama tutanağına göre; 16.01.2014 tarihinde saat 12.20 sıralarında kolluk görevlileri tarafından yapılan uygulama esnasında inceleme dışı hırsızlık suçunun mağduru ... ile kolluk görevlilerince kendi beyanına göre kimlik tespiti yapılan sanığın tartıştıklarının görüldüğü, ... ile yapılan görüşmede aynı gün saat 08.00 sıralarında dershaneye giderken telefonla konuştuğunu, bu sırada yüzünü net olarak gördüğü bir erkek şahsın telefonunu alarak kaçtığını, dershaneye gitmek zorunda olduğu için polisi aramadığını, dershane çıkışında Koşuyolu Parkı içerisinde telefonunu çalan şahsı görmesi üzerine bu şahıs ile tartışmaya başladığını ve söz konusu şahıstan şikâyetçi olduğunu beyan ettiği,
Sanığın kimlik bilgilerini kullandığı ... adına kolluk görevlileri tarafından 16.01.2014 tarihli olay, yakalama ve üst arama tutanağı ile aynı tarihli şüpheli ve sanık hakları formunun yine Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından 16.01.2014 tarihli ve 1297 sayılı genel adli muayene raporunun düzenlendiği,
Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen 16.01.2014 tarihli tutanağa göre; hırsızlık suçuna ilişkin olarak yakalanan ... isimli şahsın annesi olan ...’a bilgi vermek amacıyla telefonla yapılan görüşme sırasında ...’ın kolluk görevlilerine oğlu olan ...’ın hâlen evlerinde olduğunu beyan etmesi üzerine ...’ın Çocuk Şube Müdürlüğüne davet edildiği, ...’ın Çocuk Şube Müdürlüğünde gördüğü şahsın oğlu olan ... olmadığını belirtmesi üzerine sanık ile yapılan görüşmede gerçek isminin ... olduğunu, araması olduğundan korktuğu için kimlik bilgilerine ilişkin yalan söylediğini beyan ettiği,
Anlaşılmaktadır.
İnceleme dışı hırsızlık suçunun mağduru ... Kollukta; 16.01.2014 tarihinde saat 08.00 sıralarında dershaneye gitmek amacıyla evinden çıkarak tek başına yürüdüğü esnada sokağın başında bulunan birkaç kişinin kendisine doğru baktığını, bu şahıslardan birinin 18-20 yaşlarında, 1.65 boylarında, esmer tenli, hafif sakallı olduğunu, bu şahsın yüzünü gördüğünü, söz konusu şahısları geçtikten sonra telefonunun çaldığını, telefonu ile konuştuğu sırada eşkalini verdiği erkek şahsın telefonunu alarak kaçtığını, korkudan bir şey yapamadığını, sabah saatleri olduğundan çevrede kimse olmadığını, olayın şokunu atlatınca dershaneye gittiğini, aynı gün saat 12.00 sıralarında dershaneden çıkıp eve doğru giderken Koşuyolu Parkı girişinde sanığı gördüğünü, yanına giderek “Telefonumu çalan kişi sensin.” dediğini, sanığın da "Ben değilim." dediğini, akabinde yanlarına gelen sivil polislerin sanığı yakaladıklarını, Mahkemede ise; sanığı telefonunu çalan kişiye benzettiğinden polise haber verdiğini, ancak telefonunu çalan kişinin sanık olduğundan emin olamadığını, sanıktan şikâyetçi olmadığını,
Mağdur ... Mahkemede; sanığın komşusu olduğunu ve kendisinden şikâyetçi olmadığını,
Beyan etmişlerdir.
Sanık soruşturma aşamasında; hırsızlık olayın gerçekleştiği saatte evlerinde olduğunu, saat 11.00 sıralarında evden çıktığını, Koşuyolu Parkı girişinde bir bayanın kendisini durdurduğunu, telefonunu çaldığını iddia etmeye başladığını, söz konusu kişiyi ilk kez o sırada gördüğünü, kendisini başkasına benzetmiş olabileceğini, korktuğu için arkadaşı olan ...'ın ismini polislere söylediğini, daha sonra kolluk görevlilerinin ... olmadığını tespit etmeleri üzerine gerçek kimliğini söylediğini, hakkında arama kararı olduğundan korkarak yanlış isim verdiğini, Mahkemede ise; hırsızlık suçlamasını kabul etmediğini, sabıkası olduğu için korkarak komşuları olan Muhamed Baver İlbasan’ın kimlik bilgilerini söylediğini savunmuştur.
Uyuşmazlığın isabetli bir biçimde çözümlenebilmesi için 5237 sayılı TCK'nın 268. maddesinde düzenlenen başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçu ve aynı Kanun’un 206. maddesinde düzenlenen resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu ile 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 40. maddesinde düzenlenen kimliği bildirmeme kabahati üzerinde ayrı ayrı durulması gerekmektedir.
Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçu 5237 sayılı TCK’nın "Adliyeye karşı suçlar" bölümündeki 268. maddede; “İşlediği suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla, başkasına ait kimliği veya kimlik bilgilerini kullanan kimse, iftira suçuna ilişkin hükümlere göre cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiş olup, madde gerekçesinde bu suçun iftira suçunun özel bir işleniş biçimini oluşturduğu belirtilmiştir.
Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun iftira suçunun özel bir şekli olduğu madde sıralamasından da anlaşılmaktadır. TCK'nın 267. maddesinde iftira suçu düzenlendikten sonra 268. madde kaleme alınmış, daha sonra iftira suçundaki etkin pişmanlık hükmünü içeren 269. madde düzenlenmiştir.
Ayrıca TCK'nın 268. maddesinin iptali istemiyle yapılan itirazın Anayasa Mahkemesince 22.05.2012 tarih ve 3-95 sayı ile reddine karar verilmesinin yanında, 268. maddede iftira suçuna yapılan atfın sadece cezayla sınırlı olmadığı, 267. maddedeki iftira suçunun nitelikli hâllerini düzenleyen fıkralar ile 269. maddedeki etkin pişmanlık hükümlerinin de 268. madde için geçerli olacağı belirtilmiştir.
Bu bağlamda failin işlediği bir suç nedeniyle hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla kendi kimliğini saklayarak, başkasına ait kimlik bilgilerini kullanması ve kimlik bilgilerini kullandığı şahsa iftira atmışcasına, o kişi hakkında kendisinin işlediği suçtan soruşturma ve kovuşturma yapılmasına neden olması durumunda, bu madde hükmü uygulanacaktır. Suçun oluşması için failin daha önce bir suç işlemiş olması ve kendi kimliğini vermesi hâlinde hakkında bu suçtan işlem yapılacak olması gerekmektedir.
Başka bir anlatımla bu suçun oluşması için, sanığın resmî belge düzenlemede yetkili memura başkasının kimliğini veya kimlik bilgilerini vermesi yeterli olmayıp işlediği bir suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla gerçek bir kişinin kimlik bilgilerini kullanması gerekmektedir.
Örneğin; bir iş yerinden hırsızlık yaparken yakalanan sanığın kolluk kuvvetlerine kendi kimliği yerine gerçek bir kişi olan kardeşinin kimlik bilgilerini vermesi durumunda kardeşi hakkında soruşturma yapılacak ve sanık da kendisi hakkında yapılacak olan soruşturmadan kurtulacaktır. Örnekten de açıkça anlaşılacağı üzere fail işlediği bir suçtan kurtulmak için kardeşinin adını vererek kardeşine iftira atmışçasına hakkında soruşturma yapılmasına neden olmaktadır.
Öte yandan, başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini kullanma suçunda, failin kullandığı kimlik veya kimlik bilgilerinin gerçekte var olan bir kimseye ait olması gerekmektedir. Bu sebeple, fail tarafından kullanılan kimlik veya kimlik bilgileri hukuki anlamda sonuç doğuracak nitelikte olmalıdır. Örneğin; bir kamu kurumuna ait binaya zarar verirken yakalanan sanığın, kolluk görevlilerine kendi kimliği yerine başka bir kişinin yalnızca adını vermesi hâlinde, adı kullanılan kişi hakkında soruşturma yapılması mümkün değildir. Böyle bir durumda, hukuki anlamda sonuç doğurmayacak ve bu nedenle de kimlik bilgileri kapsamında değerlendirilmesi mümkün olmayan bir bilgi verildiğinden, anılan suç oluşmayacaktır.
Uyuşmazlık konusu ile ilgili bir diğer suç olan resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu 5237 sayılı TCK’nın "Kamu güvenine karşı suçlar" bölümündeki 206. maddede; “Bir resmî belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.” biçiminde düzenlenmiştir.
Maddenin gerekçesinde; “Madde, doktrinde 'fikrî sahtecilik' olarak adlandırılan bir suç tipini düzenlemektedir. Kişi, kendi beyanıyla, sahte bir resmî belgenin düzenlenmesine neden olmak hakkına sahip değildir. Kişinin açıklamaları üzerine düzenlenen resmî belgenin bu beyanın doğruluğunu ispat edici bir güce sahip olması suçun oluşması için gereklidir. Aksi takdirde düzenlenen belge, yapılan beyanın doğruluğunu ispat edemeyeceğinden, kişi kendi beyanı ile böyle bir belgenin düzenlenmesine etmen olmuş sayılamaz ve kendisinin bu madde uyarınca cezalandırılmasının neden ve hikmeti kalmaz. O hâlde bakılacak husus şudur: Beyanın doğruluğu düzenlenen resmî belgeyle ispat edilecek ise, madde uygulanacaktır; buna karşılık beyanı alan memur, beyanın doğruluğunu tahkik edip, buna kanaat getirdikten sonra resmî belgeyi düzenlemek durumunda ise yani resmî belge sadece kişinin beyanı üzerine değil de, memurca yapılacak inceleme sonucuna göre meydana getirilmekte ise, bu maddedeki suç oluşmaz. Nitekim, kişiyi çok geniş bir surette 'doğruyu söylemek'le yükümleyen İtalyan Ceza Kanununun 483 üncü maddesi de aynı esası kabul etmiş ve İtalyan Yargıtayının yerleşmiş içtihadı da bu yönde olmuştur.
Bu nedenle, gümrük muayene memuruna, belirli bir malı ithal veya ihraç edeceği yolunda yalan beyanda bulunan kişi, bu maddedeki suçu işlemiş olmaz; zira beyanı alan gümrük muayene memuru sırf bu beyanla yetinmeyip, beyanın doğruluğunu incelemekle yükümlüdür.
Resmî belge ile doğruluğu ispat edilecek olayların ne olduğu, belgenin niteliğine göre belirir.
Hâkime, değişik olaylar karşısında, yalan beyanın niteliğine göre temel cezayı belirlemek bakımından takdir yetkisi sağlamak maksadıyla maddedeki ceza üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası olarak saptanmıştır.” açıklamalarına yer verilmiştir.
Bu suçun oluşabilmesi için, yalan beyanın resmî belge düzenleme yetkisine sahip kamu görevlisine yapılmış olması gerekmektedir. Resmî bir belgenin düzenlenmesi sırasında beyanda bulunacak kişinin gerçeği söyleme zorunluluğu vardır. Kişinin beyanı üzerine düzenlenen resmî belgenin, bu beyanın doğruluğunu ispatlayıcı nitelikte olması, bir başka ifadeyle beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılmasının zorunlu olmaması şarttır. Kişinin beyanı yeterli olmayıp bu beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılması zorunluysa ve bu araştırma sonunda bildirimin gerçeğe uygun olmadığı belirlenirse, kişinin beyanına itibar edilemeyeceğinden ve kişinin beyanını içeren belge, ispat aracı olarak kullanılamayacağından, anılan maddedeki suç oluşmayacaktır.
Bununla birlikte suçun oluşması için kişinin beyanda bulunması yeterli olmayıp bu beyan üzerine kamu görevlisi tarafından bir belgenin de düzenlenmesi gerekmektedir.
Yargısal kararlarda ve öğretide; kişinin beyanı üzerine düzenlenen resmî belgenin, bu beyanın doğruluğunu ispatlayıcı nitelikte olduğu, bir başka anlatımla beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılmasının zorunlu olmayıp TCK'nın 206. maddesindeki suçun oluştuğu durumlara; kişinin, İl Çevre Müdürlüğünce verilen idari para cezasının tahsilini engellemek için düzenlenen idari para ceza tutanağında adresini gerçeğe aykırı şekilde beyan etmesi, borçlu kişinin, haciz tutanağında kendisine ait malları üçüncü kişiye ait gibi beyan etmesi, hakkında trafik ceza tutanağı düzenlenecek kişinin, kendisine benzeyen başka bir kimsenin fotoğrafı bulunan sürücü belgesini trafik polisine göstermesi, belgedeki fotoğrafın kişiye benzemesi nedeniyle bu beyanın doğruluğunu araştırma zorunluluğu bulunmayan trafik görevlisince sürücü belgesi sahibi adına trafik ceza tutanağı tanzim edilmesi gibi durumlar örnek olarak sayılmıştır.
Öğretideki görüşlere ve konuya ilişkin yargısal kararlara göre, bu suçta temel alınan husus; kamu görevlisi tarafından delil aranmaksızın, başkaca herhangi bir araştırma, inceleme ve işlem yapılmaksızın, doğrudan doğruya hukuki sonuç doğuracak ve ispat aracı oluşturacak nitelikte resmî belgenin düzenlenmesine dayanak alınan beyanlardır. Yalan beyanın doğrudan hukuki sonuç doğurmadığı, delil aracı oluşturmadığı hâllerde ya da kamu görevlisinin görevi gereği bu beyanın gerçeğe uygunluğunu araştırıp, doğruluğuna kanaat getirdiği takdirde resmî belgeyi düzenlemesi, aksi durumda beyanı reddetmesi gerekiyorsa anılan suç oluşmayacaktır.
TCK'nın 206. maddesinde düzenlenen resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunma suçunu aynı Kanun'un 268. maddesinde düzenlenen başkalarına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçundan ayıran en önemli özellik, 268. maddede sanık işlediği bir suçtan kurtulmak amacıyla gerçek bir kişinin kimlik bilgilerini vererek gerçek kişi hakkında iftira sonucunu doğuran eylemiyle soruşturma ya da kovuşturma yapılmasına neden olmaktayken, 206. maddede ise sanık kamu görevlisine kimliği hakkında yalan beyanda bulunmasıyla bir başkası hakkında soruşturma ya da kovuşturma yapılmasına neden olmamaktadır. Örneğin; hakkında hırsızlık suçundan kamu davası devam eden ve yakalama kararı çıkarılan sanık A'nın rutin bir kontrolde gerçek kişi B'nin kimlik bilgilerini kullanması durumunda, kendisi hakkında yapılan kovuşturmayı engellemediğinden ve A'nın eylemi nedeniyle de B hakkında bir soruşturma ya da kovuşturma yapılmadığından, A'nın eylemi TCK'nun 268. maddesinde düzenlenen başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini kullanma suçunu da oluşturmayacaktır.
Kimliği bildirmeme kabahati ise 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 40/1. maddesinde; "Görevle bağlantılı olarak sorulması halinde kamu görevlisine kimliği veya adresiyle ilgili bilgi vermekten kaçınan veya gerçeğe aykırı beyanda bulunan kişiye, bu görevli tarafından elli Türk Lirası idarî para cezası verilir." şeklinde düzenlenmiştir.
5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 40/1. madde gerekçesinde ise; “Kamu görevinin gereği gibi ifa edilebilmesi için, herhangi bir kamu göreviyle ilişkili olarak, kişiler gerektiğinde kimlik ve adresleriyle ilgili bilgileri kamu görevlilerine vermekle yükümlüdür. Bu bilgileri vermekten kaçınan ya da bu konularda gerçeğe aykırı bilgi verenler hakkında, bilgiyi soran kamu görevlisi tarafından idari para cezasına karar verilecektir.” açıklamalarına yer verilmiştir.
Kimliği bildirmeme kabahati seçimlik hareketli bir kabahat olup kabahati oluşturan seçimlik hareketler; kimliğiyle ve/veya adresiyle ilgili bilgi vermekten kaçınma, kimliği ve/veya adresiyle ilgili gerçeğe aykırı beyanda bulunmaktır. Bilgi vermekten kaçınma veya gerçeğe aykırı beyanın kamu göreviyle bağlantılı olarak sorulması sırasında olması yeterli olup "resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan" suçundan farklı olarak resmî bir belgenin düzenlenmesi esnasında olması şart değildir.
Kişinin kimliği veya adresiyle ilgili bilgi vermekten kaçınması veya gerçeğe aykırı bilgi vermesinin kabahat oluşturabilmesi için bilgiyi soranın kamu görevlisi olması ve onun da kanunen bunu sormaya yetkili olup göreviyle bağlantılı olarak bu bilgiyi sormuş olması gerekir. Bu nedenle kamu görevlisi olmayan kişilerin kanunen kimlik sorma yetkileri olsa bile bu kişilere bilgi verilmemesi veya gerçeğe aykırı bilgi verilmesi kabahat oluşturmayacaktır. Aynı şekilde kamu görevlisi olsa bile kanunen kimlik sorma yetkisi yoksa veya böyle bir yetkisi olsa dahi bilgiyi göreviyle bağlantılı olarak sormamışsa bilgi verilmemesi veya gerçeğe aykırı bilgi verilmesi kabahat oluşturmaz.
Mevzuatımızda kamu görevlilerinin kimlik sorma yetkisine ilişkin hükümler bulunmaktadır. Örneğin; 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyetleri Kanunu’nun 4/A ve Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Yönetmeliği’nin 46. maddeleri uyarınca polis ve jandarmanın suç işlenmesini önlemek ve işlenmiş suçların faillerini ele geçirmek için veya diğer kanuni yetkilerini kullanırken kendisinin polis veya jandarma olduğunu belirleyen belgeyi gösterdikten sonra, kişilere kimliğini sorabileceği belirtilmiştir.
Kimliği bildirmeme kabahati bilgi vermekten kaçınma veya gerçeğe aykırı beyanda bulunma ile işlenmiş sayılır. Diğer bir anlatımla kimliği bildirmeme kabahatinin oluşabilmesi için fiilin yapılması yeterli olup kişinin kimliğinin belirlenememesi, kamu görevinin aksaması gibi bir neticenin gerçekleşmesi gerekli veya zorunlu değildir.
Kişinin kimliği veya adresiyle ilgili bilgi vermekten çekinmesi ve özellikle de gerçeğe aykırı beyanda bulunması resmî belgede sahtecilik, resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan, başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması, gerçek kimliğini saklamak suretiyle bir başkasıyla evlenme işlemi yaptırma gibi 5237 sayılı TCK'da yer verilen suçları oluşturabilir. Benzer şekilde söz konusu fiillerin 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’na (m. 67/1) muhalefet ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’na (m. 25) muhalefet gibi özel kanunlarda ihdas edilmiş suçları da oluşturması mümkündür. Ayrıca şahsın kimliği veya adresiyle ilgili bilgi vermekten çekinmesi veya gerçeğe aykırı beyanda bulunması 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 40/1. maddesinde düzenlenen kimliği bildirmeme kabahatini de oluşturabilir. Bir fiil, hem kabahat hem de suç olarak tanımlanmış ise Kabahatler Kanunu’nun 15/3. maddesi uyarınca sadece suçtan dolayı yaptırım tatbik edilecek, ancak suçtan dolayı yaptırım uygulanamayan hâllerde kabahat dolayısıyla müeyyide uygulanabilecektir.
Bu aşamada "Suçta ve cezada kanunîlik" ilkesinin üzerinde durulması gerekmektedir.
Latince "Nullum crimen sine lege" ve "Nulla poena sine lege" olarak ifade edilen kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi hukukun egemen olduğu tüm demokratik ülkelerce kabul edilmiş ve yasal güvenceye kavuşturulmuştur. Bu kapsamda Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 38. maddesinde de, "Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. Suç ve ceza zamanaşımı ile ceza mahkûmiyetinin sonuçları konusunda da yukarıdaki fıkra uygulanır. Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik
tedbirleri ancak kanunla konulur." şeklinde düzenlenen suçta ve cezada kanunilik ilkesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 7. maddesinde "Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez." şeklinde hüküm altına alınmıştır.
5237 sayılı TCK'nın 2. maddesinde de;
"(1) Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.
(2) İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz.
(3) Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz." hükmü ile belirtilen ilkeye yer verilmiştir.
Ceza hukukunun temel ilkelerinden birini oluşturan suçta ve cezada kanunilik ilkesi uyarınca, hangi fiillerin suç teşkil ettiğinin ve bu fiillere uygulanacak yaptırımların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanunda gösterilmesi gerekmektedir. Bireylerin yasak fiilleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan bu ilkeyle, temel hak ve özgürlüklerinin korunmasının güvence altına alınması amaçlanmaktadır.
Ceza veya güvenlik tedbiri yaptırımı uygulanabilmesi için fiili kanunun "açıkça" suç sayması gerektiğinden, suç ve cezaların şekli bakımdan kanunla düzenlenmesi yeterli olmayıp, içerik bakımından da belirli amacı gerçekleştirmeye elverişli olmaları gerekir. Ceza hukukunda "belirlilik” ilkesi olarak tanımlanan ilkeye göre, suç ve ceza içeren kanun maddesinde hangi davranışların suçu oluşturduğunun açık ve anlaşılır bir biçimde tarif edilmesi, sınırlarının belli olması ve suç için uygulanacak ceza ile güvenlik tedbirlerinin gösterilmesi gerekmektedir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey hangi somut eylem ve olguya, hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını bilmelidir. Birey ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını belirler. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Hem Anayasal hem de yasal düzeyde yapılan bu düzenlemelere göre suç ve cezanın kaynağı ancak kanun olabilir. Anayasa'nın 7. maddesi gereğince yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu gözetildiğinde, kanunda suç olarak düzenlenmemiş fiillerin, kanunla suç olarak düzenlenmiş fiillerle benzerliği dolayısıyla ve kıyas yoluyla suç sayılıp yaptırıma bağlanması kabul edilemez. Çünkü kıyas bu yönüyle kanunilik ilkesinin ihlalidir. Kanunda düzenlenen belli bir duruma benzeyen bir durum sonuçta kanunda düzenlenmemiş demektir. Bir yargısal faaliyet şeklinde ortaya çıkan kıyas bir yasama faaliyeti olan kanunun tekelciliğini bu bakımdan ihlal etmektedir. Bu anlamda kıyas veya genişletici yorum yoluyla, hakkında düzenleme olmayan bir ceza hukuku konusunda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı başta olmak üzere, kişi hak ve hürriyetlerinin aleyhine uygulama geliştirilemez.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
01.2014 tarihinde saat 08.00 sıralarında inceleme dışı hırsızlık suçunun mağduru ...’nun dershaneye giderken Koşuyolu Caddesine doğru tek başına yürüdüğü sırada arkasından gelen bir şahsın mağdurun elinde bulunan cep telefonunu çekip almak suretiyle kaçtığı, aynı gün saat 12.00 sıralarında evine dönmekte olan mağdurun Koşuyolu Parkı girişinde sanığı gördüğü, akabinde cep telefonunu çalan şahsa benzetmesi nedeniyle sanık ile tartışmaya başladığı, bu sırada kolluk görevlilerinin olay yerine geldiği, sanığın yapılan kimlik tespiti sırasında isminin ... olduğunu beyan ettiği, bu beyan doğrultusunda mağdur ... adına kolluk görevlileri tarafından 16.01.2014 tarihli olay, yakalama ve üst arama tutanağı ile aynı tarihli şüpheli ve sanık hakları formunun yine Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından da 16.01.2014 tarihli ve 1297 sayılı genel adli muayene raporunun düzenlendiği, sanığın yaş küçüklüğü nedeniyle Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü, Çocuk Şube Müdürlüğüne götürüldüğü, akabinde annesi olduğu değerlendirilen ...’ın telefonla arandığı, yapılan görüşme sırasında ...’ın kolluk görevlilerine oğlu olan ...’ın hâlen evlerinde olduğunu beyan ettiği, davet üzerine Çocuk Şube Müdürlüğüne gelen ...’a yaptırılan teşhiste yakalanan şahsın oğlu olan ... olmadığını belirttiği, daha sonra sanık ile yapılan görüşmede gerçek isminin ... olduğunu, araması olduğundan korktuğu için kimlik bilgilerine ilişkin yalan söylediğini beyan ettiği olayda; 5237 sayılı TCK’nın 268. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun oluşabilmesi için madde metnindeki “işlediği suç nedeniyle” ifadesi dikkate alındığında kanunilik ilkesi gereğince öncelikle fail tarafından işlenen bir suçun bulunması ve bu suçun faili ile başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini kullanan failin aynı kişi olması zorunludur. Madde metninin kıyasa yol açacak biçimde geniş şekilde yorumlanamayacağı, başka bir anlatımla kıyas ve yorum yoluyla Kanun'da tanımlanan suça unsur eklenip çıkartılamayacağı da gözetildiğinde sanık hakkında soruşturma ve kovuşturma konusu hırsızlık suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda verilen beraat kararının temyiz edilmeksizin kesinleştiğinin anlaşılması karşısında sanığın soruşturma ve kovuşturma konusu suçu işlediğinden bahsedilemeyeceğinden iftiranın özel bir şekli olan başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun somut olayda oluşmayacağı ancak sanığın hakkında arama kararı olduğundan korkması nedeniyle gerçeğe aykırı olarak beyan ettiği isme göre kolluk görevlileri tarafından 16.01.2014 tarihli olay, yakalama ve üst arama tutanağı ile aynı tarihli şüpheli ve sanık hakları formunun yine Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından da 16.01.2014 tarihli ve 1297 sayılı genel adli muayene raporunun düzenlendiği dikkate alındığında sanığın eyleminin TCK’nın 206. maddesinde düzenlenen resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunu oluşturduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Ceza Genel Kurulu Üyesi; itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 25.06.2019 günü yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.