Özet:
- Başvuru, protesto gösterisine yapılan polis müdahalesi nedeniyle yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin şikâyet hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
BİRİNCİ BÖLÜM: KARAR
Başkan: Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler: Serdar ÖZGÜLDÜR
Burhan ÜSTÜN
Muammer TOPAL
Selahaddin MENTEŞ
Raportör: Mustafa EKİM
Başvurucu: Deniz ÜNSAL
Vekili: Av. Esem YİĞİT
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, protesto gösterisine yapılan polis müdahalesi nedeniyle yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin şikâyet hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 18/3/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.
5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen, Adana Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
A. Soruşturmanın Başlaması
9. 2015 yılının Temmuz ayında, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve Türk Tabipler Birliğinin (TTB) de aralarında bulunduğu bazı sendika, meslek örgütü, vakıf ve platformların desteği ile Barış Bloku (Blok) adı altında bir topluluk kurulmuştur. Adı geçen Blok tarafından bu tarihten itibaren çeşitli miting, protesto ve yürüyüşler düzenlenmiştir (Tayyip Akbudak, B. No: 2018/5558, 11/9/2019, § 8).
10. Adı geçen Blok tarafından 10/10/2015 Cumartesi günü Ankara'da "barış, emek ve demokrasi" konulu bir toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenmesi kararlaştırılmıştır (söz konusu toplantı ve gösteri yürüyüşünün arka plan bilgisi için bkz. Tayyip Akbudak, §§ 8-13). Aynı Blok tarafından 6/10/2015 tarihinde Adana'da, Ankara'da düzenlenecek olan mitinge destek amacıyla "Barışa Ses Ver" adlı basın açıklaması ve yürüyüş (eylem) organize edilmiştir. Toplantının yapılacağına dair Valiliğe bildirimde bulunulduğuna ilişkin olarak herhangi bir bilgi ve belge dosyada bulunmamaktadır.
11. Başvurucu 6/10/2015 tarihinde Adana'da düzenlenen eyleme katılmış ve polis müdahalesi sırasında gözaltına alınmıştır. Başvurucu, ertesi gün kollukta şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde polis müdahalesi sırasında darbedildiğini belirterek polislerden şikâyetçi olmuştur. Başvurucunun ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...Eylemi sosyal medyadan duydum ve katılma gereği duydum. Polisin uyarısını duymadım, çünkü o esnada hengame ve kargaşa çıktı, herhangi bir yol kapatma yada polise mukavemet eylemi içerisinde bulunmadım polis müdahalesi sırasında arada kaldığım için darp edilerek gözaltına alındım gözaltı esnasında da herhangi bir polise mukavemette bulunmadım tam tersi darp edildim, gözaltı işlemini yapan polislerden de şikayetçiyim..."
12. Başvurucu, Savcılık tarafından kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme, bunların hareketlerine katılma suçunu işlediği iddiasıyla tutuklaması talebiyle iki şüpheliyle birlikte sulh ceza hâkimliğine sevk edilmiştir. Yapılan sorgusu sonucunda başvurucu, Adana 5. Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/10/2015 tarihli kararıyla adli kontrol tedbiri uygulanmak suretiyle serbest bırakılmıştır.
B. Soruşturma İşlemleri
13. Eyleme müdahale eden polislerce 6/10/2015 tarihli Olay ve Yakalama Tutanağı tanzim edilmiş ve 7/10/2015 tarihli fezlekenin ekinde Savcılığa gönderilmiştir. Söz konusu tutanak içeriği Savcılıkça verilen takipsizlik kararına dayanak oluşturmuş ve takipsizlik kararı içinde belirtilmiştir.
14. Adana Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen fezlekede yedi polis müşteki sıfatıyla, başvurucunun da aralarında bulunduğu üç kişi şüpheli sıfatıyla yer almıştır.
15. Fezlekede şüphelilerin kimlik bilgileri altına emniyet tarafından kısa açıklamalar eklenmiştir. Buna göre şüpheli H.İ.B.nin "görevli polislere taş atarak saldırdığı", şüpheli T.A.nın "eyleme katıldığı, Çakmak Caddesinde dağılan grubu elleriyle işaret ederek dağılmasını engellediği ve eyleme devam etmelerini sağlayarak eylemi organize ettiği, Sayın Cumhurbaşkanımıza hakaret ettiği", başvurucu Deniz Uysal'ın ise sadece "eyleme katıldığı" bilgisinin yer aldığı görülmektedir.
16. Savcılık 9/11/2015 tarihli tefrik kararıyla eyleme müdahale eden polisler hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçu yönünden yürütülen soruşturmayı başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında yürütülen soruşturmadan ayırarak yeni bir soruşturma numarasına kaydetmiştir.
17. Savcılık polisler hakkında yürütülen soruşturma kapsamında sadece başvurucunun da aralarında bulunduğu üç şikâyetçi hakkında tanzim edilen sağlık raporlarını Adli Tıp Kurumuna göndererek kesin rapor düzenlenmesini sağlamıştır.
C. Şüpheli Savunmaları
18. Soruşturma kapsamında herhangi bir polis memurunun şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmamıştır. Başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında yürütülen soruşturma kapsamında polisler, müşteki sıfatıyla vermiş olduğu ifadelerde başvurucuya karşı bir eylemden ya da başvurucunun bir eyleminden söz etmemişlerdir.
D. Sağlık Raporları
19. Adana Devlet Hastanesi Adli Tıp Polikliniğinin 6/10/2015 tarihli ve 31194 sayılı raporunda başvurucunun darp nedeniyle getirildiği, sırtta sağ skapula üzerinde 2 cm'lik ekimoz, sağ omuzda 2 cm, 1 cm, 3 cm, 2 cm, 1 cm'lik ekimozlar, sağ kol arka kısımda 3x2 cm'lik ekimoz, sol kolda 3x2 cm'lik ekimoz, sağ el bileğinde çepeçevre ekimoz ve abrazyon, sol el bileğinde 1 cm'lik kanamalı abrazyon ve çepeçevre kızarıklık, her iki diz kapağında kanamalı yüzeyel abrazyonlar mevcut olduğu belirtilmiş ve Adana Devlet Hastanesi Adli Tıp Polikliniğinin 7/10/2015 tarihli ve 31323 sayılı raporunda ek lezyon saptanmadığının kayıtlı olduğu görülmüştür. Adana Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 14/1/2016 tarihli raporunda önceki raporlarda tarif edilen yaralanmanın yaşamsal tehlike oluşturmadığı, basit tıbbi müdahaleyle giderilecek ölçüde hafif olduğu bildirilmiştir.
E. Başvurucu Hakkında Yürütülen Soruşturma
20. Savcılıkça başvurucu ve şüpheli T.A. hakkında 9/11/2015 tarihli iddianameyle kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme, bunların hareketlerine katılma suçlarından kamu davası açılmıştır. Aynı iddianame ile şüpheli H.İ.B.nin ise görevi yaptırmamak için direnme, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, toplantı ve yürüyüşlere silah veya 23. maddede belirtilen aletlerle katılma, toplantı ve gösteri yürüyüşünde görevlendirilenlerin görevlerini yapmalarına engel olma suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir.
21. Yapılan yargılama sonucunda Adana 7. Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 23/6/2016 tarihli kararıyla başvurucunun kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme, bunların hareketlerine katılma suçundan beraatine; kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçundan ise 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Temyiz edilen hükmün karar tarihi itibarıyla Yargıtay incelemesi devam etmektedir.
F. Başvuruya Konu Soruşturma Neticesinde Verilen Karar
22. Savcılık 5/2/2016 tarihli kararıyla şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa Muhafelet, Görevli Memura Etkin Direnme, Görevli Memura Mukavemet ve Cumhurbaşkanına hakaret suçlarından haklarında fezleke düzenlenen müştekiler, Deniz Ünsal, [H.İ.B.] ve [T.A.nın] ifadeleri sırasında polisler tarafından darp edildiklerini iddia ettikleri, haklarında BTM ile giderilebilir şekilde doktor raporlarının düzenlendiği,
Müştekilerle ilgili fezleke örneğinin de dosya içerisinde bulunduğu, fezleke de bulunan olay ve yakalama tutanağında;
DİSK, KESK, TMMOB, Türk Tabipler Birliği Organizesinde 06/10/2015 günü saat 18:00 da, 10/10/2015 tarihinde Ankara İlinde düzenlenecek Emek Barış ve Demokrasi Mitingi ile ilgili İnönü parkında toplanılarak Atatürk parkına kadar kitlesel yürüyüş ve basın açıklaması düzenleneceği bilgisinin alınması üzerine, söz konusu yürüyüşle ilgili 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa göre bildirimde bulunulmadığının tespit edilmesi üzerine, Adana Emniyet Müdürlüğüne bağlı güvenlik şube müdürlüğü, Terörle Mücadele Şube müdürlüğü, Asayiş Şube Müdürlüğü Güven Timleri, Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü, Radyo ve Fotofilm Şube Müdürlüğü, Bomba İmha Şube Müdürlüğü, Seyhan İlçe Emniyet Müdürlüğü, Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü görevlilerinin saat 17:00 da İnönü parkında görev aldıkları,
İnönü parkında saat 17:15 den itibaren KESK konfederasyonuna bağlı sendikalar, DİSK konfedarasyonuna bağlı sendikalar, TMMOB, Türk Tabipler Birliği ve Öğrenci Kollektifleri üyelerinin bulunduğu yaklaşık 120 kişinin, gurubun kitlesel yürüyüş yapmak amacıyla toplandıkları,
Grup üzerinde 'savaşa hayır, barış hemen şimdi, emek barış ve demokrasi mitinginde buluşalım, 10 Ekim 2015 Cumartesi sıhhiye meydanı toplanma, 10:00 Seyhan garı' pankartlarının açıldığı, 'direne direne kazanacağız, biji aşiti, biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız, ya siz, katil, hırsız, Erdoğan, baskılar bizi yıldıramaz, emekçiye değil dikdatöre barikat, faşizme karşı omuz omuza, savaşa hayır, barış hemen şimdi' gibi slogan attıkları,
Gurup içerisinde daha önceki eylemlerde polise taş atan yüzlerini kapatarak eylemlere katılan şahısların olduğunun tespit edildiği, yürüyüş öncesi bir görevli ile Eğitim Sen Adana Şube Başkanı [A.K.] ile yapılan görüşmede, 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa göre yürüyüş yapmak amacıyla bildirimlerinin olmadığı, yürüyüş sırasında güvenliklerinin alınamayacağı, İnönü parkında gerekli güvenlik önlemlerinin alındığı, burada basın açıklaması yaparak dağılmaları konusunda yapılan uyarıya rağmen [A.K.nın] yürüyeceklerini, bu konuda ısrarlı olduklarını beyan etmeleri üzerine görüşmeye son verildiği,
Güvenlik Şube Müdürlüğünden bir görevlinin guruba ses aracıyla yapmak istedikleri yürüyüşün yasa dışı olduğu, 2911 sayılı kanuna aykırı olduğu, yürüyüş yerine izin verilmeyeceği, bulundukları yerde basın açıklaması yapabilecekleri, caddeye çıkmaları halinde müdahale edileceği konusunda uyarı ve ikazda bulunulduğu,
İnönü parkında HDP milletvekili [M.D.B.nin] içinde bulunduğu gurup, görüşmecinin ve ses aracıyla yapılan uyarı ve ikazlara rağmen üzerinde 'savaşa hayır, barış hemen şimdi, emek, barış ve demokrasi mitinginde buluşalım, 10 Ekim 2015 Cumartesi, sıhhiye meydanı, toplanma 10:00 tren garı' yazılı pankartları açarak yürüyüşe geçmesi ve görevli çevik kuvvet personelinin kapattığı park girişinin güney tarafından çakmak caddesine çıkmaları üzerine, çevik kuvvet personeli cadde üzerinde barikat kurarak gurubun bildirimsiz yürüyüşüne izin vermediği ve gurubun önünün kesildiği, gurubun İnönü parkına doğru dağıldığı sırada yakalanan [T.A.nın] pankartı taşıyan gurubun önüne geçerek barikat kuran çevik kuvvet personelinin yanına getirerek gurubun dağılmamasını sağlayıp eyleme devam etmelerini ve yolun trafiğe kapalı kalmasını sağladığı,
Bir görevlinin ses aracı ile yapılan yürüyüşün 2911 sayılı kanuna aykırı olduğu, yolu trafiğe kapatarak suç işledikleri, müdahale edileceği konusunda uyarı ve ikazda bulunduğu, yapılan bu uyarı ve ikaza rağmen gurubun Çevik Kuvvet personeli önüne gelerek yürüyüşe devam etmek için ısrarcı olduğu, bunun üzerine guruba tekrar ses cihazı ile yolu trafiğe açmalarını son kez uyardığını, yoksa müdahale edileceğini, sol tarafta bulunan İnönü parkına geçerek basın açıklaması yapabileceklerini bildirmesine rağmen gurubun dağılmayarak çakmak caddesi üzerinde yolu trafiğe kapatarak 'polis defol, bu sokaklar bizim, faşizme karşı omuz omuza' şeklinde slogan atarak eylemlerine devam ettikleri,
Eğitim Sen Adana Şube Başkanı [A.K.nın] megafonla dağılan gurubu barikat kuran çevik kuvvet personelinin yanına gelin, buraya gelin şeklinde anons ederek gurubun dağılmamasını ve polis önünde toplanmasını sağlayarak daha sonra cadde ortasında oturuyoruz şeklinde anons edip gurubun çakmak caddesini kapatarak yol ortasında oturma eylemine başlamasını sağladığı, yapılan oturma eylemi üzerine kamu düzeninin bozulması, başkalarının hak ve hürriyetlerinin kısıtlanması, dakikada onlarca toplu ulaşım araçlarının geldiği durağın yolun trafiğe kapatılarak işlevsiz hale gelmesi ve mesai saati sonrası evlerine gitmek için duraklarda bekleyen vatandaşların mağdur olması üzerine ses aracı ile yürüyüşlerine izin verilmeyeceği, demokratik hakları olan basın açıklamasını İnönü Parkına geçerek yapabilecekleri, oturma eylemi yaparak suç işledikleri, yolu trafiğe açmaları konusunda yapılan uyarı ve ikaza rağmen gurubun İnönü parkına geçmemeleri üzerine çevik kuvvet personeli tarafından gurubun kalkanlarla İnönü parkına doğru gitmelerinin sağlanmaya çalışıldığı sırada bazılarının güvenlik kuvvetlerine direndikleri, ellerinde bulunan flama sopaları ile polislere vurdukları, dağılmamaları üzerine orantılılık ilkesine göre gaz sıkarak ve kalkanlarla İnönü Parkına kadar geri gitmeleri sağlanıp, yolun trafiğe açıldığı,
İnönü parkına gelen gurubun dağılmayarak eylemine devam ettiği, guruba burada hiç bir müdahalede bulunulmadığı, HDP Adana Milletvekili [M.B.D.nin] guruba yönelik konuşma yaptığı, daha sonra Eğitim Sen Adana Şube Başkanı [A.K.nın] megafonla guruba konuşma yaptığı, gurubun dağılmaması, şahısların pankart arkasına geçmesini anons ederek gurubu dağıtmayarak yürüyüşte ısrar ettiği,
İnönü parkında gurup çevik kuvvet barikatının yanından yürüyüşe geçmek istemesi üzerine gurubun önünün kesilerek çakmak caddesine çıkmalarına izin verildiği, gurubun bu sırada çevik kuvvet personeline ellerinde bulunan filema sopalarıyla ve taş atarak saldırarak direnmeye devam ettikleri,
Çevik Kuvvet personelinin yapmış olduğu müdahale sırasında gurup içerisinde polise taş atarak saldıran [H.İ.B.nin] güven timleri görevlilerince taş atarken suçüstü yakalandığı, aynı gurup içerisinde polise saldıran dağılmamakta direnen Deniz Uysal ve [T.A.nın] görevlilerce yakalandıkları,
Görevli personele taşlı ve filema sopaları ile yapılan saldırı sırasında bir kısım personelin yaralandıklarının bildirildiği görülmekle,
Müştekiler her ne kadar darp edildiklerini iddia etmiş iseler de, yukarıda belirtilen olay tutanağı içeriğine göre, izinsiz olarak yapılan toplantı ve gösteri sırasında uyarıya rağmen dağılmayarak görevlilere karşı geldikleri, müştekilerin bu sırada yaralandıkları, olayın içeriği ve müştekilerin raporlarına göre şüpheli polis memurlarının zor kullanma yetkisini kullandıkları, bu yetkinin aşıldığına dair delil bulunmadığı anlaşılmakla,
Şüpheli polis memurları hakkında KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA..."
23. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Adana 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/3/2016 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir.
24. Başvurucu 15/3/2016 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 18/3/2016 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
25. Anayasa Mahkemesinin Özge Özgürengin (B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38), Ali Ulvi Altunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45) kararlarında ilgili ulusal ve uluslararası mevzuat ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) uygulaması açıklanmıştır.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 8/7/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
27. Başvurucu, kolluk görevlileri tarafından darbedilmek suretiyle kötü muameleye tabi tutulmasına rağmen görevli polis memurları hakkında etkin soruşturma yapılmaksızın kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğinden yakınmaktadır. Ayrıca kamu görevlileri hakkında yapılan suç duyurusu üzerine etkili soruşturma yürütülmemesi, kararların gerekçesiz olması, hukuka aykırı olarak gözaltına alınması, bu süreçte ve öncesinde insan haysiyeti ile bağdaşmayan kötü muameleye tabi tutulması nedeniyle yaşam hakkının, etkili başvuru hakkının, işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
B. Değerlendirme
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiş, yaşam hakkı ve etkili başvuru hakkından ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
29. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).
30. Kötü muamele yasağına ilişkin iddialar kural olarak maddi ve usul yönlerinden ayrı incelenmekle birlikte kamu görevlisi tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen fiillere dair inceleme, kötü muamele yasağının hem negatif hem de pozitif yükümlülüklerine ilişkin olmaktadır. Bu nedenle başvurunun bir bütün olarak incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
32. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).
33. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin -pozitif bir yükümlülük olarak- yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).
34. Anılan koruma yükümlülüğü devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevi yüklemektedir. Anılan yükümlülük, işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu, devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma doğrultusunda yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gereken bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82).
35. Tüm adli kovuşturmaların mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidir. Adli makamların yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere çıkarılan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devlet, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü yerine getirmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).
36. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği durumda meydana gelip gelmediği de dikkate alınması gereken diğer bir faktördür (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).
37. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğinin belirlenebilmesi için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).
38. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).
39. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).
40. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen, aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).
41. Anayasa'nın 17. maddesi, bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Kişinin hareket özgürlüğünü kısıtlamak için uygulanan fiziksel şiddet şeklinde tanımlanabilecek güç kullanımı ortaya çıkan tehlike bakımından kaçınılmaz ve gerekli olandan fazla olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 81; Ali Ulvi Altunelli, § 76).
42. Bireylerin kamu görevlilerinin eylemleri neticesinde kötü muameleye maruz kaldığının tespiti hâlinde yaralanmaya sebebiyet vermiş olan gücün kullanım zamanının tespit edilmesi gerekir. Kişinin kontrol altına alınması tamamlandıktan sonra uygulandığı tespit edilen kuvvet kullanımı için kişinin devletin kontrolü altında bulunduğu sırada uğradığını ileri sürdüğü kötü muamele iddialarına ilişkin ilkeler uygulanabilecektir. Kuvvet kullanımının kişinin tamamen kontrol altına girmesinden önce, bir başka ifade ile kişinin kontrol altına alınmaya çalışılması sırasında uygulandığının tespit edilmesi hâlinde ise yapılması gereken, kullanılan gücün orantılı olup olmadığının değerlendirilmesidir (Zeki Bingöl, B. No: 2013/6576, 18/11/2015, § 88).
43. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda yakalamayı gerektiren durumlarda ve şüphelilerin kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 82).
44. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün usule ilişkin bir boyutu da bulunmaktadır. Anayasa’nın 17. maddesi "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili, resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).
45. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma, cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 113).
46. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup icra edilen bir soruşturmadaki delilleri değerlendirmek kural olarak yargı mercilerinin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mercilerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir. Kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu buna ek protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer taraftan yargı mercilerinin bulguları Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mercilerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin bulunması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96).
47. Etkili soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilmiş olduğunun kabulü için;
- Yetkili makamların olaydan haberdar olur olmaz resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114),
- Soruşturmanın kamu denetimine açık olması ve mağdurların meşru menfaatlerini korumak için soruşturmaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlanması (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115),
- Soruşturmadan sorumlu ve incelemeleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117),
- Soruşturmaların makul özen ve süratle yürütülmesi (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114),
- Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
48. Başvurucu, katıldığı toplumsal bir olaya müdahale eden polislerin fiziki saldırılarına maruz kaldığını belirtmektedir. "Olay ve Olgular" kısmında zikredilen adli muayene raporlarındaki yaralanma bulguları başvurucunun darp iddialarını destekleyen mahiyettedir. Keza kötü muamelenin fiziki bulguları bakımından doktor raporları anahtar role sahiptir. Bu aşamadan sonra adli mercilere düşen görev, başvurucudaki yaranın nedeni hakkında makul bir açıklama getirmektir.
49. Başvurucunun düzenlenen eyleme katıldığı noktasında bir ihtilaf söz konusu değildir. Keza başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme suçu isnadıyla soruşturma yürütülmüş, ceza davası açılmıştır. Yargılama sürecinin hiçbir aşamasında başvurucuya, polislere yönelik bir eylem nedeniyle yaralama ya da görevi yaptırmamak için direnme gibi bir suç isnadında bulunulmamıştır. Soruşturmanın niteliği gereği taraf sayılabilecek emniyet tarafından düzenlenen fezlekede dahi başvurucu hakkında eyleme katıldığından başka bir bilgiye yer verilmediği görülmektedir. Mahkeme tarafından henüz kesinleşmemiş hükümle birlikte başvurucunun sadece kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçundan cezalandırıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda başvurucunun gösterici grup içinden kolluğa taş atan veya flama sopasıyla saldıran kişilerden olduğunu kabul ederek bir değerlendirme yapmak mümkün görünmemektedir.
50. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde polisin müdahalesi esnasında ortaya çıkan panik ve karmaşada gösteriye katılan ancak müdahale edilmesi gerekmeyen kişilerin de müdahaleden etkilenmesi mümkündür. Bu durumda polisten kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemeleri için gerekli tedbirleri alması beklenir. Ancak müdahalenin oluşturduğu karmaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin polis tarafından mutlak olarak uygulanmasının zorluğu da kabul edilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94). Somut olayda başvurucu; oluşan hengâme ve kargaşa nedeniyle polisin uyarısını duymadığını, polise mukavemet göstermemesine rağmen müdahale sırasında arada kalarak darbedilip gözaltına alındığını belirtmiştir (bkz. § 27). Kuvvet kullanımının kişinin tamamen kontrol altına girmesinden önce, bir başka ifade ile kişinin kontrol altına alınmaya çalışılması sırasında uygulandığının tespit edilmesi hâlinde kullanılan gücün gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmedir (Adil Güzel ve Mühsin Güzel, B. No: 2015/9977, 10/1/2019, § 90). Başvurucunun gözaltına alınması sırasında polis tarafından uygulanan gücün kullanımının gerekli olduğunun ortaya konması gerekir.
51. Savcılığın 5/2/2016 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararında başvurucuda meydana gelen yaralanmanın polis müdahalesiyle oluştuğunun kabul edilmesi karşısında güç kullanımının kaçınılmaz hâle geldiğini ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlamak kamu makamlarına aittir. Şu hâlde değerlendirme yapılması gereken ilk husus, hakkında adli işlem yapılmak üzere yakalanmak istenen başvurucuya fiziksel bir müdahalenin yani güç kullanımının gerekli olup olmadığıdır.
52. Yukarıda belirtildiği gibi (bkz. § 49) başvurucunun kolluğa taş atan grup içinde yer aldığını kabul etmek mümkün değilken başvurucunun ancak yakalama işlemine direnç göstermesi hâlinde polisin güç kullanma gerekliliği ortaya çıkabilecektir. Polislerce düzenlenen Olay Tutanağı'nda ya da verdikleri ifadelerde başvurucunun yakalama sırasında direnç gösterdiği ve bu nedenle direncini kırmak amacıyla zor kullanıldığı yani müdahalenin gerekli olduğu bilgisine yer verilmemiştir. Bu konuyla ilgili olarak Savcılık kararında da bir açıklama yer almamaktadır.
53. Somut olayın gerçekleşme koşulları, başvurucunun polise karşı herhangi bir saldırgan hareketinin ya da gözaltına alınma anında aktif bir direnmesinin mevcut olduğuna yönelik bir tespit bulunmamasına rağmen başvurucuda meydana gelen yaralanmalar dikkate alındığında kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilen muamelenin belli bir ağırlık derecesi olduğu ve olayda Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının gerektirdiği asgari ağırlık eşiğinin aşıldığı sonucuna varılmıştır.
54. Bu tespitten sonra kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilen eylemin hangi boyuta ulaştığı değerlendirilmelidir. Bu kapsamda somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak nitelendirilmesi mümkündür.
55. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kolluk tarafından yakalanması sırasında yaralanması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının maddi -negatif yükümlülük- boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
56. Bu tespitten sonra insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutuna ilişkin bir değerlendirme yapılmalıdır.
57. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, her soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).
58. Somut olayda başvurucu gözaltına alınması sırasında kendisini darbettiğini ileri sürdüğü polislerden açıkça şikâyetçi olmuştur. Savcılık, olayın oluş şeklinin ve muhtemel faillerin belirlenmesine yönelik bir adım atmamış; başvurucu hakkında yürütülen soruşturma kapsamında müşteki olarak dinlenen polis ifadeleriyle yetinmiştir. Kaldı ki kovuşturmaya yer olmadığına dair bir kararında da bu ifadelerin karara esas alındığına dair bir tespite de rastlanmıştır. Eyleme müdahale eden polisler tarafından tutulan 6/10/2015 tarihli tutanağın Savcılık kararının temel dayanağı olduğu görülmektedir. Savcılıkça söz konusu tutanakta yer alan bilgiler dışında ayrıca bir araştırma yapıldığına dair bilgi veya belgeye rastlanmamıştır. Hâlbuki söz konusu tutanakta, başvurucunun gözaltına alınış şeklini ya da başvurucuda meydana gelen yaralanmaları açıklığa kavuşturacak herhangi bir tespitin yer almadığı anlaşılmaktadır.
59. Emniyet fezlekesi ekinde başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin tespitinin yapıldığı Görüntü İzleme Tutanağı'nın yer aldığı görülmektedir. Savcılıkça söz konusu görüntülerin başvurucunun iddialarını aydınlatmaya yarar şekilde bir çözümlemesinin yapılması yoluna gidilmemiştir. Bununla birlikte kamusal alanda gerçekleştiği anlaşılan olaya ilişkin görüntü olup olmadığı yönünde bir araştırma yapılmamış, olayın gerçekleştiği yerin çevresinde bulunan, başkaca bina veya işyerlerinde kayıt yapan kamera bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır. Ayrıca olayın görgü tanığı olabilecek kişiler tespit edilip dinlenmemiştir. Bu eksiklikler Savcılığın gerçeği ciddiyetle öğrenme çabası içinde olduğu konusunda kuşku uyandırmaktadır.
60. Sonuç itibarıyla belirtilenler ışığında yakalanması sırasında kolluk tarafından yaralanmasıyla ilgili olarak başvurucunun ileri sürdüğü iddialar kapsamında etkili bir soruşturma yapıldığından söz etmek mümkün değildir.
61. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
62. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
63. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesi ve 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
64. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
65. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
66. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
67. Başvuruda, kolluğun orantısız müdahalesi sonucu gerçekleşen yaralama soruşturmasıyla ilgili olarak olayın aydınlanmasını sağlayacak yeterli delil toplanmadan karar verildiği kanaatine varıldığından Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi -negatif yükümlülük- ve etkili soruşturma usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
68. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi -negatif yükümlülük- ve etkili soruşturma usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Adana Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2015/68168) gönderilmesine karar verilmesi gerekir. Buna göre yapılacak yeniden soruşturma ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda Cumhuriyet başsavcılığınca yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun şekilde belirtilen deliller toplanıp incelemeler yapıldıktan sonra yeniden karar vermekten ibarettir.
69. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararın giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Adana Cumhuriyet Başsavcılığına (Verilen karar 2015/68168 numaralı soruşturma dosyasıyla ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/7/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan: Hasan Tahsin GÖKCAN
Üye: Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye: Burhan ÜSTÜN
Üye: Muammer TOPAL
Üye: Selahaddin MENTEŞ
(www.corpus.com.tr)