Cumhurbaşkanının Çocuklarının Nüfus Sisteminden Sorgulanması Suç Teşkil Eder
İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Ceza Dairesi
Esas No : 2017/1122
Karar No : 2017/1114
Karar Tarihi : 2017-07-05





 

1- ) Anayasamızın 141 ve 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 34 ve 230. maddeleri uyarınca mahkeme kararlarının gerekçeli olarak yazılması zorunludur.

5271 Sayılı CMK'nın 230. maddesinde belirtildiği üzere, mahkemenin karar gerekçesinde suç oluşturduğu kabul edilen fiil gösterilmeli, mevcut deliller tartışılıp değerlendirildikten sonra, hükme esas alınan ve reddedilen deliller belirlenmeli, delillerle sonuç arasındaki bağ üzerinde durularak, niçin bu sonuca ulaşıldığı anlatılmak suretiyle hukuki nitelendirmeye yer verilmelidir. Yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, kanun koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, verilen hüküm tarafları tatmin etmeyecek ve kararın sağlıklı bir şekilde denetim imkanını da ortadan kaldırmış olacaktır.

Ayrıca halen yürürlükte bulunan 5271 Sayılı CMK'nın 289/1-g maddesinde “hükmün gerekçeyi ihtiva etmemesi” hukuka kesin aykırılık halini oluşturmakta olup, mutlak bir bozma nedenidir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2011/3-269 esas, 2012/31 Sayılı kararında açıklandığı üzere; ceza yargılama hukukumuzda mahkemelerce bir yargılama faaliyetinin yapılabilmesi ve hüküm kurulabilmesi için, yargılamaya konu edilecek eylemle ilgili, usulüne uygun olarak açılmış bir ceza davası bulunması gerekmektedir. 5271 Sayılı CYY'nın 170/1. maddesi uyarınca ceza davası, dava açan belge niteliğindeki icra ceza mahkemesine verilen şikâyet dilekçesi, son soruşturmanın açılması kararı gibi ayrık hükümler bulunmakla birlikte, kural olarak Cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenecek bir iddianame ile açılır. Anılan Kanun'un 170. maddesinin 4. fıkrasında da; “iddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır” düzenlemesine yer verilmiştir.

CYY'nın 225. maddesi uyarınca ise; “hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça dair fiil ve faili hakkında verilir. Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir.” Bu düzenleme gereğince hangi fail ve fiili hakkında dava açılmış ise ancak o fail ve fiili hakkında yargılama yapılarak hüküm verilebilecektir.

Anılan yasal düzenlemelere göre iddianamede açıklanan ve suç oluşturduğu ileri sürülen eylemin dışına çıkılması, dolayısıyla davaya konu edilmeyen fiil veya olaydan dolayı yargılama yapılması ve açılmayan davadan hüküm kurulması yasaya açıkça aykırılık oluşturacaktır. Öğretide “davasız yargılama olmaz” ve “yargılamanın sınırlılığı” olarak ifade edilen bu ilke uyarınca hâkim, ancak hakkında dava açılmış bir fiil ve kişi ile ilgili yargılama yapabilecek ve önüne getirilen somut uyuşmazlığı hukuksal çözüme kavuşturacaktır.

Ceza Yargılaması Yasasının 226. maddesinde; “sanık, suçun hukukî niteliğinin değişmesinden önce haber verilip de savunmasını yapabilecek bir hâlde bulundurulmadıkça, iddianamede kanunî unsurları gösterilen suçun değindiği kanun hükmünden başkasıyla mahkûm edilemez.

Cezanın artırılmasını veya cezaya ek olarak güvenlik tedbirlerinin uygulanmasını gerektirecek hâller, ilk defa duruşma sırasında ortaya çıktığında aynı hüküm uygulanır.

Ek savunma verilmesini gerektiren hâllerde istem üzerine sanığa ek savunmasını hazırlaması için süre verilir.

Yukarıdaki fıkralarda yazılı bildirimler, varsa müdafie yapılır. Müdafii sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanır” hükmü getirilmiştir.

Ancak yasa koyucu bu düzenlemeyle; iddianamede anlatılan eylem değişmemiş olmakla birlikte, o eylemin hukuksal niteliğinde değişiklik olmasını anılan ilkeye aykırı görmemiş, bu gibi hallerde sanığa ek savunma hakkı verilerek değişen suç niteliğine göre bir hüküm kurulmasına olanak sağlamıştır. Bu düzenlemenin bir sonucu olarak mahkeme, eylemin hangi suçu oluşturacağına dair nitelendirmede iddia ve savunmayla bağlı değildir. Örneğin iddianamede hırsızlık olarak nitelendirilen eylemin, suç eşyasının kabul edilmesi suçunu oluşturacağı görüşünde olan mahkeme, sanığa ek savunma hakkı da vermek suretiyle anılan suçtan hüküm kurabilecektir. İddianamede anlatılan ve kapsamı belirlenen olayın dışında bir fail ve fiilin yargılanması söz konusu olduğunda ise, suç duyurusunda bulunulması ve iddianame ile dava açılması halinde gerekli görülürse her iki iddianame ile açılan davaların birleştirilmesi yoluna gidilebilecektir.

Ceza Yargılaması Yasasının 225. maddesinin; “hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça dair fiil ve faili hakkında verilir” şeklindeki açık ve kesin düzenlemesi karşısında, yerel mahkemece; sanığın yargılama sonucunda sabit kabul edilen eyleminin hukuksal niteliğine göre, yasada “beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbiri, davanın reddi ve düşmesi” olarak sayılan hükümlerden birinin veya mahkûmiyet ve güvenlik tedbiri örneğinde olduğu gibi birden fazlasının kurulması ile yetinilmesi, iddianameye konu olan eylem sabit olmakla birlikte, sanık tarafından işlenmediğinin anlaşılması veya sanığın işlediğinin kesin delillerle kanıtlanamaması durumunda ise gerçek fail ya da faillere ulaşılabilmesi amacıyla suç duyurusunda bulunulması gerekmektedir. Bu durum karşısında sanık hakkında iddianamede anlatılan eylem sebebiyle hem suçu işlemediğinin sabit olması sebebiyle beraat, hem de aynı fiilin nitelendirilmesini ve delil değerlendirilmesini gerektiren başka bir suçu oluşturabileceği olasılığı üzerine suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olacaktır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

"Olay tarihinde ilimiz Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünde sosyal güvenlik denetmen yardımcısı olarak görev yapan şüpheli K. K.,'ın yetkileri çerçevesinde erişmemesi gereken bilgi ve belgelerden uzak durmayarak, yönetmelikte belirtilen görev-yetki ve sorumluluklarına, bilgi güvenliği kurallarına aykırı olarak makul bir iş gerekçesi olmadan kurumun bilişim sistemine girerek Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın çocukları A. B. E., ve N. B. E.,'ın kişisel bilgilerini sorgulaması" şeklinde anlatılan eylemin suçtan zarar gören kişiler yönünden ayrı ayrı temel suç tanımı TCK'nın 136/1. maddesinde düzenlenen "Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme" suçunun, eylemlerin kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle işlenmekle TCK'nın 137/1-a maddesinde düzenlenen nitelikli halini oluşturduğu, özel suç tanımı bulunması halinde genel nitelikteki TCK'nın 257. maddesinin uygulanma olanağının bulunmadığı da göz önüne alındığında CMK'nın 225. maddesi gereğince ilk derece mahkemesini asıl bağlayan ve hakkında hüküm kurulması gereken hususun iddianamede anlatılan eylem olduğu halde eylemlerin TCK'nın 136/1, 137/1-a maddesinde belirtilen verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçuna temas ettiği gözetilmeksizin iddianamedeki nitelendirme üzerinden hareketle eylemin "kanunda suç olarak tanımlanmadığından bahisle" yasal olmayan gerekçe ile beraat kararı verilerek Anayasa'nın 141 ve CMK'nın 34, 225 ve 230. maddelerine muhalefet edildiği,

2- ) İddianamedeki anlatım itibariyle sanığın üzerine atılı eylemlerin A. B. E., ve N. B. E., aleyhine işlendiği isnadına göre;

Ceza Genel Kurulunun 28/05/2013 tarih, 2012/7-1423 esas - 2013/260 karar, Ceza Genel Kurulunun 23/09/2014 tarih, 2014/13-113 esas - 2014/399 karar, Ceza Genel Kurulunun 09/12/2014 tarih 2013/14-215 esas - 2014/547 karar, Ceza Genel Kurulunun 17/03/2015 tarih, 2013/11-602 esas - 2015/44 Sayılı kararları ile 7. Ceza Dairesinin 27/01/2014 tarih ve 2013/7406 esas - 2014/1996 karar, 29/01/2014 tarih, 2013/7539 esas - 2014/1172 karar, 11. Ceza Dairesinin 24/02/2014 tarih, 2009/21774 esas - 2010/1866 karar, 5 . Ceza Dairesinin 25/04/2014 tarih, 2013/454 esas - 2014/4590 karar ile 1. Ceza Dairesinin 29/02/2016 tarih, 2015/4976 esas - 2016/861 karar ve 30/03/2016 tarih, 2016/832 esas - 2016/1629 Sayılı kararlarında belirtildiği üzere;

Suçtan zarar gören A. B. E., ve N. B. E.,'ın bu sıfatlarının gereği olarak CMK'nın 233 ve 234. maddeleri gereğince kovuşturma evresinde sahip oldukları davaya katılma ve öteki haklarını kullanabilmeleri için duruşmadan haberdar edilmeleri gerektiği, diğer yandan aynı kanunun 260/1. maddesine göre de kamu davasından haberdar edilmemiş ya da haberdar olmamış bulunup da katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş olanların kanun yollarına başvurma haklarının bulunduğu gözetilmeksizin, delillerini sunma haklarının da bu suretle engellenerek, davaya katılma ve CMK'nın mağdur ve katılanlar için öngördüğü haklardan yararlanma olanağı sağlanmadan yargılamaya devam edilerek yazılı biçimde hüküm kurulması suretiyle CMK'nın 233, 234, 237, 260, 188/1, 289/1-e maddelerine muhalefet edildiği anlaşılmakla;

Bu sebeplerle mahkeme hükmünün CMK'nın 280/1-b, 289/1-e-g maddeleri dikkate alınarak mutlak hukuka aykırılık hali nedeni ile sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,

Dosyanın yeniden incelenmek ve hükmolunmak üzere hükmü bozulan ilk derece mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

SONUÇ : CMK'nın 284/1, 286/1 maddeleri gereğince kesin olmak üzere, 05.07.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.