İşçilik Alacakları - Belirsiz Alacak Davası - Taleple Bağlılık
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas No : 2021/178
Karar No : 2021/284
Karar Tarihi : 2021-03-16





MAHKEMESİ :İş Mahkemesi Sıfatıyla)

Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Akhisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi Sıfatıyla) verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Akhisar Çağlak Anadolu Lisesi öğrenci yurdunda değişen alt işverenler nezdinde kaloriferci ve temizlik işçisi olarak 25.10.2007-17.09.2012 tarihleri arasında asgari ücretle çalıştığını, yemek yardımından faydalandığını, iş sözleşmesinin haklı neden bulunmaksızın feshedildiğini, haftanın altı günü 07.30-20.00 saatleri arasında yarım saat ara dinlenmesi ile günlük 12 saat çalıştığını ancak fazla çalışma ücretinin ödenmediğini, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatları, yıllık izin, asgari geçim indirimi, fazla çalışma ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

Davalı ... (Bakanlık) vekili cevap dilekçesinde; davacının müvekkili Bakanlığın işçisi olmadığını, bu nedenle husumet yöneltilemeyeceğini, öte yandan öğrenci yurdunda bir saat ara dinlenmesi ile 08.00-17.00 saatleri arasında yılda 250 gün değişen alt işverenlerin işçisi olarak çalıştığını, okulun açılmasıyla birlikte Eylül ayında işe başladığını, Haziran ayında çalışmasının sona erdiğini, iş sözleşmesini davacının feshettiğini belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:

Akhisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 12.06.2014 tarihli ve 2012/759 E., 2014/173 K. sayılı kararı ile; davacının 13.11.2007-17.09.2012 tarihleri arasında muhtelif alt işveren işçisi olarak asgari ücretle çalıştığı, yol ve yemek yardımlarından faydalandığı, hizmet döküm cetveli ile yargılama sırasında dinlenen tanık beyanlarından okulların tatile girdiği yaz döneminde ve sömestr tatillerinde çalışmasının bulunmadığı, iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından haksız olarak feshedildiği, dosyada bulunan puantaj kayıtlarından davacının haftanın 6 günü 8 saat, pazar günleri ise 5 saat çalıştığının anlaşıldığı, bu durumda haftalık sekiz saat fazla çalışma yaptığı, sömestr ve yaz tatilleri ile hastalık ve mazeretli olunan günler gözetilerek hesaplanan fazla çalışma ücretinden %30 oranında indirim yapıldığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, ihbar olunan şirket yönünden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

Akhisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

Yargıtay 22. Hukuk Dairesince 13.01.2016 tarihli ve 2014/27166 E., 2016/449 K. sayılı kararı ile; tarafların sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra, “2-… Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında eldeki davaya konu somut olayın özellikleri dikkate alınarak belirsiz alacak davası yönünden yapılan değerlendirmede;

Davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı şüphesizdir. Oysa yukarıda açıklandığı üzere somut olay bakımından davacının fazla çalışma ücreti ile ulusal bayram ve genel tatil çalışma ücreti dışındaki talepleri belirsiz alacak davasının konusunu oluşturmayacağından bu taleplere yönelik davaların hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmesi gerekirken söz konusu taleplerin hüküm altına alınması hatalıdır.

Fazla çalışma yaptığını işçi ispat etmek durumundayken bunun ücretlerinin ödendiğini işveren ispat etmelidir. Fazla çalışmanın ispatının kayıtlara dayanması durumunda takdiri indirim yapılmamalıdır.

Somut olayda hükme esas alınan bilirkişi raporunda özellikle puantajlara dayanılarak davacının haftanın ilk altı günü günde sekiz saat ve pazar günü beş saat çalıştığı kabul edilerek davacının haftada sekiz saat fazla çalışma yaptığı tespit edilmiştir. Ancak davacı gerek ihtarnamesinde gerekle dava dilekçesinde çalışma sisteminden bahsederken haftanın altı günü çalıştığını beyan ettiğinden 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 26. maddesi uyarınca haftanın altı günü ve günde sekiz saat çalıştığı kabul edilerek haftada üç saat üzerinden fazla çalışma ücretinin hesaplanması gerekmektedir.

Ayrıca hesaba esas alınan puantajlar davalı idare temsilcisi ve dava dışı alt işveren yetkilileri tarafından tutulmuş olup kayıtlara uygunluğu da şerh düşülmüştür. Bu itibarla bilirkişice dosya kapsamındaki puantaj bulunan dönemler için yapılacak fazla çalışma ücreti hesaplamasında indirim yapılmaması lazımdır.

Bu esaslara aykırı olacak şekilde yüksek fazla çalışma ücretine hükmedilmesi yerinde değildir.” gerekçeleriyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı

Akhisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 31.03.2016 tarihli ve 2016/98 E., 2016/223 K. sayılı kararı ile; taraflar arasında çalışma süresi ve ücret miktarı ile ilgili ihtilaf bulunup bulunmadığı, alacak kaleminin net olup olmadığı, hesaplamanın teknik ve hukuki bilgi gerektirip gerektirmediği hususları dikkate alındığında alacak kalemlerinin hesaplanmasının ve tam olarak belirlenebilir olmasının davacı açısından mümkün olmadığı kanaatine varıldığı, ayrıca davacının çalışma şekli, çalıştığı tarihler, yapılan işin niteliği değerlendirildiğinde indirim yapılmasının uygun olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;

Dava konusu kıdem ve ihbar tazminatları ile asgari geçim indirimi ve yıllık izin ücreti alacaklarının belirsiz alacak olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacının belirsiz alacak davası olarak eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı,

Fazla çalışma ücreti alacağının, davacının haftanın altı günü ve günde sekiz saat, pazar günü ise beş saat çalıştığı kabul edilerek haftada sekiz saat olarak belirlenen fazla çalışma süresi üzerinden mi yahut haftanın altı günü ve günde sekiz saat çalıştığı kabul edilerek haftada üç saat olarak belirlenen fazla çalışma süresi üzerinden mi hesaplanması gerektiği noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

A. (1) numaralı uyuşmazlık yönünden;

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun/HMK) 107. maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

6100 sayılı Kanun'un 107. maddesi;

"1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." şeklinde düzenlenmiş olup 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanunu’nun (7251 sayılı Kanun) 7. maddesi ile ikinci ve üçüncü fıkralarında değişiklik yapılmıştır.

7251 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle değişik HMK’nın 107. maddesi; “(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir

(2) (Değişik:22/7/2020-7251/7 md.) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.

(3) (Mülga:22/7/2020-7251/7 md.)” şeklindedir.

Hükümet tasarısında yer almayan belirsiz alacak davasını düzenleyen 107. Maddede,, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.

Madde gerekçesinde; "Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hâllerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir. Alacaklı, yalnızca eda davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi eda ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahiptir. Hak arama özgürlüğünün (Any.m.36, İHAS.m.6) özünde varolan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamaz. Esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit unsuru vardır. Başka deyimle eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur." şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kıstaslar kabul edilmiştir.

Bu kıstaslar, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;

Davacının kendisinden beklenememesi,

Bunun olanaksız olması,

Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.

Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.

Usul hukukunun maddi hukuk içinde gerçekleşen hakkın talep edilebilirliğini, tespitini belirli kurallara bağlayan hukuk dalı olması nedeniyle maddi hukuk için araç olduğu unutulmamalıdır. O nedenle iş yargılaması kuralları ve bu anlamda Hukuk Muhakemeleri Kanunu kurallarının iş ve sosyal güvenlik hukukuna hizmet ederken bu hukukun ilkelerini de göz ardı etmemesi gerekecektir.

İşçilik alacakları bakımından, dava konusu edilen alacağın belirli olup olmadığı ile ilgili olarak davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenememesi kıstası ile açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması kıstasının birlikte değerlendirip sonuca gidilmesi gerekir.

Kural olarak kişinin alacağını belirleyebilmesi için aynı zamanda belgeye bağlama yetkisinin olması veya bu konuda belge düzenlenip kendisine verilmesi gerekir.

4857 sayılı İş Kanunu'nun (İş Kanunu/Kanun) 8. maddesinin üçüncü fıkrası ile işverene yazılı sözleşme yapılmayan hâllerde en geç iki ay içinde genel ve özel çalışma koşullarını, günlük ya da haftalık çalışma süresini, temel ücreti ve varsa ücret eklerini, ücret ödeme dönemini, süresi belirli ise sözleşmenin süresini, fesih hâlinde tarafların uymak zorunda oldukları hükümleri gösteren yazılı bir belgeyi işçiye verme yükümlülüğü getirilmiştir.

Kanun’un 32. maddesinin ikinci fıkrası ile ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakın kural olarak Türk parası ile iş yerinde veya özel olarak açılan bir banka hesabına ödeneceği, çalıştırdığı işçilerin söz konusu alacaklarını özel olarak açılan banka hesapları vasıtasıyla ödeme zorunluluğuna tabi tutulan işverenler veya üçüncü kişilerin özel olarak açılan banka hesapları dışında bu alacakları ödeyemeyeceği belirtilmiştir.

4857 sayılı İş Kanunu'nun 37. maddesi ile işverene iş yerinde veya bankaya yaptığı ödemelerde işçiye ücret hesabını gösterir imzalı veya işyerinin özel işaretini taşıyan bir pusula verme yükümlülüğü hükme bağlanmıştır. Söz konusu pusulada ödemenin günü ve ilişkin olduğu dönem ile fazla çalışma, hafta tatili, bayram ve genel tatil ücretleri gibi asıl ücrete yapılan her çeşit eklemeler tutarının ve vergi, sigorta primi, avans mahsubu, nafaka ve icra gibi her çeşit kesintilerin ayrı ayrı gösterilmesi zorunluluğu hüküm altına alınmıştır.

Kanun’un 67. maddesinde, günlük çalışmanın başlama ve bitiş saatleri ile dinlenme saatlerinin iş yerlerinde işçilere duyurulacağı; 75. maddesinde ise işverene çalıştırdığı her işçi için işçinin kimlik bilgilerinin yanında, İş Kanunu'nun ve diğer kanunlar uyarınca düzenlemek zorunda olduğu her türlü belge ve kayıtları saklamak ve bunları istendiği zaman yetkili memur ve mercilere göstermek zorunda olduğu bir özlük dosyası düzenlemesi gerektiği yükümlülükleri getirilmiştir.

Aynı Kanun’un 56. maddesinin altıncı fıkrası; "İşveren, işyerinde çalışan işçilerin yıllık ücretli izinlerini gösterir izin kayıt belgesi tutmak zorundadır." hükmünü içermektedir.

Yıllık Ücretli İzin Yönetmeliği’nin 20. maddesi ise: "İşveren; çalıştırdığı işçilerin izin durumlarını gösteren, örneği bu Yönetmeliğe ekli yıllık izin kayıt belgesini tutmak zorundadır. İşveren, her işçinin yıllık izin durumunu aynı esaslara göre düzenleyeceği izin defteri veya kartoteks sistemiyle de takip edebilir." şeklinde düzenlenmiştir.

Söz konusu düzenlemelere bakıldığında işçi işveren arasındaki iş ilişkisinde belgeye bağlama görev ve yetkisinin işçide değil, işverende olduğu görülmektedir.

İş sözleşmesinde iş görme edimini yerine getiren ve belge düzenleme yetkisi ve yükümlülüğü bulunmayan işçinin, alacaklarını belirleyebilmesi için işveren tarafından düzenlenen kanuna uygun belgelere ihtiyacı vardır. Diğer yandan iş ilişkisindeki alacak kalemlerinin hesaplanmasında çıplak ücret ya da giydirilmiş ücrete göre hesaplanan farklı alacak türleri bulunmaktadır. Örneğin kıdem tazminatı, giydirilmiş ücretten hesaplanırken, diğer işçilik alacakları (fazla çalışma, hafta tatili, yıllık ücretli izin alacakları gibi) çıplak ücretten hesaplanmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.10.2012 tarihli ve 2012/9-838 E., 2012/715 K. sayılı kararında belirtildiği üzere işçilik alacaklarının özelliği dikkate alınarak alacakların belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi aksinin kabulü de doğru değildir. Aynı şekilde bu nedenle talep konusu işçilik alacaklarının belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır.

Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 tarihli ve 2015/22-1156 E., 2015/1598 K.; 22.06.2016 tarihli ve 2016/22-874 E., 2016/824 K.; 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2181 E., 2018/24; 05.03.2020 tarihli ve 2019/22-12 E., 2020/249 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.

Öte yandan işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda Yargıtay'ın iş davalarına bakan Daireleri olan 7, 9 ve 22. Hukuk Daireleri ile Hukuk Genel Kurulu içtihatları arasında ortaya çıkan farklılığın giderilmesi için Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca yapılan değerlendirme sonucunda 15.12.2017 tarihli ve 2016/6 E., 2017/5 K. sayılı kararı ile "İşçilik alacaklarının çok çeşitli tür, nitelik ve kapsamda olması, somut olayın özelliklerine göre oldukça değişkenlik göstermesi, hatta aynı tür işçilik alacaklarında dahi somut olayın özellikleri itibariyle işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda soyut ve genel nitelikte, her bir olayda geçerli olacak ölçüde bir karar alınamayacağından içtihadı birleştirmeye gerek olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmış ve sonuç olarak içtihadı birleştirmeye gerek olmadığı" yönünde karar verilmiştir.

Somut olayda, davacı vekili müvekkilinin kaloriferci ve temizlik işçisi olarak 25.10.2007-17.09.2012 tarihleri arasında asgari ücretle çalıştığını, yemek yardımından faydalandığını iddia etmiş olup taraf tanıkları davacının yemek yardımından faydalandığına dair beyanda bulunmuştur. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise davacının fiili çalışmasına göre belirlenen 1206 gün hizmet süresi ve asgari ücret üzerinden kıdem ve ihbar tazminatları miktarları belirlenmiş, ayrıca davacıya çalışma süresi boyunca yıllık izin kullandırıldığının davalı işverence ispat edilememesi nedeniyle 42 günlük yıllık izin ücreti alacağı hesaplanmıştır. Davacı işçinin yemek yardımından faydalandığını iddia etmesine ve bu iddiasını tanık beyanlarıyla ispat etmesine rağmen yemek ücretinin kıdem ve ihbar tazminatlarının hesaplanmasında esas alınacak giydirilmiş ücrete dâhil edilmediği açıktır.

Açıklanan maddi ve hukuki olgular ışığında, dava konusu edilen kıdem ve ihbar tazminatları ile asgari geçim indirimi ve yıllık izin ücreti hesabına esas hizmet süresinin ihtilaflı olduğu, bununla birlikte kıdem ve ihbar tazminatlarının hesabına esas giydirilmiş ücret miktarı bakımından da ihtilâf bulunduğu, talep konusu istemlerin belirlenebilmesi için davalıda bulunan bilgi ve belgelere ihtiyaç duyulduğu anlaşıldığından, anılan alacakların belirlenebilir olmadığı ve belirsiz alacak davasına konu edilebilecekleri sonucuna varılmıştır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25.09.2018 tarihli ve 2015/22-856 E., 2018/1350 K.; 17.09.2019 tarihli ve 2016/22-2233 E., 2019/877 K.; 14.01.2020 tarihli ve 2016/22-923 E., 2020/1 K. sayılı kararları da aynı yöndedir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, somut olayda, dava dilekçesinde davacının ücretini ve çalışma süresini belirttiği, davacının kıdem ve ihbar tazminatları ile asgari geçim indirimi ve yıllık izin ücreti alacaklarını belirleyebileceği, dolayısıyla belirsiz alacak davasının koşullarının bulunmadığı, direnme kararının bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Hâl böyle olunca direnme kararı yerindedir.

Ne var ki, Özel Dairece yukarıda bahsi geçen bozma nedenine göre davanın esasına yönelik diğer temyiz itirazları incelenmediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

B. (2) numaralı uyuşmazlık yönünden;

Bilindiği üzere, medeni usul hukuku alanında yıllar boyunca süren uygulamalar neticesinde doğru ve adil bir yargılama için bazı temel ilkeler kabul edilmiştir. Bir davanın gerek tarafları gerekse mahkeme için bağlayıcı olan ve yargılamaya yön veren bu ilkeler, mahkemelerde sağlıklı bir sonuca ulaşılabilmesini sağlayan en temel unsurlardır. Bu kuralların yargılamanın her aşamasında gözetilmesi, hatta usul hükümleri yorumlanırken bu ilkelere aykırı ve onlarla çelişkili olacak şekilde yorum yapılmaması gerekir.

Medeni yargılama hukukuna hakim olan bu ilkelerin bir bölümü HMK’nın 24 ilâ 33. maddeleri arasında düzenlenmiştir.

Bu ilkelerden tasarruf ilkesinin özel bir görünümü olan taleple bağlılık ilkesi; hâkimin, tarafların talep sonuçlarıyla bağlı olduğu, ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremeyeceği anlamına gelmektedir.

Bu ilke HMK’nın 26. maddesinde;

"(1) Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.

(2) Hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olmadığına ilişkin kanun hükümleri saklıdır." şeklinde düzenlenmiştir.

Taleple bağlılık ilkesi uyarınca, dava konusunu (müddeabihi) davacı belirler. Mahkeme ancak davacı tarafından belirlenen konuda karar verebilir. Davacının talep etmediği bir şey hakkında karar verilemez. Mahkemece talepten daha azına karar verilebilir ise de dava sonucunda kurulacak hükmün sınırını, tarafların karara bağlanmasını istediği talep sonucu belirler. Bu nedenle talep sonucu yeterince açık değilse hâkimin davayı aydınlatma ödevi (HMK m. 31) kapsamında açık olmayan talep sonucunu açıklatması gerekir.

Somut olayda, hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacının haftanın altı günü ve günde sekiz saat, pazar günü ise beş saat çalıştığı, buna göre haftalık sekiz saat fazla çalışma yaptığı kabul edilerek fazla çalışma ücreti hesaplanan ve %30 oranında karineye dayalı indirim yapılmak suretiyle belirlenen fazla çalışma ücreti alacağı hüküm altına alınmıştır.

Ancak davacı vekili dava dilekçesinde müvekkilinin haftanın altı günü çalıştığını açıkça ifade etmiştir.

Hâl böyle olunca, taleple bağlılık ilkesi gereği davacının haftanın altı günü, günde sekiz saat çalıştığı kabul edilmelidir.

Diğer taraftan Özel Dairenin puantaj kaydı bulunan dönemler için yapılacak fazla çalışma ücreti hesaplamasında indirim yapılmaması gerektiğine dair bozma kararına ilişkin mahkemece karineye dayalı indirim yapılmasının dosya kapsamına uygun olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiş ise de davacı tarafça direnme kararına karşı temyiz isteminde bulunulmadığından bu husus Hukuk Genel Kurulunca değerlendirilmemiştir.

Öte yandan, direnme kararının başlık kısmında dava tarihi “21.11.2012” olduğu hâlde “21.11.2016” olarak yazılmış ise de bu husus mahallinde düzeltilebilecek maddi hata niteliğinde olduğundan bozma nedeni yapılmamıştır.

Açıklanan nedenlerle bu uyuşmazlık yönünden Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

(1) numaralı uyuşmazlık yönünden direnme uygun bulunduğundan, davalı vekilinin işin esasına ilişkin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 9. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE (III-A) oy çokluğu ile,

(2) numaralı uyuşmazlık yönünden davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA (III-B) oy birliği ile,

Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 16.03.2021 tarihinde kesin olarak karar verildi.