Özet:
- Hukuk Genel Kurulunun onama kararında yer alan açıklamalar ile özellikle inançlı temlikin geçerli bir işlem olmasına ve bir inanç sözleşmesine dayanmasına göre kural olarak 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 146. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 125.) maddesindeki sözleşmelere ilişkin on yıllık zamanaşımı süresinin inançlı işlemlere de uygulanacağı, bu sürenin ise inanç ilişkisinin sona ermesinden veya alacağın muaccel olacağı tarihten itibaren başlayacağı dikkate alındığında, somut olayda zamanaşımı süresinin dava konusu taşınmazların davalılar adına tescil edildiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağı açık olup, dava konusu 38 parsel sayılı taşınmaz 10.05 2011 tarihinde, 39 parsel sayılı taşınmaz ise 08.06.2011 tarihinde davalılar adına tescil edilmiş, eldeki dava ise 23.05.2011 tarihinde açılmıştır. Hâl böyle olunca yerel mahkemenin davalıların zamanaşımı itirazının reddine dair kararı isabetlidir.
Taraflar arasındaki "tapu iptali ve tescil" davasından dolayı, bozma kararı üzerine direnme yoluyla İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 14.04.2016 tarihli ve 2016/99 E., 2016/149 K. sayılı kararın onanmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan 17.01.2019 tarihli ve 2017/1-2610 E., 2019/12 K. sayılı kararın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davalılar vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla; Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen karar ve dosyadaki ilgili bütün belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Hukuk Genel Kurulunun onama kararında yer alan açıklamalar ile özellikle inançlı temlikin geçerli bir işlem olmasına ve bir inanç sözleşmesine dayanmasına göre kural olarak 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 146. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 125.) maddesindeki sözleşmelere ilişkin on yıllık zamanaşımı süresinin inançlı işlemlere de uygulanacağı, bu sürenin ise inanç ilişkisinin sona ermesinden veya alacağın muaccel olacağı tarihten itibaren başlayacağı dikkate alındığında, somut olayda zamanaşımı süresinin dava konusu taşınmazların davalılar adına tescil edildiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağı açık olup, dava konusu 38 parsel sayılı taşınmaz 10.05 2011 tarihinde, 39 parsel sayılı taşınmaz ise 08.06.2011 tarihinde davalılar adına tescil edilmiş, eldeki dava ise 23.05.2011 tarihinde açılmıştır. Hâl böyle olunca yerel mahkemenin davalıların zamanaşımı itirazının reddine dair kararı isabetli olup, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Geçici Madde 3 atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 440. maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirisine uygun olmayan karar düzeltme isteminin REDDİNE, aynı Kanunun 442/3. ve 4421 sayılı Kanunun 4/b-1 maddeleri gereğince takdiren 370,00 TL para cezasının karar düzeltme isteyenlerden alınarak Hazineye gelir kaydedilmesine, karar düzeltme harcı peşin alındığından başka harç alınmasına yer olmadığına, 04.07.2019 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Dava İstanbul 16. Noterliğinde 07.12.1992 tarihinde düzenlenen Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesi uyarınca İstanbul 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1993/29 E. dosyası ile davalı Kasım Aydın adına tescil edilen taşınmazların taraf vekillerince düzenlenen 04.07.1992 tarihli belge uyarınca inançlı işlem olduğu gerekçesi ile inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Dava konusu taşınmazlarla ilgili olarak davacı şirket vekili şirketin bütün projelerinin Yunanistan uyruklu şahıslardan satın alınması ile şirkete ait 244 ada 38 ve 39 parsel nolu taşınmazlarında maliki olduğunu, daha sonra şirket paylarını devretmiş olanların pay devirlerinin iptallerini dava edip başka şahıslara devredeceklerini öğrendiklerinden bunun önüne geçmek için anılan taşınmazların iade edilmek üzere davalıların murisi Kasım Aydın’a satış vaadinde bulunduklarını ve ferağa icbar davası açtırarak tescile karar verildiğini Kasım’ın ölümü sonrası davalıların kendi adlarına intikal işlemlerine başladıklarını, Kasım Aydın’ın bu işlemler nedeniyle ödeme yapmadığını, işlemin inanca dayalı olduğunu ileri sürerek taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile şirket adına tescilini talep etmişlerdir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde İstanbul 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1993/29 E., 182 K. sayılı ferağa icbar davasında verilen kararın kesin hüküm olduğundan dava şartının bulunmadığını, işlemin inançlı işlem olduğu kabul edilse bile zamanaşımına uğradığını, davacı tarafça ibraz edilen “Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesi Ön Anlaşmasıdır.” başlıklı inanç sözleşmesinin hükümsüz olduğunu, anlaşmanın düzenlendiği tarihte Mehmet Kadri Soyaral’a verilmiş vekâletname bulunmadığını, sonraki verdiği dilekçede ise imzanın Mehmet Kadri Soyar’a ait olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İnançlı işlemler inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını inanılana devretmesi inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir (HGK 2010/14 -394 E., 2010/395 K.).
Borçlunun alacaklıdan mal kaçırma amacı ile yapılan inançlı işlemlerde inançlı işlem mi yoksa muvazaalı temlik mi olduğunu belirlemek için tarafların gerçek amacı ve yapılan işlemin niteliği üzerinde durulmalıdır. Şayet devir işlemi taraflarca samimi olarak istenmiş, uzunca bir süre idare ve tasarruf edilmek üzere davaların hakimiyetine terk edilmiş ise inançlı işlem, devir taraflarca istenmiyor hâlen zilyetlik ve kontrol devredende bulunuyor ise ortada muvazaalı temlik vardır.
Uygulamada alacaklıdan mal kaçırmak için yapılan taşınmaz temliklerinde görünüşteki devir sözleşmesinin tarafların gerçek iradelerine uygun olmadığı, devredilen mal üzerinde devredenin idare ve tasarruf hakkının devam ettiği kabul edilerek bu tür temlikler muvazaalı temlikler olarak nitelendirilmektedir. Alacaklılar bu temlikler hakkında BK 18 ve 19. maddelerine göre dava açarak temlik işleminin iptalini veya koşulları mevcut ise İİK 277 ve devamı maddelerine göre iptal davası açmaktadırlar. Muvazaalı işlemin tarafının muvazaa iddiasında bulunması TMK 2 maddesinde yazılı iyi niyet kuralları ile bağdaşmaz. TBK 81. maddesine göre haksız yahut ahlâka aykırı bir maksat için verilen şeyin istirdadına mahal yoktur.
Kural olarak inanç sözleşmeleri şekle bağlı değildir. Ancak 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararına göre kazandırıcı işlem resmî şekilde yapılsa dahi inanç sözleşmesinin resmî şekilde yapılmasına gerek olmayıp sadece yazılı olması yeterlidir. Yazılı şekil geçerlik değil ispat koşuludur. Bu karara göre resmî sicilin aksi resmî akit tarihinden önce veya en geç akit tarihini taşıyan yazılı belge ile ispat edilmelidir.
İnanç sözleşmesi inançlı devrin kendine özgü hukuki sebebini teşkil eder. İnançlı işlemde temlik geçerlidir. Mülkiyet inanılana geçer. İnançlı işlem nedeni ile açılan davalar yolsuz tescille değil, inanç sözleşmesinden doğan kişisel hakka dayanır. Zamanaşımı BK m.125 uyarınca 10 yıl olup, inanç konusu şeyin iadesi gereken tarihten başlar.
Somut olayda davacının inanç sözleşmesi olarak mahkemeye ibraz ettiği “Yapılacak Gayrimenkul Alım-Satım Sözleşmesi Ön Anlaşmasıdır” başlığını taşıyan 04.07.1992 tarihli belgede, Düzenleme Şeklinde Gayrimenkul Satış Vaadinin tarafı olan Kasım Aydın’ın imzası yoktur. Belge, davacı şirket ile Kasım Aydın’ın vekili olarak hareket ettiği belirtilen Mehmet Kadri Soyaral arasında imzalanmış görünmektedir. Dolayısı ile bu belgenin davalılarca miras bırakanı Kasım Aydın tarafından imzası ikrar edilmiş bir belge olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Av. Mehmet Kadri Soyaral’ın 04.07.1992 tarihinde Kasım Aydın adına inanç sözleşmesi düzenleme yetkisi bulunmamaktadır. Kasım Aydın’ın Mehmet Kadri Soyaral ad ve hesabına taşınmaz satış vaadi sözleşmesi yapabilmesi için vekâlet verdiği tarih 30.11.1992 olup vekâletnamede onun ad ve hesabına inançlı işlem yapma yetkisi verilmemiştir. Bu nedenle bu vekâletname ile 4,5 ay önce yapılan inanç anlaşmasına zımnen icazet verildiği de kabul edilemez. Davacının sunduğu bu belgenin yazılı delil başlangıcı olarak kabulü ve dolayısı ile inanç sözleşmesinin tanıkla ispatı da mümkün değildir. Çünkü bu belgede Kasım Aydın’ın el yazısı veya parafı yoktur. Sözleşme sonrası Kasım Aydın’ın 16 yıl boyunca tescil için işlem yapmaması, elde edilen kiranın davacı şirketçe alınması gibi vakıalar ön belgenin yazılı delil başlangıcı sayılmasını gerektirmez. Hukuk Genel Kurulunun 17.01.2019 tarihli onama kararında da belirtildiği üzere 04.07.1992 tarihli sözleşmenin 2. maddesinde Mehmet Kadri Soyaral’a vekâletname verildiğinden bahsetmesi, o tarihte böyle bir vekâletname olmayıp vekâletnamenin daha sonra 30.11.2012 tarihinde düzenlenmesi göz önüne alındığında, bu adi belgenin sonradan önceki tarihli olarak düzenlendiğini göstermektedir.
Gayrimenkul satış vaadinin aslında muvazaalı olduğu, geçersiz bulunduğu, arkasında gizli bir inanç anlaşmasının bulunduğu yazılı delille ispatlanamamıştır.
11.1992 tarihli vekâletname de gayrimenkul satış vaadi de dâhil olmak üzere her türlü iş ve işlem için genel vekâletname verilmiş olması, inanç sözleşmesi konusunda da icazet verildiği anlamına gelmez.
Öte yandan 04.07.1992 tarihli belge altındaki imzanın Mehmet Kadri Soyaral’a ait olmadığı ileri sürülmüş olup, bu konuda imza incelemesi yaptırılmamıştır. Duruşmada Mehmet Kadri Soyaral’ın imzanın kendisine ait olduğunu iddia ettiği tarihte temsil yetkisi bulunmadığından imza incelemesine engel bir durum değildir.
07.1992 tarihli belgede gerektiğinde şirket istediğinde şirkete devir ve iadesi inanca dayalı şekilde anlaşma olduğu yazılı olup, iade sorunu ne zaman doğacağı belirsiz bir tarihe bırakılmış olup, iade borcu tarihi belirlenemediğinden 10 yıllık zamanaşımı başlangıcı da tespit edilememektedir. Öte yandan inanç sözleşmesi olduğu ileri sürülen sözleşmede Kasım Aydın’ın tasarlanan kurgunun bir gereği olarak ferağa icbar davası açacağı ve davanın davacı şirket tarafından kabul ve satış sözleşmesi karşılığında taşınmaz bedelinin tamamının alındığını ikrar edileceğine dair bir anlaşma da bulunmamaktadır. Bu hâlde ferağa icbar davasında davacı Oritep Ltd. Şirketinin işin başından beri tasarlanan kurgu çerçevesinde davayı kabul ve satış bedelini aldığını ikrar ettiğini söylemek mümkün değildir.
Sonuç olarak davalının imzasının bulunmadığı 06.07.1992 tarihli inanç sözleşmesi esas alınarak taşınmazların tapu kaydının iptali ile davacı şirket adına tesciline karar verilmesi usulsüz olup direnme kararının bozulması gerekirken onanması görüşündeyim. Bu nedenlerle davalılar vekilinin karar düzeltme isteminin kabul gerekirken reddi yönündeki sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.
kaynak:(www.corpus.com.tr)