Marka hakkına tecavüz suçundan sanık ...'ın 556 sayılı KHK’nın 61/1-c maddesi delaletiyle aynı KHK’nın 5833 sayılı Kanun'un 3. maddesi ile değişik 61/A, TCK'nın 43, 62, 52/2, 51/1-3-7 ve 54. maddeleri uyarınca 1 yıl 15 gün hapis ve 625 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hapis cezasının ertelenmesine, iki yıl süre ile denetime tabi tutulmasına ve müsadereye ilişkin Kocaeli 3. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 10.12.2012 tarihli ve 595-802 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 19. Ceza Dairesince 12.10.2015 tarih ve 11638-5343 sayı ile;
"1- 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde düzenlenen 'suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararı aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi' ve diğer objektif ve sübjektif koşulların varlığı hâlinde, CMK’nın 231/5. madde ve fıkrası gereğince, sanık hakkında aynı Kanun'un 231/6-c. maddesi de değerlendirilerek tespit edilen söz konusu zararın giderilmesi durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceği anlaşılmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.02.2009 tarih ve 2008/11-250 Esas, 2009/13 sayılı kararında; 'hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif koşullarından biri olan zarardan kast edilen maddi zarar olup, bu zararın belirlenmesinde teknik bilgiye ihtiyaç duyulmayan hâllerde hâkim, kanaat verici basit bir araştırma yaparak zararı belirlemelidir.' denilmektedir.
Bu ilkeler çerçevesinde her olaya özgü ayrı değerlendirme yapılarak, maddi zararın kanaat verici basit bir araştırma ile tespit edilebilmesi gerekir. Dosya kapsamından katılanın marka hakkının ihlali suretiyle meydana gelen zararın basit bir araştırma ile tespit edilebilecek zarar niteliğinde olmadığı ve dosyaya yansıyan katılanın tespit edilmiş bir zararı bulunmadığı gözetilmeden mahkemece 'şartları oluşmadığından ve müdahil tarafın zararını karşılamadığı' gerekçesiyle sanık hakkında CMK’nın 231. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi,
2- Mahkûm olduğu uzun süreli hapis cezası ertelenen sanık hakkında, TCK’nın 53/1-3. maddesindeki hak yoksunluklarına hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi," isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan Yerel Mahkemece 10.11.2016 tarih ve 645-734 sayı ile; sanık ...'ın marka hakkına tecavüz suçundan 556 sayılı KHK’nın 61/1-c maddesi delaletiyle aynı KHK’nın 5833 sayılı Kanun'un 3. maddesi ile değişik 61/A, TCK'nın 43, 62, 52/2, 51/1-3-7, 53 ve 54. maddeleri uyarınca 1 yıl 15 gün hapis ve 100 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hapis cezasının ertelenmesine, iki yıl süre ile denetime tabi tutulmasına, hak yoksunluğuna ve müsadereye karar verilmiştir.
Bu hükmün de sanık ve katılanlar Adidas AG ve .... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 19. Ceza Dairesince 21.09.2017 tarih, 1742-7157 sayı ve oy çokluğu ile;
"Uzlaşma teklifinde bulunulduğu tarihte uzlaşma hükümlerinin uygulanmasına yasal olanak bulunmadığı hâlde, mahkemece uzlaştırma girişiminde bulunulmuş ve taraflar arası uzlaşma sağlanamamışsa da, bir hakkın doğmadan önce kullanılması söz konusu olamayacağı cihetle, uzlaşma teklifinin hukuken geçerli olmadığı anlaşılmakla, 02.12.2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun'un 34. maddesiyle Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253. maddesinde değişiklik yapılarak madde içeriğinden 'etkin pişmanlık hükümlerine yer verilen suçlar ile' ibaresinin çıkarılması nedeniyle özel bir etkin pişmanlık hükmü olan 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 61/7. maddesinin aynı Kanun Hükmünde Kararname'nin 61/A maddesinde düzenlenen satışa arz etme veya satma suçu yönünden de uzlaşma kurumunun uygulanmasına engel teşkil etmemesi, uzlaşmanın soruşturma ve kovuşturmalarda mutlaka öncelikle uygulanması zorunlu bir maddi ceza hukuku ve ceza muhakemesi hukuku kurumu olması karşısında, sanık hakkında 6763 sayılı Kanun'un 34. maddesiyle değişik CMK’nın 253 ve 254. maddelerinin uygulanması zorunluluğu,
Kabule göre de,
1- 5271 sayılı CMK'nın 231. maddesinde düzenlenen 'suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararı aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi' ve diğer objektif ve sübjektif koşulların varlığı hâlinde, CMK'nın 231/5. madde ve fıkrası gereğince, sanıklar hakkında aynı Kanun'un 231/6-c maddesi de değerlendirilerek tespit edilen söz konusu zararın giderilmesi durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceği anlaşılmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.02.2009 tarih ve 2008/11-250 Esas, 2009/13 sayılı kararında; 'hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif koşullarından biri olan zarardan kast edilen maddi zarar olup, bu zararın belirlenmesinde teknik bilgiye ihtiyaç duyulmayan hâllerde hâkim, kanaat verici basit bir araştırma yaparak zararı belirlemelidir.' denilmektedir.
Bu ilkeler çerçevesinde, her olaya özgü ayrı değerlendirme yapılarak, maddi zararın kanaat verici basit bir araştırma ile tespit edilebilmesi hâlinde zararın giderilebilmesi koşulundan bahsedilebileceği, somut olayda suçun işlenmesi ile ortaya çıkan ölçülebilir bir zarar bulunmadığı gibi, bozma sonrası katılan şirketlerin somut bir şekilde kanıtlamadıkları ve varsayıma dayalı olarak bildirdikleri zararı sanığın karşılayamadığından bahisle, suç tarihi itibarıyla adli sicil kaydı bulunmayan sanık hakkında, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi,
2- Katılan .... ve Adidas AG firmaları kendilerini vekille temsil ettirdikleri hâlde, lehlerine ayrı ayrı vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, infazda karışıklığa neden olacak şekilde tek bir vakelet ücretine hükmedilmesi," isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Daire Üyesi E. İshakoğlu;
"Sayın çoğunluk ile şahsım arasında çıkan hukuki uyuşmazlık; birden fazla katılanın (olayımızda iki katılanın) tek vekil ile temsil edilmesi ve dava sonunda sanık hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi hâlinde, sanığın katılanlara ödeyeceği avukatlık ücretinin, vekilin temsil ettiği katılan sayısı kadar mı (olayımızda iki avukatlık ücreti) olacağı, yoksa katılanların tümü için sadece bir avukatlık ücretine mi hükmedileceğine ilişkindir.
Sui generis bir niteliğe haiz olan 'avukatlık ücreti' temelde iki ayrı kategoriden oluşmaktadır. Birinci kategori, avukat ile müvekkili arasında (Avukatlık Kanunu'ndaki sınırlar dahilinde) serbest irade ile kararlaştırılan ve avukatlık sözleşmesinden kaynaklanan avukatlık ücreti iken; diğeri ise 'Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'ne göre yargılama gideri olarak mahkeme tarafından davayı kaybeden karşı tarafa yükletilmesi gereken ücrettir. Olayımızda söz konusu olan avukatlık ücreti, yargılama gideri olarak karşı tarafa yükletilecek olanıdır.
Sorunu doğru bir şekilde çözebilmek için konu ile ilgili tüm mevzuatın ve düzenleyici işlemlerin analitik bir şekilde ele alınıp irdelenmesi gerekmektedir. Avukatlık ücreti ile ilgili başlıca mevzuat ve düzenleyici işlem şunlardır:
2709 sayılı 'Anayasa',
5271 sayılı 'Ceza Muhakemesi Kanunu',
1136 sayılı 'Avukatlık Kanunu',
Yıllık olarak kabul edilen 'Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'.
Bütün bu kanuni düzenlemelere baktığımızda, uyuşmazlık konusu ile ilgili sarih bir hüküm bulunmadığı gerçeği ile karşılaşırız.
Bu gerçeğin bir yansıması olarak Yargıtay içtihatlarında dahi yeknesak bir uygulama bulunmamaktadır. Şöyle ki Yargıtayda bazı ceza daireleri her bir katılan için ayrı ayrı değil, tek bir vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğine karar verirken, diğer bazı ceza daireleri ise her bir katılan için ayrı vekalet ücreti ödenmesi gerektiğine hükmetmektedir.
Konu ile ilgili doğru bir kanaata ulaşabilmek için bütün bu mevzuat ve düzenleyici işlemlerin lafzına, konuluş amacına ve ruhuna (ratio legis) bütüncül bir bakış açısıyla bakmak gerekir.
Normlar hiyerarşisinin en üstünde yer alan Anayasamızın 141. maddesinin son fıkrasına göre 'davaların en az giderle ... sonuçlandırılması yargının görevidir.'
5271 sayılı CMK'nın 'Yargılama Giderleri' başlığı altındaki 324 ve devamı maddeleri gereğince; ' … tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri yargılama gideri sayılır.', 'hüküm ve kararda yargılama giderlerinin kimlere yükletileceği gösterilmek zorundadır.', 'bu bağlamda iki taraftan birinin diğerine ödemesi gereken paranın miktarı da hükümde açıkça belirtilmelidir.'
1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun, 'avukatlık ücreti'ni düzenleyen 164. maddesi ile 'avukatlık ücret tarifesi'ni düzenleyen 168. maddesinin de içerisinde yer aldığı; 'Avukatlık Sözleşmesi' başlıklı onbirinci kısmındaki 163 ila 175. maddelerinin lafzı ve ruhu birlikte irdelendiğinde, ücretin belirlenmesindeki temel ölçütün 'dava' olduğu; 'katılan ya da sanık sayısı' veya 'sanığa isnat edilen suç sayısı' olmadığı görülecektir.
Şöyle ki Avukatlık Kanunu m. 164/1'e göre; 'Avukatlık Ücreti, avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı (veya değeri) ifade eder.'
Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenilecek vekalet ücreti avukata aittir (Avukatlık Kanunu m. 164/son).
Avukatlık Kanunu, m. 169’a göre 'yargı mercilerince karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücreti, avukatlık ücret tarifesinde yazılı miktardan az ve üç katından fazla olamaz.'
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nde (AAÜT) de vekalet ücretinin belirlenmesinde ilke olarak temel alınan kriter 'dava' ve 'dava sayısı'dır. En güncel AAÜT olan, 2017 yılına ilişkin AAÜT'nin 2(1). maddesinde bu ilke şöyle ifade edilmiştir. 'Bu tarifede yazılı avukatlık ücreti, ...dava... ücreti karşılığıdır'. AAÜT'de katılanların veya sanıkların sayısını ya da sanığın işlediği suç sayısını değil, usulüne uygun olarak açılan ve avukat tarafından takip olunan dava sayısını esas almıştır.
Taraflara yükletilecek avukatlık ücretinin, her dava için ayrı ayrı belirlenmesi ilkesi öngörülmüştür. Buna göre ayrı dava söz konusu olmadıkça ya da katılanlar veya sanıklar kendilerini farklı vekiller ile temsil ettirmedikleri sürece; yani katılanların ve sanıkların kendilerini tek vekil ile temsil ettirdikleri durumlarda katılanlar ya da sanıkların sayısınca değil tek avukat ücretine hükmedilmesi gerekir.
Türkiye Barolar Birliğinin yıllık olarak yayımladığı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin, genel hükümler kısmında her yıl değişmeksizin yer alan bir hüküm bulunmaktadır. 2017 yılı için geçerli olan AAÜT'nin 3(1). maddesinde de yer alan ve Avukatlık Kanunu m. 169’u aynen tekrar eden bu hükümde 'yargı yerlerince avukata ait olmak üzere, karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücreti (ekli) tarifede yazılı miktardan az ve üç katından fazla olamaz.' denilmektedir. Bu ücretin belirlenmesinde avukatın emeği, çabası; işin önemi, niteliği ve davanın süresi göz önünde tutulur.
Burada birden çok katılanın aynı avukat ile temsil edilmesi hâlinde şüphesiz, avukatlık ücretinin tarifedeki yazılı miktarın üç katına kadar ücret takdir edilmesi imkânının mahkeme tarafından kullanılması suretiyle hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşmak mümkündür.
Sonuç olarak Avukatlık Kanunu, CMK ve AAÜT başta olmak üzere tüm ilgili kanuni düzenlemelerin, avukatlık ücretinin tayininde esas aldığı ölçüt; avukat tarafından takip edilen dava sayısıdır ve yargılama gideri olarak davayı kaybeden taraflara yükletilecek avukatlık ücreti, dava bazında kararlaştırılacaktır. Yoksa katılanların ve sanıkların sayısı ya da bir sanığın işlediği suç sayısı esas kriter olmayıp; avukatın davadaki emeği, çabası, işin niteliği ise avukata ödenecek ücretin tarifede yazılı miktarın üç katına kadar bir ücreti belirlemede dikkate alınabilecek tali ölçütlerdir. Buna göre ayrı davalar söz konusu olmadıkça avukatlık ücretinin her bir katılan için ayrı ayrı tayini ve takdiri mümkün değildir. Kuşkusuz bu ilke kendilerini aynı vekil ile temsil ettiren katılanlar ve sanıklar için geçerli olup, katılanların veya sanıkların farklı avukatlar tarafından temsili hâlinde geçerli değildir. Zaten unutulmamalıdır ki aralarında menfaat çatışması bulunan sanıklar veya katılanlar için aynı müdafi veya vekilin görevlendirilmesi mümkün değildir. Sanıkların ve katılanların kendilerini ayrı avukat ile temsil ettirmeleri hâlinde her bir avukat için (karşı tarafa yükletilecek yargılama gideri olarak) ayrı avukatlık ücretine hükmedileceği aşikârdır.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle; birden çok katılanın aynı (tek) vekil ile temsil edildiği ve sanığın mahkûm edildiği durumlarda, yargılama gideri olarak sanığın katılanlara, katılan sayısı kadar vekalet ücreti ödemesi gerektiği yönündeki çoğunluk görüşüne katılmamakla birlikte;
Davada katılanlar lehine tek vekalet ücreti belirlenmesi ve belirlenecek bu tek avukatlık ücretinin Avukatlık Kanunu m. 169’da ifade edildiği üzere katılan sayısının fazlalığının avukatın davada gösterdiği emek ve çaba düzeyini artırmasından dolayı tarifede yer alan asgari ücretin hakkaniyete uygun bir şekilde üç misline kadar yükseltilmesi gereğine rağmen;
Bu hususların göz önüne alınmaması sebebiyle ilk derece mahkemesinin hükmünün bu değişik gerekçeyle bozulmasına karar verilmesi gerektiği kanaatiyle, çoğunluğun bozma gerekçesine katılmadığından, bu muhalefet şerhini kaleme almış bulunmaktayım." düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 23.11.2017 tarih ve 401829 sayı ile;
"...İtirazımız birden fazla katılanın (olayımızda iki katılanın) tek vekil ile temsil edilmesi ve dava sonunda sanık hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi hâlinde, sanığın katılanlara ödeyeceği avukatlık ücretinin, vekilin temsil ettiği katılan sayısı kadar mı (olayımızda iki avukatlık ücreti) olacağı, yoksa katılanların tümü için sadece bir avukatlık ücretine mi hükmedileceğine ilişkindir.
Sui generis bir niteliğe haiz olan 'avukatlık ücreti' temelde iki ayrı kategoriden oluşmaktadır. Birinci kategori, avukat ile müvekkili arasında (Avukatlık Kanunu'ndaki sınırlar dahilinde) serbest irade ile kararlaştırılan ve avukatlık sözleşmesinden kaynaklanan avukatlık ücreti iken; diğeri ise 'Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'ne göre yargılama gideri olarak mahkeme tarafından davayı kaybeden karşı tarafa yükletilmesi gereken ücrettir. Olayımızda söz konusu olan avukatlık ücreti, yargılama gideri olarak karşı tarafa yükletilecek olanıdır.
Sorunu doğru bir şekilde çözebilmek için konu ile ilgili tüm mevzuatın ve düzenleyici işlemlerin analitik bir şekilde ele alınıp irdelenmesi gerekmektedir. Avukatlık ücreti ile ilgili başlıca mevzuat ve düzenleyici işlem şunlardır:
2709 sayılı 'Anayasa',
5271 sayılı 'Ceza Muhakemesi Kanunu',
1136 sayılı 'Avukatlık Kanunu',
Yıllık olarak kabul edilen 'Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'.
Bütün bu kanuni düzenlemelere baktığımızda, uyuşmazlık konusu ile ilgili sarih bir hüküm bulunmadığı gerçeği ile karşılaşırız.
Bu gerçeğin bir yansıması olarak Yargıtay içtihatlarında dahi yeknesak bir uygulama bulunmamaktadır. Şöyle ki Yargıtayda bazı ceza daireleri her bir katılan için ayrı ayrı değil, tek bir vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğine karar verirken, diğer bazı ceza daireleri ise her bir katılan için ayrı vekalet ücreti ödenmesi gerektiğine hükmetmektedir.
Konu ile ilgili doğru bir kanaata ulaşabilmek için bütün bu mevzuat ve düzenleyici işlemlerin lafzına, konuluş amacına ve ruhuna (ratio legis) bütüncül bir bakış açısıyla bakmak gerekir.
Normlar hiyerarşisinin en üstünde yer alan Anayasamızın 141. maddesinin son fıkrasına göre 'davaların en az giderle ... sonuçlandırılması yargının görevidir.'
5271 sayılı CMK'nın 'Yargılama Giderleri' başlığı altındaki 324 ve devamı maddeleri gereğince; ' … tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri yargılama gideri sayılır.', 'hüküm ve kararda yargılama giderlerinin kimlere yükletileceği gösterilmek zorundadır.', 'bu bağlamda iki taraftan birinin diğerine ödemesi gereken paranın miktarı da hükümde açıkça belirtilmelidir.'
1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun, 'avukatlık ücreti'ni düzenleyen 164. maddesi ile 'avukatlık ücret tarifesi'ni düzenleyen 168. maddesinin de içerisinde yer aldığı; 'Avukatlık Sözleşmesi' başlıklı onbirinci kısmındaki 163 ila 175. maddelerinin lafzı ve ruhu birlikte irdelendiğinde, ücretin belirlenmesindeki temel ölçütün 'dava' olduğu; 'katılan ya da sanık sayısı' veya 'sanığa isnat edilen suç sayısı' olmadığı görülecektir.
Şöyle ki Avukatlık Kanunu m. 164/1'e göre; 'Avukatlık Ücreti, avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı (veya değeri) ifade eder.'
Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenilecek vekalet ücreti avukata aittir (Avukatlık Kanunu m. 164/son).
Avukatlık Kanunu, m. 169’a göre 'yargı mercilerince karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücreti, avukatlık ücret tarifesinde yazılı miktardan az ve üç katından fazla olamaz.'
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nde (AAÜT) de vekalet ücretinin belirlenmesinde ilke olarak temel alınan kriter 'dava' ve 'dava sayısı'dır. En güncel AAÜT olan, 2017 yılına ilişkin AAÜT'nin 2(1). maddesinde bu ilke şöyle ifade edilmiştir. 'Bu tarifede yazılı avukatlık ücreti, ...dava... ücreti karşılığıdır'. AAÜT de katılanların veya sanıkların sayısını ya da sanığın işlediği suç sayısını değil, usulüne uygun olarak açılan ve avukat tarafından takip olunan dava sayısını esas almıştır.
Taraflara yükletilecek avukatlık ücretinin, her dava için ayrı ayrı belirlenmesi ilkesi öngörülmüştür. Buna göre ayrı dava söz konusu olmadıkça ya da katılanlar veya sanıklar kendilerini farklı vekiller ile temsil ettirmedikleri sürece; yani katılanların ve sanıkların kendilerini tek vekil ile temsil ettirdikleri durumlarda katılanlar ya da sanıkların sayısınca değil tek avukat ücretine hükmedilmesi gerekir.
Türkiye Barolar Birliğinin yıllık olarak yayımladığı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin, genel hükümler kısmında her yıl değişmeksizin yer alan bir hüküm bulunmaktadır. 2017 yılı için geçerli olan AAÜT'nin 3(1). maddesinde de yer alan ve Avukatlık Kanunu m. 169’u aynen tekrar eden bu hükümde 'yargı yerlerince avukata ait olmak üzere, karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücreti (ekli) tarifede yazılı miktardan az ve üç katından fazla olamaz.' denilmektedir. Bu ücretin belirlenmesinde avukatın emeği, çabası; işin önemi, niteliği ve davanın süresi göz önünde tutulur.
Burada birden çok katılanın aynı avukat ile temsil edilmesi hâlinde şüphesiz, avukatlık ücretinin tarifedeki yazılı miktarın üç katına kadar ücret takdir edilmesi imkânının mahkeme tarafından kullanılması suretiyle hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşmak mümkündür.
Sonuç olarak Avukatlık Kanunu, CMK ve AAÜT başta olmak üzere tüm ilgili kanuni düzenlemelerin, avukatlık ücretinin tayininde esas aldığı ölçüt; avukat tarafından takip edilen dava sayısıdır ve yargılama gideri olarak davayı kaybeden taraflara yükletilecek avukatlık ücreti, dava bazında kararlaştırılacaktır. Yoksa katılanların ve sanıkların sayısı ya da bir sanığın işlediği suç sayısı esas kriter olmayıp; avukatın davadaki emeği, çabası, işin niteliği ise avukata ödenecek ücretin tarifede yazılı miktarın üç katına kadar bir ücreti belirlemede dikkate alınabilecek tali ölçütlerdir. Buna göre ayrı davalar söz konusu olmadıkça avukatlık ücretinin her bir katılan için ayrı ayrı tayini ve takdiri mümkün değildir. Kuşkusuz bu ilke kendilerini aynı vekil ile temsil ettiren katılanlar ve sanıklar için geçerli olup, katılanların veya sanıkların farklı avukatlar tarafından temsili hâlinde geçerli değildir. Zaten unutulmamalıdır ki aralarında menfaat çatışması bulunan sanıklar veya katılanlar için aynı müdafi veya vekilin görevlendirilmesi mümkün değildir. Sanıkların ve katılanların kendilerini ayrı avukat ile temsil ettirmeleri hâlinde her bir avukat için (karşı tarafa yükletilecek yargılama gideri olarak) ayrı avukatlık ücretine hükmedileceği aşikardır.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle; birden çok katılanın aynı (tek) vekil ile temsil edildiği ve sanığın mahkûm edildiği durumlarda, yargılama gideri olarak sanığın katılanlara, katılan sayısı kadar vekalet ücreti ödemesi gerektiği yönündeki çoğunluk görüşüne katılmamakla birlikte;
Davada katılanlar lehine tek vekalet ücreti belirlenmesi ve belirlenecek bu tek avukatlık ücretinin Avukatlık Kanunu m. 169’da ifade edildiği üzere katılan sayısının fazlalığının avukatın davada gösterdiği emek ve çaba düzeyini artırmasından dolayı tarifede yer alan asgari ücretin hakkaniyete uygun bir şekilde üç misline kadar yükseltilmesi gereğine rağmen; bu hususların yerel mahkemesince göz önüne alınmadığı görülmektedir. Zira tek vekille temsil edilen katılan Nike şirketi lehine de, tek vekille temsil edilen iki katılan ... ve Adidas şirketleri lehine de aynı vekalet ücretine hükmedilmiştir. Bu husus hakkaniyete aykırıdır. Aynı şekilde sayın daire çoğunluğunun kabul ettiği katılan sayısınca vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğine dair kabulü de yukarıda açıklanan nedenlerle usul ve yasalara aykırıdır." görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 19. Ceza Dairesince 07.12.2017 tarih ve 5931-10730 sayı ile itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; birden fazla katılanın tek vekil ile temsil edilmesi ve yargılama sonucunda sanık hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi hâlinde, sanığın katılanlara ödeyeceği avukatlık ücretinin, her bir katılan lehine ayrı ayrı mı, katılanların tümü için sadece bir avukatlık ücretine mi, yoksa Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'ne göre gösterilen asgari sınırın üç katına kadar ücret takdir edilerek katılanlar lehine eşit olarak mı hükmedileceğinin belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği'nin 27. maddesi uyarınca öncelikle; itiraza konu bozma nedeninin "kabule göre bozma" niteliğinde olup olmadığı, bu bağlamda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının olağanüstü itiraz kanun yoluna başvurma yetkisinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Kocaeli 3. Asliye Ceza Mahkemesince 10.11.2016 tarih ve 645-734 sayı ile sanık hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün sanık ve katılanlar Adidas AG ve .... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 21.09.2017 tarihli ve 1742-7157 sayılı kararı ile sanık hakkında 6763 sayılı Kanun'un 34. maddesiyle değişik CMK’nın 253 ve 254. maddelerinin uygulanması zorunluluğu, kabule göre de yerinde olmayan gerekçelerle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi ve katılanlar .... ve Adidas AG’nin kendilerini vekille temsil ettirdikleri hâlde lehlerine ayrı ayrı vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken tek bir vekalet ücretine hükmedilmesi sebebiyle bozulmasına karar verildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 23.11.2017 tarih ve 401829 sayı ile Özel Daire kararında kabule göre bozma nedeni gösterilen vekalet ücreti yönünden olağanüstü itiraz kanun yoluna başvurulduğu anlaşılmaktadır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın itirazı kurumuna, 1412 sayılı CMUK’nın temyize ilişkin hükümler içerisindeki 322/4. maddesinde; “Ceza Daireleri'nden birinin kararına karşı Cumhuriyet Başsavcısı, ilamın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kurulu’na itiraz edebilir.” biçiminde yer verilmiş, 5271 sayılı CMK’nın olağanüstü kanun yolları arasındaki 308. maddesinde ise; “Yargıtay Ceza Daireleri’nden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilamın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kurulu’na itiraz edebilir, sanığın lehine itirazda süre aranmaz.” şeklinde düzenleme yapılmıştır. Görüldüğü gibi, 5271 sayılı CMK’nın 308. maddesinde yer alan “lehe itirazda süre aranmayacağına” ilişkin cümle dışında madde metinleri tamamen benzerlik arz etmektedir.
Bölge Adliye Mahkemeleri ile kanunda açık hüküm bulunması durumunda ilk derece mahkemeleri kararlarının, temyizi sonucu Yargıtay ilgili Ceza Dairesince incelenmesi ile olağan kanun yolları sona ermektedir. Bu aşamadan sonra ancak 5271 sayılı CMK’nın 308. maddesi uyarınca olağanüstü kanun yolu olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın itirazı gündeme gelebilecektir.
Olağanüstü olmak, kesinleşmiş kararlara karşı istisnai bir denetim yolu sağlamak demektir. Başsavcının itirazı yolunun “istisnai” nitelikte olması, eğer başka denetim yolu varsa, onun kullanılmasını gerektirir. Bununla birlikte 5271 sayılı CMK’nın olağanüstü kanun yolları bölümünde yer alan 308. maddesinde düzenlenen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın itirazının, Özel Daire kararlarındaki hukuka aykırılıkların, Ceza Genel Kurulu tarafından giderilmesini isteme ve bu yolla içtihat birliğini sağlama işlevini görmesi ve ayrıca kamuoyunun tatminine yönelik bir yönü de bulunmaktadır. Buna karşın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itirazına hangi hâllerde başvurulacağına ilişkin gerek 1412 sayılı CMUK’nın 322/4. maddesinde, gerekse 5271 sayılı CMK’nın 308. maddesinde açıklık bulunmamaktadır.
Bununla birlikte, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kapsamı günümüze kadar çeşitli Ceza Genel Kurulu kararlarına konu olmuş, bu bağlamda; "eleştiriye ilişkin düşüncelerin reddine dair daire kararlarının itiraz olunabilecek nitelikte kararlardan olmadıkları" (CGK’nın 16.11.1964 tarih ve 470-464), "kabule göre yapılan bozmalara karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yoluna başvuramayacağı" (CGK’nın 17.03.1998 tarih 18-91 ve 07.02.2012 tarih 297-22), “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının olağanüstü bir yasa yolu olması nedeniyle sonuca etkili olmayacak türden hukuka aykırılıkların bu yasa yoluna konu olamayacağı” (CGK’nın 30.11.2010 tarih ve 233-241) “Yargıtay Ceza Daireleri tarafından verilen sanığının tutukluluk hâlinin devamına ilişkin kararlara karşı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının olağanüstü itiraz yasa yoluna başvurma yetkisinin bulunmadığı” (CGK’nın 29.03.2011 tarih ve 49-28), “görev konusunun Yargıtayca inceleme konusu dahi yapılamayacağı bir durumda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kesin nitelikteki merci tayini kararını hükümsüz kılacak bir sonuç doğmasına neden olacak şekilde itiraz yasa yoluna başvurma olanağının bulunmadığı” (CGK’nın 27.12.2011 tarih ve 158-296) kabul edilmek suretiyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisinin belirli yönlerden sınırlandırılması gerektiğine karar verilmiştir.
Görüldüğü gibi bu yol, Yargıtay Ceza Daireleri kararlarına karşı başvurulan olağanüstü bir kanun yolu olup bu yetki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına aittir. Kanun metninde hangi hukuka aykırılıkların bu yolla denetleneceği yönünde bir açıklık bulunmamakta ise de olağanüstü bir kanun yolu olan itiraz kanun yoluna başvurabilmek için hukuka aykırılık hâlinin ciddi boyutlara ulaşması gerekmektedir. Ciddi boyutlara ulaşmayan veya sonuca etkili olmayan kanuna aykırılıkların bu yöntemle denetlenmesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itirazının amaç ve kapsamıyla bağdaşmayacaktır.
Yine Ceza Genel Kurulunun 30.06.2009 tarihli ve 169-186 ile 30.09.2003 tarihli ve 230-236 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında da; Özel Daireler tarafından “kabule göre” yapılan bozmaların yerel mahkeme uygulamasının hatalı görülen yönüne, uyarma ve yol gösterme amacıyla değinmekten ibaret olup, direnmeye konu olamayacağı da istikrarlı olarak kabul edilmektedir.
Bu açıklamalar ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının Ceza Dairelerinin kararlarına karşı itirazı, olağanüstü bir kanun yolu olup hangi hâllerde bu yola başvurulacağı kanunda açıklanmamakla beraber, gerek yerleşmiş yargı kararlarında, gerekse öğretide ancak sınırlı hâllerde bu yola başvurulabileceği, bu bağlamda Özel Dairelerce öğretici ve yol gösterici nitelikte yapılan “kabule göre” bozmalara karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisinin bulunmadığının kabul edilmesi karşısında, yine itiraza konu edilemeyen Özel Dairelerce öğretici ve yol gösterici nitelikte yapılan “kabule göre” bozma nedenleri hakkında Ceza Genel Kurulunca da inceleme yapılamayacağının kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının esası incelenmeksizin saptanan ön sorun nedeniyle reddine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının “kabule göre” bozmalara karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisi bulunmadığından esası incelenmeksizin REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 18.03.2021 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.