ÖZET: Dava, işyeri sigorta sözleşmesine dayalı olarak açılan tazminat istemine ilişkindir. Olayda davacı, dava dilekçesinde davalı sigorta şirketi ile işyeri (eczane paket sigortası) sigortası poliçesi düzenlediklerini, işyerinde hırsızlık olayı olduğunu ve bir kısım mallarının çalındığını, davalı şirketin zararın 44.090,00TL olduğu gerekçesiyle bu miktarı ödediğini, gerçek zararının 565.910,00TL olduğunu, 10.000,00TL harca esas değer üzerinden belirsiz alacak davası açtığını bildirerek talepte bulunmuş, davasını açıkça belirsiz alacak davası olarak nitelendirmiştir. Davanın belirsiz alacak davası olarak açılmasına rağmen alacakların belirli olduğu sonucuna ulaşıldığından somut olayda belirsiz alacak davasının koşulları bulunmamakta ise de, alacaklarının ödenmediğini iddia eden davacının, mevcut yasal düzenlemeler karşısında dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşma imkânı olmayıp, bir mahkeme kararına ihtiyaç bulunması karşısında eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunmadığını söylemek mümkün değildir. Başka bir anlatımla alacağı olduğunu iddia eden davacının alacağının tahsili amacı ile ister kısmi, ister tam eda veya belirsiz alacak davası açmasında her zaman hukuki yararı vardır. Zira davacı davalıdan olan alacağını istemektedir.
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın usulden reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
Davacı vekili 26.04.2013 harç tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin işyerinin davalı şirkete Eczane Paket Sigorta Poliçesi ile hırsızlık rizikosunu da kapsar şekilde sigortalandığını, 07.11.2012 tarihinde işyerinde hırsızlık olduğunu, bilanço hesabında yer alan stok hesabından da anlaşılacağı üzere 654.918,54TL değerinde ilaç ve 10.000,00TL değerinde demirbaş eşyanın çalındığını, müvekkilinin olayın şoku ile eczaneden çalınan ilaçların tam değerini ilk anda tespit edemediğini, bu nedenle eczaneden çalınan ilaçların değerinin yaklaşık 503.000,00TL olduğunu beyan ettiğini, tüm belgeleri sunmasına rağmen davalı sigorta şirketinin müvekkiline 44.090,00TL ödeme yaptığını, müvekkilinin vekili olan annesi ...’e ödeme yaparken ibraname alındığını, müvekkilinin hemen ertesi gün noter ihtarnamesi ile bu ibranamenin geçersiz olduğunu ve karakola yaptığı bildirime göre eksik kalan 458.910,00TL’nin ödenmesi gerektiğini bildirdiğini, fakat muhatabın bu güne kadar gereğini yapmadığını, sigortanın teminat altına aldığı bedelin 610.000,00TL, müvekkilinin gerçek zararının ise ilaç ve demirbaş eşya olmak üzere toplam 664.918,54TL olduğunu, teminatı aşan kısım istenemeyeceğinden müvekkiline ödenen 44.090,00TL çıkarıldıktan sonra kalan 565.910,00TL’nin müvekkiline ödenmesi gerektiğini, genel uygulama hesap bilirkişisi tarafından hazırlanacak rapora göre alacağın saptanması olduğundan harca esas değer 10.000,00TL olmak ve bilirkişi raporunun hazırlanması ile müvekkilinin teminat kapsamında kalan gerçek zararını davalı tarafın muvafakatine ve dava dilekçesinin ıslahına ya da ek dava açmaya gerek kalmaksızın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 107. maddesinde yer alan düzenleme doğrultusunda talep ve dava etmek üzere belirsiz alacak davası açtıklarını ileri sürerek müvekkilinin gerçek zararı olan 565.910,00TL’nin tahsili için HMK’nın 107. maddesi doğrultusunda bilirkişi incelemesi yaptırılarak sonucuna göre yapacağı talep doğrultusunda dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir
Davalı Cevabı:
Davalı vekili 30.10.2013 havale tarihli cevap dilekçesinde; dava dilekçesinde davacı tarafça harca esas değerin 10.000,00TL olduğu belirtilmesine rağmen dava dilekçesinin içeriğinde ve sonuç istem kısmında zararlarının 565.910,00TL olduğu belirtilerek bu miktarın tahsilinin talep edildiğini, bu hususun 6100 sayılı HMK’nın 109/2 maddesinde talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağının açıkça düzenlenmiş olması karşısında yerinde olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme Kararı:
İzmir 9. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29.04.2013 tarihli ve 2013/240 E., 2013/196 K. sayılı kararı ile; dava dilekçesinin görev yönünden reddi ile dosyanın görevli olan Nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
İzmir (Kapatılan) 15. Asliye Ticaret Mahkemesinin 10.01.2014 tarihli ve 2013/271 E., 2014/7 K. sayılı kararı ile; davacı vekilince talebinin belirsiz alacak davasına yönelik olduğu iddia edilmiş ise de, davacının 03.04.2013 tarihinde keşide ettiği ihtarnameyle gerçek zararının tamamının 503.000,00TL olduğunu belirttiği, kendisine ödenen 44.090,00TL düşüldükten sonra bakiye 458.910,00TL'nin ödenmesini talep ettiği, böylece uyuşmazlık konusunun davacı tarafça açıkça belirlenmiş olması nedeniyle kısmi dava açmakta hukuki yararının bulunmadığı, davacı tarafın iddia ettiği gibi HMK'nın 107. maddesindeki belirsiz alacak davasının koşulları da bulunmadığı gerekçesiyle HMK'nın 114/h maddesi uyarınca davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
İzmir (Kapatılan) 15. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
Yargıtay 17. Hukuk Dairesince 25.10.2016 tarihli ve 2014/5539 E., 2016/9322 K. sayılı kararı ile; “…Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK'nın 107/I. maddesinde "davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde, alacaklı hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir" 107/II. bendinde "karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtilmiş olduğu talebini artırabilir" 107/III. bendinde ise, "ayrıca kesin eda davasının açılabildiği hallerde tesbit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir" hükmüne yer verilmiştir.
Kısmi dava ise HMK'nın 109.maddesinde düzenlenmiştir. Dava ve karar tarihinde yürürlükte bulunan 109.maddesi I. bendinde; "Talep konusunun niteliği itibariyle bölünebilir olduğu durumlarda sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir" 109/II .bendinde "Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz. (bu hüküm 1.4.2015 tarih 6644 sayılı Kanunun 4.maddesi ile iptal edilmiştir.) 109/III. bendinde ise, "Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkca feragat edilmiş olması hali dışında kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez" hükmünü içermektedir. Yani, talep niteliği itibariyle bölünebiliyorsa kısmi dava açılabilecek, talep konusu taraflar arasında tartışmalı olacak, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmasına gerek olmadan ek dava açılabilecektir.
Bir kimsenin kısmi dava açıp açmadığına karar vermek için davacının talep sonucuna bakmak gerekir. Davacının davasını açıkça kısmi dava olarak nitelendirmesine gerek yoktur.
Somut olayda davacı, dava dilekçesinde davalı sigorta şirketi ile işyeri (eczane paket sigortası) sigortası poliçesi düzenlediklerini, iş yerinde hırsızlık olayı olduğunu ve mallarının çalındığını, davalı şirketin zararın 44.090,00TL olduğu gerekçesiyle bu miktarı ödediğini, gerçek zararının 565.910,00 TL olduğunu, 10.000 TL harca esas değer üzerinden belirsiz alacak davası açtığını bildirerek talepte bulunmuştur.
Davalı sigorta şirketi ise zararının miktarını bildirdiğini bu nedenle kısmi dava açılamayacağını savunmuştur. İleri sürülüş ve savunmaya göre dava konusu miktarın taraflar arasında tartışmalı olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bu nedenle talep edilen miktarın tartışmasız olduğundan söz edilemez. Belirsiz alacak davası olarak açılan davaya kısmi dava olarak devam edilmesi mümkün değil ise de somut olayda davacının kısmi dava açtığı ve dava konusu miktar taraflar arasında tartışmalı olduğundan davacının kısmi dava açmakta hukuki yararının bulunduğunun kabulü gerekir. (...K 2.3.2016 tarih 2014/15-439 Esas, 2016/207 Karar sayılı kararı da bu yöndedir).
O halde mahkemece kısmi dava açıldığı kabul edilerek işin esasına girilip toplanan ve toplanacak deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere davanın usulden ret edilmesi isabetli olmamıştır…” gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.
Direnme Kararı:
İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 04.04.2017 tarihli ve 2017/221 E., 2017/328 K. sayılı kararı ile; davacı vekili, talebinin belirsiz alacak davasına yönelik olduğunu iddia etmiş ise de, davacının 03.04.2013 tarihinde keşide ettiği ihtarnameyle gerçek zararının tamamının 503.000,00TL olduğunu belirttiği, kendisine ödenen 44.090,00TL düşüldükten sonra bakiye 458.910,00TL'nin ödenmesini talep ettiği, dava dilekçesinde de gerçek zarar olan 565.910,00TL'nin tahsili için HMK’nın 107. maddesi uyarınca dava açtıkları, dava ve karar tarihinde HMK’nın 109/2. maddesinin yürürlükte olduğu, davacı tarafın fazlaya ilişkin hakları saklı tutarak 10.000,00TL'nin tahsili şeklinde bir talebinin bulunmadığı, bu haliyle davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı, dolayısıyla uyuşmazlık konusunun davacı tarafça açıkça belirlenmiş olması nedeniyle kısmi dava açmakta hukuki yararının bulunmadığı, davacı tarafın iddia ettiği gibi HMK'nın 107. maddesindeki belirsiz alacak davasının koşulları da bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının davasını belirsiz alacak davası olarak mı yoksa kısmi dava olarak mı açtığı, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığının kabulü hâlinde eldeki davayı belirsiz alacak davası olarak açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı; alacağın belirlenebilir olduğunun kabul edilmesi hâlinde belirsiz alacak davası olarak açılmış olan davaya kısmi dava olarak bakılıp bakılamayacağı noktalarında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
Dava, işyeri sigorta sözleşmesine dayalı olarak açılan tazminat istemine ilişkindir.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 107. maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda (1086 sayılı HUMK) yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle dava konusu edilen alacakların belirsiz alacak olup olmadığı hususu tartışılıp değerlendirilmiştir.
Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK’nın 107. maddesinde yer alan;
"1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." şeklindeki hüküm ile belirsiz alacak davası düzenlenmiştir.
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.
Bu kriterler, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;
Davacının kendisinden beklenememesi,
Bunun olanaksız olması,
Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
Kural olarak kişinin alacağını belirleyebilmesi için aynı zamanda belgeye bağlama yetkisinin olması veya bu konuda belge düzenlenip kendisine verilmesi gerekir.
Bir talep konusunun belirli olup olmadığının her somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 tarihli ve 2015/22-1156 E.-2015/1598 K., 22.06.2016 tarihli ve 2016/22-874 E.-2016/824 K., 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2177 E.-2018/29 K., 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2181 E.-2018/24 K, 07.03.2018 tarihli ve 2014/22-2350 E.-2018/439 K., 14.03.2018 tarihli ve 2015/22-186 E.-2018/479 K. ile 28.03.2018 tarihli ve 2015/22-127 E.-2018/559 K.; 16.04.2019 tarihli ve 2017/17-1099 E., 2019/460 K.,02.07.2019 tarihli ve 2016/22-1610 E., 2019/841 K.;16.05.2019 tarihli ve 2016/22-1166 E., 2019/576 K.; 19.12.2019 tarihli ve 2018/22-1122 E., 2019/1413 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; tutulan bilanço hesabına göre zararın belirli olduğu, davacının talebini çekilen ihtarname ile de belirli hâle getirdiği ve zararının daha fazla olduğunu ancak poliçe limiti ile sınırlı talepte bulunacağı, limit kadar zararının karşılanmasını talep eden davacı vekilinin dava dilekçesinde zarar miktarını kesin ve net bir biçimde belirttiği görülmektedir. Somut olay bakımından davacının dava açarken dava konusu alacakların miktarını belirleyebilmesi için uhdesinde gerekli veri ve bilgilerin bulunduğunu kabul etmek gerekir. Hâl böyle olunca dava konusu edilen alacakların belirsiz alacak olmadığı açıktır.
Bu alacakların belirsiz alacak olmadığı kabul edildikten sonra, uyuşmazlık konusu alacakların belirli olduğu hâlde belirsiz alacak davasına konu edilmesi karşısında, davacının bu şekilde dava açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı ve davanın kısmi dava olarak görülüp sonuçlandırılmasının mümkün olup olmadığı hususu tartışılmıştır. Bu hususların değerlendirilmesi için kısmi dava, dava şartları, dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar, hukuki yarar, hâkimin davayı aydınlatma ödevi, hâkimin Türk hukukunu resen uygulama ödevi, usul ekonomisi ve mahkemeye erişim hakkı kavramları üzerinde kısaca durmak gerekir.
Alacağın yalnızca bir bölümü için açılan davaya kısmi dava denir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya, kısmi dava denir. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu anlaşılıyor ve istem bölümünde "fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” şeklinde bir ifadeye yer verilmiş ise, bu husus, davanın kısmi dava olarak kabulü için yeterli sayılmaktadır (Pekcanıtez, H.: Medeni Usul Hukuku, C. II, 15. baskı, İstanbul 2017, s. 1000).
1086 sayılı HMUK'da açıkça kısmi dava düzenlenmediği hâlde, söz konusu Kanun'un yürürlükte olduğu dönemde de kısmi dava açılması mümkün bulunmaktaydı. Çünkü, alacak hakkının bir bölümünün dava edilip geriye kalan kısmının ikinci bir dava ile istenmesini engelleyen bir hüküm bulunmamaktaydı. Kısmi dava, 6100 sayılı HMK'nın 109. maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında; talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmının da dava yoluyla ileri sürülebileceği hükme bağlanmıştır. İkinci fıkrasında ise, talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı belirtilmişti. Ancak 109. maddenin ikinci fıkrası 01.04.2015 tarihli ve 6444 sayılı Kanun'un 4. maddesi ile yürürlükten kaldırıldığından artık talep konusunun taraflar arasında tartışmasız veya belirli olması hâlinde de kısmi dava açılması mümkün hâle gelmiştir.
22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle değişik 6100 sayılı HMK’nın 107. ve 109. maddeleri aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir:
“Belirsiz alacak davası
MADDE 107– (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) (Değişik:22/7/2020-7251/7 md.) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.
(3) (Mülga:22/7/2020-7251/7 md.)
Kısmi dava
MADDE 109- (1) Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.
(2) (Mülga: 1/4/2015-6644/4 md.)
(3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.”
Dava şartları ise, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için gerekli olan unsurlardır. Diğer bir anlatımla, dava şartları dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır. Mahkeme, hem davanın açıldığı tarihte hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden araştırıp inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartlarının davanın açıldığı tarih itibariyle bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemece mesmu (dinlenebilir) olmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi gerekir.
6100 sayılı HMK'nın 114. maddesinde;
"Dava şartları şunlardır:
a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması.
b) Yargı yolunun caiz olması.
c) Mahkemenin görevli olması.
ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması.
d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması.
e) Dava takip yetkisine sahip olunması.
f) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması.
g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması.
ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi.
h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması.
ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması.
i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması.
(2) Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır." düzenlemesi yer almaktadır. Bu hükme göre, dava şartlarından bazıları olumlu (davanın açılması sırasında var olması gerekli), bazıları ise olumsuz (davanın açılması sırasında bulunmaması gereken) şartlardır.
HMK’nın 115. maddesinin ikinci fıkrasına göre ise “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder”. Bu düzenleme gereğince, eksik olan bir dava şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise, hâkim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir. 115. maddenin üçüncü fıkrasına göre ise, "Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez".
Dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar HMK'nın 119. maddesinde düzenlenmiştir. Bu kapsamda maddenin birinci fıkrasının 1. bendi uyarınca dava dilekçesinde;
a) Mahkemenin adı.
b) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri.
c) Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.
ç) Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.
d) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri.
e) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.
f) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.
g) Dayanılan hukuki sebepler.
ğ) Açık bir şekilde talep sonucu.
h) Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası bulunması gerekir. Bu unsurların bir kısmı dava dilekçesinde mutlaka bulunması gereken zorunlu unsurlardır. Bazıları ise dava dilekçesinde bulunması zorunlu olmayan, ihtiyari niteliktedir. Zorunlu unsurlar davanın temelini oluşturur; bunlar hukuki güvenlik ve açıklığı sağladığından kamu yararı amacı taşır. Hâkimin tarafların talebine ve uyuşmazlığın esasına uygun inceleme yaparak karar vermesini temin etmesi yanında davalının da etkili savunma yapmasına hizmet etmek sureti ile onun menfaatini korur.
Öte yandan 119. maddenin 2. fıkrası uyarınca " Birinci fıkranın (a), (d), (e), (f) ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır". Şu hâlde mahkemenin adı, dava konusu ve değeri, vakıalar, deliller ve hukuki sebepler dışında kalan unsurlardan herhangi birinin eksik bırakılmış, yazılmamış olması durumunda, hâkim tarafından verilen bir haftalık kesin süre içerisinde eksikliğin tamamlanmadığı takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilecektir.
Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının davayı açtığı tarih itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır. 6100 sayılı Kanun'un sözü edilen maddesinin gerekçesinde de "...Maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde ise davacının dava açmakta hukukî yararının bulunmasının bir dava şartı olduğu hususu açıkça vurgulanmıştır. Burada sözü edilen hukukî yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukukî korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararının bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç bir konumda değilse onun hukukî yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir..." yönünde açıklamalar yer verilmiştir. Öte yandan bu yararın "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması da gerekir (Hanağası, E.: Davada Menfaat, Ankara 2009, s.135).
Hukuki yarar dava şartlarından olup 6100 sayılı HMK'nın 114. maddesine göre, davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart, dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan, olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır. Bu nedenle menfaate, davanın dinlenebilmesi (mesmu olması, kabule şayan olması) şartı da denilmektedir (Hanağası, s. 19-21). Bir davada, menfaat (hukuki yarar) ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olacağı her türlü duraksamadan uzaktır. Bu ilkeden hareketle bir davada hukuki menfaatin bulunup bulunmadığı mahkemece, tarafların dava dosyasına sunduğu deliller, olay veya olgular çerçevesinde yargılamanın her aşamasında ve kendiliğinden gözetilmelidir. Böylelikle kişilerin haksız davalar açmak suretiyle dava hakkını kötüye kullanmasına karşı bir güvence de sağlanmış olmaktadır (Pekcanıtez, s.946-949). Nitekim aynı görüş Hukuk Genel Kurulunun 24.11.1982 tarihli ve 1982/7-1874 E.-1982/914 K.; 05.06.1996 tarihli ve 1996/18-337 E.-1996/542 K.; 10.11.1999 tarihli ve 1999/1-937 E.-1999/946 K.; 25.05.2011 tarihli ve 2011/11-186 E. 2011/352 K. ve 01.02.2012 tarihli 2011/10-642 E.-38 K. sayılı kararları ve yukarıda emsal olarak gösterilen diğer kararlarda da benimsenmiştir.
Uyuşmazlığın çözümü için usul ekonomisine de değinmek gerekmektedir. Usul hukuku biçimsellik (şekilcilik, formalizim) üzerine kurulmuştur ve bu nedenle “şeklî (biçimsel) hukuk” olarak adlandırılır. Davalarda biçimsellik tarafların yargılamanın sonucunu hesaplayabilmesi, yasa yolları ile bunu denetleyebilmesi, keyfilikten korunma, eşit davranılma gibi güvenceler sağlamakla birlikte; sıkı sıkıya şekle bağlılık olarak görülmemeli, maddi gerçeği bulmak ve adaletli karar vermek adına hakkaniyete uygun olarak değerlendirilmelidir. Biçimselliğin bu doğrultuda yorumlanmasında usul ekonomisi ilkesi devreye girmektedir. 6100 sayılı HMK'nın 30. maddesinde düzenlenen usul ekonomisi ilkesi, Anayasal dayanağı olan bir ilke olup 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141. maddesinin 4. bendinde davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğuna açıkça işaret edilmiştir.
Türk hukuk öğretisinde dava ekonomisi olarak da anılan usul ekonomisi ilkesi, genel olarak boş yere dava açılmasını, yargılama sırasında gereksiz işlemlerin yapılmasını ve zor yöntemlerin seçilmesini önlemeye hizmet eder. Bunun yanı sıra, anılan ilke, yargılamada emekten, zamandan ve masraftan mümkün olduğu ölçüde tasarruf edilmesine yönelik bir işlevi de yerine getirir. Başka bir anlatımla, usul ekonomisi, ihlal edilen hukuk düzeninin en az giderle, en kısa sürede ve en az zorlukla gerçekleştirilmesini ve boş yere davalar açılmasının önüne geçilmesini sağlamaya yönelik bir yargılama hukuku ilkesidir (Hanağası, s. 32). Başka bir anlatımla, usul ekonomisi, yasalarda öngörülen düzenleme çerçevesinde yargılamanın kolaylaştırılmasını, yargılamada öngörülen olağan zaman süresinin aşılmamasını ve gereksiz gider yapılmamasını amaçlar ve bunu hâkime bir görev olarak yükler (Yılmaz, E., Usul Ekonomisi, AÜHFD, 2008, s.243). Usul ekonomisi adaletin ucuz, çabuk ve isabetli olarak sağlanmasının temel kurallarındandır (HGK'nın 10.4.1991 tarihli ve 1991/15 E.-1991/202 K. sayılı kararı).
6100 sayılı HMK'nın “Hâkimin davayı aydınlatma görevi” başlıklı 31. maddesine göre, “Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu olduğu durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.”
Hâkimin davayı aydınlatma ödevi olarak ifade edilen bu düzenleme ile doğru hüküm verebilmesi ve maddi gerçeğin bulunabilmesi amaçlanmıştır. Düzenlemede her ne kadar “açıklama yaptırabilir” denilmişse de, bunun, hâkimin davayı aydınlatması için bir “ödev” olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü davayı aydınlatma ödevi sayesinde hâkim, iddia ve savunmanın doğru ve tam olarak anlaşılmasını sağlayacak ve bu şekilde doğru olmayan bir kararın verilmesini önleyecektir (Pekcanıtez, H./ Atalay, O. / Özekes, M.: Medeni Usul Hukuku, 2011, 11. Bası, s. 248 vd). Görüldüğü üzere, hâkimin davayı aydınlatma ödevine ilişkin 31. maddede, hâkimin, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz ya da çelişkili gördüğü konular hakkında taraflara açıklama yaptırabileceği, soru sorabileceği, kanıt gösterilmesini isteyebileceği belirtilmiştir. Öte yandan HMK'nın 33. maddesi uyarınca hâkim Türk hukukunu resen uygular. Bu nedenledir ki, dava dilekçesinde davacının talebini dayandırdığı vakıalara uygun hukuki sebepleri dava dilekçesinin zorunlu unsurları arasında sayılmamıştır. Zira davacının dayandığı vakıalara uygun hukuki sebepleri hâkim kendiliğinden bulup uygulamakla yükümlüdür.
Yine Anayasa'nın 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Anayasa Mahkemesinin B. No: 2013/8896, 23/2/2016 tarihli Mohammed Aynosah,kararından, § 33).
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da; "Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ...konusunda karar verecek olan,...bir mahkeme tarafından davasının ...görülmesini istemek hakkına sahiptir..." yönünde düzenleme bulunduğu görülmektedir. Anayasa Mahkemesinin başka bir kararında da "...Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlâl edebilir (Anayasa Mahkemesinin 07.11.2013 tarihli ve 2012/791 B.N. kararı, § 52)" şeklinde tespitlere yer verilmiştir.
Dava çeşitleri HMK’nın 105 vd. maddelerde düzenlenmiştir. Bir davanın hangi dava çeşidini oluşturduğu davacının talep sonucunun hangi dava türü tanımına uyduğuna göre belirlenebilir. Davacı dava dilekçesinde dava türünü inşai dava olarak yazsa bile bir miktar alacağın tahsili talebinde bulunmuş ise bu eda davası olup hâkim bu kapsamda karar vermek zorundadır. Bu nedenle eda davası açılması gerekirken inşai dava açılmasında hukuki yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilemez. Hukuki yararı belirleyen davacının gösterdiği dava türü değil, karar verilmesi istenen talep sonucudur. Nasıl ki dava dilekçesinde hiç gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa bile HMK’nın 33. maddesi kapsamında doğru hukuki sebebi bulmak ve uygulamak hâkimin görevi ise HMK’nın 32. maddesi çerçevesinde yargılamayı sevk ve idare ile dava türü tanımlarına ve talep sonucuna göre dava türünü doğru belirleyip buna göre yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandırmak da hâkimin görevidir. Bu konuda hâkim, davacının dilekçesinde yaptığı isimlendirmeyle bağlı olmaksızın açılan davanın, eda davası, tespit davası, belirsiz alacak ve tespit davası, inşai dava, kısmi dava, terditli dava, seçimlik dava ve topluluk davası çeşitlerinden hangisi olduğunu belirleyerek yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandıracaktır.
Bir davadaki talep sonucu bazı kısımları itibarıyla birden fazla dava türü tanımıyla ilgili, çakışan yani benzer unsurlar içeriyor olabilir. Bu gibi durumlarda hâkim davayı aydınlatma ödevi kapsamında davacıdan açıklama isteyerek doğru dava türünü belirleyebilecektir. Tüm bu nedenlerle davacı dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olduğundan söz etmiş olsa bile belirsiz alacak davası unsurları bulunmuyorsa bu davanın açılmasında hukuki yarar olmadığından söz edilemeyecek alacağın istenmesinde hukuki yarar olduğundan mevcut unsurları itibarıyla kısmi dava açılmış olduğu kabul edilerek davacının talep sonucu hakkında karar verilebilecektir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında alacak belirli olmasına rağmen belirsiz alacak davasına konu edilmesi durumunda ne yapılması gerektiği konusuna dönecek olursak; şartları bulunmamasına başka bir anlatımla talep edilecek alacak miktarının davanın açıldığı anda tam ve kesin bir biçimde belirlenmesinin mümkün olmasına rağmen belirsiz alacak davası şeklinde açılan dava, hukuki yarar, yani dava şartı yokluğu nedeni ile usulden hemen reddedilmemelidir. Zira bir miktar belirtilmek sureti ile açılan belirsiz alacak davası da alacak ister belirli ister belirsiz olsun bir eda davasıdır ve eda davalarında hukuki yarar var kabul edilir. Öte yandan davacının dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşması mümkün olmayıp bir mahkeme kararına muhtaç ise dava açmakta hukuki yararının bulunduğu tartışmasızdır. Başka bir anlatımla alacağın belirli veya belirsiz olması başlangıçta var olan hukuki yararı ortadan kaldırmaz.
Bu durumda dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek alacak tutarı konumunda olup kısmi davanın koşulları yoksa davacının tam eda davası açtığı kabul edilmelidir. Ancak dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek toplam alacak miktarı kadar değilse ve kısmî davanın koşulları da bulunmuyorsa, bu durumda mahkemece alacak miktarını netleştirmesi ve bildireceği dava değerine göre eksik harcı tamamlaması için davacıya HMK'nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca bir haftalık kesin süre verilmeli ve verilen kesin süre içinde belirtilen eksikliğin tamamlanması hâlinde davaya tam eda davası olarak devam edilmeli, aksi durumda ise davanın usulden reddine karar verilmelidir.
Buna karşılık, dava dilekçesinde asgari bir tutar gösterilmiş olup bunun, alacağın belirli bir kesimi olduğu anlaşılmakla birlikte, açılan davanın belirsiz alacak davası mı; yoksa kısmi dava mı olduğu hususunda açıklık bulunmuyorsa hâkim, taleple bağlı olduğu için (HMK m. 26) öncelikle, HMK'nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, davacı tarafa bir haftalık kesin bir süre vermeli ve onun beyanı doğrultusunda açılmış olan davanın belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunu belirlemelidir. Bu da esasen hâkimin davayı aydınlatma ödevi kapsamındadır. Davacı verilen bir haftalık kesin süre içinde davanın belirsiz alacak davası olduğunu beyan etmiş ve belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli koşullar mevcut ise, dava belirsiz alacak davası olarak görülüp sonuçlandırılmalıdır. Belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli şartlar bulunmakla birlikte davacı açmış olduğu davanın kısmi dava olduğunu belirtmiş ise, bu hâlde mahkeme davayı, kısmi dava olarak kabul edip yargılamayı sürdürmelidir. Üçüncü bir ihtimal olarak davacı davasının belirsiz alacak davası olduğunu mahkemeye bildirmiş olmakla birlikte belirsiz alacak davasının koşulları bulunmuyor ve fakat kısmi dava açılabilmesi mümkün ise, bu durumda, mahkemece, açılmış olan dava, doğrudan bir ara kararıyla bir kısmi dava olarak nitelendirilmek suretiyle görülüp karara bağlanmalıdır.
Somut olayda davacı, dava dilekçesinde davalı sigorta şirketi ile işyeri (eczane paket sigortası) sigortası poliçesi düzenlediklerini, işyerinde hırsızlık olayı olduğunu ve bir kısım mallarının çalındığını, davalı şirketin zararın 44.090,00TL olduğu gerekçesiyle bu miktarı ödediğini, gerçek zararının 565.910,00TL olduğunu, 10.000,00TL harca esas değer üzerinden belirsiz alacak davası açtığını bildirerek talepte bulunmuş, davasını açıkça belirsiz alacak davası olarak nitelendirmiştir. Davanın belirsiz alacak davası olarak açılmasına rağmen alacakların belirli olduğu sonucuna ulaşıldığından somut olayda belirsiz alacak davasının koşulları bulunmamakta ise de, alacaklarının ödenmediğini iddia eden davacının, mevcut yasal düzenlemeler karşısında dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşma imkânı olmayıp, bir mahkeme kararına ihtiyaç bulunması karşısında eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunmadığını söylemek mümkün değildir. Başka bir anlatımla alacağı olduğunu iddia eden davacının alacağının tahsili amacı ile ister kısmi, ister tam eda veya belirsiz alacak davası açmasında her zaman hukuki yararı vardır. Zira davacı davalıdan olan alacağını istemektedir.
Alacağın tartışmasız veya belirli olması hâlinde kısmi dava açılamayacağına ilişkin HMK'nın 109. maddesinin ikinci fıkrasının yürürlükten kaldırılmış olmasından, yeni düzenleme ile dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılmasında, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmeyeceğinin belirtilmiş olmasından dolayı belirli alacaklar için de artık kısmi dava açılması mümkün hâle geldiğine ve davacının alacaklarının bir kısmını dava ettiğinin dava dilekçesi içeriğinden anlaşılmasına başka bir anlatımla davanın kısmi dava olarak görülmesi için gerekli koşulların somut olayda bulunmasına göre, mahkemece dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmeyerek bir ara kararı ile kısmi dava olarak görülüp sonuçlandırılmalıdır.
Bu yöndeki kabulün Anayasa'nın 141. ve 6100 sayılı HMK'nın 30. maddelerinde düzenlenen davaların en az giderle ve mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını öngören "usul ekonomisi" ilkesine de uygun olacağı, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan hak arama özgürlüğüne ve mahkemeye erişim hakkına da hizmet edeceği açıktır.
O hâlde direnme kararı bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanunun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 17.11.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
(www.corpus.com.tr)