Özet:
Dava konusu istem: Davacı tarafından, hamile olan eşi …'ın böbrek iltihabı şikayeti ile sevk edildiği İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yapılan tedavisi neticesinde ölümü olayında davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle uğranılan zarara karşılık 15.000,00 TL maddi, 250.000,00 TL manevi tazminatın ölüm tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmektedir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: … İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla; olaya yönelik olarak Adli Tıp 1. İhtisas Kurulunca hazırlanan … tarih ve … sayılı raporda, müteveffanın doğum sonrası gerçekleşen kardiyak arrest nedeniyle aneztesi ve reanimasyon yoğum bakım ünitesinde takip edilmesi nedeniyle hasta için acil üropatoloji düşünülmeyip hastanın yoğun bakımdan çıktıktan sonra rekonsültasyon önerilmesinin BT çekilmesi ve cerrahi girişim riski sebebiyle uygun olduğu yönünde oluşan tıbbi görüşün uygun olduğu, bu nedenle müteveffanın tedavi sürecinde yer alan hekimlere ve hastane idaresine atfı kabil kusur bulunmadığı yönünde görüş bildirilmiş ise de, ilgililer hakkında başlatılan cezai soruşturması kapsamında alınan Adli Tıp 3. İhtisas Kurulunun … tarih ve … sayılı raporunda, İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde yapılan üroloji konsültasyonlarında ileri tetkiklerden (BT) yararlanılarak böbrekteki apsenin gösterilmesi ve apse drenajı yoluna gidilmemiş olması nedeniyle ürolojik yaklaşımın tıbben yeterli olmadığı yönünde, ceza kovuşturması aşamasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyetince hazırlanan 12/05/2015 tarihli raporda, müteveffanın üroloji kliniği tarafından, kadın doğum kliniğine devredilmesi ve rahmin tahliyesi sonrasında üroloji kliniğince değerlendirilmesi yoluna gidilmesi yerine, kadın doğum kliniğinde gerekli girişimleri yapılan hastanın üroloji kliniğince yakından takibinin sağlanarak veya mevcut hastanenin teknik imkanları çerçevesinde eş seanslı olarak üriner diversiyonun (nefrestomi, böbrekten idrarın dışarı alınması) uygulanmasının diğer bir alternatif yaklaşım olarak değerlendirilebileceği, hastanın entübe olarak takibinin yapıldığı dönemde gerçekleştirilen üroloji konsültasyonunda da, hastanın yoğun bakımdan çıktıktan sonra değerlendirilmesi yoluna gitmek yerine o aşamada üriner diversiyonun düşünebileceği yönünde görüş bildirildiği, müteveffanın böbrek ağrısı şikayetiyle defalarca davalı Bakanlığa bağlı sağlık kurumlarına müracaatta bulunduğu, fakat müteveffanın şikayetine yönelik etkin tetkik ve tedavinin başlatıldığı veyahut yapıldığı yönünde herhangi bir bilgi, belge veya emarenin dosyada yer almaması karşısında, yürütülen cezai ve idari soruşturmalar kapsamında bilgisine başvurulan uzman doktor görüşleri ve müteveffaya ait hasta dosyası bir bütün halinde değerlendirildiğinde, davacının yakını …'ın böbrek ağrısı şikayetiyle başlayıp vefatıyla sonuçlanan süreçte davalı Bakanlığa bağlı sağlık kuruluşlarında sunulan hizmetin kusurlu olduğunun, bu nedenle ortaya çıkan zararın tamamının idarece tazmini gerektiği, ölenin desteğinden yoksun kalan davacının destekten yoksun kalma tazminat tutarının hesaplanması amacıyla yaptırılan bilirkişi incelemesi neticesi hazırlanan bilirkişi raporunda, destekten yoksun kalma tazminat miktarı, davacının 16/08/2007 tarihinde tekrar evlenmiş olması nedeniyle 3.492,69 TL olarak hesaplandığı, davacının anne karnında ölen bebeğinin hukuken kişilik kazanmamış olmasından cihetle bebeğin ölümü nedeniyle davacı destekten yoksun kalamayacağından bu zarar kaleminin hesaplanması yoluna gidilmediği, olayda, davacının bebek bekleyen eşinin farklı tarihlerde birden fazla kez aynı şikayetle sağlık kuruluşlarına başvuruda bulunulmuş olmasına rağmen başvurulan sağlık kuruluşlarından etkin ve yeterli sağlık hizmetinin sunulamamış olması nedeniyle vefat etmiş olması hususu ile davalı idarenin olaydaki kusurunun ağırlığı da dikkate alınarak, davacının ölen eşi için 30.000,00 TL, ölü olarak doğan bebeği için 30,000,00 TL olmak üzere toplam 60.000,00 TL tutarın manevi tazminat olarak davacıya ödenmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne kısmen reddine karar verilmiştir.
Bölge İdare Mahkemesi kararının özeti: … Bölge İdare Mahkemesi … İdare Dava Dairesince; davacının zararının nedeni ölümün 20/02/2006 tarihinde gerçekleştiği, davacının bu tarihten itibaren her durumda beş yıl içinde dava açması gerekirken, bu süre geçtikten sonra beş yıllık dava açma süresini canlandırması olanağı bulunmayan 27/07/2015 tarihinde yapılan ön başvurunun reddi üzerine 06/11/2015 (kararda sehven 17/03/2015 tarihi yazılmıştır) tarihinde açılan davanın, her durum için öngörülmüş beş yıllık dava açma süresi içinde açılmamış olması nedeniyle süreaşımı gerekçesiyle reddi gerekirken, uyuşmazlığın esasına yönelik olarak verilen istinaf başvurusuna konu kararın kabule ilişkin kısmında usul kuralları bakımından hukuka uyarlık, redde ilişkin kısmında bu gerekçeyle hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle istinaf isteminde bulunulan mahkeme kararının davanın reddine ilişkin kısmına yönelik tarafların istinaf başvurularının gerekçeli olarak reddine, davanın kabulüne ilişkin kısmına yönelik davalı idarenin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile kararın kabule ilişkin kısmının kaldırılmasına, kaldırılan kısım yönünden davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
TEMYİZ_EDENİN_İDDİALARI : Davacı tarafından, ilgili doktorlar hakkındaki ceza yargılaması devam ederken, hizmet kusuruna yönelik olarak yaptırılan bilirkişi incelemesi neticesinde düzenlenen 12/05/2015 tarihli bilirkişi raporuyla ilgili personelin kusurlu davranışı ile ölümün meydana geldiğinin bildirildiği, bundan iki ay sonra da 27/07/2015 tarihinde davalı idareye ön başvuruda bulunulduğu, başvurunun reddi üzerine de süresi içerisinde işbu davanın açıldığı, ceza mahkemesinin 23/02/2016 tarihli kararıyla da ilgili personelin kusurlu bulunarak cezalandırıldığı, bakılan davada süreaşımı bulunmadığı ileri sürülmektedir.
KARŞI_TARAFIN_SAVUNMASI : Davalı idare tarafından, usul yönünden, İdare Mahkemesince karara esas alınan Adli Tıp Kurumu raporunun düzenlenme tarihinin 04/03/2009 olduğu, zarar en geç ihtimalle bu tarihte öğrenilmiş olsa bile ön başvurunun 30/07/2015 tarihinde yapıldığı, her halükarda bir ve beş yıllık sürelerin geçirildiği, esas yönünden ise, davalı idarenin tazmin ile mükellef tutulabilmesi için gerekli olan şartların varlığının hiçbir duraksamaya sebebiyet vermeden açıklığa kavuşturulması gerektiği, ilgili personelin kişisel kusurunun bulunduğu iddia ediliyorsa bu hususun tereddüte mahal vermeyecek şekilde açıklığa kavuşturulması gerektiği, yapılan hesaplamada davacının ve diğer etkenlerin yarattığı kusurlu davranışların görmezden gelindiği, davacının olaydan kısa bir süre sonra evlendiği, manevi tazminat yükümlülüğünün doğması için gerekli olan ağır hizmet kusurunun olayda gerçekleşmediği, hükmedilen manevi tazminat tutarının fahiş olduğu, yerel mahkeme kararının eksik incelemeye dayalı olarak verildiği, davacının temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
DANIŞTAY_TETKİK_HÂKİMİ : …
DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, tetkik hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra dosya tekemmül ettiğinden yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin gereği görüşüldü:
İNCELEME VE GEREKÇE :
MADDİ OLAY:
Davacının eşi müteveffa …'ın, 02/01/2006 tarihinde Gördes Devlet Hastanesi kadın doğum polikliniğinde gebelik nedeniyle muayenesinin yapıldığı, sol böbreğinde ağrı, sık ve ağrılı idrar yapma şikayetleri ile 05/01/2006 tarihinde aynı sağlık kuruluşuna başvurduğu, yatarak yapılan takip ve tedavisinin ardından 06/01/2006 tarihinde taburcu edildiği, şikayetlerinin devam etmesi üzerine muhtelif tarihlerde aynı hastaneye ve Salihli Devlet Hastanesine başvurularının olduğu, 03/02/2006 tarihinde Gördes Devlet Hastanesine başvurması sonrasında serum tedavisi uygulandığı, tansiyonuna, bebek kalp atışlarına ve doğum ağrısının olup olmadığına bakılarak kadın doğum polikliniğine sevk edildiği, şikeyetlerinin devam etmesi üzerine aynı gün Salihli Devlet Hastanesine başvurduğu, burada cerrahi polikliniğinde yapılan muayenesinin ardından gebelik + sol hidronefroz tanısı ile İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edildiği, aynı gün kendi imkanları ile sevk edilen sağlık kuruluşuna başvurduğu, bu sağlık kuruluşunda kadın doğum polikliniğine yatışının yapıldığı, tetkiklerinde böbrek fonksiyonlarının ve kanama parametrelerinin bozulduğunun anlaşılması üzerine acil üroloji ve dahiliye konsültasyonu istendiği, hastanın üroloji kliniği tarafından değerlendirilmesi sonucunda acil müdahalenin gerekmediğinin bildirildiği, müteveffanın gebeliğinin sonlandırılmasına hazırlanılırken genel durumunun kötüleşmesi üzerine dahiliye servisine devredildiği, 04/02/2006 tarihinde saat 02:05'te 1520 gram ağırlığında ölü bir kız bebeğin doğurtulduğu, doğum sonrası dahiliye kliniğine devredildiği, 04/02/2006 tarihinde mütevaffada kardiyopulmoner arrest geliştiği, 5 dakikalık resüsitasyon sonrası kalp ritminin geri döndüğü, müteveffanın bilinci kapalı olarak yoğun bakım ünitesinde takip ve tedavisi devam ederken 20/02/2006 tarihinde vefat ettiği, davacı tarafından da dava konusu olay nedeniyle uğranıldığı belirtilen zararların tazmini istemiyle 30/07/2015 kayıt tarihli dilekçe ile yapılan başvurunun 09/09/2015 tarihli yazı ile reddi üzerine de 06/11/2015 tarihinde bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
İLGİLİ MEVZUAT:
Anayasanın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
İdare kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları ödemekle yükümlü olup; idari eylem ve işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" başlıklı 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurmaları, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabileceği düzenlenmiştir.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir olayı, bir tutumu; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları anlatır. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak gene de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu, yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.
Dava açma süresini saptarken, bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiğinden, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda yer alan süreye ilişkin mevzuat kurallarının yorumlanmasında kişilerin haklarının ihlali yönünde ağır sonuçlara varan yorumdan kaçınmak gerekmektedir.
Hukuki sorumluluğun koşullarının, her zaman, maddede öngörülen süreler içinde, olayın meydana geldiği anda ve bir arada ortaya çıkması mümkün olamamaktadır.
Zararın idari eylemden kaynaklandığının bu sürelerden sonra ortaya çıkması mümkün olabildiği gibi, zararın gerçek miktarı veya illiyet bağı daha sonra da ortaya çıkabilmektedir. Bütün bu olasılıklar göz önünde bulundurulduğunda, 2577 sayılı Kanunun 13. maddesinin, yargıya başvuru hakkını ortadan kaldırmayacak, ancak maddeyi de işlevsiz bırakmayacak bir şekilde yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Dava dosyasının incelenmesinden, davacı tarafından, 20/02/2006 tarihinde eşinin vefatının ardından, 22/02/2006 tarihinde ilgili sağlık görevlileri hakkında şikayet başvurusunda bulunulduğu, bu başvuru sonrasında İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görevli doktorlar …, … ve … hakkında ceza soruşturması başlatıldığı, akabinde düzenlenen 03/11/2010 tarihli iddianame ile taksirle ölüme neden olma suçu dolayısıyla … Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde ceza davası açıldığı, bu ceza davası kapsamında olaya yönelik olarak Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyetince hazırlanan 12/05/2015 tarihli raporda, "müteveffanın üroloji kliniği tarafından, kadın doğum kliniğine devredilmesi ve rahmin tahliyesi sonrasında üroloji kliniğince değerlendirilmesi yoluna gidilmesi yerine, kadın doğum kliniğinde gerekli girişimleri yapılan hastanın üroloji kliniğince yakından takibinin sağlanarak veya mevcut hastanenin teknik imkanları çerçevesinde eş seanslı olarak üriner diversiyonun (nefrestomi, böbrekten idrarın dışarı alınması) uygulanmasının diğer bir alternatif yaklaşım olarak değerlendirilebileceği, hastanın entübe olarak takibinin yapıldığı dönemde gerçekleştirilen üroloji konsültasyonunda da, hastanın yoğun bakımdan çıktıktan sonra değerlendirilmesi yoluna gitmek yerine o aşamada üriner diversiyonun düşünebileceği" yönünde görüş bildirildiği, anılan Mahkemenin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla, sanıkların müsnet suçu işlediklerinden bahisle 1 yıl 8 ay hapis cezası karşılığı 12.100,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına karar verildiği, bu karara karşı yapılan temyiz incelemesinin ise Yargıtay … Ceza Dairesinin E:… sayılı dosyasında devam ettiği görülmektedir.
Uyuşmazlıkta, eylemin idariliğinin, kesin olarak ceza davasında verilen karar tarihi olan 23/02/2016 tarihi itibarıyla belirlenebileceği, davacı tarafından, bu tarihten de önce ceza yargılaması devam ederken alınan bilirkişi raporu ile öğrenildiği belirtilerek, dava konusu olay nedeniyle uğradığı zararların tazmini istemiyle başvuruda bulunduğu, bu başvurunun reddi üzerine de süresi içerisinde bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, Bölge İdare Mahkemesince uyuşmazlığın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
Öte yandan, işbu davanın ihbarı için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 31. maddesi ile anılan maddenin atıfta bulunduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 61. ve devamı maddeleri hükümleri uyarınca gerekli koşulların oluştuğu anlaşılmakta olup, Dairemizin bozma kararı üzerine esastan yeniden karar verilirken dava konusu olayda idare ile arasında rücu ilişkisi doğabilecek kişi veya kişilerin tespit edilerek davanın res'en ilgililere davaya müdahil olabilme haklarını kullanabilmelerini teminen davanın ihbarı gerektiği açıktır.
KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin kabulüne,
2. Temyize konu … Bölge İdare Mahkemesi … İdare Dava Dairesinin … tarih ve E:…, K:.. sayılı kararının BOZULMASINA,
3. Kullanılmayan … TL yürütmeyi durdurma harcının istemi hâlinde davacıya iadesine,
4. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın … Bölge İdare Mahkemesi … İdare Dava Dairesine gönderilmesine, 02/06/2021 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.