Geçersiz Hukuki İşleme Dayalı Olarak Verilen Senedin Tahsil Edilemeyeceği
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas No : 2018/17
Karar No : 2021/1426
Karar Tarihi : 2021-11-16





1. Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kemalpaşa 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili; davalının, müvekkilinin üçte bir hissedar olduğu taşınmazın bir kısmını almak istediğini, buna ilişkin olarak 31.08.1995 ve 15.03.1999 tarihli haricî satış sözleşmeleri imzaladıklarını, davalının daha sonra satış sözleşmesinden cayılması ihtimaline binaen cezaî şart düzenlemek amacıyla müvekkiline bir kağıt imzalattığını, akabinde ise senede dayalı olarak icra takibi başlattığını, davacının okuma yazma bilmemesinden faydalanılarak hile ile senet imzalatıldığını, bu durumun ödeme emrinin tebliği ile öğrenildiğini ileri sürerek senet ve icra takibi nedeniyle borçlu olmadığının tespitine, kötü niyetli icra takibi yapan davalıdan alacağın %40’ı oranında tazminatın tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı cevabı:

5. Davalı vekili süresinden sonra verdiği cevap dilekçesinde; davacının okuma yazma bildiğini, pek çok kurum kuruluş ve devlet dairesinde kendi imzası ile yükümlülüklerini yerine getirdiğini, davacının tek iddiasının okuma yazma bilmediği yönünde ve bunun ispat yükünün de davacıda olduğunu, ayrıca takip senede dayandığından davacının iddialarını yazılı delille ispatlaması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Kemalpaşa 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.06.2013 tarihli ve 2011/155 E., 2013/282 K. sayılı kararı ile; davacı tarafça verilen dilekçelerde borçlu olunmadığının tespiti bakımından bildirilen vakıalar ve iddialar yönünden davacının yaşlı, iyi görmeyen ve okuma-yazma bilmeyen bir kimse oluşundan davalının yararlandığının açıkça belirtildiği, hukukî nitelendirmenin hâkime ait olduğu, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 28. maddesindeki şartların gerçekleştiği, edimler arasında aşırı oransızlık bulunduğu, davalının alacağının 22.03.2013 tarihli raporda belirtilen miktar kadar olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, Kemalpaşa İcra Müdürlüğünün 2011/554 E. sayılı takip dosyasına konu borç olan 45.378TL'den 7.181,61TL'nin mahsubu ile 38.196,39TL'den borçlu olmadığının tespiti ile takibin borçlu olmadığı tespit edilen 38.196,39TL'lik kısmının iptaline, icra inkâr tazminatı talebinin reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. İlk Derece Mahkemesinin belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 30.10.2014 tarihli ve 2014/19526 E., 2014/33192 K. sayılı kararı ile; “…Dava, kambiyo senedine dayanarak kambiyo senetlerine mahsus yol ile başlatılan icra takibi nedeniyle borçlu olunmadığının tespitine ilişkindir. Davacı, davalıya 31.08.1995 ve 15.03.1999 tarihli harici sözleşmeler ile taşınmaz sattığını, satış bedelini aldığını, davalının,“Buralardan parselasyon geçerse taşınmazları bana vermeyebilirsin, cezai şart belirleyelim.” diyerek bir kağıt imzalattırdığını, daha sonra bu belge ile aleyhine icra takibi başlatıldığını, davalının okuma yazma bilmemesinden faydalanarak kendisine hile ile senet imzalattırdığını ödeme emrinin tebliği ile öğrendiğini ileri sürerek senet ve icra takibi nedeniyle borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiş; davalı ise davacının haricen satmış olduğu tarlaları başkalarına satmasına izin vermediğini, bu nedenle tarlaları davacıya geri verdiğini ancak satış bedelinin iade edilmediğini, davacının satış tarihlerinde ödediği bedelin karşılığı olarak kararlaştırdıkları 30.000 Amerikan Doları değerindeki senet imzalayarak kendisine verdiğini, senedin davacının yanında düzenlendiğini ve davacı tarafından isim ve soyisim yazılarak imzalandığını, davacının okuma yazma bildiğini, borçtan kurtulmak amacı ile bu davayı açtığını savunarak davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, açıkça aşırı yararlanmanın vakıaları bildirilip hukuki sebepler kısmında madde ve hukuki ismi ile belirtilmemiş olması davanın genişletilmesi kapsamında görülmeyerek, davacının yaşlı ve iyi görmeyen bir kimse olduğu, az derecede okuma yazma bildiği, TBK’nun 28. maddesindeki şartların gerçekleştiği, edimler arasında aşırı oransızlık bulunduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Davalının 15.09.2007 keşide ve 15.05.2010 vade tarihli, keşidecisi davacı, lehtarı davalı olan 30.000 Amerikan Doları değerindeki bono ile Kemalpaşa İcra Müdürlüğü’nün 2011/554 Esas sayılı icra dosyasında kambiyo senetlerine mahsus icra yolu ile davacı aleyhine takip başlattığı, bonodaki keşideci imzasının davacıya ait olduğu, davacının 31.08.1995 ve 15.03.1999 tarihli adi yazılı sözleşmeler ile davalıya haricen taşınmaz sattığı konusunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Davacı, bononun okuma yazma bilmemesinden faydalanarak ve hile ile kandırılarak imzalatıldığını ileri sürmüştür. Davacının senet tanziminden önce resmi kurumlara “Okudum” yazarak imzalar attığı, okuma yazma bilmediğine dair mühür beyannamesinin icra takibinden sonra alındığı, dinlenen tanıkların ise bu konuda görgüye dayalı bir bilgilerinin bulunmadığı, bu durumda senedin hile ile imzalatıldığının ispatlanamadığı anlaşılmaktadır. Senet altındaki imza davacıya ait olduğuna ve davalının tanık dinletilmesine muvafakatı bulunmadığına göre davacının iddiasını HMK’nun 200 vd. maddeleri gereğince senetle ispatlaması gerekir.

Davacının iddiasını yasal ve yazılı delillerle kanıtlayamadığı, davalıya yemin teklif ettiği ve davalının “Daha önceden zilyetliğini devraldığım arazi parçasını geriye satmak, zilyetliğini geri vermek konusunda davacı ile karşılıklı olarak anlaştık. Arazi parçasının değerini karşılıklı olarak 30.000 Amerikan Doları olarak birlikte belirlediğimize ve bu rakamı kendi kendime belirlemediğime, bu rakamı davacının kabul etmesi üzerine senede yazdığıma, davacının imza attığı esnada kambiyo senedi imzaladığını ve 30.000 Dolar borçlandığını kesinlikle biliyor olduğuna, senedi aramızda bir güvence olması bakımından bir sözleşme yapıldığı izlenimi uyandırarak davacıyı kandırarak imzalatmadığıma” şeklinde yemin ettiği anlaşılmaktadır. HMK’nun 227/2 maddesinde; “Yemin teklif olunan kimse, yemini edaya hazır olduğunu bildirdikten sonra, diğer taraf teklifinden vazgeçerek başka bir delile dayanamaz ve yeni bir delil de gösteremez.” hükmü mevcuttur. Hal böyle olunca mahkemece, davacının iddiasının yasal delillerle ispatlanamadığı ve senedi imzalamakla taraflar arasındaki borcun yenilendiği gerekçesiyle davanın tamamen reddine karar verilmesi gerekirken, yanlış değerlendirme ve davalının yemininden sonra bilirkişiden rapor alınarak edimler arasında aşırı orantısızlık bulunduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Mahkemenin 29.04.2015 tarihli ve 2015/2 E., 2015/195 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi yanında, bozma kararında TBK’nın 28. maddesinde düzenlenen hukukî durum hakkında davacı tarafça iddia edilmemesine rağmen karar verildiğinin belirtildiği, bahsi geçen hukukî duruma dayalı dava açılmadığı ancak baştan beri sunulan dilekçeler ile buna ilişkin vakıaların bildirilmiş olduğu ve açıkça ''aşırı yararlanma'' iddiasına dayanılmamış ise de buna ilişkin vakıaların bildirilmesi karşısında TBK nın 28. maddesine dayanıldığının mahkemece hukukî niteleme olarak kabul edildiği ve tüm dosya kapsamından aşırı yararlanmanın şartlarının mevcut olduğu gerekçesiyle direnme kararı vermiştir.

10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

11. Hukuk Genel Kurulunun 12.10.2016 tarihli ve 2016/13-1305 E., 2016/983 K. sayılı kararı ile; usulün öngördüğü nitelikleri haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturulmak üzere direnme kararı sair yönler incelenmeksizin usulden bozulmuştur.

12. İlk derece mahkemesinin 20.09.2017 tarihli ve 2017/21 E., 2017/394 K. sayılı kararı ile; Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına uygun biçimde önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

13. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

14. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; eldeki davada TBK’nın 28. maddesinde düzenlenen “aşırı yararlanma” hukukî nitelendirmesine dayanılarak karar verilip verilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre davaya konu satış sözleşmelerine göre davalının davacıya ödediği bedelin dava tarihine kadar olan yasal faiziyle birlikte toplamının senet bedelinden mahsubu ile kalan bedelden davacının borçlu olmadığının tespitine karar verilmesinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

15. Dava, icra takibine konu edilen senet nedeniyle borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkindir.

16. 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun (İİK) 170/b maddesinin aynı Kanun’un 72. maddesine yaptığı yollama gereğince kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takipte de menfi tespit davası açılabileceği açıkça anlaşılmaktadır. İİK’nın 72/1 maddesi, “Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit davası açabilir” hükmünü haizdir. Buna göre borçlu, henüz aleyhine başlatılmış bir icra takibi yokken alacaklıya karşı borçlu bulunmadığının tespiti için menfi tespit davası açabileceği gibi aleyhine icra takibine başlanmasından sonra da menfi tespit davası açması mümkündür.

17. Kambiyo senetleri illetten mücerret kıymetli evrak niteliğine sahip olduklarından bu senetlerde yer alan hak, temel borç ilişkisinden bağımsızdır. Ancak kambiyo taahhüdünde bulunmanın temelinde, şart olmamakla birlikte, genellikle satım, bağışlama, kira, taşıma gibi bir borçlandırıcı işlem vardır. Temel borç ilişkisinin taraflarından birinin bir kambiyo senedi düzenleyip lehtara vermesiyle kambiyo ilişkisi diye adlandırılan ve temel borç ilişkisinden bağımsız olan ikinci bir borç ilişkisi doğar. Zira bir borç ilişkisi için kambiyo taahhüdünde bulunulması tarafların açık yenileme iradeleri olmadıkça TBK’nın 133/2. maddesi gereğince borcun yenilenmesi sonucunu doğurmaz; kambiyo senedinin ifa yerine değil ifa uğruna verilmiş olduğu kabul edilir. Dolayısıyla bir borç hakkında kambiyo senedi düzenlendiği takdirde, taraflar arasında biri temel borç ilişkisi, diğeri kambiyo ilişkisi olmak üzere iki çeşit ilişki bulunur. Temel borç ilişkisi kendi hukukuna, kambiyo ilişkisi de kendi hukukuna tabidir.

18. Borçlu, kambiyo senedi nedeniyle alacaklıya karşı, genel olarak, ya kambiyo taahhüdünün hükümsüz olduğunu ya da temel borç ilişkisinden dolayı herhangi bir nedenle sorumlu tutulamayacağını ileri sürerek menfi tespit talebinde bulunabilir. Başka bir deyişle borçlunun kambiyo senedi borcundan dolayı sorumlu olmaması, doğrudan doğruya kambiyo senetleri hukukundan doğan nedenlerden kaynaklanabileceği gibi, temel borç ilişkisine yönelik nedenlere de dayanabilir.

19. Borçlunun, kambiyo taahhüdünün hükümsüz olduğunu ileri sürerek açtığı menfi tespit davası esasında maddi hukuk anlamında bir itiraz sebebine dayanılarak açılmaktadır. Bu kapsamda hükümsüzlük nedenine dayalı menfi tespit davalarında, uyuşmazlık temel ilişkiden değil, doğrudan doğruya kambiyo senetleri hukukundan kaynaklanmaktadır. Bu davalarda, kural olarak, davacının iddiası çoğu kez tüm senet ilgililerine karşı öne sürülebilen mutlak def’îlere dayanmaktadır. Örneğin kambiyo senedinin zorunlu şekil şartları içermemesi, kambiyo alacağının zamanaşımına uğraması, vadeyi beklemeden istemde bulunulması, ciro zincirindeki kopukluk, başvuru hakkının yitirilmiş olması, senette yazılı kısmî ödeme açıklaması, sorumsuzluk kayıtları ya da bir kambiyo taahhüdünün senet yapma iradesindeki bozukluk nedeniyle sahibini bağlamayacağı yönündeki iddialar hükümsüzlük nedenine dayalı menfi tespit talebine konu oluşturur.

20. Borçlunun, temel borç ilişkisinden dolayı herhangi bir nedenle sorumlu tutulamayacağını ileri sürerek açtığı menfi tespit davası, öğreti ve uygulamada bedelsizliğe dayalı menfi tespit davası olarak adlandırılmaktadır. Bedelsizlik ise, bir kambiyo senedinin ihdasına neden olan temel alacağın herhangi bir nedenle mevcut olmamasıdır (İnan, Nurkut: Türk Hukukunda Hatır Senetleri ve Özellikle Hatır Bonoları, Ankara, 1969, s.16). Başka bir deyişle bir kambiyo taahhüdünün temel alacağı geçersizse ya da sona ermişse, o kambiyo taahhüdü bedelsiz demektir. Bu anlamda senedin bedelsiz sayılmasında esas alınan husus, temel borç ilişkisinin kendisi değil, bu temel borç ilişkisinden doğan temel alacaktır. Bu itibarla bedelsizliğe dayalı menfi tespit davası ile maddi hukuk bakımından borcun mevcut olup olmadığının tespiti amaçlanmakta; borçlu olmadığını iddia eden borçluya, genel hükümlere göre bu durumu tespit imkânı verilmektedir. Dava neticesinde borçlu olunmadığının tespiti hâlinde ise davacı (borçlu) hakkında bir icra takibi başlatılması engellenmiş olacak veya başlatılan ve devam eden icra takibi iptal edilerek, davacının mevcut olmayan bir borcu ödemesi engellenmiş olacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 29.04.2021 tarihli ve 2017/11-40 E., 2021/542 K. sayılı kararı).

21. Somut olayda davacı, aleyhine icra takibine konulan senedin hile ile imzalatıldığını dolayısıyla hükümsüz olduğunu iddia etmişse de dosya kapsamı ile bu iddiasını ispatlayamadığı hususu Özel Daire ile Mahkeme arasında ihtilâf konusu değildir.

22. Hâl böyle olmakla birlikte, davacı davaya konu edilen senedin taraflar arasındaki haricî taşınmaz satış sözleşmesi nedeniyle verildiğini belirterek temel borç ilişkisini bu şekilde açıklamış; davalı da 28.05.2012 tarihli celsede ve akabinde verdiği beyanlarında haricen alınan taşınmazların zilyetliğinin iadesi sırasında taşınmazların bedelinin taraflar arasında yeniden belirlendiğini, senede de bu bedelin yazıldığını, borcun bu şekilde yenilendiğini belirtmek suretiyle temel borç ilişkisini haricî taşınmaz satışıyla ilişkilendirmiştir.

23. O hâlde gelinen aşamada davaya konu edilen senedin dayanağı olan ve taraflarca da kabul edilen temel borç ilişkisinin sıhhatini incelemek gerekecektir. Bunun için öncelikle sözleşme kavramına kısaca değinmekte fayda vardır.

24. Sözleşme; hukukî bir sonuç doğurmak üzere, iki veya daha ziyade kişinin karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları ile uyuşmasını ifade eder (Kocayusufpaşaoğlu, Necip: Borçlar Hukukuna Giriş, 7. b., İstanbul 2017, s. 95).

25. Borçlar Kanunu’nda olduğu gibi TBK’nında da sözleşme borç ilişkisinin kaynakları arasında sayılmış ve sözleşmenin tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulacağı (TBK. m.1) hüküm altına alınmıştır.

26. Belirtmek gerekir ki, bir hukukî işlemin geçerli ve amacına uygun hukukî sonuçlar doğurabilmesi için o hukukî işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukukî sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir. Sözleşmelere egemen olan ilke şekil serbestisidir. Buna göre, kural olarak, kanunda tersine bir açıklık olmadıkça sözleşmeler herhangi bir şekil şartına tabi değildir ( BK m. 11/1; TBK m. 12/1). Bununla birlikte, bazı sözleşmelerin geçerli olabilmeleri kanunla belirli bir şekle uygun olarak yapılmaları koşuluna bağlanmıştır. Taraflar da, kanunun herhangi bir şekil koşuluna tabi tutmadığı bir sözleşmenin geçerliliğini, belli bir şekilde yapılmasını hükme bağlayabilirler. İlk belirtilen yasal şekil, ikincisinde ise “taraflarca kararlaştırılan şekil” (BK m. 16; TBK m. 17) söz konusudur.

27. Diğer taraftan şekil zorunluluğunun öngörüldüğü sözleşmelerde; kanunun öngördüğü şeklin kural olarak bir geçerlilik (sıhhat) şartı olarak düzenlendiğini, buna uyulmadan yapılan sözleşmelere “geçersizlik” müeyyidesinin bağlandığını, bunun hukukî mahiyet olarak emredici nitelikte olduğunu, bu nedenle de “geçersizlik” müeyyidesine bağlanan şekil eksikliğinin hâkim tarafından, taraflar ileri sürmeseler dahi, yargılamanın her aşamasında re’sen gözönüne alınması gerektiğini belirtmekte yarar vardır.

28. Bu kapsamda, tapulu taşınmazlarda mülkiyetin devrini öngören her türlü sözleşmelerin resmî şekilde yapılması zorunludur. Bu bir geçerlilik koşuludur (4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 706; BK m. 213; TBK m. 217; Noterlik Kanunu m. 60/3; Tapu Kanunu m. 26). Resmî biçimde yapılmayan sözleşmeler hukuken geçersiz olup, geçerli sözleşmelerde olduğu gibi taraflarına hak ve borç doğurmaz. Bu durumda taraflar verdiklerini sebepsiz zenginleşme kuralları gereğince geri isteyebilirler.

29. Bu durumda, sebepsiz zenginleşmenin (haksız iktisabın) temelinin hakkaniyet ilkesine dayandığını belirtmekte yarar vardır. TBK’nın 79. maddesinin birinci fıkrasına göre sebepsiz zenginleşen, zenginleşmenin geri istenmesi sırasında elinden çıkmış olduğunu ispat ettiği kısmın dışında kalanı geri vermekle yükümlüdür. Ancak maddenin ikinci fıkrasında zenginleşen, zenginleşmeyi iyi niyetli olmaksızın elden çıkarmışsa veya elden çıkarırken geri vermek zorunda kalabileceğini hesaba katması gerekiyorsa, zenginleşmenin tamamını geri vermekle yükümlü olduğu düzenleme altına alınmıştır.

30. Ancak, bazı durumlarda zenginleşmenin tamamının geri verilmesi durumunda dahi diğer tarafın zararı tamamen karşılanmayabilir. Özellikle para borçlarında aradan geçen uzun zaman nedeniyle paranın değer kaybetmesi nedeniyle bu gibi durumlarla karşılaşılmaktadır. Bu hâlde sebepsiz zenginleşmenin temelinin “hakkaniyeti” sağlamak olduğu göz önüne alındığında paranın aynen iadesi ile adaletin tam olarak sağlanamayacağı açıktır.

31. Bu durumda Yargıtay içtihatları ile yaygınlaşarak kullanım alanı bulan “denkleştirici adalet ilkesi” gündeme gelmektedir. Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan değerlerin eksiksiz iadesi denkleştirici adalet düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği bu kazanımı geri vermek zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hâle getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder.

32. Türk Medeni Kanunu’nun 2/2. maddesinde düzenlenen hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralı, hâkime özel ve istisnai hâllerde (adalete uygun) hüküm verme olanağı sağlamaktadır. Yargı organları, çıkarlar dengesini ve adalet duygularını gözeterek toplumun gereksinimlerini karşılamakla yükümlüdür.

33. Enflasyon, paranın değerini (alım gücü) aradan geçen zamana bağlı olarak düşürmektedir. Doğal olarak belli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranın iade günündeki alım gücü arasında fark edilir ölçüde azalma olabilmektedir.

34. Geçersiz sözleşme gereğince, akdin düzenlendiği tarih itibariyle verilen paranın aynen iadesine karar verilmesi ise, enflasyon nedeniyle büyük adaletsizlikler doğurur. Bu da toplamsal barış ve huzuru engeller.

35. Bu ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 01.10.2014 tarihli ve 2013/1-1117 E. 2014/745 K.; 26.09.2019 tarihli ve 2017/3-963 E., 2019/955 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

36. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında eldeki dava değerlendirildiğinde; davacının taşınmaz hisselerinin bir kısmını 31.08.1995 tarihli haricî satım sözleşmesi ile 115TL bedel karşılığında, bir kısmını da 15.03.1999 tarihli haricî satım sözleşmesi ile 1.350TL bedel karşılığında davalıya satarak zilyetliğini teslim ettiği ancak tapu devrinin sağlanmadığı, bir süre sonra ise davalı tarafından zilyetliğin iade edildiği, sözleşmeler sırasında verilen bedellere karşılık gelmek üzere taraflar arasında davaya konu edilen senedin düzenlendiği anlaşılmaktadır. Taraflar arasındaki haricî satıma konu olan taşınmazın satış tarihlerinde tapulu olduğu anlaşılmaktadır. O hâlde, anılan 31.08.1995 ve 15.03.1999 tarihli haricî satımların ve dolayısıyla taşınmazın zilyetliğinin iadesi sırasında senet karşılığında yapılan anlaşmanın da hukuken geçersiz olduğu kuşkusuzdur. Geçersiz olan hukukî işleme dayalı verilen senedin tahsil edilemeyeceği açık olduğuna göre taraflar ancak birbirlerine verdiklerini denkleştirici adalet ilkesine göre geri alabilirler.

37. Denkleştirici adalet kuralı gereğince iadeye karar verilirken, satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün ilk ödeme tarihindeki alım gücüne ulaştırılması gerekir. Somut olayda, 31.08.1995 ve 15.03.1999 tarihli haricî sözleşmelerle davacıya verilen paranın çeşitli ekonomik etkenlerin ortalamaları alınmak suretiyle hesaplanması gerekir. Bu durumda mahkemece, TEFE ve TÜFE endekslerinin Devlet İstatistik Enstitüsü’nden sorularak, satış bedelinin, ifanın imkânsız hâle geldiği vade tarihi itibariyle çeşitli ekonomik etkenlerin (enflasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar vs.) ortalamaları alınmak suretiyle ulaşacağı alım gücü, yukarıda açıklanan ilke ve esaslar altında ve gerektiğinde bu konuda uzman bilirkişi veya kurulundan nedenlerini açıklayıcı, taraf, hâkim ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak belirlenmeli, bu yolla belirlenecek miktara, davacının kararı temyiz etmemesi nedeniyle davalının kazanılmış hakları da gözetilmek suretiyle, hükmedilmelidir. Mahkemece anılan hususlar göz ardı edilerek TBK’nın 28. maddesinde düzenlenen “aşırı yararlanma” hukukî nitelemesine dayanılarak hüküm tesisi yerinde olmamıştır.

38. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davalının yaptığı açıklamalarla kambiyo senedini temel ilişkiye bağladığı bu nedenle senedin illetten mücerretlik durumunun ortadan kalktığı, geçersiz bir sözleşmeye dayalı verilen senedin tahsil kabiliyetinin kalmadığı, bu anlamda geçersiz taşınmaz satışına uygulanacak hükümlere gidilmeksizin senedin tahsilinin mümkün olmadığından hareketle esasen davanın tümden kabulünün gerektiği ancak verilen kısmen kabul kararının davacı tarafından temyiz edilmemesi nedeniyle Mahkemece verilen hükmün değişik gerekçe ile onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

39. Diğer taraftan, dava tarihi 31.05.2011 olduğu hâlde direnme kararının başlık kısmında 12.01.2017 olarak hatalı yazılmış ise de bu durum mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde olduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.

40. Sonuç itibariyle, direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ile 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, enterogerminia kids

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16.11.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.