Resmî belgede sahtecilik suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda sanık ...'ın değişen suç vasfına göre açığa imzanın kötüye kullanılması suçundan TCK'nın 209/1, 211/1, 53/1 ve 54. maddeleri uyarınca 6 ay hapis cezası cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve suça konu senedin müsaderesine ilişkin İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 24.11.2015 tarihli ve 252-270 sayılı hükmün sanık müdafisi ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 23. Ceza Dairesince 06.06.2016 tarih ve 8053-7255 sayı ile;
"...TCK'nın 53/1. maddesinde düzenlenen hak yoksunluklarının, Anayasa Mahkemesi'nin 24.11.2015 tarihli ve 29542 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarihli, 2014/140 E, 2015/85 sayılı iptal kararı doğrultusunda uygulanmasının infaz aşamasında gözetilmesinin mümkün görüldüğü," eleştirisi ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 14.07.2016 tarih ve 34842 sayı ile;
"...Katılan ...'nın İstanbul Eminönü semtinde .....Eczanesi isimli bir işletmesinin olduğu, 2007 yılında bina mülkiyetini satın alması nedeniyle ekonomik sıkıntı içerisine girdiği ve kendisine ilaç temin eden depolardan ..... Ecza Deposu yetkilisi sanık ...'dan 2010 yılında binanın 1/2 hissesi karşılığında 1.650.000 TL para aldığı, ancak sanığın bu hukuki ilişki nedeniyle mülkün devredilmemesi ihtimaline binaen katılandan güvence olarak A4 kâğıdına katılanın imzası bulunan boş bir belge aldığı, katılanın eczane mülkünün 1/2 hissesi sanığa devir edilmesine rağmen, sanığın bu belgeyi katılana iade etmek yerine bilgisayar yardımıyla bono haline dönüştürerek 1.700.000 TL bedelli olarak katılan aleyhine 25.07.2013 tarihinde kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip talebinde bulunmak suretiyle sanığın açığa atılan imzanın kötüye kullanılması ve kamu kurum ve kuruluşlarını araç olarak kullanmak suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediği iddia edilen olayda; açığa imzanın kötüye kullanılması suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığı hususu itirazımızın özünü oluşturmaktadır.
İncelenen dosya içeriğinden;
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 05.09.2014 tarihli ve 2014/38600 Esas sayılı iddianamesi ile; ‘Müşteki ...'nın Eminönü’nde .....Eczanesi’nin 2004 yılında işleticisi ve sahibi olduğu, 2007 yılında eczanenin bulunduğu binayı komple satın alınca ekonomik sıkıntıya ve ödeme güçlüğüne girdiği, müştekinin sürekli ilaç alışverişi yaptığı ..... Ecza Deposu A.Ş. yetkilisi olan şüpheli ... ile maliki olduğu binanın 1/2'sinin satılması konusunda anlaştıkları, aralarında yapacakları protokolü yazıya dökmek üzere kendine şüpheli tarafından verilen boş bir A4 kâğıdının alt kısmına adını ve unvanını büyükçe yazarak müştekinin imzaladığı, ancak 05.08.2014 tarihinde şüpheli ...'ın iş bu imzalı olan iki sayfalık protokolü kendisine gönderdiğini, bu protokoldeki şartları kabul etmesinin mümkün olmadığını şüpheliye söyleyerek boş imzaladığı kâğıdın kendisine iade edilmesini istediği, ancak şüphelinin kendisini oyalayarak iade etmedikleri ve bu kâğıda bilgisayarda yazıcı ile boş kısmına metin kısmını doldurarak sahte bonoya dönüştürdüğü ve müştekiyi 1.700.000 TL borçlandırdığı, bu senedin icraya konduğu, bu konuda 2. Ticaret Mahkemesinde davanın sürmekte olduğu, bu dava sürerken 26.05.2014 tarihinde Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Fizik İhtisas Dairesi Adli Belge İnceleme Şubesince 4565 nolu rapor düzenlendiği, bu rapor içeriğine göre; inceleme konusu 1.700.000 TL tutarlı senet metin yazılarının bilgisayar yazıcısı ile yazılmış olduğu, ancak mevcut bulgularla metin yazılarının sonradan doldurulup doldurulmadığı hususunda bir tespite gidilemediği tespit edilmiştir.
Şüphelinin savunmasında atılı suçlamayı kabul etmediği, senedi müştekinin imzalayıp alacağına karşılık kendisine verdiğini beyan ettiği,
Şüphelinin bu şekilde resmî belgede sahtecilik yaparak müştekiyi dolandırdığı, müşteki iddiası, şüpheli savunması, Adli Tıp Kurumunun 26.05.2014 tarihli raporu ve tüm dosya kapsamından anlaşıldığı,
Şüphelinin açık yargılamasının yapılarak Türk Ceza Kanunu'nun 204/1 ve 158/1-d maddeleri gereğince cezalandırılmasına, inceleme yapılmak üzere 2. Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilen ve başka bir konu ile ilgili 2. Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından özel soruşturma bürosuna gönderilen ve halen savcılığımıza teslim edilmeyen, 1.700.000 TL bedelli, 15.09.2010 tanzim, 15.09.2011 ödeme tarihli, alacaklısı ..., borçlusu ... olan İstanbul Emanet Memurluğunun 2013/22025 sırasına kayıtlı emanetin dosyada delil olarak bulundurulmasına karar verilmesi’ iddiasıyla kamu davası açıldığı,
İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesinin 24.11.2015 tarihli ve 2014/252 Esas, 2015/270 Karar sayılı ilamı ile, ‘...Katılanın sanıkla aralarında yaklaşık 5-6 yıldır devam eden ticari ilişkilerinin olduğu, 2007 yılından 2010 yılına kadar katılanın maddi zorluklar yaşaması nedeniyle bankalardan kredi de alamadığından sanığa eczanenin mülkünün yarısını devredilmesi hususunda katılanla sanığın sözlü olarak anlaştığı, sanığın katılana kaparo olarak 150.000 TL para verdiği ve bu parayı banka hesabına yatırdığı, aralarında yazılı bir anlaşma olmaması nedeniyle sanığın verdiği kaparonun akabinde katılanın sözünden cayması endişesiyle aralarındaki anlaşmayı protokole bağlamak için sanığın katılandan beyaz bir kâğıda imza atmasını istediği ve katılanın da aralarında uzun zaman devam eden ticari ilişkinin doğurduğu güvenle hareket etmek suretiyle devam eden maddi sıkıntıların getirmiş olduğu müzayaka ve para kaynağı bulmanın verdiği heyecanla sanığın teklifini kabul ettiği ve boş bir A4 kâğıdına imza atarak sanığa teslim ettiği, sanığın bu kâğıdı bilahare dörde katladığı ve 2013 yılına kadar sakladığı, 2013 yılında sanığın bu kâğıdın üzerini katılanın borçlu, kendisinin alacaklı göründüğü bono olarak bilgisayar ortamında imzanın üzerine yazı gelecek şekilde düzenleyerek yazdırdığı, yazdırma işlemini yaparken kâğıdın altındaki imza ile yazıyı hizalamak maksadıyla kâğıdın ortasını kalem ile çizerek bono ebadında A4 kâğıdının üst kısmını kestiği ve katılan hakkında icra takibi başlatmasıyla katılanın bu bonodan haberdar olduğu; dosyada mevcut adli tıp raporu, katılanın samimi olduğu kanısına varılan beyanları, katılan tarafın dosyaya sunduğu katılanın 2010 ve 2011 yıllarına ait borçlarına dair dava konusu olmayan örnek bonolar ve dava konusu bonodan anlaşılmıştır.
Her ne kadar sanık söz konusu bonoyu katılanın bilgisayar yazısı olarak çıktısı alındıktan sonra okumak suretiyle sanıktan elden aldığı borçlar nedeniyle imzalayarak verdiğini beyan etmişse de; katılanın 2010 ve 2011 yıllarına ait borçlu olarak imzalarken şahsi ismini kullanmayarak şirket kaşesinin kullanıldığının görülmesi karşısında dava konusu bonoda katılanın isim soy isminin el yazısı olması, sanığın eczanenin devrini düzenleyen protokolün ayrıca düzenlenmiş olduğunu beyan etmesi karşısında, sanığın sunduğu protokolde sanığın imzası olmasıyla katılanın imzasının olmaması, A4 kâğıdından kesilerek bono ebadına getirilen kâğıdın sanığa verildiği anda A4 kâğıdı iken de katlanmış olduğunu gösteren adli tıp raporu (üst kenarın yaklaşık 1 cm altında yatay uzanan kat izi mevcut olduğu-kâğıt ortasında dikey uzanan ikinci bir kat izi mevcut olduğu), boş olarak imzalı kâğıdın üzerini yazı ile doldurulmak üzere çıktısı alınırken hizalamak amacıyla çizildiği değerlendirilen adli tıp raporunda tespit edilen üst kenar üzerinde mürekkepli kalem izlerinin mevcudiyeti ile bononun üst kenarının forme kesim olmaması (senet üst kenarının forme kesim olmadığı üst kenarda kesik kenara paralel uzanan mavi mürekkepli kaleme ait bakiyeler mevcut olduğu, muhtemelen kâğıt kesilirken oluşturulmuş çizgiye ait) hususları yanında katılanın maddi zorluklar içinde bulunması ile sanıkla aralarında yapılacak eczanenin devri sözleşmesi nedeniyle para kaynağı bulmuş olmasının getirdiği heyecan ile boş kâğıdı imzalamasının aralarında uzun zamandır devam eden ticari ilişkinin neticesi oluşan güven ile imzalayarak sanığa teslim etmiş olduğu değerlendirilerek sanığın savunmalarına itibar edilmemiştir.
Mahkememizce oluşan kanaat ve kabule göre her ne kadar sanık hakkında katılana yönelik dolandırıcılık eyleminde bulunmasından bahisle kamu davası açılmış ise de taraflar arasındaki uyuşmazlığın hukuki ihtilaf mahiyetinde kaldığı ve buna ilişkin olarak İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2013/230 esas sayılı dosyasında yargılamanın devam ettiği, bu sebeplerle dolandırıcılık suçunun unsurları oluşmadığından sanığın müsnet suçtan CMK'nın 223/2-a maddesi gereğince beraatine karar verilmesi gerekmiştir.
Dosya kapsamı, oluşan kanaat ve kabule göre sanığın katılandan aldığı boş imzalı A4 kâğıdını kambiyo senetlerinden bono haline getirme eylemi sabit olduğu, eylemin TCK'nın 209. maddesinde düzenlenen ‘açığa imzanın kötüye kullanılması’ suçunu oluşturduğu, bu sebeple sanığın eylemine uyan TCK'nın 209/1. maddesi gereğince cezalandırılmasının gerektiği, sanığın söz konusu eylemi gerçekleştirirken taraflar arasındaki hukuki ilişkiye dayanan alacağın ispatı amacıyla hareket ettiği kanaatine varılmış ve sanık hakkında TCK'nın 211. maddesinin uygulanmasının gerektiği kanaatine varılmıştır.
Sanığın dosyaya yansıyan kişiliği, yargılama sürecindeki tavır ve davranışları ve verilen hapis cezasının geleceği üzerindeki olası etkileri nazar alınarak sanık hakkında TCK'nın 62. maddesinin uygulanmasına takdiren yer olmadığına karar verilmiştir.
Sanığın 22.01.2015 tarihli duruşmada, işlediği iddia olunan suçu işlediğinin sabit görülmesi halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğini beyan etmesi nedeniyle sanık hakkında CMK'nın 231/5. maddesi hükmü uygulanmamıştır.
Sanığın atılı suç nedeniyle bir pişmanlığının olmayışı, sanığın sosyo-ekonomik durumu nazara alınarak sanık hakkında TCK'nın 50 ve 51. maddelerinin uygulanmasına takdiren yer olmadığına karar verilerek sanık hakkında aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur...’ denilerek açığa imzanın kötüye kullanılması suçundan mahkûmiyet hükmü kurulmuş ve kurulan bu hüküm Yüksek Yargıtay 23. Ceza Dairesinin 06.06.2016 tarihli ve 2016/8053 Esas, 2016/7255 Karar sayılı ilamı ile onanmıştır.
Konunun açıklığa kavuşması bakımından açığa imzanın kötüye kullanılması suçuna kısaca değinmekte yarar vardır.
5237 sayılı TCK’nın 209. maddesinde hükme bağlanan açığa imzanın kötüye kullanılması suçu, 765 sayılı TCK’nın 509. maddesinde hükme bağlanan suç tipine uygun olarak düzenlenmiştir.
Açığa imzanın kötüye kullanılması suçu 5237 sayılı TCK’nın 209. maddesinde;
‘(1) Belirli bir tarzda doldurulup kullanılmak üzere kendisine teslim olunan imzalı ve kısmen veya tamamen boş bir kâğıdı, verilme nedeninden farklı bir şekilde dolduran kişi, şikâyet üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) İmzalı ve kısmen veya tamamen boş bir kâğıdı hukuka aykırı olarak ele geçirip veya elde bulundurup da hukukî sonuç doğuracak şekilde dolduran kişi, belgede sahtecilik hükümlerine göre cezalandırılır.’ şeklinde hükme bağlanmıştır.
Açığa imzanın kötüye kullanılması suçları, ispat araçlarının her türlü sahtecilikten uzak olduğuna ve sözleşmelere ilişkin kamu güvenini zedelemektedir. Suçun düzenlendiği bölüm başlığından da anlaşıldığı üzere bu suçlarla korunmak istenen hukuksal yarar kamu güvenidir.
Maddede tanımlanan suçların maddi konusu, güvene dayalı olarak veya hukuka aykırı olarak elde edilen imzalı fakat kısmen veya tamamen boş olan ve bu haliyle ‘belge’ oluşturmayan bir kâğıttır. ‘Kısmen veya tamamen boş bir kâğıt’ ibaresini, belge oluşturmayan, tamamlanmış bir hukuki işlemi ifade etmeyen imzalı ve fakat kısmen veya tamamen boş bir kâğıt olarak anlamak gerekir. Maddenin birinci fıkrasındaki suçta fail, kendisine teslim edildiği anda ‘belge’ niteliğinde bulunmayan kâğıdı ‘belge’ haline getirmektedir. Burada imza sahibi suça konu olan imzalı ve kısmen veya tamamen boş bir kâğıdı kendi isteği ile ‘belirli bir tarzda doldurup kullanmak üzere’ faile teslim etmekte ancak fail bunu ‘verilme nedeninden farklı bir şeklide’ doldurmaktadır. Eğer suça konu olan kâğıt faile teslim edilmiş olmayıp da, fail bu kâğıdı hukuka aykırı herhangi bir yolla ele geçirmiş ve hukuki sonuç doğuracak şekilde doldurmuşsa bu durumda TCK'nın 209/2. maddesinde düzenlenen suçtan ve ayrıca belgenin ele geçiriliş biçimine göre dolandırıcılık veya yağma suçundan dolayı failin sorumluluğu söz konusu olmaktadır.
Açığa imzanın kötüye kullanılması suçuna ilişkin bu genel açıklamalardan sonra somut olaya baktığımızda; katılanın, senedin ödendiğine dair yazılı delil ibraz edememesi ve Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 24.03.1989 tarihli ve 1998/1 Esas, 1989/2 Karar sayılı içtihadında, senedin bedelsiz kaldığı ya da anlaşmaya aykırı olarak kullanıldığının yazılı delille ispatlanmasının zorunlu olduğunun belirtilmiş olması karşısında, sanığın atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı deliller elde edilemediğinden beraat kararı verilmesi gerektiği gözetilmeden, dosya kapsamına uygun olmayan yetersiz gerekçeyle yazılı şekilde mahkûmiyet kararı verilmesinin yerinde olmadığı ve açığa imzanın kötüye kullanılması suçuna ilişkin mahkûmiyet hükmünün bu nedenle bozulması gerektiği,” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurulmuştur.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 23. Ceza Dairesince 10.10.2016 tarih ve 11643-8677 sayı ile itiraz nedenleri yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık hakkında kamu kurum ve kuruluşlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık suçundan verilen beraat hükmü Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup, itirazın kapsamına göre inceleme sanık hakkında açığa imzanın kötüye kullanılması suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı açığa imzanın kötüye kullanılması suçuna konu senedin sanıkla katılan arasındaki anlaşmaya aykırı olarak doldurulduğu iddiasının yazılı delil ile ispatlanması mecburiyeti bulunup bulunmadığının ve buna bağlı olarak suçun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin olup suçun sabit olduğunun kabulü halinde senedin müsadere edilmesine karar verilmesinin isabetli olup olmadığının da değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya içeriğinden;
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca; katılan ...'nın, Eminönü’nde bulunan ve işletmekte olduğu .....Eczanesi isimli iş yerine ait binanın mülkiyetini satın alması nedeniyle ekonomik sıkıntıya girdiği ve ticari ilişki içerisinde olduğu ..... Ecza Deposu A.Ş.nin yetkilisi olan sanık ... ile eczane binasının 1/2 hissesinin satılması konusunda anlaştığı, katılanın aralarında yapılacak protokolü yazıya dökmek üzere sanık tarafından kendisine verilen boş A4 kâğıdını alt kısmına adını ve unvanını yazarak imzaladığı, ancak daha sonra sanığın bu kâğıdı 1.700.000 TL bedelli sahte bonoya dönüştürerek katılan aleyhine icra takibi başlattığı iddiasıyla sanık hakkında kamu davası açılmıştır.
Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi Adli Belge İnceleme Şubesi tarafından düzenlenen 26.05.2014 ve 03.08.2015 tarihli bilirkişi raporlarında; senet metin yazılarının bilgisayar yazıcısı ile yazılmış olduğu, senet üst kenarının forme kesim olmadığı, üst kenarda kesik kenara paralel uzanan mavi mürekkepli kaleme ait bakiyeler mevcut olduğu, senet yüzeyinde dağılmış biçimde toner partiküllerinin bulunduğu, gerek imzanın atıldığı kalem mürekkebinin akışkanlığı nedeniyle kâğıt liflerinin arasını doldurması, gerekse toner partiküllerinin kâğıt lifleri arasına ve yüzeyine dağılmış olması nedeniyle toner partiküllerinin imzanın altında veya üstünde olduğu ya da metin yazılarının sonradan doldurulup doldurulmadığı hususunda bir tespite gidilemediği,
Mahkemece alınan 12.05.2015 tarihli heyet bilirkişi raporunda; belgenin standart bir senet kağıdından oluşturulmadığı, A4 kâğıdı üzerine yazıcı yardımıyla oluşturulduktan sonra kesilmek suretiyle senet haline getirildiği, belgenin sağ üst kenar boyunca kısmen mürekkep bulaşığı bulunması nedeniyle kalemle çerçeve içine alınarak kesilmiş olduğu intibaını verdiği, belgenin tamamında yazıcı mürekkebinden kaynaklı toner damlacık sıçramaları ve kirliliği mevcut olduğu, bu sıçrama ve kirliliklerin imzanın üstünde mi yoksa altında mı olduğu yönünde sahip olunan imkanlarla bir karar verilemediği ve belgede ad, soyad ile imza dışında karşılaştırma yapılacak herhangi bir mürekkepli yazı olmadığından yazı yaşı analizi yapılamayacağı,
Katılan vekilinin isteği üzerine ve senet aslının icra dairesinde görülmek suretiyle düzenlendiği belirtilen "Bilimsel Mütalaa Beyanıdır" başlıklı ve 15.11.2013 tarihli raporda; suça konu senedin boş halde iken sağ alt bölümüne isim yazılarak imzalanmış bir A4 boyutlarındaki kâğıt üzerine lazer bilgisayar yazıcısı ile sonradan senet metni yazılması ve fazla olan üst bölümün kesilmesi suretiyle oluşturulduğu,
Bilgilerine yer verilmiştir.
Katılan ...; işlettiği eczanenin bulunduğu binanın mülkiyetini devir aldıktan sonra binaya yaptığı masraflar nedeniyle maddi sıkıntı içerisine girdiğini, borçlarını zamanında ödeyemeyince ilaç depolarından eczanesine ilaç alamadığını, bankalardan kredi de temin edemeyince bir süredir ticari ilişki içerisinde olduğu ..... Ecza Deposunun yetkilisi olan sanığın maddi yardım teklifinde bulunması üzerine 03.08.2010 tarihinde ecza deposunun idare merkezine gittiğini, sanık ve sanığın ortağı olan tanık ... ile görüştüğünü ve eczanesinin bulunduğu binanın yarısının devri karşılığında 1.650.000 TL istediğini, teklifini kabul ederek aynı gün 150.000 TL kaparo ödediklerini, kalan 1.500.000 TL'nin ise tapu devri sırasında ödenmesini kararlaştırdıklarını, ayrılacağı sırada “Verdiğimiz bu paranın karşılığında tapu devrini yapmaz isen biz ne yapacağız” demeleri üzerine yıllardır ticaret yaptıklarını ve karşılıklı güven içerisinde konuştukları şartlardan vazgeçmeyeceğini söylediğini, “Bir beyaz kâğıdın altına imza at, biz aramızdaki konuşmalara göre üstünü satış protokolü olarak doldururuz, hissenin devrinden sonra borcunu ödersen hisseyi de geri veririz” dediklerini, sanığın verdiği beyaz kâğıdın sağ alt köşesine adını yazarak imza attığını, bu sırada yanlarında sanığın ortakları olan ..., ..... ve .....ile kendisinin çalışanları olan ... ve Fatoş Aydın'ın bulunduğunu, 27.08.2010 tarihinde sanık ile birlikte tapu müdürlüğüne giderek eczane binasının yarı hissesini ..... Ecza Deposu Ticaret ve Sanayi A.Ş'ne devrettiğini, devirden sonra kalan 1.500.000 TL'yi istediğinde sanığın parasının olmadığını ve kredi çekeceğini söylediğini, birlikte bankaya gittiklerini, kendisinin kefil olduğu bir kredi çektiklerini ve anlaşma doğrultusunda 1.500.000 TL'nin tamamının kendisine ödendiğini, 23.07.2013 tarihine kadar ticari ilişkilerinin devam ettiğini, ancak bu tarihte sanık tarafından kendisi aleyhine icra takibi başlatıldığını öğrenince yaptığı araştırmada, icra takibine konu senedin açığa attığı imzanın bulunduğu kâğıdın bilgisayarda doldurularak oluşturulduğunu anladığını, sorduğunda ise sanığın senede konu parayı elden kendisine verdiğini söylediğini, ancak kendisinin kesinlikle bu şekilde bir para almadığını,
Savcılıkta ek olarak; maddi durumu düzeldiğinde iade edilmesi şartıyla eczane binasının yarı hissesini satmayı kendisinin önerdiğini, bu konu ile aralarındaki ilaç alım satım hususlarını yazılı hale getirecekleri sırada kendisinden yapılacak protokol için imzalı bir kâğıt istediklerini, güvendiği için verilen boş kâğıdın alt kısmına unvanını, adını ve soyadını yazarak imzalayıp verdiğini, iki gün sonra sanığın iki sayfalık bir protokol gönderdiğini, protokolde kabul edemeyeceği şartların yazıldığını ve kendisinin imzalamış olduğu kâğıdın da kullanılmadığını görünce sanığı aradığını, imzalı kâğıdının iadesini istediğini, sanığın “Veririz” dediğini, ancak oyalayarak kâğıdı vermediğini, 2013 yılı ortalarına doğru ..... ecza deposunun kendi eczanesi üzerinden aşırı derecede ilaç talebinde bulunması üzerine bu durumu engelleme kararı alması nedeniyle boş kâğıdın doldurularak icra takibi başlatıldığını, amaçlarının eczane binasının diğer hissesini de ele geçirmek olduğunu,
Tanık ...; 10 yıldır katılanın eczanesinde kalfa olarak çalıştığını, katılanın ilaç depolarına yüksek miktarda borcu olduğunu, katılan ile birlikte ..... Ecza Deposuna gittiklerinde eczane binasının yarısının devrine karşılık 1.650.000 TL'ye anlaşıldığını, peşin olarak 150.000 TL ödendiğini, sanığın verdiği paraya karşılık teminat istemesi üzerine katılanın sözlü olarak anlaştıklarını, başka bir şeye gerek olmadığını söylediği ve o sırada bir A4 kâğıdının sağ alt köşesine adını yazıp imzalayarak sanığa verdiğini, kâğıdın üzerinde herhangi bir şey yazmadığını ve kesinlikle senet olmadığını, katılanın daha önceki ticari ilişkilerinde açığa imza atarak birine kâğıt verdiğini hatırlamadığını,
Tanık Fatoş Aydın; katılanın yanında 2004 yılından beri kalfa olarak çalıştığını, aynı zamanda eczanenin gelir gideriyle de ilgilendiğini, olay tarihinde eczanenin maddi olarak sıkışıklığı bulunduğundan binanın yarısının satılmasına karar verildiğini, bu nedenle birlikte ..... Ecza Deposuna gittiklerinde yapılan pazarlık sonucu eczanenin yarısının devri için 1.650.000 TL'ye anlaşıldığını, 150.000 TL ödeme yapıldığını, sanığın katılana “Peki bu anlaşmamızdan vazgeçersen ne yapacağız” diye sorduğunu, katılanın da “Eğer güvenmiyorsan bir kâğıt imzalayarak size verebilirim” dediğini ve boş haldeki bir kâğıdın alt sağ kısmına adını yazıp imzaladığını, “Üstünü de protokol olarak doldurursunuz” dediğini, kâğıdı sanığın katlayarak aldığını, katılanın imzaladığı kâğıdın kesinlikle bir senet olmadığını,
Mahkemede farklı olarak; katılanın imzaladığı kâğıdın 150.000 TL ödemenin karşılığı olarak verildiğini, tapu devri yapıldıktan sonra bu kâğıdın yok edilecek olduğunu, çelişki nedeniyle sorulduğunda; katılanın kâğıdı “Bir şey olursa protokol olur, üstünü doldurursunuz” diyerek imzaladığını, asıl amacının ise “Ben size güveniyorum, siz de bana güvenin” mesajı vermek olduğunu,
Tanık ...; ..... Ecza Deposunun ortaklarından olduğunu ve sanık ile aynı odada oturduğunu, katılanın borç batağında olması nedeniyle yanlarına gelip gittiğini, ecza deposu ile katılanın eczanesi arasında 02.08.2010 tarihinde toplam 1.600.000 TL karşılığında eczane binasının mülkiyetinin ve işletmesinin yarısının devri konusunda bir ortaklık tesis edildiğini, sonrasında katılanın ortaklık sözleşmesi görüşmeleri sırasında beyan ettiği borcunun daha fazla olduğunun anlaşıldığını, katılanın belirttiği borç 2.500.000 TL civarında iken daha sonra yaklaşık 5.000.000 TL borcunun olduğunu tespit ettiklerini, sanığın da inisiyatif kullanarak katılanın ihtiyacı olan 1.700.000 TL'yi kırk gün içerisinde elden ödediğini, suça konu senedin de bu borç nedeniyle verilmiş olduğunu, suça konu senedi katılan ile sanığın birlikte bilgisayarda hazırladıklarını, sanığın yazıcıdan çıktı aldığını, katılanın da imzaladığını, boş kâğıda imza atılmadığını, senet düzenlendiği sırada kendilerinden başka kimsenin olmadığını,
Tanıklar ..... ve .....aynı yöndeki beyanlarında; sanığın katılana verdiği borç karşılığında senet aldığını bildiklerini, ancak senet düzenlendiği sırada orada olmadıklarını,
İfade etmişlerdir.
Sanık ...; ..... Ecza Deposunun ortağı olduğunu, katılan ile 2008 yılından itibaren ticari ilişki içinde olduklarını, katılanın 2009 yılı sonlarında ekonomik olarak zor durumda olduğunu söyleyip yardım talep ederek ortaklık teklifinde bulunduğunu, bu amaçla birçok kez iş yerine geldiğini, en son 2010 yılı Temmuz ayında çalışanı tanık ... ile birlikte iş yerine gelerek eczanesinin işletmesinin ortaklaşa yapılmasını ve borçlarını kapatmak için de 1.550.000 TL karşılığında eczane binasının yarı hissesini devretmeyi teklif ettiğini, kendisinin de bu durumu kabul ettiğini, ortaklık şartlarının sözleşme haline getirilmesi için şirket avukatlarına talimat verdiğini, ancak katılanın protokolü imzalamadığını, ortaklık görüşmesi sırasında kendilerinden gizlediği borçları için şahsen borç para istemeye başladığını, şahsi birikimlerinden ve elden vermiş olduğu 1.700.000 TL alacağına karşılık suça konu senedi katılanın imzalayarak verdiğini, bu sırada yanlarında ortağı tanık ... ile katılanın çalışanı tanık ...'nün de hazır bulunduklarını, o anda şirkette matbu senet olmadığı için bilgisayarda kendisinin hazırladığı senet çıktısını katılanın okuduktan sonra imzaladığını, ortaklık ilişkisi devam ettiğinden senedi işleme koymadığını, ancak 2013 yılı Temmuz ayında katılan haksız bir şekilde ortaklığı tek taraflı olarak bitirdiğini bildirince A4 kâğıdına almış oldukları çıktının üstten ve alttan fazlalık kısımları keserek senedin hükümsüz duruma gelmemesi için vadesinden üç yıl sonra icra takibi başlattığını, daha önceden başka ticari ilişkilerinde bilgisayar çıktısı olarak böyle bir senet düzenlemediğini,
Mahkemede farklı olarak; senedin düzenlendiği sırada odada sadece tanık ...'in olduğunu, tanık ...'nün daha önceki görüşmelerde hazır bulunduğunu, ancak senedi hazırladığı sırada yanlarında bulunmadığını,
Savunmuştur.
Açığa imzanın kötüye kullanılması suçu TCK’nın 209. maddesinde;
“(1) Belirli bir tarzda doldurulup kullanılmak üzere kendisine teslim olunan imzalı ve kısmen veya tamamen boş bir kâğıdı, verilme nedeninden farklı bir şekilde dolduran kişi, şikayet üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) İmzalı ve kısmen veya tamamen boş bir kâğıdı hukuka aykırı olarak ele geçirip veya elde bulundurup da hukuki sonuç doğuracak şekilde dolduran kişi, belgede sahtecilik hükümlerine göre cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Açığa imzanın kötüye kullanılması suçunun konusu belirli bir tarzda doldurulmak üzere imzalı ve kısmen veya tamamen boş bir şekilde verilen kâğıttır. Maddeyle, belirtilen biçimde verilen bir kâğıdı, teslim eden kişinin isteğine ve kâğıdı veriş nedenine aykırı olarak dolduran kimse cezalandırılmaktadır.
Birinci fıkradaki suçun oluşumu için bir kimsenin imzasının yer aldığı boş bir kâğıdı, diğerine belirli bir tarzda doldurulmak üzere vermesi, kâğıdı alan kimsenin de tevdi ve teslim nedeninden farklı bir şekilde bu kâğıdı doldurarak hukuki sonuç doğuracak bir belge hâline getirmesi gereklidir. Kâğıt üzerine atılan imzanın gerçek olması şarttır. Aksi takdirde belgede sahtecilik suçu söz konusu olur. Suçun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyet şartına bağlı tutulmuştur.
İkinci fıkrada, imzalı ve kısmen veya tamamen boş bir kâğıdı hukuka aykırı olarak ele geçirip veya elde bulundurup da hukuki sonuç doğuracak şekilde dolduran kişinin, belgede sahtecilik hükümlerine göre cezalandırılması öngörülmüştür. Bu fıkradaki suçun oluşması için faile imzalı kâğıt teslim veya tevdi edilmemiş olmalı, fail imzalı kâğıdı hukuka aykırı bir şekilde ele geçirerek veya elde bulundurarak doldurmalıdır. Fail, imzalı olarak verilen boş kâğıdı doldurduğunda meydana gelen belgenin niteliğine göre resmî veya özel belgede sahtecilik suçu hükümlerine göre cezalandırılacaktır.
Açığa imzanın kötüye kullanılması suçunun unsurları ile alâkalı bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusu ile ilgili olarak suça konu senedin anlaşmaya aykırı olarak doldurulduğunun ispatı açısından yazılı delil mecburiyeti bulunup bulunmadığı ve tanık dinlenip dinlenemeyeceği konusunda hangi usul hükümlerinin uygulanması gerektiğinin irdelenmesinde yarar bulunmaktadır.
10.2011 tarihinde yürürlüğe giren ve suç tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 450. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 288. maddesinde; "Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri dörtyüz milyon lirayı geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir.
Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma (ibra) gibi herhangi bir sebeple dörtyüz milyon liradan aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz",
1086 sayılı Kanun'un 290. maddesinde ise, "Senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı defi olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler dörtyüz milyon liradan az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz" hükümleri yer almaktadır.
6100 sayılı HMK'nın "Senetle ispat zorunluluğu" başlıklı 200. maddesi ile; "(1) Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz.
(2) Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir",
Aynı Kanun'un "Senede karşı tanıkla ispat yasağı" başlıklı 201. maddesi ile de; "Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz" şeklinde düzenlemeler getirilmiştir.
Yerleşmiş yargısal kararlar ve öğretideki baskın görüşlerde de, senede müstenit olan her nevi iddiaya karşı ileri sürülecek savunmaların tanıkla ispatının mümkün olmadığı, ancak senetle ispat zorunluluğunun yalnız hukuki işlemler için olup hukuki fiillerin senetle ispat zorunluluğunun bulunmadığı, borcun ödenmesi, bir borcu sona erdirme amacına yönelik olduğu için bir hukuki fiil değil, hukuki işlem olduğundan, senede bağlı borçların ödendiğinin de tanıkla ispat olunamaması gerektiği belirtilmiştir. Somut olayda da, sanığın eylemi, anlaşmaya aykırı senet düzenlemek biçiminde gerçekleştirdiği iddia edilen bir hukuki işlemdir.
Senede karşı ileri sürülen hukuki işlemlerin değeri ne olursa olsun tanıkla ispat olunamayacağı kuralı 1086 sayılı HUMK'nın 290. maddesinde hükme bağlanmakla birlikte, aynı Kanun'da senetle ispatın istisnalarına da yer verilmiştir.
1086 sayılı HUMK'nın 293. maddesinde, "1 - Usul ve füru, birader ve hemşire veya karı koca ve kayınpeder ve valide ile damat ve gelin arasındaki muameleler,
Cürümden mütevellit olsun olmasın tazminatı müstelzim fiiller,
Yangın veya kazayı bahri veyahut düşman istilası gibi senet alınması gayrimümkün veya fevkalade müşkül hallerde yapılan muameleler.
Halin icabına ve iki tarafın vaziyetlerine nazaran senede raptı müteamil olmıyan muameleler,
Akitlerde hata, hile, gabin, cebir ve ikrah vukuu" hallerinde tanıkla ispat yapılabileceği hüküm altına alınmış,
Aynı Kanun'un 294. maddesinde de; "Nagehani bir hadise veya mücbir bir sebep ile senedin sahibi yedinde veyahut her ne suretle olursa olsun alelüsul tevdi olunan resmî memur nezdinde zayi olduğu hakkında kanaatbahş delil ve emareler mevcut olduğu takdirde" tanıkla ispat olunabileceği belirtilmiştir.
6100 sayılı HMK'nın "Senetle ispat zorunluluğunun istisnaları" başlıklı 203. maddesinde de bu husus, "(1) Aşağıdaki hâllerde tanık dinlenebilir:
a) Altsoy ve üstsoy, kardeşler, eşler, kayınbaba, kaynana ile gelin ve damat arasındaki işlemler.
b) İşin niteliğine ve tarafların durumlarına göre, senede bağlanmaması teamül olarak yerleşmiş bulunan hukuki işlemler.
c) Yangın, deniz kazası, deprem gibi senet alınmasında imkânsızlık veya olağanüstü güçlük bulunan hâllerde yapılan işlemler.
ç) Hukuki işlemlerde irade bozukluğu ile aşırı yararlanma iddiaları.
d) Hukuki işlemlere ve senetlere karşı üçüncü kişilerin muvazaa iddiaları.
e) Bir senedin sahibi elinde beklenmeyen bir olay veya zorlayıcı bir nedenle yahut usulüne göre teslim edilen bir memur elinde veya noterlikte herhangi bir şekilde kaybolduğu kanısını kuvvetlendirecek delil veya emarelerin bulunması hâli." biçiminde düzenlenmiştir.
Bu istisnalar dışında, imzalı boş kâğıdın senet haline dönüştürülmesine karşı borçlu tarafından ileri sürülen hususların senetle ispatı gerekmekte olup, bu nitelikte bir kâğıdı imzalayan bir kimse muhtemel tehlikelere ve onun hukuki sonuçlarına katlanmalı ve senede karşı savunmasını yazılı delillerle ispat etmelidir.
Bu aşamada Hukuk Muhakemeleri Kanunu yönünden açıklanmış bulunan "istisnalar dışında tanıkla ispatın mümkün olmadığı"na ilişkin kuralın 5237 sayılı TCK'nın 209. maddesinin birinci fıkrası yönünden ceza mahkemesinde de geçerli olup olmadığı konusu üzerinde durulması gerekmektedir.
06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 18. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 254. maddesi, "Mahkeme irat ve ikame edilen delilleri duruşmadan ve tahkikattan edineceği kanaate göre takdir eder.
Soruşturma ve kovuşturma organlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz",
Aynı Kanun'un 255. maddesi ise; "Bir fiilin suç olup olmaması, adi hukuka müteallik bir meselenin halline bağlı ise ceza mahkemesi bu meseleye dahi ceza işlerindeki usul ve deliller için mer'i kaidelere göre karar verir.
Bununla beraber mahkeme, muhakemeyi talik ve hukuk davası açılması için alakadarlara bir mehil verebilir.
Hukuk mahkemesinden bu babda bir hüküm çıkmasını da bekliyebilir.
Ceza mahkemelerinde son tahkikat esnasında suçtan zarar görenlerle maznunların yaşlarında ceza hükümleri bakımından lüzum görülecek tashihlerin Nüfus Kanunundaki usule göre icrası ceza mahkemesine aiddir. Bu babda verilecek karar esas hükümle birlikte temyiz olunabilir" şeklinde düzenlenmişken,
06.2005 tarihinde yürürlüğe giren ve suç tarihinde yürürlükte bulunan 5271 sayılı CMK'nın 217. maddesinde;
"(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir",
Aynı Kanun'un 218. maddesinde ise, "(1) Yüklenen suçun ispatı, ceza mahkemelerinden başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı ise; ceza mahkemesi bu sorunla ilgili olarak da bu Kanun hükümlerine göre karar verebilir. Ancak, bu sorunla ilgili olarak görevli mahkemede dava açılması veya açılmış davanın sonuçlanması ile ilgili olarak bekletici sorun kararı verebilir.
(2) Kovuşturma evresinde mağdur veya sanığın yaşının ceza hükümleri bakımından tespitiyle ilgili bir sorunla karşılaşılması halinde; mahkeme, ilgili kanunda belirlenen usule göre bu sorunu çözerek hükmünü verir." hükümlerine yer verilmiştir.
Buna göre, bir eylemin suç olup olmaması başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı ise, ceza mahkemesi bu sorunu kendi çözümleyebileceği gibi, yargılamaya ara vererek hukuk davası açılması için ilgililere uygun bir süre verebilecek ve hukuk mahkemesinden bu konuda bir karar verilmesini de bekleyebilecektir. İlgililere süre verilerek hukuk mahkemesinden bir kararın çıkması beklendiği takdirde, örneğin anlaşmaya aykırı düzenlendiği iddia edilen senet ile ilgili değerlendirme yapan hukuk mahkemesi, ceza usulünde benimsenen serbest delil ilkesi hükümlerine göre değil, hukuk usulünde uygulanan "istisnalar dışında senede karşı iddiaların ancak senetle ispat edilebileceği" ilkesi uyarınca bir karar tesis edecek ve senet hakkında hukuk mahkemesince verilen karar ceza mahkemesini de bağlayacaktır. Görüldüğü üzere, ceza mahkemesi yüklenen suçun ispatı açısından ceza usulü kuralları içinde karara bağlamadığı bir sorunun hukuk mahkemesinde çözümüne imkan tanımışsa, artık hukuk mahkemesinden verilen kararla bağlı olacaktır. Başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunu kendisi karara bağlamak istediği takdirde ise, yine aynı kuralları, yani hukuk usulünde benimsenen kuralları uygulaması gerekecektir. Aksi hâlin kabulünde çelişkili kararların tesisi ihtimali nedeniyle adalete olan güven sarsılacaktır. Bu durumda ceza mahkemesi, bir fiilin suç olup olmamasını değil, bir hukuki işlemin, yani senedin anlaşmaya aykırı düzenlenip düzenlenmediğini belirleyerek sonuca gideceğinden, açığa imzanın kötüye kullanılması suçunun sübutunu hukuk usulünde öngörülen kuralları uygulamak suretiyle çözümlemek zorundadır. Bu zorunluluk yalnızca senedin anlaşmaya aykırı düzenlendiği iddiasına ilişkin olup, sanığın kastı, senedi kullanıp kullanmadığı gibi diğer unsurları değerlendirirken ceza muhakemesindeki serbest delil ilkesine uygun şekilde takdirini kullanabilecektir.
Ceza ve hukuk mahkemelerinde, sübuta ilişkin bir sorunun çözümünde farklı usul kurallarının uygulanması farklı hukuki sonuçları ortaya çıkarabilecektir. İmzalı boş bir kâğıdın anlaşmaya aykırı olarak doldurulduğu iddiasının ceza mahkemesinde serbest delil usulü, hukuk mahkemesinde ise, istisnalar dışında sınırlı delil usulüne göre çözümünün ve bundan dolayı farklı sonuçların ortaya çıkmasının kabulü, adalet ve hakkaniyete aykırı düşecektir. Bu nedenle, senedin anlaşmaya aykırı düzenlenip düzenlenmediğine ilişkin sorunun çözümünde, ceza ve hukuk mahkemelerinden verilen farklı kararların uygulamada doğuracağı sakıncalarının önlenmesi bakımından, tanıkla ispat konusunda ceza mahkemesinin hukuk mahkemesinin bağlı olduğu usul kurallarını uygulaması gerekmektedir.
Diğer bir anlatımla, farklı usul hükümlerinin uygulanması nedeniyle imzalı boş bir kâğıdın anlaşmaya aykırı olarak doldurulduğu iddiasının ceza mahkemesinde sabit görülerek mahkûmiyet kararı verilmesi, buna karşılık hukuk mahkemesinde böyle bir iddianın yerinde olmadığının kabulü ile alacağın geçerli görülmesi durumunda, ceza mahkemesi kararı sonucu açığa imzanın kötüye kullanılması suçundan hakkında mahkûmiyet hükmü kurulan alacaklı, hukuk mahkemesi kararına göre alacağını icrada tahsil edebilecektir. Üstelik bu kabul, elinde gerçeğe ve hukuka uygun olarak düzenlenmiş senet bulunan alacaklının senede konu alacağını tahsil edememe tehlikesinin yanında, TCK'nın 209/1. maddesinde düzenlenen ceza tehdidi altında bulundurulmasına neden olacak, hatta Hukuk Muhakemeleri Kanunu, İcra İflas Kanunu ve Ticaret Kanunu hükümlerine güvenerek alacağını hukuki yönden güvende gördüğü için, işlemlerin yapılması sırasında tanık temini yoluna gitmeyen alacaklının kolayca mahkûm edilmesi sonucunu ortaya çıkaracak ve ekonomik hayatta güvensizliğe neden olacaktır. Bu tür sakıncalara ve böylesine çelişkili bir durumun ortaya çıkmasına hukuk mantığının izin vermeyeceği açıktır.
Nitekim, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun yürürlükte olduğu dönemde, benzer uyuşmazlık konularının değerlendirildiği 12.04.1933 tarihli ve 31-7 sayılı, 02.04.1941 tarihli ve 19-12 sayılı, 24.03.1989 tarihli ve 1-2 sayılı İçtihat Birleştirme Kararlarında ve Ceza Genel Kurulunun 05.02.2013 tarihli ve 1086-40 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmış olup, 1412 sayılı CMUK'nun 254 ve 255. maddeleri ile suç tarihinde yürürlükte bulunan 5271 sayılı CMK'nun 217 ve 218. maddelerinin uyuşmazlık konusunu ilgilendiren bölümleri itibariyle paralel hükümler içermeleri nedeniyle değişen ceza mevzuatı karşısında dahi söz konusu İçtihadı Birleştirme Kararları halen geçerliliklerini korumaktadır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın, boş ve imzalı olarak katılandan aldığı kâğıdı, aralarındaki anlaşmaya aykırı olarak 1.700.000 TL bedelli senet hâline getirerek katılan aleyhine icra takibi başlattığının iddia edildiği olayda; ceza yargılamasında hakimin delilleri serbestçe takdir edeceği açıklanmış ve ispat vasıtaları yönünden bir sınırlama getirilmemiş ise de, hukuki bir ilişkinin sonucu olup, aynı zamanda cezai sorumluluğu da gerektiren işlemlerde hukuk mahkemelerinde aranılan ispat şeklinin ceza mahkemelerinde de aranması gerektiği, ceza mahkemelerinden verilen mahkûmiyet hükümlerinin hukuk mahkemelerini de bağlayacağı, açığa imzanın kötüye kullanılması suçunun işlendiğinin tanıkla ispatı kabul olunduğu takdirde katılanın ceza ilamına dayanarak 1.700.000 TL bedelindeki senedin anlaşmaya aykırı olarak düzenlendiğini herhangi bir yazılı delile ihtiyaç olmadan ispat edebileceği, bunun da miktar itibarıyla tanıkla ispat edilemeyecek bir iddianın suç tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na aykırı olarak tanıkla ispatı sonucunu doğuracağı, dosyada mevcut bilirkişi raporlarındaki tespitlerin suça konu senedin katılan ile sanık arasındaki anlaşmaya aykırı olarak doldurulup doldurulmadığına yönelik olmadığı ve dolayısıyla katılanın hukuka uygun olarak sadece tanık deliline dayandığı anlaşıldığından, katılanın senedin anlaşmaya aykırı olarak düzenlendiği yönündeki yazılı bir delile dayanmayan iddiasının kabul edilmesinin ve sanığın mahkûmiyetine karar verilmesinin usul ve kanuna aykırı olduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, senedin açığa imzanın kötüye kullanılması suretiyle düzenlendiği hususunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümleri uyarınca ispatlanamadığı ve elde edilen delillerin sanığın hükümlülüğüne yeter nitelik ve derecede bulunmadığı anlaşıldığından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Ulaşılan bu sonuç karşısında, suça konu senedin müsadere edilmesine karar verilmesinin isabetli olup olmadığına ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirilmemiştir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; itirazın reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
Yargıtay (Kapatılan) 23. Ceza Dairesinin 06.06.2016 tarihli ve 8053-7255 sayılı açığa imzanın kötüye kullanılması suçuna ilişkin onama kararının KALDIRILMASINA,
İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 24.11.2015 tarihli ve 252-270 sayılı açığa imzanın kötüye kullanılması suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün, sanığın beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
Dosyanın, mahalline iade edilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 11.12.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.