Çocuğun İstismarı - Kişisel İlişkinin Yatılı Olarak Kurulmaması Gerektiği
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas No : 2017/2069
Karar No : 2018/1179
Karar Tarihi : 2018-06-06





Taraflar arasındaki “velayetin değiştirilmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Aile Mahkemesi Sıfatıyla Bala Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 15.07.2014 gün ve 2013/25 E., 2014/291 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 21.04.2015 gün ve 2015/5053 E., 2015/8143 K. sayılı kararı ile:

"..1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

Kişisel ilişki sebebiyle çocuğun huzuru tehlikeye girer veya ana ve baba bu haklarını yasada öngörülen ( TMK m. 324/1) yükümlülüklerine aykırı olarak kullanırlar veya çocuk ile ciddi olarak ilgilenmezler ya da diğer sebepler varsa hakim tarafından kişisel ilişki kurma hakkı reddedilebilir veya kendilerinden alınabilir ( TMK m.324/2 ). Toplanan delillerden mahkemenin de kabulünde olduğu üzere müşterek çocuğun davalı annenin erkek arkadaşının tacizine uğradığı ve idrak çağında olan çocuğun annesini görmek istemediğini beyan ettiği anlaşılmaktadır. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12. ve Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin 3. ve 6. maddeleri idrak çağındaki çocukların kendilerini ilgilendiren konularda görüşünün alınması ve görüşlerine gereken önemin verilmesini öngörmektedir. Velayet düzenlemesinde olduğu gibi kişisel ilişki tesisinde de asıl olan çocuğun yararıdır ve bu düzenlemede ana ve babanın yararı ile çocuğun yararı çatıştığı takdirde, çocuğun yararına üstünlük tanınması gerekir. Bu durumda mahkemece müşterek çocuk ile davalı anne arasında yatılı kalmayacak şekilde kişisel ilişki düzenlemesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde kişisel ilişki kurulması doğru bulunmamıştır..."

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava velayetin değiştirilmesi istemine ilişkindir.

Davacı (baba) vekili, tarafların anlaşmalı olarak boşandıklarını, müşterek çocuğun velayetinin müvekkiline verildiğini, davalı annenin üç yıl boyunca çocuğunu arayıp sormadığını, ancak 2010 yılında annenin açtığı dava ile velayetin değiştirilerek anneye verildiğini, davalı annenin başka erkekleri eve alarak onlarla birlikte olduğunu, Reşit adında erkek arkadaşının çocuğun bacaklarına dokunduğunu, bu konuyla ilgili olarak suç duyurusunda bulunulduğunu ileri sürerek velayet hakkının davalı anneden alınarak babaya verilmesini, bu hususun reddedilmesi hâlinde kişisel ilişkinin sınırlandırılması veya refakatçi eşliğinde kişisel ilişki tesisine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı (anne) vekili, müvekkilinin evlilik sırasında fiziksel şiddete maruz kalması sebebiyle boşanma kararı aldığını, çocuğun kendisinde duracağı inancıyla da velayetin davacı babaya verilmesini kabul ettiğini ancak davacının o tarihten itibaren sözünü tutmayarak çocuğu göstermediğini, bu süreçte çocuğa davacı babanın ailesinin baktığını, sonrasında müvekkilinin velayet davası açtığını ve davayı kazandığını, çocuğun teslim edilmemesi üzerine icra kanalı ile teslim alındığını, akabinde kişisel ilişki için çocuğun baba yanına gittiğini ancak küçüğün geri gönderilmemesi üzerine müvekkilinin suç duyurusunda bulunduğunu, davacının çocuğu yönlendirerek asılsız beyanlarda bulunmasını sağladığını belirterek davanın reddini istemiştir.

Mahkemece velayet hakkına sahip annenin eve erkek arkadaşlarını davet ederek birlikte kaldıkları, çocuğun anne ve erkek arkadaşı ile birlikte aynı yatakta uyutulduğu, bu sırada annenin erkek arkadaşının çocuğa cinsel istismarda bulunduğu, çocuğun beyanına göre babasında kalmak istediği, Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesinde ve bunun uygulanması sonucunda oluşan yerleşik kabullere göre çocuğun beyanının velayet hususunda dikkate alınması gerektiği belirtilerek davanın kabulü ile velayetin davacıya verilmesine, çocuk ile anne arasında refakatçi eşliğinde her ayın son haftası cumartesi sabah 09:00' dan pazar akşam 17:00' ye kadar, anneler gününde tam gün, her yılın temmuz ayının başından ağustos ayının başına kadar olmak üzere kişisel ilişki tesisine karar verilmiştir.

Davalı anne vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında yer alan gerekçeyle bozulmuştur.

Mahkemece, müşterek çocuğun annesini görmek istemediğini ifade etmesine karşın dosya arasındaki uzman raporunda çocuğun konu ile ilgili olarak yönlendirilmiş olabileceği izleniminin edinildiğinin belirtildiği ve bu sebeple çocuğun annesini görmek istemediği yönündeki beyanına itibar edilemeyeceği gerekçesiyle çocuk ile anne arasında refakatçi eşliğinde yatılı şekilde kurulan kişisel ilişki düzenlemesine dair kararda direnilmiştir.

Direnme kararı, davacı (baba) vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: 02.06.2004 doğumlu müşterek çocuk ile davalı anne arasında yatılı şekilde kişisel ilişki kurulmasının doğru olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Hukuk Genel Kurulu görüşmeleri sırasında işin esasına girilmeden önce iki ön sorun tartışılmıştır.

Bu ön sorunlardan ilki, mahkemece verilen ilk kararı temyiz etmeyen davacı babanın direnme kararını temyiz etmesinde hukuki yararının olup olmadığı hususu olup, kamu düzenine ilişkin olan ve usuli kazanılmış hak ilkesinin istisnasını oluşturan velayet düzenlemesine ilişkin bu tür davalarda temyiz edenin sıfatının önemli olmadığı, çocuğun üstün yararı gözetildiğinde davacı babanın hükmü temyiz etmesinde hukuki yararının bulunduğu sonucuna varılacak birinci ön sorun oy birliği ile aşılmıştır.

İkinci olarak ise somut olayda davaya konu çocuğu temsil etmek üzere TMK'nın 426/2. maddesi uyarınca temsil kayyımının atanmasının gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak incelenmiş ve eldeki davanın velayetin değiştirilmesi istemine ilişkin olduğu, velayetin değiştirilmesi talebine konu küçük ile boşanma kararıyla velayet kendisine bırakılan yasal temsilci davalı anne arasında; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 426. maddesinin 2.bendinde öngörülen menfaat çatışmasının bulunmadığı, dolayısıyla temsil kayyımı atanmasının da gerekmediği kabul edilerek, ön sorun oy çokluğu ile aşılmış ve işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

İşin esasının incelenmesine gelince;

Bilindiği üzere, 4721 sayılı TMK'nın 339-347. maddeleri uyarınca velâyet, çocukların bakım, eğitim, öğretim ve korunması ile temsil görevlerini kapsar.

Velayet, aynı zamanda ana babanın velayeti altındaki çocukların kişiliklerine ve mallarına ilişkin hakları, ödevleri, yetkileri ve yükümlülükleri de içerir.

Ana ve babanın çocukların kişiliklerine ilişkin hak ve ödevleri, özellikle çocuklara bakmak, onları görüp gözetmek, geçimlerini sağlamak, yetiştirilmelerini ve eğitimlerini gerçekleştirmektir. Bu bağlamda sağlayacağı eğitim ile çocuğu istenilen ölçüde dürüst, kötü alışkanlıklardan uzak, iyi ahlak sahibi, çalışkan ve bilgili bir insan olarak yetiştirmek hak ve yükümlülüğü bulunmaktadır.

Ayrılık ve boşanma durumunda velayetin düzenlenmesindeki amaç, küçüğün ileriye dönük yararlarıdır. Buna göre, velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve geleceğini güvence altına almaktır.

Öte yandan, TMK'nın 335 ila 351. maddeleri arasında düzenlenen “velayet”e ilişkin hükümler kural olarak, kamu düzenine ilişkindir ve velayete ilişkin davalarda resen (kendiliğinden) araştırma ilkesi uygulandığından hâkim, tarafların isteği ile bağlı değildir. Velayetin değiştirilmesine yönelik istem incelenirken ebeveynlerin istek ve tercihlerinden ziyade çocuğun üstün yararı göz önünde tutulur.

Hukuk Genel Kurulunun 14.06.2017 gün ve 2017/2-1887 E., 2017/1196 K. sayılı kararında da velayetin düzenlenmesinin kamu düzenine ilişkin olduğu, usulü kazanılmış hak ilkesinin istisnasını oluşturduğu benimsenerek aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.

Somut olayda, mahkemece küçüğün uzmanlar tarafından alınan beyanına itibar edildiği belirtilmiş ve velayet hakkının anneden alınarak babaya verilmesine karar verilmiş, kararın temyizi üzerine Özel Dairece "velayetin değiştirilmesine" yönelik temyiz itirazları reddedilerek kesinleşmiştir. Uyuşmazlık konusu yukarıda da belirtildiği üzere velayetin değiştirilmesinin bir sonucu olan ve ana ya da babanın, velayet hakkı kendisinde bulunmayan çocuk ile arasında kurulan kişisel ilişkiye yöneliktir.

Kişisel ilişki kurma hakkı, anne/baba ile çocuğa belirli gün ya da saatlerde görüşme, birbirlerinden haberdar olma, birbirlerinin yaşamında olma, karşılıklı etkilenme yetkisi veren bir haktır. Bu hak, anne/baba için olduğu kadar çocuk için de bir haktır (2003 tarihli Çocuklarla Kişisel İlişki Kurulmasına Dair Avrupa Sözleşmesi m.4/1).

4721 sayılı TMK'nın konuya ilişkin 323. maddesi;

"Ana ve babadan her biri, velayeti altında bulunmayan veya kendisine bırakılmayan çocuk ile uygun kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkına sahiptir."

maddesi ise;

“Ana ve babadan her biri, diğerinin çocuk ile kişisel ilişkisini zedelemekten, çocuğun eğitilmesi ve yetiştirilmesini engellemekten kaçınmakla yükümlüdür.

Kişisel ilişki sebebiyle çocuğun huzuru tehlikeye girer veya ana ve baba bu haklarını birinci fıkrada öngörülen yükümlülüklerine aykırı olarak kullanırlar veya çocuk ile ciddi olarak ilgilenmezler ya da diğer önemli sebepler varsa, kişisel ilişki kurma hakkı reddedilebilir veya kendilerinden alınabilir.”

düzenlemesini içermektedir.

Velayet düzenlemesinin yanı sıra kişisel ilişki kurulurken de; göz önünde tutulması gereken temel ilke, çocuğun "üstün yararı"dır (Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme m.3; Çocuk Haklarının Kullanılmasına ilişkin Avrupa Sözleşmesi m. 1; TMK m. 339/1. 34.3/1, 346/1; Çocuk Koruma Kanunu m. 4/b). Çocuğun üstün yararını belirlerken; onun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâki ve toplumsal gelişiminin sağlanması amacının gözetilmesi gereklidir. Ana ve babanın yararları; ahlâki değer yargıları, sosyal konumları gibi durumları, çocuğun üstün yararını etkilemediği ölçüde göz önünde tutulur.

Diğer taraftan, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12. ve Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin 3 ve 6. maddeleri idrak çağındaki çocukların kendilerini ilgilendiren konularda görüşünün alınması ve görüşlerine gereken önemin verilmesini öngörmektedir.

Nitekim, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 12. maddesi:

“Taraf Devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle tanırlar. Bu amaçla, çocuğu etkileyen herhangi bir adli veya idari kovuşturmada çocuğun ya doğrudan doğruya veya bir temsilci ya da uygun bir makam yoluyla dinlenilmesi fırsatı, ulusal yasanın usule ilişkin kurallarına uygun olarak çocuğa, özellikle sağlanacaktır.” hükmünü içermektedir.

Diğer taraftan, Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’nin:

Çocuğun usule ilişkin haklarından, davalarda bilgilendirilme ve dava sırasında görüşünü ifade etme hakkının düzenlendiği 3.maddesinde:

“…Yeterli idrake sahip olduğu iç hukuk tarafından kabul edilen bir çocuğun, bir adli merci önündeki, kendisini ilgilendiren davalarda, yararlanmayı bizzat da talep edebileceği aşağıda sayılan haklar verilir:

a)İlgili tüm bilgileri almak;

b)Kendisine danışılmak ve kendi görüşünü ifade etmek;

c)Görüşlerinin uygulanmasının olası sonuçlarından ve her tür kararın olası sonuçlarından bilgilendirilmek.”;

Adli mercilerin rolünden, karar sürecinin düzenlendiği 6. maddenin (b) ve (c ) bentlerinde ise:

“b)…Çocuğun iç hukuk tarafından yeterli idrak gücüne sahip olduğunun kabul edildiği durumlarda,…çocuğun yüksek çıkarına açıkça ters düşmediği takdirde, gerekirse kendine veya diğer şahıs ve kurumlar vasıtasıyla, çocuk için elverişli durumlarda ve onun kavrayışına uygun bir tarzda çocuğa danışmalıdır, çocuğun görüşünü ifade etmesine müsaade etmelidir.

c)Çocuğun ifade ettiği görüşe gereken önemi vermelidir.” hükümleri yer almaktadır.

Bu açıklamalar ışığında; mahkemece, velayet hakkına sahip annenin eve erkek arkadaşlarını davet ederek birlikte kaldıkları, çocuğun anne ve erkek arkadaşı ile birlikte aynı yatakta uyutulduğu, bu sırada annenin erkek arkadaşının çocuğa cinsel istismarda bulunduğu, çocuğun beyanına göre babasında kalmak istediği gerekçeleriyle velayetin değiştirilmesine karar verildiği hâlde, kişisel ilişki düzenlemesinde çocuğun beyanına itibar edilmeyerek çocuk ile anne arasında yatılı şekilde kişisel ilişki tesis edilmiştir. Müşterek çocuk Tuana'nın dava tarihi itibariyle idrak çağında olduğu, uzmanlarla yapılan görüşmelerde "annemde kalmak istemiyorum, ben babamı istiyorum" dediği anlaşılmıştır. Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler karşısında kişisel ilişki noktasında da idrak çağında olan çocuğun beyanına üstünlük tanınarak, davalı anne ile çocuk arasında yatılı olmayacak şekilde uygun süreli bir kişisel ilişki düzenlemesi gerekmektedir.

O hâlde, aynı hususlara işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç :

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca tebliğ tarihinden itibaren on beş içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 06.06.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.