Parti Liderinin PKK İle İlişkilendirilmesi Kişilik Haklarına Saldırı Niteliğindedir
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas No : 2017/1396
Karar No : 2020/592
Karar Tarihi : 2020-09-15





MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen asıl davanın davalı ... ile ... yönünden husumet yokluğundan reddine, davalı ... Organizasyon San. ve Tic. Ltd. Şti. yönünden kısmen kabulüne ve birleşen davanın da kısmen kabulüne ilişkin karar asıl davada davalı ... Organizasyon San. ve Tic. Ltd. Şti. ile birleşen davada davalı ... vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı asıl davada davalı ... Organizasyon San. ve Tic. Ltd. Şti. ile birleşen davada davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

Davacı vekili 27.01.2006 tarihli asıl dava dilekçesinde özetle; Aydınlık Dergisi'nin 18.12.2005 tarihli sayısının kapak sayfasında müvekkilinin resmi de konulmak suretiyle "CIA - FBI niçin geldi? ...-BAHÇELİ İKİLİSİNE ÖZEL GÖREV” manşeti atılmak suretiyle, derginin 6. sayfasında manşet tekrarlanarak "... MHP Genel Merkezine Yerleşti. Görev, Türkiye himayesinde Kürdistan Projesini uygulamak. Hedef, federasyonu milliyetçi, Atatürkçü kisvesi altında bir koalisyona yaptırmak. ‘Kerkük'ü alıyoruz" diyerek Diyarbakır'ı vermek. Kamuoyunu ikna için, ‘PKK'yı bitiriyoruz’ balonu uçurulacak." alt manşeti yazıldığını; devamla ...’un müvekkilini ziyaret etmiş olmasından hareketle “...Ancak ...'un MİT Müsteşarlığından ayrıldıktan sonra Bahçeli ile buluşmalarını sürdürmesi, çeşitli soruları akla getirdi. ...Tabii ...’un MHP de karargâh kurması, milletvekili olmak gibi bir hevesten kaynaklanmıyor. Türkiye'yi federasyon yapma planında verilen rol çerçevesinde anlam kazanıyor.” şeklinde yorum yapıldığını; CIA ve FBI başkanlarının Türkiye'yi ziyaretinin, "…Washington yönetimi, federasyon planının uygulanması için harekâtın düğmesine basmış bulunuyor. ...-... ikilisine bu planın uygulamasında özel görev verildiği, kesin bilgidir ve olaylar bu bilgiyi sürekli doğrulamaktadır.” şeklinde ifade edildiğini; ... ile müvekkili arasında "Yenimahalle, en üst düzeyde pratik bir çözüm bulmuş, ...'nin karargâhına yerleşmişti. Zaten orada değil miydi? Evet oradaydı ama şimdi en üst düzeyde orada.” denilmek suretiyle MİT ile müvekkili arasında ülke aleyhine sürekli ve gizli bir ilişki olduğunun iddia edildiğini; derginin 7. sayfasında, bölücü başı Apo, Barzani, Talabani’nin resimleri arasına müvekkilinin resmi konulmak suretiyle "FEDERASYON’UN AKTÖRLERİ” tanımlamasının yapıldığını; Hürriyet Gazetesi’nde yer alan haber ve bir televizyon programında ifade edilen açıklamalar dayanak yapılarak, "… ‘ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde Diyarbakır'ı merkez yapma’ görevi için harekete geçiliyordu. Basın işareti hemen aldı ve basında birden bire bir ... parlaması başladı. Bahçeli her zaman olduğu gibi içi boş konuşmalar yapıyor, basın ise gazetecilik görevini unutup, asıl görevini yaparak alkış çalıyordu" şeklinde değişik bir ilişki kurulmaya çalışıldığını; derginin 9. sayfasında “FEDERASYON'UN AKTÖRLERİ” alt başlığı ile; “okurlarımızın kafasına takılan ‘hangi federasyon’ sorusunun çengelini görür gibiyiz. Tabii burada söz konusu olan, Türkiye'nin federasyon haline getirilmesi. Irak çoktan federasyon oldu... " ifadesi ile kurulmak istenen federasyona açıklık getirilmeye çalışılmış; devamla; “Yukarıdaki tabloda federasyonun aktörleri belirginleşiyordu: ABD hükümeti ve CIA ile FBI şefleri, Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı ..., ...eski müsteşar ..., MHP Genel Başkanı ...,…Barzani, Talabani ve Barzani ile bütünleşen PKK yöneticileri ile......Hepsi aynı Büyük Ortadoğu Projesi içinde rol almışlardı.” denilmek suretiyle müvekkilinin bölücülerle aynı amaç içinde gösterildiğini, alt başlığın devamında “ABD’nin federasyon planı, her plan gibi plandır.” denilerek “…İşte burada ...-... ikilisine özel bir görev düşüyor." iddiaları ile müvekkilinin Türkiye’de kurulmak istenen federasyon planının asli aktörü olarak gösterilmeye çalışıldığını, müvekkili için “Bahçeli, MHP gibi PKK düşmanlığında en haşin çizgilerde gözüken, hatta yer yer Kürt düşmanı görüntüler sergileyen bir partinin genel başkanı.” tanımlaması yapılarak “…ABD için milliyetçi görüntü verenlerden daha iyi ortak bulunmaz." hükmünün verildiğini, derginin 10. sayfasında ayrı bir bölüm olarak müvekkili için, “Bahçeli ile PKK aynı cephede buluştular" başlığı ile; "Peki bu tabloda ... ... ikilisi nereye oturuyordu? ... Bahçeli'nin büyük satranç oyununda PKK ile aynı tarafta yer alması yeni değildir... PKK'yı neredeyse iktidar ortağı yapan 3 Kasım seçimlerinde ...’nin özel görevi vardır…...’nin Ortadoğu ve dünya çapındaki düşmanları ile PKK'nınkiler aynıdır.... Hatırlanacaktır, PKK'nın yasallaştırılması ABD’nin dayattığı politikalar arasında özel bir önem taşıyordu…Başbakan Yardımcısı olduğu sırada, ..., ...’dan sonra ...'den yaptığı açıklamayla "PKK'yi yasalaştırma" kampanyasına katılmıştı...PKK'ye ne kadar küfretseler de, Atlantik ittifakı içinde yer alanlar ve hele ... ile her dönemde kader arkadaşlığı yapanlar, PKK ile ABD ekseninde buluşmuşlardır.” denilmek suretiyle bölücü terör örgütü ile aynı amaca hizmet etmekte olduğunun iddia edildiğini, davalıların yapmış oldukları haber/yorum ile müvekkili hakkında MİT eski müsteşarı ile ülke aleyhine gayrı yasal bir birlikteliği olduğu, ABD ve PKK terör örgütü ile aynı amaca hizmet ettiği, ABD'nin Kuzey Irak ve Ortadoğu'da gerçekleştirmek istediği proje kapsamında gayretinin olduğu, Türkiye'nin bölünmesi ve federasyon hâline getirilmesi için çalıştığı şeklinde resim, yazı ve yorumla mesnetsiz suçlamalar getirildiğini, iftira atılarak müvekkilinin kişilik haklarına hukuka aykırı şekilde saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek 100.000,00TL manevi tazminatın yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davacı vekili 27.01.2006 tarihli birleşen dava dilekçesinde özetle; İşçi Partisi Genel Başkanı olan davalının 17.12.2005 tarihli basın toplantısında belirttiği; "Washington yönetimi, federasyon planının uygulanması için harekâtın düğmesine basmış bulunuyor. ...-... ikilisine bu planın uygulanmasında özel görev verildiği görülmektedir.”, “Bu tablo içinde federasyonun aktörleri netleşmektedir. ABD hükümeti ve CIA ile FBI şefleri,… hepsi aynı Büyük Ortadoğu Projesi içinde Türkiye'yi federasyon yapma planında sahne almaktadır.”, "İşte burada ...-... ikilisine özel bir görev düşüyor.","Bahçeli'nin büyük satranç oyununda PKK ile aynı tarafta yer alması yeni değildir.”, "ABD'nin Körfez Savaşı’na hazırlıktaki belirleyici hamlesinde ... rolünü iyi oynamıştır. PKK'yı neredeyse iktidar ortağı yapan 3 Kasım seçimlerinde ...'nin özel görevi vardır.", “Bahçeli, ...’dan sonra ...'den yaptığı açıklamayla "PKK'yi yasalaştırma" kampanyasına katılmıştı.","PKK'ye istediği kadar küfretsinler, Atlantik ittifakı içinde yer alanlar ve hele ... ile eskiden beri kader arkadaşlığı yapanlar, PKK ile ABD ekseninde buluşmuşlardır.”,"Ayrıntıları yarın çıkacak Aydınlık dergisinde yer alan bilgiye göre, eski MİT Müsteşarı ..., MHP Genel Merkezine karargah kurmuştur." ifadeleri ile müvekkilinin Türkiye Cumhuriyeti Devletini bölmek amacıyla bölücü terör örgütleri ve bazı ülkelerle işbirliği yaptığı şeklinde afakî ve mesnetsiz suçlamalar getirdiğini, iftira atılarak müvekkilinin kişilik haklarına hukuka aykırı şekilde saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek 100.000,00TL manevi tazminatın yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

Davacı, asıl dava ile ..., ..., Güney Reklamcılık Yayıncılık Matbaacılık Organizasyon San. ve Tic. Ltd. Şti.’ne, birleşen dava ile ...’e husumet yönelterek dava açmıştır.

Davalılar vekili asıl ve birleşen dava için verdiği benzer cevap dilekçelerinde özetle; tarafların siyasi kişiliğe sahip olduklarını, yayının siyasi eleştiri niteliği taşıdığını, davacıya yöneltilen eleştirilerin somut, haklı nedenleri barındırdığını, davacı ile ilgili olarak kullanılan ifadelere dayanak teşkil eden olguların gerçek olduğunu, AB üyelik sürecinin Türkiye’yi tasfiye etmek anlamına geldiğini, davacının da bu süreci başlatan protokole imza attığını, bununla başlayan gelişmelerin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin adım adım tasfiye edilmesi, ulusun parçalanması ve Atatürk Devrimi’nin yıkıma uğratılması sürecini başlattığını, davacının PKK ile işbirliğinin onunla fiili ya da organik işbirliği değil, her ikisinin de ABD’nin belirlediği aynı programda buluşmuş olmasından ileri geldiğini, her ikisinin de Türkiye’nin AB’ye üyeliğini savunduklarını, ...’ün görev süresinin uzatılmasının PKK’nın işine yaradığını, davacının da içinde ve başında bulunduğu koalisyon hükümetinin...’ün süresini daha önce olduğu gibi 6 ay değil, 12 ay uzattığını, “İkiz Sözleşmeler”in davacının hükümeti döneminde imzalandığını, Bakanlar Kurulunun ve davacının bu eyleminin hükümetin kararıyla gizli tutulduğunu, davacının bu sözleşmeyi gizlemesinin nedeninin “halkların kendi kaderini tayin hakkı” başta olmak üzere bölgelere, etnik gruplara ve cemaatlere ayrılmaya kadar varan bölücü hükümleri içermesi olduğunu, davacının ulusal egemenliğin bir belirtisi olan ulusal hukukun uygulanmasını engellediğini, davacının seçimlerde “Apo’yu asacağız” vaatleriyle oy toplamasına rağmen, idam kararının Yargıtayda onanmasından sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği infazı durduran tedbir kararına saygı duyulmasını belirttiğini, ulusal ekonomiyi çökerten kararlarda davacının imzasının bulunduğunu, yurtsever bakanları hükümet dışı bıraktığını, Karen Fogg’un casusluk faaliyetlerine göz yumduğunu, davacının Türkiye’yi erken seçime götürmede belirleyici bir rol oynayarak körfez saldırısı öncesinde ABD’ye uygun hükümetin işbaşına getirilmesinin yolunu açtığını, KKTC genel seçimlerinde ABD ve İngiltere’nin M. ...’ı başbakan yapma operasyonunun başarıya ulaşmasında kritik rol oynadığını, davacı ile ... arasındaki tarihsel derinliği ve örgütsel boyutu olan ilişkilerin bütün kamuoyunca bilindiğini, sonuçta yazıda siyasal olguların yorumlandığını ve bunlardan sonuçlar çıkarıldığını, davalılarla davacı arasında kişisel bir husumetin olmadığını, zaten yayında hakaret içeren bir sözcüğün de yer almadığını, davacının davalılar tarafından eleştirilmesine politik davranışlarının neden olduğunu, Türkiye’de milliyetçi düşünceyi temsil ettiği iddiasındaki bir siyasi partinin genel başkanı olan birinin iddialarına uygun davranması ve ulusçu bir politika izlemesi aksi hâlde eleştirilere göğüs germesi gerektiğini, tazminat miktarının fahiş olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme Kararı:

Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.03.2013 tarihli ve 2006/53 E., 2013/171 K. sayılı kararı ile; asıl dava yönünden; davalılardan ... ve ... hakkındaki davanın husumet yokluğundan reddine, diğer davalı şirket hakkındaki davanın ve birleşen davanın, dava konusu yayımlarda ve birleşen davadaki davalının basın toplantısında dile getirdiği davacıya yönelik iddiaların ve isnatların somut herhangi bir delille desteklenmediği, tamamen soyut düzeyde ve tahmine dayalı olduğu, yayım ve iddiaların gerçeğe aykırı olmaları nedeniyle hukuka uygunluğundan söz edilemeyeceği gibi eleştiri kapsamında da değerlendirilemeyecekleri, bu nedenle manevi tazminat koşullarının oluştuğu gerekçesiyle kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

Yerel Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl davada davalı ... Organizasyon San. ve Tic. Ltd. Şti. ile birleşen davada davalı ... vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 14.05.2014 tarihli ve 2013/12396 E., 2014/7690 K. sayılı kararı ile;

“Uyuşmazlık, siyasi kişilik olan İşçi Partisi genel başkanı olan davalılardan ...'in 17.12.2005 tarihli basın açıklaması ile bu açıklamanın yayınlanmasının ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde ifade özgürlüğü;

"1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ulusal sınırlarla kısıtlanmaksızın, bir görüşe sahip olma, haber ve düşünceleri elde etme ve bunları ulaştırma özgürlüğünü de içerir. Bu madde Devletin radyo yayıncılığını, televizyon ve sinema işletmeciliğini izne bağlamasına engel değildir.

Bu özgürlükleri kullanırken ödev ve sorumluluk içinde hareket edilmesi gerektiğinden, ulusal güvenlik, ülke bütünlüğü veya kamu güvenliği, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının şeref ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi, yargı organının otorite ve tarafsızlığının korunması amacıyla, demokratik bir toplumda gerekli bulunan ve hukukun öngördüğü formalitelere, şartlara, yasaklara ve yaptırımlara tabi tutulabilir." şeklinde tanımlanmıştır.

Liegens v. AVUSTURYA, Feldek v. SLOVAKYA, Oberschlick v. AVUSTURYA davalarında siyasi kişiliklere yönelik kullanılan ifadeleri değerlendiren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi;

"Liegens v. AVUSTURYA"( Başvuru No: 9815/82 ) davasında;

Eski başbakan ... ile seçimlerden birinci çıkan siyasi parti başkanı arasında bir takım olayların yaşandığı, basına yansıyan bir kısım açıklamaların bulunduğu ayrıca 2. Dünya Savaşı sırasında Rusya'daki Alman hattının ötesine geçerek sivilleri katlettiği iddia olunan ilk SS Tugayında görev yapmakla suçlanan liberal parti başkanı ... ile koalisyon kurulması tartışmalarının yaşandığı bir sırada, Gazeteci olan Liegens, Profil adlı Viyana Dergisinde yayımlanan iki ayrı yazısında; o tarihte federal hükümetin Başbakanına yönelik olarak 'En Adi Fırsatçılık(adi oportunism)', 'ahlakdışılık' ve 'şerefsizlik' biçiminde ifadeler kullanmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi;“...Sözleşme’nin 10(1). fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğünün, demokratik toplumun ana temellerinden birini ve yine bu toplumun gelişmesi ve her bireyin kendini geliştirmesi için esaslı şartlarından birini oluşturduğunu hatırlatarak ifade özgürlüğünün, Sözleşme’nin 10(2). fıkrasının sınırları içinde, sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulandığını; bunun, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olduğu, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olamayacağını (bk. Handyside kararı, parag. 49).

Bir siyasetçiye yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, özel bir şahsa yönelik eleştiri sınırına göre daha geniştir. Bir siyasetçi, özel şahıstan farklı olarak, her sözünü ve eylemini bilerek ve kaçınılmaz bir biçimde, gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açar; bu nedenle daha geniş bir hoşgörü göstermek zorundadır. Hiç kuşku yok ki, Sözleşme’nin 10(2). fıkrası, başkalarının, yani bütün bireylerin itibarının korunmasına imkan verir; bu koruma, siyasetçileri şahsi sıfatları dışında hareket ettikleri zaman da içine alır. Ancak bu gibi durumlarda söz konusu korumanın gerekleri, siyasi meseleleri açık biçimde tartışmanın yararıyla bağlantılı olarak tartılmalıdır.” gerekçesiyle kullanılan sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığına karar vermiştir.

"Feldek v. Slovakya" (Başvuru No: 29032/95) davasında; ....’in bakan olmasından hemen sonra hakkında Nazi ordusunda SS birliklerinin üyesi olduğu konusunda makaleler yayınlanmış,‘Faşist Geçmişli Bir Bakan Olmadan Daha Güzel Bir Slovakka Fotoğrafı’ başlıklı makale kalem alınmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, başvuranın açıklamalarının tartışılmasında kamu yararı bulunan siyasi bir konuyla ve Slovakya’nın tarihiyle ilgili olduğunu ve Slovakya’nın gelecekteki demokratik gelişimini etkileyebileceği, açıklamanın kaynak içermemekle birlikte daha önce basında yer alan bir takım gerçeklere dayandığı, özgür siyasi tartışmanın teşvik edilmesinin demokratik bir toplumun niteliği olduğunu belirleyip kendisini gerek basının gerek kamuoyunun yakın denetimine açmış olan politikacıların kendilerine karşı yapılan eleştirilerde diğer bireylere nazaran daha fazla hoşgörü göstermesi gerektiğini vurgulayarak sözkonusu makalenin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığına karar vermiştir.

"Oberschlick v. Avusturya"( Başvuru No:20834/92) davasında;

Viyana'da yayınlanan Forum Dergisi'nin editörü ve aynı zamanda gazeteci olan Oberschlick, Avusturya Liberal Demokrat Parti Genel Sekreterinin seçim konuşmaları sırasında “göçmen ailelerine yapılan aile yardımının yarıya indirilmesi gerektiğini” savunması üzerine konuşmayı ayrımcılığı ve suça teşviki savunma şeklinde nitelendirmiş, ayrıca bu siyasal lideri, Nazi düşünceleri savunmakla suçlamış, başka kişilerle birlikte söz konusu siyasal lider hakkında koalisyon ortağı partinin genel sekreterine suç isnadında bulunarak bunu dergide yayınlamıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; politikacının itibarının korunması ihtiyacının, siyasi konuların özgürce tartışılmasının sağlayacağı yararla dengelemek zorunda olduğuna işaret ederek, hoş görülebilir eleştiri sınırının bir politikacı söz konusu olduğunda, sade vatandaşa oranla daha geniş olduğunu, siyasetçilerin özellikle kamuya yaptıkları beyanları, şüpheli ve tartışmaya sebebiyet veren eleştiriler içerdiğinde daha geniş bir hoşgörü ortaya koymaları gerektiğini açıklayarak dergi yayınının ifade özgürlüğü kapsamında kaldığına karar vermiştir.

Davaya konu olaya gelince; ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesinin tartışıldığı bir dönemde, "... MHP Genel Merkezine Yerleşti, Görev Türkiye himayesinde Kürdistan Projesini uygulamak, Hedef Federasyonu Milliyetçi, Atatürkçü kisvesi altında bir koalisyona yaptırmak. Kerkük'ü alıyoruz diyerek Diyarbakır'ı vermek, kamuoyunu ikna için PKK'yı bitiriyoruz balonu uçurulacak", "Washington Yönetimi, Federasyon Planının uygulanması için harekatın düğmesine basmış bulunuyor, ... - ... ikilisine bu planın uygulanmasında özel görev verildiği görülmektedir... Federasyonun aktörleri içerisinde .... hepsi Büyük Orta Doğu Projesi içinde Türkiye'yi federasyon yapma planında sahne almaktadır" şeklinde ifadelerde bulunulduğu anlaşılmaktadır.

Dava konusu basın açıklaması ve yayının bütünü, yapıldığı zaman dilimi, konuşmayı yapan ve hakkında konuşulan kişinin ülkenin siyaseti konusunda etkili siyasi kişilikler olması ile yukarıda açıklanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. Maddesi ve bunun uygulamasına yönelik Avrupa İnsan hakları Mahkemesinin kararları gözetildiğinde açıklamaların ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Şu halde, açıklanan nedenlerle davalılardan Güney Rek. Yay. Mat. Org. San ve Tic. Ltd. Şti ve ... yönünden de davanın tümden reddine karar verilmesi gerekirken yazılı biçimde kısmen kabul kararı verilmiş olması doğru değildir. Bu nedenle karar bozmayı gerektirmiştir.” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesinin 30.12.2014 tarihli ve 2014/569 E., 2014/692 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçelerinin yanında, Anayasa, yasalar ve evrensel hukukun hiçbir normunda siyasi kişilere, ülkeyi yönetenlere veya normal bir vatandaşa fikir ve ifade özgürlüğü kapsamında hakaret, sövme ve aşağılamada bulunma ve iftira etme ile gerçek dışı haber yapma hakkının verilmediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

Direnme kararı süresi içinde asıl davada davalı ... Organizasyon San. ve Tic. Ltd. Şti. ile birleşen davada davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; asıl davada dava konusu yayımda ve birleşen davada davalı tarafından yapılan basın toplantısı konuşma içeriğinde kullanılan ifadelerin siyasi eleştiri sınırlarını aşıp aşmadığı ve davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmediği, burada varılacak sonuca göre davalıların manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.

Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için Kanunlar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.

Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi [Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.

TMK’nın 24. maddesi ile 818 sayılı BK’nın 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.

TMK’nın 24. maddesinde;

“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.

Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” düzenlemesi mevcuttur.

Dava konusu yayımın ve basın toplantısının yapıldığı ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nın 49. maddesinde ise;

“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.

Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.

Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” hükümleri yer almaktadır.

TMK’nın 24 ve BK’nın 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.

Görüldüğü üzere BK’nın 49. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.

Bu genel açıklamalardan sonra ifade özgürlüğüne ilişkin düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır:

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.

Hâl böyle olunca, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS/Sözleşme) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşme’nin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi yerinde olacaktır.

AİHS’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin 1. fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiştir.

İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS’nin 10. maddesinin 2. fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside/Birleşik Krallık, Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976, parag. 49).

AİHS'nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, Başvuru No: 35839/97, 22.02.2005).

İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.

AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlâl edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:

i. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:

AİHM Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, Başvuru No: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, Başvuru No: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20.10.2009).

ii. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği:

Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “… bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”

Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları, diğer yanda ifade özgürlüğü bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, O./ Nalbant, A.: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).

iii. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı:

AİHM ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, Başvuru No: 9815/82, 08.07.1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, Başvuru No: 13585/88, 26.11.1991).

Kabul edilebilir eleştiri sınırları hususunda ise AİHM, sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında bu sınırların, halka mal olmuş bir kişi olarak hareket eden siyaset adamları için daha geniş olduğunu birçok kez kabul etmiştir. Siyasetçilerin fiil ve davranışları, kaçınılmaz olarak ve bilinçli bir şekilde, gazetecilerin olduğu kadar vatandaşların, hepsinden çok da siyasi rakibinin sıkı bir denetimine tabidir. Bir siyaset adamı, özellikle de kendisi eleştiriye yol açabilecek halka açık konuşmalar yaptığı zaman daha fazla hoşgörü göstermelidir. Elbette siyaset adamının namını koruma hakkı vardır, hatta özel yaşamının dışında bile, fakat ifade özgürlüğüne getirilen istisnalar dar bir yorumu zorunlu kıldığından, bu korumanın gerektirdikleri ile siyasi sorunların özgürce tartışılmasının getirdiği yararlar denge içinde olmalıdır (Bkz., özellikle, Oberschlick/Avusturya (no:2), 01.07.1997 tarihli karar, Derleme 1997-IV, s. 1274-1275, § 29 ve adı geçen Lingens/Avusturya, Başvuru No: 9815/82, 08.07.1986, parag. 42).

Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 07.05.2019 tarihli ve 2017/4-1488 E., 2019/527 K.; 17.12.2019 tarihli ve 2017/4-1740 E., 2019/1375 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

Basın özgürlüğü ise ifade özgürlüğünün en önemli unsurlarından birisidir. AİHM’nin basın ile ilgili kararlarında ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birisini oluşturduğuna değinildikten sonra basına tanınması gereken güvencelerin özel bir öneme sahip bulunduğu belirtilmektedir. Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Basına siyasal arenada ve kamunun ilgilendiği diğer alanlarda tartışma konusu olan bilgi ve görüşleri iletme görevi düşer. Basının bu görevi, kamuoyunun da bilgi ve görüşleri alma hakkı ile tanımlanır (Handyside, parag. 49, CentroEuropa 7 S.R.L. AndDıStefano/İtalya, Başvuru No: 38433/09, parag. 131).

O hâlde basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğü, diğer yönüyle de halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Mahkemeye göre basın ancak bu şekilde, kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından yaşamsal önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “bekçisi” görevi yapabilir. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda, ulusal makamlara tanınan takdir yetkisi demokratik bir toplumun yararı dikkate alınarak sınırlandırılır (ÉdıtıonsPlon/Fransa, Başvuru No: 58148/00, parag. 44; BladetTromsøAndStensaas/Norveç, Başvuru No: 21980/93, parag. 59).

Burada şu hususun da ifade edilmesi gerekir ki, Sözleşme’nin 10. maddesi sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de korur (Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 20834/92, parag. 57). AİHM’nin yerleşik içtihadına göre; gazetecilik özgürlüğü ve mesleği, belirli ölçüde abartma, hatta kışkırtma unsurunu da içerir (PragerAndOberschlick/Avusturya, Başvuru No: 15974/90, parag. 38).

Basının başkalarının itibarını korumak gibi çizilmiş sınırları aşmaması gerekmekle birlikte kamunun menfaatinin bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi siyasi meselelerde de haber ve fikirleri iletmek yine basına düşen bir görevdir. Sadece basının bu tür haber ve fikirleri iletme görevi yoktur, halkın da bunları edinme hakkı da vardır (Sunday Times/Birleşik Krallık, parag. 30, başvuru no: 6538/74, 26.04.1979, parag. 30).

Basın özgürlüğünün iç hukukumuzda nasıl yer aldığı konusuna gelince; Anayasa’nın “Basın hürriyeti” başlıklı 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesi basın özgürlüğünü düzenlemiş ve bunun sınırlarını göstermiştir.

5187 sayılı Kanun’un 3. maddesinde;

“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.

Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.” hükmü yer almaktadır.

Bu hükümden de anlaşılacağı üzere; basın özgürlüğü, kişinin dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlar.

Bunun gereği olarak basın; haber toplamak, fikir ve kanaatleri izleyerek bunları çözümlemek, yorumlamak, eleştirmek ve sonuçta kamuoyunu ilgilendiren konularda doğru ve gerçeğe uygun haber vermek hakkına sahip ve bununla görevlidir. Eş söyleyişle denetim, uyarma, eleştiri ve gerçekleri açıklama, basının doğal görevleridir.

Basın özgürlüğü ile bağlantılı kavramlar olarak; Anayasa’da düşünce ve kanaat hürriyeti (m.25), düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (m.26) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Demokratik yaşamın gelişmesinde, ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır.

Doğaldır ki basının bu ayrıcalıklı konumu ve hukuk düzeninin kendisine tanıdığı özgürlük, tüm özgürlükler gibi yine hukuk düzenince çizilen sınırlara tabidir. Basın, yaptığı yayımlarda gerek Anayasa’nın “Temel Haklar ve Ödevler” bölümünde yer alan ve gerekse de TMK'nın 24 ve 25. maddelerinde ve ayrıca özel yasalarda güvence altına alınmış olan, kişilik haklarına saygı göstermek, bunlara saldırı niteliği taşıyabilecek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır.

Bu cümleden olarak basın, belirli bir kişinin fikrini tartışmak zorunda kaldığı durumlarda bile, objektif bilgi vermekle ve eleştirmekle yetinmeli, olayları tahrif etmek veya kuşkuları yaymak gibi hukukun izin vermeyeceği yollara başvurmamalıdır. Özellikle de hakaret niteliğinde ya da yersiz, onur kırıcı söz ve deyimlerin kullanılmasından kaçınmalıdır.

Basının kamu görevi yapmasında göz önünde tutulan amaç ile kişilik haklarına verilen zarar arasında açık bir oransızlık varsa, yayımın hukuka aykırı olduğu kabul edilmelidir. Objektiflikten ayrılmak, haber sınırını aşmak, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunmak, gerçek dışı haber vermek, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanmak, dürüstlük kurallarına aykırı davranmak, kişisel nedenlerle salt sansasyon için yayım yapmak hukuka aykırıdır.

Bu açıklamalardan sonra, denilebilir ki; basın özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için haberin gerçeğe uygun olması, gerçeğe uygun yayımın haber niteliği taşıması, gerçeğe uygun haberlerin verilmesinde nesnel (objektif) ölçütlere uyulması, haberin veriliş biçimi yönünden özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir. Bir yayımın hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi ancak açıklanan bütün bu koşulların birlikte varlığı hâlinde mümkündür. Yapılan bir yayım bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.04.2019 tarihli ve 2017/4-1414 E., 2019/464 K.; 10.12.2019 tarihli ve 2017/4-1833 E., 2019/1333 K., sayılı kararları).

Önemle vurgulanmalıdır ki yayımlanmasında kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda manevi tazminat sorumluluğunun temel öğesi olan hukuka aykırılık gerçekleşmeyeceğinden basının sorumluluğu da söz konusu olamaz.

Basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle olay ve konu ile ilgili olan, görünen, bilinen her şeyi araştırma, inceleme ve olayları o anda belirlenen biçimi ile değerlendirme, yayma ve yayımlama yetki ve sorumluluğuna sahip olmakla birlikte, haberin verilişi sırasında özle biçim arasındaki dengenin bozulmaması gerekir.

Haberde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, güveni zedeleyici bir üslubun kullanıldığı durumlarda, özle biçim arasındaki denge bozulmuş sayılır. Bu da hukuka aykırılığın varlığını kabule imkân sağlar.

Anılan yetki ve sorumluluklar nedeniyledir ki, basının yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.

Yine, basının manevi tazminat sorumluluğunun doğması BK’nın 49. (TBK’nın 58.) maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır.

Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; Aydınlık Dergisi'nin 18.12.2005 tarihli sayısının kapağına "CIA - FBI niçin geldi? ...-BAHÇELİ İKİLİSİNE ÖZEL GÖREV” manşeti atılmakla birlikte, dava konusu yapılan yayımda ve basın açıklamasında, benzer şekilde, davacının CIA - FBI'nın verdiği görevleri yaptığı, bu görev kapsamında sözde Kürdistan Projesini uygulamayı amaçladığı, terör örgütü PKK'nın tasfiyesi görüntüsü altında federasyon planlarını uyguladığı, federasyonun aktörleri arasında bulunduğu, federasyonu kurmak kisvesi altında ‘Kerkük'ü alıyoruz’ diyerek Diyarbakır'ın verilmesinin planlandığı, terör örgütü PKK ile aynı cephede buluştuğu şeklinde özetlenecek isnatlara yer verildiği anlaşılmaktadır.

Dava konusu yayımın ve basın açıklamasının bir bütün olarak değerlendirilmesinde; her ne kadar Özel Daire bozma kararında konuşmayı yapan ve hakkında konuşulan kişinin ülkenin siyaseti konusunda etkili siyasi kişilikler olmaları nedeniyle yapılan açıklamaların ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiş ise de, ülke siyasetinde belli bir çizgide olduğunun kabul edilmesi gereken bir siyasi partinin lideri bulunan davacının terör örgütü olan PKK ile aynı cepheye konulmasına katlanmasının olanaklı olmadığı, davaya konu yapılan derginin, özellikle manşetinin, ağır kişilik ihlali içerdiği, kullanılan ifadelerin basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği sonucuna varılmıştır.

Direnme kararında isabetle belirtildiği üzere; siyasi kişilerin veya ülke yönetiminde bulunanların icraatları, fikir ve düşünceleri sert bir şekilde eleştirilebilir ise de, bu hak hiçbir zaman hakaret, sövme, aşağılama, gerçek dışı iddia ve iftirada bulunma özgürlüğünü içermez.

Hâl böyle olunca; dava konusu yayım ve basın açıklaması nedeniyle davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu kabul eden direnme kararı yerindedir.

O hâlde; usul ve yasaya uygun direnme kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Asıl davada davalı ... Organizasyon San. ve Tic. Ltd. Şti. ile birleşen davada davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

Aşağıda dökümü yazılı (51,23TL) harcın temyiz edenlerden ayrı ayrı alınmasına,

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 15.09.2020 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.